.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Siyasi Konularla İlgili Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyasi Konularla İlgili Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2017 Salı

FETÖ ile mücadelede şüphe uyandıran durumlar.



             
                3 Aralık'ta ''Son zamanlarda Türkiye'de Neler Oluyor?'' diye bir yazı yazmıştım. Bu yazı orada anlattıklarımın devamı niteliğinde. Konu ise değişik kaynaklardan duyduğum bazı bilgiler. Bu bilgiler hapiste yatan darbeci Fetöcülerle ilgili.

                İlk haber, darbe gecesi ismini bütün Türkiye’nin TRT ekranlarından duyduğu bir kişiyle ilgili. Ben bu şahsı 1993 yılından beri tanıyorum. Uzun bir süre aynı birlikte çalıştık. Uzun süreli iki kursta beraber eğitim ve öğretim gördük. Bu şahıs aynı zamanda darbenin en önde gelen kişilerinden biri. Şu anda Yurtta Sulh Konseyi davası sanığı olarak yargılanıyor.


             
                İsmini vermeyeceğim ama sanırım herkes kim olduğunu tahmin etmiştir. En azından beni tanıyanların tamamına yakını kimden bahsettiğimi hemen anlamıştır diye düşünüyorum. Yargılandığı davaların bir kısmına katıldım. Orada çok rahat tavırlar içinde olduğunu görünce şaşırmıştım. Bu duyduklarım o tavırlarını anlamlı kılacak duyumlar.

                Bu adam, kendilerinden olmayıp ta sırf darbe sırasında askeri birliklerde bulunduğu ve dışarı çıkamadığı için darbeci diye tutuklanan ast rütbelerdeki bazı personele, ‘’Bizim sizinle işimiz yok. Bizim için üst rütbedekiler önemli. O yüzden ifade verirken rahat olun. Bizden çekinmeyin. Ne olduysa aynen anlatın. Bildiğiniz her şeyi söyleyin ve dışarı çıkın. Biz yakında onlarla hesabımızı göreceğiz.’’ diyormuş.

                Hapishanedeki Fetöcülerle görüşen bazı kişiler ise onlara; ‘’Muhtemelen önümüzdeki Şubat ayında, olmazsa en geç önümüzdeki bahar aylarında buradan çıkacaksınız. Hatta görevlerinize geri döneceksiniz.’’ diyorlarmış. İddialara göre bu şahıslar, bu konudaki çalışmaların son aşamaya geldiğini söylüyorlarmış.


               
                 Bunları birinci ağızdan duyanlar ''Yeni bir darbe mi yapacaklar acaba?'' diye bana soruyorlar. Onlara, darbe yapabileceklerini sanmadığımı ve bu çalışmaların ne olduğunu da bilmediğimi söylüyorum. Gerçi neyi kastettikleri hakkında bazı fikirlerim var ama emin olmadığım için söylemiyorum.

                Diğer önemli bir haber ise mahkemelerin serbest bıraktığı darbe şüphelileri ile ilgili. Bu günlerde darbeye katıldığı suçlamasıyla hapis yatan bazı kişiler sessiz sedasız serbest bırakılmaya başlandı. Bunlardan birinin dışarı çıktığını duyunca çok şaşırdım. Çünkü bu şahıs, ben küçük rütbelerdeyken aynı birlikte çalıştığım ve o zamanlar birçok kişiden tarikatçı veya FETO’cu olduğunu duyduğum bir kişi.

                Adam sağda solda ekonomik ve psikolojik olarak çok kötü durumda olduğunu söylüyormuş. Çünkü rütbesi ile birlikte tüm hakları elinden alınmış. Hâlbuki kendisinin ne Fetö ile ne de darbecilerle hiçbir ilgisi yokmuş. Darbe gecesi de, mesajları alır almaz valiyi arayıp darbecilerden olmadığını ve verilecek emirleri yerine getirmeye hazır olduğunu söylediğini, ama buna rağmen tutuklandığını anlatıyormuş.



        
                  Kimsenin boş yere başının belaya girmesini istemem ama bu durum benim kafamı karıştırıyor. Bu kişi akademiyi kazandığında şaşırmıştım. O rütbelere geldiğinde ise daha da şaşırmıştım. Çünkü komuta yeteneği zayıf diye bir birlikte çalışırken yaptığı görevden tayin edildiğini (birçok kişiden) duymuştum.

                 Bu şahıs herkese kumpas kurulurken nedense gayet rahattı ve hakkında hiçbir kumpasta herhangi bir şey söylenmedi. Üstelik daha önceki iki komutanı kumpaslarla yıpratıldıktan veya hapse atıldıktan sonra, sanki bunlar onu oraya getirmek için yapılmış gibi önemli bir birliğin başına geldi ve sessiz sedasız burada iki yıl çalıştı. İlginç bir şekilde darbe gecesi vurularak öldürülen Semih te aynı birliğin ana ast birliğine, daha önce hep sınıf subayları atanırken, ilk defa Kurmay Albay olarak atanmıştı.

                Bence profil olarak ta Fetö’cülere benziyordu. Ben yıllardır ona Fetöcü diye mesafeli davranıyordum. Ama adam şimdi dışarda. Adam ya itirafçı oldu da anlaşılmasın diye insanlara masal anlatıyor, ya sonradan Fetö’den ayrıldı veya benim 1990’lardan beri bu adam hakkında duyduklarım yanlışmış. Benim bunlardan hangisine daha fazla ihtimal verdiğim bu ihtimallerin sıralanma şeklindeki gibi.

                Şimdilik bu kadar.

                Görüşmek üzere.

                Mehmet Çanlı

                5.12.2017.

3 Aralık 2017 Pazar

Son zamanlarda Türkiye'de neler oluyor?




Son zamanlarda biraz meşgulüm. Bu sebeple fazla yazamıyorum. Ama öyle şeyler duyuyorum ve öyle olaylara tanık oluyorum ki artık daha fazla dayanamadım. İşi gücü bırakıp bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bundan sonra da fırsat buldukça duyduklarımı burada yazmaya çalışacağım. Çünkü çok önemli anlar yaşadığımız ve çok tarihi olaylarla yüz yüze geldiğimiz günlerden geçtiğimize inanıyorum.

Duyduğum ve şahit olduğum (bir kısmına herkesin duyduğu veya şahit olduğu) olayları ayrı ayrı ele alınca pek bir şey anlaşılmıyor ama hepsini bir arada değerlendirince işin boyutu birden bire değişiyor.  Örneğin Zarrab denilen herif sessiz sedasız Amerika'ya gitti ve tutuklandı. ''Adam tutuklanabileceğini bile bile neden Amerika'ya gitti acaba?'' diye kendi kendime sorular sorarken bu sefer de adı uzun süredir çok fazla gündemde olan bir devlet bankasının müdür yardımcısı Amerika'ya gitti ve tutuklandı. Bu Zarrab'ın Amerika'ya gitmesinden de şaşırtıcı geldi bana. Ama mahkeme süreci başlayınca daha da şaşırtıcı şeyler ortaya çıktı. Çünkü Zarrab ve bu adamın sanık olarak yargılanacağını beklerken birden bire Zarrab'ın sanık değil, tanık olarak mahkemede ifade verdiğini öğrendim.

Mahkeme süreci başlayınca da gördüm ki adam tanık filan değil, resmen itirafçı olmuş. Zarrab'ın verdiği ifadeler basına yansıyınca adamın Amerika'ya tutuklanacağından habersiz olarak gitmediğini anladım. Eğer tutuklanacağından haberi olmadan gitmiş olsa neden yanında rüşvet verdiği kişilerin listesini ve yasa dışı işlerde ödediği paraların çetelesini de götürsün ki? Anlaşılan adam burada birileriyle görüşüp anlaşmış ve bu anlaşma sonrasında tüm hazırlıklarını yaparak Amerika'ya gitmiş.



Diğer bir konu da birkaç gün önce Cumhurbaşkanının yakın akrabalarının yurt dışında şaibeli veya en azından etik olmayan para işleri yaptığına dair belgelerin CHP genel başkanı tarafından belgeleriyle kamuoyuna açıklanmasıydı. Bu belgeler ilginç bir şekilde ABD'de devam eden Zarrab davasının tek sanığı olan kişinin genel müdür yardımcısı olduğu bir bankadan alınan dekontlarmış.

Bilmem kimsenin dikkatini çekti mi ama bu işlerde pek te doğal görünmeyen bir şeyler var gibi geldi bana. Burada Cumhurbaşkanını veya yakınlarını savunacak değilim. Beni tanıyanlar, AKP iktidara geldiği günden beri bu parti ve yöneticileri hakkında söylemediğim fazla bir şey kalmadığını gayet iyi bilirler. Ama bu işlerde yerine oturmayan bir şeyler var gibi görünüyor. Mesela bir devlet bankasından bu evrakların nasıl dışarıya çıkarıldığı üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Ben FETÖ'cülerin bize yaptıklarını düşünerek bu işlerle FETÖ'cülerin bir ilgisi olduğu iddialarını ciddiye almak gerektiğine inanıyorum. Bu durum, iddia edilen suçların işlenmediği anlamına gelmiyor. İşlenmiştir veya işlenmemiştir. Bu ayrı bir konu. Burada benim vurgulamak istediğim FETÖ'cülerin bu olayları kendi çıkarları için kullanıyor olabileceği ihtimali.



Benim kanaatime göre devletin içinde hala çok sayıda FETÖ'cü var ve bunlar alttan alta çalışmaya devam ediyorlar. Çünkü devlet kademelerinin FETÖ'cülerden temizlendiği hakkında da yerine oturmayan hususlar var. Sanki yapılan temizlik tüm FETÖ'cüleri kapsamıyor gibi. Üstelik son günlerde darbe ile ilgili davalarda yargılanan bazı kişilerin sessiz sedasız serbest bırakıldığını duyuyorum. Üstelik bu kişilerin bazılarının FETÖ'cü olduklarını daha 1990'lı yıllarda birçok kişiden duymuştum.

Cumhurbaşkanının son günlerdeki bazı sözleri ve davranışları da oldukça ilginç. Mesela geçenlerde gazetecilere, ''Benim adıma ama benim haberim olmadan iş çevirenler var. Bundan sonra, ben arayıp söylemediğim müddetçe benim bilgim olduğunu söyleyerek bir şey isteyenlerin istediklerini yapmayın. Bu kişiler benim babamın oğlu bile olsalar yapmayın. '' diye devlet görevlilerine genel bir çağrıda bulundu. Acaba kimi kastediyor ve ne demek istiyor?



Bu bahsettiğim hususların hepsi hakkında çok farklı kaynaklardan çoğu birbiriyle örtüşen bazı şeyler duydum Ama duyduklarımın hepsini burada yazsam okunamayacak kadar uzun bir yazı ortaya çıkar. Bu sebeple bu konularla ilgili olarak duyduğum şeyleri birkaç ayrı yazı halinde yazmaya çalışacağım. Burada ilk olarak FETÖ ile mücadele konusundaki çelişkili durum ile ilgili bir olaydan bahsedeceğim. Çünkü bütün bu yukarıda bahsettiğim konuların da bir şekilde bu ve benzeri olaylarla bağlantısı olduğunu düşünüyorum.

Geçenlerde Ankara'da bir yerde oturup kahve içiyordum. Tanıdık bazı kişilerle karşılaşıp sohbet ettikten sonra daha önce hiç görmediğim bir şahısla tanıştım. Bu şahısla önce havadan sudan konuştuk. Sonra birbirimizi daha iyi tanımak maksadıyla bazı kontrollü sorular sorduk. Bundan sonra ikimizin de aynı sıkıntıları yaşadığımız ortaya çıkınca derin bir sohbete daldık. Bu kişinin anlattığı bir olay benim aklımı çok karıştırdı. Şimdi size bu olaydan bahsedeceğim.



Bu şahıs hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra bir süre avukatlık yapmış. Fakat avukatlık mesleği mizacına pek uygun gelmediği için devlet memuru olmaya karar vermiş. Hukuk mezunu biri devlet memuru olmak isterse en uygun yol hakim veya savcı olmak olduğundan bu kişi de hakimlik-savcılık sınavlarına girmeye karar vermiş. Bu olayların olduğu dönem ise FETÖ'cülerin bazı bakanlar tarafından ''Allah verdikçe veriyor.'' diye tüm hukuk sistemine yerleştirildiği dönemmiş.

Bu adam, daha sınava girdiği ilk yıl oldukça yüksek bir not almış fakat her nasıl olduysa mülakatta elenmiş. Ertesi yıl tekrar sınava girmiş ve yine çok yüksek bir not almış ama sebebini anlayamadığı bir şekilde mülakatta yine elenmiş. Adam yılmamış üçüncü sene tekrar sınava girmiş ve yine yüksek bir not almış.

Bu adamın durumunu bilen bir yakını bir gün kendisini bir kenara çekmiş.
''Arkadaş...'' demiş, ''Sen elli sene de sınava girsen ve bu sınavlarda tam puan da alsan yine hakim veya savcı olamazsın.''



Bizim adam ''Neden?'' diye sorunca şu cevabı almış.
''Çünkü bütün hukuk sistemi Fettullahçıların elinde ve onlar istemediği müddetçe kimse o mülakatı aşıp ta hakim veya savcı olamaz.''
Bizim adam şaşırmış.
''Yahu kardeşim, bu memlekette hükümet yok mu? Onlar buna nasıl izin veriyor?'' diye sormuş.
Bu sefer de; ''Zaten onları oraya hükümet yerleştirdi.'' cevabını almış.

Bunu duyan adam; ''Peki ama bunun bir yolu yok mu? Ben mutlaka hakim veya savcı olmak istiyorum.'' deyince yakını ''Var tabi.'' diye cevap vermiş ve bunun için bir FETO imamı ile görüşüp ondan referans alması gerektiğini söylemiş.
Bizim adam; ''Ama ben hiçbir FETO imamını tanımam etmem. Üstelik ben pek dindar biri de değilim. Hele de tarikatlarla veya cemaatlerle hiç işim olmaz. Arada bir de içerim.'' deyince yakını araya girmiş.

''Kardeşim, sen bunları dert etme. Bunların önemi yok. Ben bir FETO imamını tanıyorum. Sen yarın ona git, benim selamımı söyle ve derdini anlat.'' demiş.



Bizim adam, yakınının tavsiyesine uyarak bahse konu FETÖ imamının adresini ve ismini almış ve ertesi gün sabah erkenden bulunduğu ilin Emniyet Müdürlüğü'ne gitmiş. Çünkü imam denilen bu kişi orada komiser olarak çalışıyormuş. Adam bu İmamı bulmuş ve durumunu anlatmış. Bunun üzerine komiser masasının üstünden bir post-it alıp üzerine bir not yazmış ve bunu ismini söylediği bir kişiye iletmesini söylemiş.

Bizim adam bu kağıdı alınca kendi kendine ''Herif beni başından savıyor herhalde. Bu işler bu kadar basit olamaz. Ne bir kimseyi aradı, ne de bana doğru dürüst bir tavsiye mektubu filan yazdı. Kartını bile vermedi.'' diye düşünmüş. Ama mülakat günü yaklaşınca komiserin verdiği post-iti götürüp söylediği kişiye vermiş. Bundan birkaç gün sonra da mülakata gitmiş.

İsmi okunup içeri girdiğinde mülakat yapanlar bunu daha önce olduğundan çok farklı karşılamışlar. Mülakat filan da yapmamışlar. ''Senin referansın sağlam. Sana mülakat yapsak ayıp olur.'' deyip  havadan sudan muhabbet etmişler. Normalde mülakat yaptıkları süre kadar içeride beklettikten sonra da ''Hayırlı olsun.'' diyerek göndermişler.

Adam çok şaşırmış ama hala mülakatı geçeceğine inanamıyormuş. Fakat ertesi gün, kendisini FETO imamı olan komisere gönderen tanıdığı aramış ve ''Komiserle konuştum. Şenin işin tamam. Hayırlı olsun.'' diye müjdeyi vermiş. Gerçekten de bir süre sonra mülakatı geçtiği haberi gelmiş.



Kısa süre sonra staj/eğitim süreci başlamış. Bu sürecin sonunda da ataması yapılmış. Fakat bir süre sonra Feto'cular bundan her ay maaşının bir bölümünü himmet olarak kendilerine vermesini ve bazı davalarda da onlara yardımcı olmasını istemişler. Adam bu istekleri yerine getirmemiş. Adamın üzerine gitmeye başlamışlar. Buna rağmen adam boyun eğmeyince  bir kumpas kurup adamı mahkemeye vermişler ve görevinden açığa aldırmışlar.

Adam FETÖ darbesine kadar bu sorunlarla uğraşmış. Hem kumpaslar sebebiyle bazı kişilere ve hem de mesleğe geri dönmek için devlete dava açmış. Darbe sonrasında FETÖ'cü hakim ve savcılar görevden alınınca da davaları kazanmış. Tekrar mesleğe dönmek için işlemleri başlattığı bir gün bir yorgunluk kahvesi içmek için o sırada oturup kahve içtiğimiz yere gelmiş. Garson sipariş ettiği kahveyi getirince tam fincanı eline alıp kahveyi yudumlamaya başladığı sırada 5-6 metre ötedeki bir masada kimi görse beğenirsiniz? Kendisine torpil yapan FETÖ imamını görmüş tabii ki.



Adamın FETÖ imamı olduğunu bildiğinden, darbeden sonra tutuklanıp bir süre içerde yattığını ve bir yolunu bulup dışarı çıktığını düşünmüş. Ama adam hiç te hapisten yeni çıkmış gibi görünmüyormuş. Masada oturan 2-3 kişi ile gayet neşeli bir şekilde sohbet ediyormuş. Adamın durumunun ne olduğunu tam olarak kestiremediği için gidip geçmiş olsun deyip dememek konusunda tereddüt etmiş. Ama yine de, Fetö'cü de olsa kendisine bir iyilik yaptığı için, gidip geçmiş olsun demeye karar vermiş.

Kahvesini hızla yudumladıktan sonra kalkıp FETÖ imamının masasına gitmiş. Selam vermiş ve kendini tanıtmış. Komiser onu hemen tanımış. Biraz hal hatır sorma muhabbetinden sonra bizimki komiserin hapis yattığını ve mahkemelerle uğraştığını düşünerek ''Siz de bu günlerde sıkıntılı günler yaşamışsınızdır. Ama inşallah bu günler de geçer.'' demiş.

Komiser hemen yerinden doğrulmuş ve heyecanlı bir şekilde; ''Hem de ne sıkıntılı günler yaşadık kardeşim. Eskiden yeminle anlatsalar inanmazdım ama bu FETÖ meğer her yere sızmış. Neredeyse devleti ele geçiriyorlarmış.'' demiş. Bizim adam duydukları karşısında ne söyleyeceğini şaşırmış.



FETÖ imamı olarak bildiği ve basit bir post-ite yazdığı bir notla, iki senedir geçemediği mülakatı geçmesini sağlayan komiser şimdi FETÖ'cülerden şikayet edince adam doğal olarak şok olmuş. Ama ilk şoku atlatınca herhalde ben yanlış anladım diye düşünmüş. Durumu netleştirmek için ''Şimdi ne iş yapıyorsunuz?'' diye sormuş. Komiser hemen cevap vermiş. ''Şu anda ...de, ..... müdürüyüm. Bu FETÖ olaylarını da biz araştırıyoruz. O yüzden burnumu kaşımaya vaktim olmuyor. Çok yoğunuz.'' demiş.

Bizim adam duyduklarına inanamamış. İyi akşamlar deyip hemen masadan ayrılmış. Hesabı ödeyip dışarı çıkmış. Yaşadığı şoku atlatmak için uzun süre yürümüş. Yorulunca da taksiye binip evine gitmiş. O günden beri de; FETÖ'cülerin kendisi ile uğraştığı, onu meslekten attırdıkları ve mahkemelerde süründürdükleri zamanlardan bile daha tedirgin ve şüpheci bir ruh halinde yaşıyormuş.

Bana söylediğine göre bu darbeden de, FETÖ'cülerin devletten temizlendiğinden de, bu konularla ilgili söylenen diğer her şeyden de şüphe duyuyormuş. Adam bir saat kadar bana; ''Ortada bir kripto FETÖ'cü lafı dönüp duruyor, ama bu adam kripto filan değil, bir şehrin imamı. Bu adam bırakın hapse girmeyi terfi etmiş. Bu nasıl FETÖ temizliği?'' diye üzerine basa basa bu işlerin altında bir çapanoğlu olduğuna inandığını anlattı.



Ben daha önceki bir yazımda Silahlı Kuvvetlerde darbe gecesi bazı FETÖ'cülerin ve FETÖ işbirlikçilerinin gece yarısına kadar hiçbir şey yapmadıklarını, gece yarısına doğru darbenin başarısız olacağı anlaşılınca sanki darbeyi önlemeye çalışıyormuş gibi darbecilere hücum ettiğini, bunların darbe sonrasında bu gayretlerinden dolayı terfi ettirildiğini, fakat Bylock (Baylok) kayıtları incelenince bunların FETÖ'cü veya işbirlikçi olduğunun ortaya çıktığını, bunun üzerine Genelkurmay Başkanı'nın 13 generali tek tek arayarak istifalarını istediğini duyduğumu yazmıştım. Nitekim tam olarak kaç kişi olduğunu saymadım ama bu şekilde darbe sonrasında terfi etmiş çok sayıda generalin sessiz sedasız istifa ettiğini de öğrendim.

Tanıştığım şahsın bahsettiği komiser nasıl bir oyunla sistemde kalmayı başardı bilmiyorum. Ama anlaşılıyor ki diğer kurumlarda bu işler bu kadar dikkatle takip edilmiyor. Yukarıda anlattığım olay da bunu gösteriyor. Yani devletin içinde hala çok sayıda FETÖ'cü olma ihtimali yüksek.



Bütün bunları bu günlerde yaşanan diğer olaylarla ve duyduğum başka bazı şeylerle birleştirince bende FETÖ'cülerin yeni bir plan üzerinde çalıştıkları kanaati uyanıyor. Elbette duyduklarım tevatürden ibaret olabilir. Bu değerlendirmem de bir hüsnü kuruntu olarak değerlendirilebilir. Ancak son günlerde sessiz sedasız yapılan bazı tahliyeler ve tahliye olanların bazılarının anlattıkları ile ilgili duyduklarımı bir araya getirince ben yine de biraz dikkatli olmak lazım diye düşünüyorum.

Çünkü ortada Şubat ayı diye bir tarih dolaşıyor. En geç bahar ortasında her şey değişecek diye konuşanlar var. Bilemiyorum. İnsanlar artık iyice paranoyak olmuş durumda. Komplo teorileri her yere sirayet etmiş. Herkes bir iddia ortaya atıyor. Elbette her duyduğumuza inanmamamız lazım ama bir ata sözünü de unutmamak gerekir diye düşünüyorum. ''Şüphe insanı rahat komaz, ama birçok beladan da korur.''
Paranoyak olmamız da takip edilmediğimiz anlamına gelmez.

Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı



29 Kasım 2017 Çarşamba

Man Adası Nerededir? Neden Man Adası? Bu adanın bir özelliği mi var?





CHP İstanbul milletvekili Eren Erdem, bu gün Meclis'te CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Man Adası’na gönderildiği iddia edilen paralarla ilgili bir paylaşımda bulunmuş. 

Buna göre 15.12.2011 tarihinde Cumhurbaşkanının bazı yakınları, Man Adası'nda 1 Sterlin sermaye ile kurulan şirkete aşağıda belirtilen miktarlarda para göndermişler.

Eniştesi Ziya ilgen 2.5 M.$

Kardeşi Mustafa Erdoğan 5 M.$

Oğlu Burak Erdoğan 1.45 M.$+ 2.3 M.$

Dünürü Osman Kefenci  2.2 M.$

Eski özel kalemi Mustafa Gündoğan 1.5 M.$

Şimdi herkes bu konuyu tartışıyor ve her kafadan bununla ilgili bir ses çıkıyor.


Bilindiği gibi zaman zaman bazı Türk şirketleri merkezlerini yurt dışına taşımaktadır. Bu şirketlerin bir kısmı daha az vergi vermek maksadıyla bu taşınma faaliyetlerini vergi cenneti olarak bilinen Malta gibi küçük devletlere yapmaktadır. Özellikle gemi taşımacılığı yapan şirketlerin, yüksek ücretlerden kurtulmak için gemilerine başka ülkelerin bandırasını alması en yaygın uygulamadır. Yakın zaman önce basına yansıyan haberlerden Türkiye Cumhuriyeti başbakanının oğlu ve bazı yakınlarının bile bu vergi cennetlerinden en tanınanı olan Malta'da bazı şirketler kurdukları ortaya çıkmıştır.

Fakat bundan farklı olarak faaliyet gösterdiği iş kolunun zorunlulukları sebebiyle de yurt dışına taşınan şirketler de var. Mesela bir hava yolu şirketinin 2009/2010 yıllarında, daha fazla destinasyona ve daha fazla yolcu kapasitesine sahip olduğu için şirket merkezini İstanbul'dan Londra’ya taşıdığını biliyorum. Peki ama vergiden kurtulmak isteyenler için Malta ve İngiltere'de şirket kurmak siteyenler için ticarete ve yatırıma uygun birçok büyük şehir varken Türkiye’de yaşayan bir insan neden gidip te Man Adası’nda şirket kurar ve bu şirkete para aktarır? Bunun bir mantığı var mıdır?




Bence bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle pek dikkat edilmeyen bazı kavramları yerli yerine oturtmak faydalı olacaktır. Örneğin  Türkiye’de, İngiltere denilince Birleşik Krallık topraklarının tamamı anlaşılmaktadır. Ben de 2008 yılında İngiltere’ye gidene kadar bunu ben de böyle biliyordum. Ama Londra görevi çıkınca, gitmeden önce biraz araştırma yaptım. Açık söylemek gerekirse öğrendiklerim biraz kafamı karıştırdı. Orada kaldığım iki yıl boyunca da sistemi tam olarak kavrayamadım dersem yalan olmaz. Çünkü bizim bildiğimiz İngiltere bizim bildiğimiz gibi değilmiş.  Üstelik başka hiçbir ülkede olmadığı kadar karmaşık bir sistemleri varmış.

Sanırım İngiltere’de Cromwell’in kurduğu cumhuriyet hariç hiçbir köklü siyasi devrim olmadığından ve devlet çok uzun bir süredir var olduğundan sistem hiçbir zaman kökten bir değişime uğramamış. Eski sistemde sadece sorun yaşanan bölüm değiştirilmiş ve yola devam edilmiş. Bu sebeple (yaşlı bir İngiliz’in bana söylediğine göre) 1000 (bin) yıl önce konulan bazı kanunlar bile hala yürürlükteymiş. Bu sebeple İngiliz siyasi ve idari sistemi, bazıları yüzyıllar önce kurulmuş birçok sistemin bir arada yaşadığı kendine has bir yapı oluşturmaktadır. Bu yapı oldukça karmaşık olmasına rağmen gayet iyi bir şekilde yürümektedir.





Bu nasıl bir sistem diye merak ediyorsanız, kısaca anlatayım. Öncelikle Britanya, İngiltere veya İskoçya nereye deniliyor onunla başlayayım.  Haritada İngiltere’nin bulunduğu yere baktığınızda burada iki tane büyük ada bulunduğunu göreceksiniz. Bunlardan batıda ve diğerine göre daha küçük olanı İrlanda Adası’dır.  Bu adanın güneyinde İrlanda Cumhuriyeti bulunmaktadır. Adanın kuzeyi ise, İngiltere’ye bağlıdır ve Kuzey İrlanda olarak bilinmektedir. İrlanda adasının doğusundaki büyük ada Büyük Britanya’dır. Bu adanın üzerinde İngiltere, Galler ve İskoçya bulunmaktadır.

Yani İngiltere, bizim İngiltere olarak ifade ettiğimiz devletin sadece bir bölümüdür. İngiltere, Biritanya adasının orta ve güney kesimini kapsayan ve halkının kendisini İngiliz diye tanımladığı bölgeye denilmektedir. Başkent Londra, Büyük Britanya veya Birleşik Krallık denilen üst yapıların başkentidir. Kraliçe, hükümet, Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası ile diğer siyasi ve idari birimlerin merkezleri burada bulunmaktadır.



Büyük Britanya ise; federal devletler olmamakla birlikte; kendi parlementosu, bayrağı, hükümeti, üzerinde kraliçenin resmi olan kendi parası, kendi futbol ligi ve sadece bağımsız devletlerde olabilecek başka bir sürü şeyi olan İskoçya ve Galler’in İngiltere ile birlikte oluşturduğu ortak yapının ismidir. Fakat bu terim daha çok Britanya adasının tamamını ifade eden coğrafi bir terim anlamında kullanılmaktadır. 

Newcastle’nin kuzeyinde, Roma İmparatoru Adrian’ın İskoçyalıların saldırılarını durdurmak için yaptırdığı Adrian Duvarı’nın biraz kuzeyinden itibaren Britanya adasının bütün kuzey toprakları İskoçya’ya aittir. Burada İskoçlar yaşıyor. İskoçlar şu anda yaygın olarak İngilizce dilini kullanıyorlar.

Galler ise (Onlar Whales diyorlar) Britanya’nın güneybatısında, Liverpool’dan Bristol’a çizilecek bir çizginin batısında kalan yarımadadaki topraklardan oluşmaktadır. Galler de özerk bir yapıya sahiptir. Başkenti Cardiff, deniz kenarında güzel bir şehirdir. Gezmeye gidecekler için bilgi olsun diye söylüyorum, sahilde denizin içine dikilmiş ayaklar üzerinde büyük bir Türk lokantası’da bulunmaktadır. 



Bu üç özerk yapıya Kuzey İrlanda’yı da ilave ederseniz bu defa isim tekrar değişmekte ve buna Birleşik Krallık (UK:United Kingdom) denilmektedir. Buna daha uzun bir isimlendirmeyle Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı (İngilizce: United Kingdom of Great Britain and Northern Ireland) da denilmektedir ve bu yapı coğrafi olarak Büyük Britanya Adasının tamamını ve İrlanda Adası'nın kuzey kısmını kapsamaktadır. Bu tabirin içine Britanya Adası’nın etrafındaki diğer  küçük adalar da girmektedir.

Birleşik krallığın bütün toprakları (İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da bazı devlet organları bulunmakla birlikte) Londra’dan ve hükümet tarafından idare edilmektedir. Ancak hükümete bağlı olmayıp ta Kraliçe’ye bağlı olan bağımsız devletler ve kendi parlamentoları ve bayrakları olan bazı adalar da bulunmaktadır. Örneğin Avusturalya ve Kanada gibi bağımsız devletler şekilsel olarak ta olsa hala Kraliçeye bağlıdır. Bunların devlet başkanları yoktur ve bu ülkelere kraliçe tarafından vali atanmaktadır. Hatta bu ülkelerin deniz kuvvetlerindeki gemilere bile aynı Birleşik Krallık ’ta olduğu gibi HMS (Her Majesty’s Ship, yani majestelerinin gemisi) denilmektedir.


Birleşik Krallık’ın hemen civarındaki adaların çoğunun da değişik statüleri vardır. Mesela Fransa’nın hemen yanındaki üç küçük ada, ben oradayken doğrudan Kraliçe’ye bağlı ve kendine has yönetimleri olan adalardı. 2010 yılında parlamentoda (Lordlar ve Avam Kamaraları) bu adaların kraliçeden alınıp hükümete bağlanması tartışılıyordu. Sonuç ne oldu bilmiyorum.

Bu gün Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları ile gündeme gelen Isle of Man da çok kendine has bir yönetime sahiptir. Ada Birleşik Krallığa da Avrupa Birliği’ne de dahil değildir. Aynı Jersey ve Guernsey gibi, Kraliyete bağlı statüdedir fakat bağımsız bir yönetime sahiptir. Birleşik Krallık sadece adanın savunması ve dış temsili konularından sorumludur. Adadaki yönetime karışmamaktadır. Ada parlamentosu, ada kanunlarını kendisi yapmakta ve iç ve dış işlerini kendi yürütme organları vasıtasıyla yürütmektedir. Yani bir nevi Birleşik Krallık himayesindeki bağımsız bir devlet gibidir. 



Ayrıca ada bütün dünyada vergi cenneti olarak ün salmıştır. Adada vergiler çok düşük olduğundan bu durum çok büyük miktarda dış kaynaklı finans kaynağını adaya çekmektedir. Bu sebeple adanın gayri safi milli hasılası oldukça yüksektir. Fakat ada hükumeti bir süredir, adayı vergi cenneti olarak ünlenen sıfatından kurtarmak için ciddi bir çaba içine girmiş ve bir düzineye yakın devletle vergi bilgi değişimi anlaşması imzalamıştır. Bu strateji, uygulanmaya başlandığı ilk yıllardan itibaren sonuç vermiş ve OECD adayı uluslararası vergilendirme standartları açısından beyaz listeye almıştır.

Finans sektörü dışında hafif sanayi ve turizm de ülke ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. Tarım ve balıkçılığın ekonomiye katkısı ise oldukça düşüktür ve gün geçtikçe daha da azalmaktadır. Turizm önemli bir gelir kaynağı olduğu için ada hükumeti 1995’ten beri film ve Tv dizileri çekimi için cazip bir yer haline getirmeye çalışmaktadır ve bunda başarılı da olmuştur.

Şimdi buraya kadar bahsettiğimiz hususlardan önemli olanların tekrar üzerinden geçirelim.



1. Ada, Avrupa Birliği’ne, başka bir birliğe ve hatta Birleşik Krallığa bile bağlı değildir.

2. Adanın dış güvenliği Birleşik Krallık tarafından sağlandığından, ada yönetimi Malta gibi dış baskılara karşı savunmasız değildir. Yani önüne gelen, adanın işine müdahale edememektedir.

3. Ada tüm dünyada vergi cenneti olarak tanınmaktadır. Bu durum uluslararası anlaşmalara uygun olmayan işlerin yapıldığı yönünde (yani kara para aklama veya yasal olmayan yoldan edinilen paraların aklanması gibi şeyler) bir şüphe uyandırmış olmalı ki bir dönem OECD tarafından kara listeye alınmış ve ada hükumeti bu durumu düzeltmek için büyük bir çaba sarf etmek zorunluluğunu hissetmiştir.

4. Zaten adanın Birleşik Kralllık ve Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerine göre bile oldukça yüksek bir kişi başına düşen milli gelire sahip olması da bu şüpheleri doğrulamaktadır. Çünkü adada ne büyük bir mal ticareti, ne önemli bir sanayi ve ne de önemli bir tarım ve balıkçılık sektörü bulunmamaktadır. Görünen en önemli gelir kaynağı turizmdir ve en turistik ülkelerde bile kişi başına düşen milli gelir adadaki kadar yüksek değildir.

5. Bu da göstermektedir ki ada paradan para kazanmaktadır. Bu paranın nasıl bir para olduğu ise bilinmemektedir.


Bu bilgiler ışığında şimdi, tekrar şunu sormak gerekiyor.

Eğer yasal ve kimseden saklamaya gerek görmediğiniz bir ticari faaliyet içindeyseniz veya kimseden para kaçırmıyorsanız, siz olsanız Man Adası’na yatırım yapar mısınız?


 Ben ticaretten hiç anlamam.

Onun için buna cevap veremem.

Ama inşallah o belgeler doğru değildir.

Çünkü işaretler pek hoş görünmüyor.

Zarrap'tan sonra bir de Man Adası krizi bu ülkeye çok ağır gelir.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
29.11.2017.


20 Kasım 2017 Pazartesi

Ankara'da trafik sorununun sebepleri.



2007 yılında MSB Oran Lojmanlarında oturuyordum. O zaman Panora Alışveriş Merkezi yapılmış ve Park Oran konutlarının inşaatı hala devam ediyordu. Henüz Park Oran konutlarında hiç kimse yaşamamasına rağmen, Panora Alışveriş Merkezi'ne gelip giden araçlar sebebiyle, zaten oldukça işlek olan Mevlana Bulvarı'nda, günün bazı saatlerinde çok yoğun bir trafik oluyordu. Mesaiye beraber gidip geldiğim kişilerle zaman zaman, Park Oran evleri de kullanılmaya başladığı zaman trafiğin çok daha sıkıntılı olacağını ve şimdiden tedbir alınması gerektiğini konuşuyorduk.

Aradan yıllar geçti. Park Oran evlerinde uzun süredir insanlar yaşıyor. Ayrıca bölgeye büyük bir nüfusun yerleşmesine sebep olan daha birçok inşaat yapıldı ve bu binalara da insanlar taşındı. Örneğin devasa büyüklükteki One Tower binası yapıldı. Öte yandan lojmanların arka tarafına binlerce konutluk Simpaş Altınoran evleri yapıldı ve bu evlere de insanlar taşındı. Fakat nedense Ankara Belediyesi gözünün önünde ortaya çıkan bu gelişmeleri ve yaratacağı kesin olan sorunları öküzün trene baktığı gibi seyretmekten başka bir şey yapmadı. 

Doğal olarak Mevlana Bulvarı'nda trafik sorunu, özellikle de sabah ve akşam saatlerinde, dayanılmaz bir hale geldi. En nihayet yetkililer bu sorunun farkına vardılar ve bir çözüm ürettiler. Ama bu çözüm de kaş yaparken göz çıkarmak misali bir çözüm oldu. Bulvar boyunca ODTÜ Ormanı  kenarında, bölgede yaşayan insanların, beton blokların boğucu havasından kısa süre için de olsa kurtulabildiği ve spor yapma imkanı bulduğu yürüyüş parkurunu ortadan kaldırarak bu alanı yola dahil ettiler. 

Bu hamle yoldaki trafiği çok rahatlatmadı ama insanlar sabahları ve akşam üzerleri spor yapabilecekleri bölgedeki tek alanı kaybettiler. Üstelik bu ilacın bu yaraya merhem olmayacağı da ortada. Çünkü bölgede yeni yeni gökdelenler yükseliyor. Kuzu Grubun yaptığı gökdelen muhtemelen seneye kullanılmaya başlanır ve yüzlerce aile buraya taşınır. Üstelik bu gökdelenin altı alışveriş merkezi olarak yapıldığından bölgeye gelecek araç sayısı binaya taşınacak aile sayısından kat be kat fazla olacaktır. 
Öte yandan Ankara'nın orta yerinde bir ucube halinde yaşamaya devam eden ve adeta gökdelenlerin altında ezilecekmiş gibi duran Dikmen Köyü'nün hemen yanına da devasa bir bina kompleksi inşaatı  devam etmektedir. Yanına gidip saymadım ama bu bina kompleksinde de en az bin daire olduğunu tahmin ediyorum. Bu bina kompleksi de kullanılmaya başlandığı zaman bölgedeki trafiğin nasıl olacağını hayal bile edemiyorum. Ama bu binaların inşaatı son hız devam etmesine rağmen yaklaşan bu büyük soruna çare olacak herhangi bir girişime şimdiye kadar rastlamadım. Trafiğin nerede tıkandığını merak edip buna çare bulmak için bir çalışma yapan olduğunu da duymadım. 

Gerçi yapılacak çok fazla bir şey de yok gibi görünüyor. Trafik genel olarak ışıkların bulunduğu bölgelerde tıkanıyor. Yol üzerinde bir birine oldukça yakın mesafede birçok ışık olduğu için de Tapu Kadostro Yüksek Okulu kavşağından Konya yoluna kadar olan bölgede yol her zaman tıkanıyor. Bu ışıkların bulunduğu yerlere alt geçit, yani dal-çık yapılırsa belki biraz faydası olabilir. 
Bir diğer çözüm de One Tower'in arkasındaki yolu İlker'e geniş bir yol ve köprü ile bağlayarak trafiğin bir kısmını bu bölgeye yönlendirmek olabilir. Ayrıca, üzerinde Antenlerin olduğu tepedeki yollar ve Oran otobüslerinin son durağından Dikmen Caddesi'nin sonuna çıkan ara yolu genişletmek ve geliştirmek te faydalı olabilir. Ancak bölgede bulunan her boş alana arsa gözüyle bakıp üstelik bir de buralara gökdelen yapılmaya devam edilirse bu işin sonunu getirmek ve trafik dahil ortaya çıkacak yeni sorunlara çare bulmak mümkün olmaz.

Daha da önemlisi; bu plansızlık, bu ilkel zihniyet ve bu düşüncesizlik devam ettiği sürece iş işten geçtikten sonra sorunlara bulmaya çalışılan çareden de hiçbir hayır gelmez. 


Londra'da Türk Büyükelçiliği'nin karşısında büyük Londra yangınından sonra bu günkü Londra'nın nasıl inşaa edileceğini o zamanlar planlayan ve uygulamaya koyan mimarın bir heykeli var. Adamın, herhalde  bu kadar geniş yollara ve büyük parklara ne gerek var diyen rantçılara veya sığ görüşlü adamlara o zamanlar söylediği bir sözünü heykelin alt tarafına yazmışlar. Adam diyor ki, ''eğer bir şey planlıyorsak, onu en az bin sene yaşayacakmış gibi'' planlamak lazım. 

Allah Ankara'ya da bir gün bu zihniyette bir belediye başkanı nasip eder inşallah. 
Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı
20.11.2017.

19 Kasım 2017 Pazar

Ankara Büyükşehir Belediyesi Kimi veya Kimleri Koruyor?



Geçen akşam, Oran'da yürüyordum. Kaldırımın kenarında Ankara Büyükşehir Belediyesi logolu bu beton bariyerleri görünce, içeride ne var diye merak ettim ve iç tarafa baktım. İçeride gayet lüks villalar vardı.

Bu bölgenin tamamı mı böyle korunuyor diye karşı tarafta FETÖ'cü darbecilerin baskın yaptığı TRT binasına baktım ama onun önünde böyle bariyerler yoktu.

TRT'nin hemen yanında askeri lojmanlar var. Ankara'da terör örgütleri tarafından askeri personele yönelik bir çok bombalı araç saldırısı yapıldığı da malum ama lojmanların önünde de böyle bariyerler yok.

Herhalde bu villalarda çok daha önemli ve çok daha fazla saldırı tehdidi altında olan bir devlet görevlisi oturuyor diye düşündüm. İlk aklıma gelen ise; FETÖ, DEAŞ ve PKK gibi terör örgütlerinin davalarına bakan bir savcı veya hakimin burada oturduğu oldu.

Fakat sağ tarafta paylaştığım resmi çekerken benim bu bariyerlerle ilgilendiğimi gören biri yanıma geldi ve ''Çok sağlam yapılmışlar. Tank gelse geçemez.'' deyince herhalde bu adam bu bariyerin ne maksatla konulduğunu biliyor diye düşünerek kendisine sordum.

Adamın söylediğine göre burada İ. Melih Gökçek'in oğlu oturuyormuş ve bu oğul para meselelerinden kaynaklanabilecek saldırılardan korkuyormuş. Zaten bir defasında yoldan çıkan bir araba demir çiti kırarak onun evinin duvarına kadar gelmiş. Bunun üzerine babası evin karşılaşabileceği araçlı bir saldırıya karşı oğlunu korumak için bu bariyerleri koydurmuş.

Adam doğru mu söylüyor, yoksa bunlar dedikodudan mı ibaret bilmiyorum. Ama ne olursa olsun burada tuhaf olan bir şey var. İhtiyacı olan yerlerde bile böyle bariyerler yokken Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin buraya bariyer koyması kabul edilemez bir durum.

İster adamın dediği gibi İ. Melih'in oğlunu korumak için olsun, isterse bir başkasını korumak için olsun bu durum hiç normal değil.

Bir defa belediye ne zamandan beri kişisel güvenlikten sorumlu bir kurum oldu?

Belediye neden başka yerlere ve başka kişilerin evlerinin etrafına bariyer koymuyor da bu evlerin etrafına koyuyor?

Üstelik bu evlerde yaşayanlar oldukça zengin insanlar.

Sıradan apartman dairelerinin fiyatının bile çok yüksek olduğu bir semtte villada oturuyorlar.

Eğer güvenlik sorunları varsa kendileri evlerin çevresine duvar ördürebilirler.

Sonra ülkede polis var, mahkeme var.

Eğer bir tehdit varsa, bunun için emniyete veya savcılığa başvururlar.

Böyle bariyerler koyacak kadar ciddi bir tehdit varsa muhtemelen güvenlik güçleri tarafından koruma sağlanır.

Ama belediyenin kendi kafasına göre koruma işine girmesi, neresinden bakılırsa bakılsın saçma sapan bir olay.

Biz belediyeye tıkır tıkır vergi ödeyelim.

Belediye, İ. Melih oy alamıyor diye bizim semtimize çivi çakmasın.

Ama gitsin kendi görevi olmayan bir şey için bizim vergilerimizi çarçur etsin.

Böyle saçmalık olmaz.

Saygılar Sunarım.

Mehmet Çanlı
19.11.2017.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Ankara'nın Kaldırımları.





 Ankara'da yaşayan hemen herkes bir yıldır İ. Melih'in belediye başkanı olduğu Ankara Büyükşehir Belediyesinin büyük bir hizmet hamlesiyle her yerde kaldırımları yenilediğini görmüştür.

Bu kaldırım inşaatı nihayet bizim sokağa kadar geldi. Kaldırımı döşeyen işçiler ve iş makineleri her sıradan Türk vatandaşı gibi benim de ilgimi çekti ve ne yaptıklarını daha yakından görmek için yanlarına gidip biraz seyrettim.
İ. Melih'i hiç sevmedim ve hala sevmem ama bu kaldırım olayında hakkını vermek lazım. Bir defa her yerde görme engelli vatandaşlarımız da düşünülerek onların yürüyebileceği sarı tırtıklı taşlar döşenmiş.

Öte yandan döşenen diğer taşlar o kadar büyük ve kalın ki çok uzun bir süre
kırılmadan dayanacakları kesin gibi görünüyor. Ayrıca iki tonlu dama deseni de güzel bir görüntü oluşturuyor. Tek çekincem, taşların yüzeylerinin tırtıklı olmaması. Muhtemelen Ankara'nın kışında buz tutan kaldırımlarda, özellikle de yokuş yerlerde, birçok insan kayıp düşecek ve bir yerlerini incitecektir. Keşke bunu da düşünselerdi de taş yüzeyini ona göre yapsalardı.

Ama neyse.

Bu kadarı bile güzel.

Kaldırım inşaatı için her şeye rağmen olabildiğince iyi düşünülmüş ve iyi planlanmış bir proje diyebiliriz.

Ama memleketimizdeki her iyi düşünülmüş proje gibi bu projenin de uygulama aşaması tam bir rezalet.

Neden mi rezalet?

Anlatayım.


Öncelikle kaldırım döşeyen ekip yoldaki asfaltı doğru dürüst ölçmeden kesiyor ve kaldırım döşendikten sonra sağ taraftaki resimlerde de görüldüğü gibi asfaltın kenarı yarıklarla ve çukurlarla dolu bir şekilde bırakılıyor.

Evet bırakılıyor diyorum çünkü bu resimler bitmiş bir kaldırım inşaatından çekilmiş resimler.

Kaldırımı döşeyenler bu çukurları çimento veya asfaltla kapatmıyor. Belediye de bu çukurları tamir etmiyor. Bu çukurlar oldukça keskin kenarlara sahip olduğu için arabaların lastiğin yarılmasına ve kazalara sebep olabilir. Öte yandan çukurlar tam bir ayak (benim ayağıma göre ölçtüm) genişliğinde ve aceleyle yürüyen biri ayağı sıkıştırarak düşüp yaralanabilir.<


 Kaldırım inşaatı ile ilgili tek sorun bu değil. Kaldırım da itinasız ve düşüncesiz bir şekilde yarım yamalak döşeniyor. Mesela sağ taraftaki resimde görünen Türk Telekom Kablo hattının demir kapağı, görme engelliler için döşenen sarı çizgiyi kesecek şekilde bırakılmış. Ayrıca bu resimdeki demir çit boyunca bordür taşı döşenmesine rağmen çitin devrildiği bu bölgeye bordür konulmamış.





Yine sağdaki resimde görüldüğü gibi görme engelliler için döşenen sarı taşların tam ortasına bir demir kapat denk getirilmiş.
 Ama esas rezalet sağdaki demir kapakta görülüyor. Üzerine basan ağır bir kişiyi kaldıramayacak kadar zayıf olan bu demir kapak, tam görme engelliler için döşenen sarı çizginin ortasına hizalanmış. Sanki görme engelli vatandaşlarımız düşüp yaralansınlar diye tuzak kurmuşlar. Ayrıca bu kapağın bir tarafı yer seviyesinden dört parmak kadar yüksek. Bu sebeple sadece görme engelliler için değil aceleyle bir yere yetişmeye çalışan diğer insanların da ayağının takılıp düşebileceği şekilde ayarlanmış gibi.



Ben iki yıl kadar lojistik şube müdürlüğü yaptım. Dolayısıyla inşaat vb. ihalelerinin nasıl yapıldığını biraz biliyorum. Bütün ihalelerde yapılacak işin niteliğini belirten bir şartname vardır. Teklifler bu şartnameye göre verilir ve ihaleyi kazanan firma da işi bu şartnameye göre yapar. İhale tamamlanınca, yapılan inşaat bir heyet tarafından bu şartnameye göre kontrol edilir ve varsa eksikler tamamlanması için ilgili firmaya  bildirilir. Firma bu eksikleri tamamlamadan parasını alamaz.

Acaba belediyelerde bu iş farklı mı oluyor?

Farklı olmuyorsa neden böyle oluyor?

Denetleme ekibi mi gönderilmiyor, yoksa gönderilen ekip mi yapılan işi doğru dürüst denetlemiyor?

Ve en önemli soru da şu:

Bu işi yapan firma bu kadar kalitesiz ve özensiz bir iş yaptığı halde nasıl parasını alabiliyor?


Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı

15.11.2017.


13 Kasım 2017 Pazartesi

İYİ Parti'nin Genel Merkez Açılışı.




İYİ Parti'nin Genel Merkez binasının açılış töreni, miting havasında gerçekleştirildi. Görünen o ki, İYİ Parti Türkiye’ye iyi gelmiş. Bunu daha partinin kurulduğu ilk günden itibaren görmeye başladık. Bir tanıdığımın söylediği gibi, Türkiye’de son yıllarda ciddi bir muhalefet eksikliği vardı ve İYİ Parti ilk defa AKP’nin karşısına çıkan gerçek bir muhalefet partisi gibi görünüyor. Bu da, onun muhalefet partisi olarak değil de iktidara aday bir parti olarak ortaya çıkmasından kaynaklanıyor.
AKP iktidarı boyunca, daima muhalefet partileri oldu. Ama hepsi savunmacı ve sadece kendi dar çevresine hitabeden partilerdi. İYİ Parti ise herkese hitap ediyor. Diğer muhalefet partileri,  Erdoğan’ın karşısında yenileceklerini daha baştan kabul eden figüranlar gibiydiler. Ama İYİ Parti, AKP’nin karşısına cesaretle çıkıyor, hiç korkmuyor ve yılmıyor. Kılıcını çekmiş ve meydan okumalara meydan okuyarak karşılık veriyor.

Kim ne derse desin, AKP Türk siyasi tarihinde modern propaganda yöntemleri de dâhil her türlü modern vasıtayı kullanmak konusunda en başarılı parti. Bir seçim öncesinde, parti teşkilatından biri ile sohbet ederken bana; günde üç defa (sabah-öğlen-akşam) anket yaptırıp genel merkezde yöneticilerin önüne koyduklarını söylendiğinde çok şaşırmıştım. Ama anlaşılan bu kadar uzun süre iktidarda kalmalarının da sebebi bu.

Ancak şimdi işleri daha önce hiç olmadığı kadar zor. Çünkü İYİ Parti, AKP’nin bütün argümanlarını ve yöntemlerini etkisiz çıkaracak gibi görünüyor. Zaten AKP de, bunu çok önceden tespit ettiği için partinin kuruluş aşamasında parti kurulmasın diye her türlü engelleme yolunu denedi. Ancak bu ters tepti. Hotellerdeki toplantılara izin verilmedi, ama açık havada toplandılar ve bunu millete duyurdular. Akşener’e FETÖ’cü dediler, Sayın Akaşener ‘’Eğer FETÖ’cü isem beni tutuklamayanr şerefsizdir.’’ diye karşılık verince bu argümanları da suya düştü.

Bunun üzerine anketlerde AKP’nin Akşener’e neden zemin kaybettiğini araştırdılar. Duyduğum kadarıyla bu anketlerde yolsuzluklarından çok fazla şikâyet aldıkları belediye başkanları da bu yüzden görevden alınmış. Daha da önemlisi Akşener ve ekibinin hem dini değerlere saygılı hem de milletin her kesiminin sevgi ve saygısını kazanmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ü daima ön planda tutmasıının merkez sağın İYİ Parti’ye kaymasına sebep olduğunu tespit etmişler.

Bu yıl 10 Kasım’da Anıtkabir ziyaretine AKP’lilerin akın etmesinin ve başta Erdoğan olmak üzere AKP ve destekçilerinin Mustafa Kemal Paşa’ya artık Atatürk demeye başlamasının sebebi de buymuş. Eğer bu doğruysa İYİ Parti ülkeye gerçekten iyi gelmiş. Onun sayesinde hem Ankara’da İ. Melih’ten kurtulduk ve hem de ilk defa bir 10 Kasım’da bazı çevrelerin sarf ettiği sözleri duyup küfretmekten karnımız ağrımadı.

İYİ Parti’nin Ankara’daki genel merkez binası açılışına ve burada Akşener’in yaptığı konuşmaya bakınca AKP’nin bu manevralarının pek te işe yaramayacağı anlaşılıyor. Bir defa bina açılışının miting gibi çok kalabalık olması, halkın partiye büyük bir ilgisinin olduğunu gösteriyor. Öte yandan Akşener’in yaptığı konuşma da, artık AKP’nin kendi çalıp kendi oynadığı zamanların sona ermek üzere olduğunu gösteriyor.

Akşener’in iyi bir hatip olması İYİ Parti için büyük bir avantaj. Ama İYİ Parti'nin en büyük avantajı liderinin kadın olması. Bu durum aynı zamanda AKP’nin de en büyük dezavantajı.  Birçok yazı ve anket değerlendirmesinde AKP seçmeninin çoğunluğunu kadınların oluşturduğunu okudum. Şimdi rakip partinin liderinin kadın olması bu durumu değiştirebilir. Üstelik Akşener sıradan bir kadın da değil. Erdoğan’da seçmenlerin hayran olduğu özelliklerin tamamına sahip bir kadın.

O da Erdoğan gibi masaya yumruğunu vurmasını biliyor.

Hem de ondan daha sert ve daha kararlı.

Onun da özgüveni çok yüksek.

Hani Erdoğan, bir hata yaptığında muhalefet partileri cılız bir şekilde onu eleştirince ‘’Biz her şeye varız. İddialarını ispat edemeyen şerefsizdir.’’ diyordu ya, Akşener bunu daha inandırıcı ve ondan daha kararlı bir şekilde söylüyor.

Muhtemelen bu sebeple diğer muhalefet parti liderlerine demediğini bırakmayan Erdoğan, Akşener hakkında açıklama yapmaktan kaçınıyor.

Çünkü hem bir kadına meydan okuyarak kadın seçmenlerin tepkisini almaktan korkuyor, hem de bir kadının ondan da kararlı bir şekilde kendisine meydan okumasından çekiniyor.

İkinci önemli konu da Akşener ve İYİ Parti’nin söylemleri ile bazı alanları sahiplenen AKP’yi bu alanlarda da zor duruma sokmuş olması. Bunu daha iyi anlayabilmek için Akşener’in yaptığı konuşmaya bakmak sanırım yeterli olacaktır.

Meral Akşener'in konuşması;  ‘’Sabrettiniz... Dişlerinizi sıktınız, sabrettiniz. Niye sabrettiniz biliyor musunuz? Türkiye’de iyi şeyler yapacağımıza, Türkiye’ye iyi geleceğimize inandınız. Allah sizden razı olsun. Sağolun.’’ şeklinde başlıyor.

Bu cümle bile AKP’yi sıkıntıya sokacak üç öge barındırıyor.

Birincisi sabır.

Diyor ki, partinin kuruluş aşamasında bize çok sıkıntılar yaşattılar ama buna rağmen biz sabrettik, azmettik ve işte meydana çıktık.

Bizi böyle ıvır zıvır şeylerle yıldıramazlar.

Bu söylemle ayrıca; parti kurucuları mağdur ama sabırlı olarak gösterilirken hükümet mağdur eden ve baskıcı olarak gösteriliyor.

Bu giriş cümlesinde diğer bir önemli vurgu da ‘’Cenabı Hakka şükrediyorum. Bugünü bizi gösterdi.’’ cümleleridir.

Burada, Allah-Şükür etmek vb. kavramların artık AKP tekelinde olmadığı ortaya konuluyor.

‘’İYİ Parti Türkiye’ye geldi. 25 Ekim’de partimiz kuruldu. 29 Ekim’de herkes iyi oldu. Kimse hastalanmadı. Meğerse bizi yönetenler turp gibi sağlıklıymış. Anlamak için İYİ Partinin kurulması gerekiyormuş.’’ bölümü de, iktidarın 15 senedir milli bayramları kutlamadığını ve milli değerlere önem vermediğini halkın gözüne sokar gibi ortaya koyuyor.

Bundan sonra kendisinden değil partiyi kuranlardan bahsederek siyasi duruşlarının bir örgüt ve kitle hareketi olduğu gösteriliyor.

Müteakiben AKP’nin cinsiyet ayrımcılığı yaptığını, hem kendisi hem de Atatürk’ün annesi üzerinden vurguluyor.

Partinin bir kadın hareketi olduğu da vurgulanıyor.

Yani AKP’nin en yumuşak yerlerine vuruyor. 

Kadınlar üzerinden ve milli değerler üzerinden AKP'yi eleştiriyor.

Konuşma şöyle devam ediyor:

‘’Cinsiyeti üzerinden yemediği hakaret kalmamış, 16 yıldır yetim Mustafa’yı büyütmüş Zübeyde Hanım’a küfredilmiş, iftiradan nasibini alanlardan biri de benim. Bu hakaret bir kadın hareketidir. Allah’ın sopası yok, İyi parti var. Kadınları keşfettiler... Hatta Atatürk'ü keşfettiler.’’

Sonra da halkın İYİ Parti’nin kuruluşu hakkındaki düşüncelerini halkın ağzından anlatıyor:

‘’Dediler ki, iyi ki varsınız, iyi ki İYİ Parti'yi kurdunuz. Türkiye’yi bölen, kavga ettiren siyaset dili yumuşuyor. Biz size şükran borçluyuz. Hele ki gençler. Dediler ki biz söz veriyoruz, size oy vereceğiz. Dedim ki yalan söylersiniz terlik atarım. Bir tanesi bağırdı, “lan aynı benim annem gibi” dedi.

İyi partiyi çok zor kurduk. Kuruculardan yer alan genç arkadaşlarımız işinden oldular. Hocalarımız üniversitelerden istifa ettiler. Bu partiyi arkadaşlarımızın böyle fedakârlıkları ile kurduk.

Bu insanlar arabasına benzini kendisi koydu, uçak ve otobüs biletini kendi aldı, Türkiye’nin dört bir yanından geldi. Bu insanları nasıl durduracaksınız? Kuruş kuruş, bu binanın bile hesabını veririz. Siz nasıl kurdunuz, ben o dönemleri bilirim.  Biz milletimizi arkamıza aldık.

Biz yeni genel merkezimizi açtık. Kurulduk, bir hafta sonra Bitlis, Ahlat, Tatvan, Adilcevaz’a gittik. Konuştular, dinledik. Projemizi dinleye dinleye oluşturacağız. 


İşsizlik birinci problem. Ben 24 yıldır aktif siyaset yapıyorum. Oralarda devasa binalar yapılmış. Emniyet binası güzel, belediye binası güzel, valilik güzel, postahane güzel…. Ama keşke oralara fabrikalar yaptırabilseydi. Devlet doyuramadığı o aileye ekmek veremediği için giyimi, gıdasını karşılamak zorundadır. O devlet iş imkânı yaratmak zorundadır. Kalkınmak için bunu yapmalısınız.
Kalkınmak için bunu yapmalısınız.

İstanbul’da sorun, Ankara’da sorun, Bitlis’te sorun büyük bir sorun var. Adalet yaralıdır, kalkınma ortadan kalmıştır. Gemicikler, şirketler… Yahu nasıl bir şeydir bu? Böyle bir şey olabilir mi? Bir baltaya sahip olamamış çocuk, dünyanın en zenginleri arasına giriyor.

2010’da FETÖ’cü oldular, 2011’de bebek katili PKK’nın başına eş oldular ne büyük bilge dediler, 2017 referandumunda Milliyetçi oldular, şimdi de Atatürkçü oldular."





 Bu konuşmayı ve Akşener'in diğer konuşmalarını dikkatli bir şekilde inceleyince İYİ Parti'nin AKP'nin bütün zayıf noktalarına oldukça isabetli yumruklar attığını göreceksiniz. İnsanların konuştuğu ama kimseye duyuramadığı bütün sıkıntılarının dile getirildiğini göreceksiniz. Böylece bir siyasi parti olarak çok doğru bir program ve tavır sergilediğini göreceksiniz.

İYİ Parti'nin bu başarılı tavrı ve tutumu anketlere de yansımış görünmektedir. Bu anketlerdeki rakamlar daha başlangıçtır. Bu şekilde devam ederse destek katlanarak artacaktır.

Bu sebeple; AKP ve Erdoğan’ın işi, iktidara geldikleri günden beri ilk defa bu kadar zor bir hale gelmiştir. Ve sanırım bu zorluk azalmayacak daha da artacaktır.

Bence göle çalınan maya tutmuştur. İYİ Parti ve söylemleri milletten bir karşılık bulmuştur.

İktidar partisi için söylenecek tek bir şey vardır.

Şimdi köpeksiz köyde değneksiz gezme zamanı geçmiştir.

Ama sanırım artık değnek filan da işe yaramayacaktır.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı

12.11.2017.

10 Kasım 2017 Cuma

Bu 10 Kasım'da yaşanan sıradışı gelişmeler.



Bu gün 10 Kasım.
Ama sıradan bir 10 Kasım değil.
Çünkü bu gün Anıtkabir olağanüstü kalabalıktı.
Ne var bunda? 
Eskiden de böyle kalabalık oluyordu diyenler olabilir.
Evet.
Ama....
Bu gün bir başkaydı.
Eskiden, kalabalık olduğu zamanlarda bile, 10 Kasım sebebiyle bazı çevreler Atatürk'e iftira ve hakaret etme yarışına girerlerdi.
Bu gün soy ismi odunu güzel yanan bir ağaç olan bir gazeteci bozuntusu gibi birkaç kendini bilmez hariç böyle bir şey olmadı.
Bu 10 Kasım'da AKP'lilerden tarikatçılara kadar, orada görmeye pek alışık olmadığımız insanlar da Anıtkabir'deydi.
Gerçi samimi dindar insanlar, Anıtkabir'e her zaman gelip dua okumuşlardır.
Zaman zaman ziyaret ettiğimde, Atatürk aleyhine konuşanların en revaçta olduğu dönemlerde bile tesettürlü veya baş örtülü kadınları çocuklarıyla Anıtkabir'de dua okurken gördüm.
Sakallı, cüpbeli adamlar bile gördüm.
Ama bu sefer hemen herkes oradaydı.
Bazıları bunu 2019 seçimlerine yoruyor.
Bazıları da İYİ Parti'nin yükselişine.
Çünkü İYİ Parti hem dini hassasiyetlere saygılı hem de Atatürk'çü bir görüntüye sahip diyorlar.
Anketlerde, bu haliyle AKP'den çok oy alacağının ortaya çıktığını iddia ediyorlar.
Bazıları da; ülkenin bir kriz yaşadığını, her krizde olduğu gibi insanların geçmişten başarılı birini hatırladığını söylüyor.
Milletin çocuğu olmayınca bile bir yatır bulup mezar başında dua ettiğini söylüyorlar.
Sebep ne olursa olsun.
Ve kim ne derse desin.
Bence olan biten çok güzel.
Bu ülkenin kurucusu olan ve hayatını bu ülkeye adayan bir insanın böyle kalabalık bir şekilde anılması her şeye rağmen çok güzel.
İnşallah bundan sonra da böyle devam eder.
Herkes farklı siyasi görüşlere sahip olabilir.
Ama unutmamak lazım ki bu ülkede yaşayan herkes, bu ülkede yaşamasını önce Allah'a sonra da ona borçlu.
Onun için Atatürk herkesten saygı görmeyi hak ediyor.
Umarım bu 10 Kasım bir dönüm noktası olur.

Onun sadece devlet kuran sıradan bir lider değil, aynı zamanda büyük bir insan olduğunu da unutmamak lazım.
Ben burada bir tanesinden bahsederek yazıma son vermek istiyorum.

Atatürk yurt gezileri kapsamında Mersin'e gitmiştir.
Şehri gezerken etraftaki büyük binalar dikkatini çeker.
O sırada ak sakallı yaşlı bir adama denk gelir ve onunla sohbet etmeye başlar.
Bir süre sonra Atatürk yaşlı adama sorar:
''Burada çok güzel binalar gördüm. Şu karşıdaki köşk kimin?''
Adam cevap verir:
'' Kirkor'un paşam.''
''Ya şu ilerideki kocaman bina kimin?''
''Yorgo'nun paşam.''
''Şu sağ taraftaki han kimin?''
''O da Solomon'un paşam.''
Atatürk duydukları karşısında üzülmüştür. Biraz da kızgındır aslında.
Kızgınlığını belli edecek kadar yüksek sesle adama sorar:
''Peki, onlar bu binaları yaparken siz ne yapıyordunuz?''
Adam birden bire canlanır ve cevap verir:
''Biz, Arnavutluk dağlarında, Çanakkale'de, Kafkasya'da ve Arap çöllerinde savaşıyorduk paşam.''
Bu cevap karşısında Atatürk ne diyeceğini bilemez.
Daha sonra hatıralarını anlatırken de; ''Hayatta cevap veremediğim tek insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur.'' diye bu olaydan hüzünlenerek bahseder.


Ülkemizin kurucusu büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, buradan tekrar saygı ve minnetle anar, onun aziz hatırası önünde saygıyla eğilirim.

Kendisine ve onunla birlikte ülkemizi kurtarmak için savaşan en üst rütbedekinden en ast rütbedekine kadar tüm askerlere ve üniformasız kuvayı milliyecilere Allah'tan rahmet dilerim.
Mekanları cennet olsun.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
10.11.2017.


5 Kasım 2017 Pazar

Türkiye'nin iki yakası neden bir araya gelmiyor?


Evde internette emaillerime bakıyordum.
Dışarıdan gelen iş makinesi ve araç seslerini duyunca, dışarıda neler oluyor diye görmek için balkona çıktım.
Gördüklerime inanamadım.
İş makineleri asfalt yolu kazıyorlardı.
Şimdi diyeceksiniz ki ne var bunda?
Belediye ne güzel çalışıyor.
Hizmet ediyor filan.
Eyvallah.
Belediyenin işi o zaten.
Halka hizmet etmek.
Halktan aldığı vergilerle halkın ihtiyaçlarını karşılamak.
Haklısınız.
Ama benim itirazım buna değil.
Milletin vergilerinin har vurulup harman savurulmasına.
Niye mi böyle diyorum?
Anlatayım.
Bu yol iki yıl önce onarım gördü.
Bir hafta boyunca iş makineleri çalışıp asfaltın bozuk yerlerini onardı.
Oh ne güzel, belediye çalışıyor diye sevindik.
Ama geçen sene aynı yola, asfalt kesilerek fiber optik kablo döşenmeye başlandı. 
Bu da 15 gün kadar sürdü.
Sonuçta asfalt tekrar bozuldu.
Sonra belediye yolun neredeyse tamamını asfaltladı.
Şükürler olsun, belediye yolumuzu yapıyor.
Çalışıyor adamlar, dedik ve yine mutlu olduk.
Ama bu gün de bu kazıyı görünce artık n'oluyo lan dedim.
Arkadaş şimdi ne yapacaksınız?
Bu nasıl bir şeydir ki dün attığınız asfaltı bugün bozacak kadar acil bir durum yarattı?
Biz her yıl sokakta iş makinesi gürültüsü ve yollardaki çukurları çekmek zorunda mıyız.
Ayrıca bunu hep bu aylarda yapmanızın sebebini de anlayamadım.
Yağmur yağsın da millet çamura bulansın diye mi bu mevsimi seçiyorsunuz?


Biraz dünyayı dolaşın da insanlar nasıl belediyecilik yapıyor görün.
Bir süre İngiltere'de yaşadım.
Adamlar 1800'lerde yaptıkları yolları inşa ederlerken bu gün ortaya çıkabilecek ihtiyaçları bile düşünerek ona göre yapmışlar.
Siz daha bir sene sonrasını bile planlayamıyormusunuz?
Her yıl asfalt bozulup tekrar yapılır mı?
Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Babanızın cebinden mi harcıyorsunuz o paraları?
Milletin parasını çarçur etmeye utanmıyor musunuz?
Böyle plansız programsız ve düşüncesizce yalap şalap işler yaparsanız, sonra belediyelerin milyon dolarlarca borcu olur tabi.
Bunun vebalini yine biz vergi artırımı olarak ödemek zorunda mıyız?
Siz doğru dürüst iş yapmayı beceremiyorsanız bunun vebalini neden biz çekelim.
Kafanız hiç çalışmıyorsa niye o koltuklarda oturuyorsunuz?
Size hesap soran yok mu?
Ben hesabımı sandıkta veririm riyakarlığı ile beni ikna edemezsiniz.
Milletin parasının hesabı sandıkta değil mahkemede verilir.
Buna dur diyecek bir devlet yetkilisi, bunlara hesap soracak bir savcı yok mudur?
Yazıktır, günahtır kardeşim.
Bu fakir milletin parasını çarçur etmeyin.
Bir şey yapacaksanız önce bir kaç saatinizi ayırın da yapacağınız şeyin 10 yıl sonrası için neler getirip neler götüreceğini hesaplayın.
Vaz geçtim 10 yıldan, hiç olmazsa seneye ne yapacağınızı düşünüp bu sene yolları yolları ona göre onarın.
Böyle yaparsanız,  dün yaptığınızı bugün bozmak zorunda kalmazsınız.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
4.11.2017.