.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Terörizm ve Terör Örgütleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terörizm ve Terör Örgütleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2025 Salı

DEM Parti, demokratik bir parti değil. Hatta parti bile değil.

 DEM Parti demokratik bir parti değil.

Hatta bir parti bile değil.

Eli kanlı bir terör örgütün sözcüsünden ibarettir.

Neden mi böyle söylüyorum?

Demokratik bir parti, antidemokratik her davranışın karşısında yer alır.

Bu gün Zafer Partisi genel başkanı tutuklanmıştır.

Kendi eş başkanları, tutuklanıp hapse atıldığından beri demokrasi havarisi kesilen DEM, Ümit Özdağ'ın tutuklanmasına hiçbir yorumda bulunmamıştır.

Demokrasi böyle bir şey değil.

Bunlar kendilerine demokrat.

Başkaları için demokrasi filan istemiyorlar.

Mecliste bulunmaları bu ülke için, demokrasi için, barış ve huzur için bir kayıp.

Son günlerde Türkiye'de acayip şeyler oluyor. (21 Ocak 2025)

 Devleti yönetenler ve siyasi destek sağlayan küçük parti, şimdiye kadar bittiğini, kökünün kazındığını, militanlarının ayakkabı numaralarını bile bildiklerini iddia ettiği PKK terör örgütüne son günlerde ilginç bir şekilde yaklaşıyorlar.

Bunu da PKK terör örgütünün binlerce insanın kanı eline bulaşmış olan, bebek katili, narsist, megaloman, sapık liderini mecliste konuşmaya davet ederek başlattılar.

İnsanın aklı almıyor.

Türkiye'de Türk milliyetçiliği denince ilk akla gelen bir partinin liderinin Türkiye'yi bölmeye çalışan insanlık düşmanı bir şerefsize bunu teklif etmesi anlaşılır gibi değil.

O meclis ki gazi unvanını taşımaktadır.

O meclis ki kurtuluş savaşını en zor koşullarda yürütmüştür.

O meclis ki Türk demokrasisinin mabedidir.

Orada vekil olmayan birinin konuşmasına izin verilirken çok dikkatli olunmalıdır.

Değil bir terör örgütü liderini, ülke için önemli ve faydalı olmayan hiç kimse kapısından dahi sokulmamalıdır.

Hal böyleyken bebek katillerinin mecliste konuşmaya davet edilmesi, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir olaydır.

Bir garabettir.

Bu durum, son günlerdeki Türkiye için en tehlikeli olaydır.

Ama sorun sadece bu da değildir.

Teröristlere af ve mecliste konuşma hakkı vaat edilirken ülkenin en önemli kurumlarından biri olan Kara Harp Okulu'ndan mezun olan teğmenler yargılanmakta ve ihraç edilmeye çalışılmaktadır.

Üstelik hiçbir suçları olmadığı halde.

Olaylar bununla da kalmadı.

Önce seçilmiş bir belediye başkanı mahkemeye verildi, dün akşam da bir siyasi parti başkanı tutuklandı.

Hem de ne tutuklama.

Sanki bir terör örgütü mensubuymuş da kaçabilir veya silahla karşılık verebilir gibi tutuklandı.

Yemek masasından alındı.

Halk iradesine saldırı yapıldı.

Demokrasiye hukuk ve kolluk güçleri kullanılarak saldırı düzenlendi.

Demokrasi rafa kaldırıldı.

Askeri vesayeti kaldırdık diye övünenler, yerine daha büyük bir vesayet koydular.

İktidar vesayeti ve tarafsızlığı kaybolmuş hukukçu vesayeti.

Bunları kumpas davalarında da gördük.

Bu olanlar bir başlangıç olabilir.

Muhtemelen daha büyük bir plan var.

Bu olanlar bu planın ilk adımları gibi.

Hadi hayırlısı.

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.

Ama bunun mutlaka bir sonucu olur.

Bu sonuç halk açısından sandıkta ortaya çıkar.

Mağduruz diyerek salya sümük ağlaya ağlaya milleti kandırıp iktidara gelenler, zalime dönüştükleri anda halk sandıkta zulme uğrayanın yanında olacaktır.

Tarihten ders almakta herkes için yarar vardır.

4 Ocak 2025 Cumartesi

Abdullah Öcalan mecliste konuşsun. [04.01.2025]

 Şahsın biri Abdullah Öcalan gelip mecliste konuşsun demiş.

CeHaPe'li biri demiştir diye düşünen vardır.

Çünkü hükümet ve onun bastonu olan parti seçim zamanlarında hep CeHaPe'yi PKK ile işbirliği yapmakla suçlamışlardı.

Bunların besleme basındaki besleme borazanları da sabah akşam bu iddiayı kesin bir gerçekmiş gibi tekrarlamışlardı.

Ne yalan söyleyeyim, çoğu insan da bunlara inanmıştı.

Bu yüzden böyle bir sözü CeHaPe söylemiştir diye düşünmek çok saçma değil.

Ama asıl saçmalık, bu sözü Türkiye'nin en milliyetçi partisinin liderinin söylemesi.

Hem de bu sözünde ısrar etmesi.

Terör örgütüne yardım ediyor diye belediye başkanlığı görevinden alınan PKK destekçisi partiden Ahmet Türk ile göz göze diz dize görüşmesi.

Soy adı ile ideolojisi bile birbirini tutmayan Ahmet Türk'ün milliyetçi partimizin bilge liderine övgüler düzmesi.

Tüm bunlar neresinden bakarsanız bakın çok saçma görünüyor.

Ama sana, bana ve aklı/mantığı olana böyle görünüyor.

Yalaka takımına, beyni yıkanmışlara, vekillik filan bekleyen çıkarcı riyakarlara böyle görünmüyor.

Böyle görünseydi, günlerdir bu yaklaşımın ne kadar mantıklı olduğunu ekranlarda vb. yerlerde anlatmaya çalışmazlardı.

Bırakın bu işleri kardeşim.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri ortaya çıkmış en büyük vatan hainini mecliste konuşturamazsınız.

En büyük katil, en büyük narsist, en büyük megoloman (bu iki konuda çok emin değilim. Çünkü birkaç rakibi var.) ve en büyük şerefsiz olan bebek katili, terörist başı Abdullah Öcalan, hiç kimsenin temiz ve masum gösteremeyeceği kadar pislik biridir.

Bunu yapmaya çalışan onu aklayamaz.

Sadece kendisi de kirlenir.

Yine de onu mecliste konuşturamazsınız.

Bulunduğu inden çıkar çıkmaz gereğini yapacak bir vatan evladı elbette bulunur.

17 Aralık 2024 Salı

Münbiç'te yerin altında savaş.

 Bir süredir yerin altında savaş konusunda değişik platformlarda yazılar yazıyorum.

İHA, SİHA ve dronların savaş meydanlarında yaygın kullanılması sebebiyle açıktaki birlikler hedef haline geliyordu.

Bu sebeple savaşların yaşandığı hemen her yerde tüneller ve yer altı sığınakları kazılmaya başlandı.

Bu sorunu PYD/PKK silahlı güçler sorumlusu da itiraf etti.

Anlaşılan onlar da Mariopol'da, Irak Kuzeyinde ve Gazze'de olduğu gibi tüneller ve sığınaklar kazmışlar.

Ama tünel kendi kendine savaşamaz.

Kendi başına hiçbir işe yaramaz.

Uygun kullanılması ve savunulması gerekir.

Böyle olunca Gazze'de olduğu gibi tüneller zayıf tarafın hayatta kalmasını sağlar.

Veya en azından Mariopol'da olduğu gibi sıkışan kuvvetlere uzun süreli barınak sağlar.

Ama Mümbiç'te tüneller, PYD/PKK'ya çok fayda sağlamadı.

Çünkü uygun savunulamadı.

12 Aralık 2024 Perşembe

PYD/PKK, ne zaman biter?

 Amerika'nın kanatları altında olan PYD, gücüyle orantılı olmayan büyük bir alanı ele geçirmişti.

Suriye'de Kürtler aslında oldukça küçük bir etnik grup.

Tüm Kürtler PYD'yi desteklemiş olsa bile bu kadar büyük bir bölgeyi ele geçirememesi gerekirdi.

Üstelik PYD/PKK, Suriye'ye dışardan gelen ve silah gücüyle otoritesini dayatan küçük bir terör örgütü.

Suriye'de Kürtlerin kendi siyasi partileri vardı.

Bazı aşiretler ise siyasetle hiç ilgili değildi.

PYD/PKK, silah zoru ve ABD desteğiyle iç savaş sürecinde hızla birçok bölgeyi ele geçirdi.

Yerel Kürt partilerini kapatıp tehditler ülkeden çıkardı veya sindirdi.

Aynı şeyi kontrol altında tuttuğu bölgedeki Türkmen ve Araplara da yaptı.

Bunun sonucunda çok sayıda Arap, Türkmen ve Kürt PYD/PKK'dan kaçarak Türkiye'ye sığındı.

Yıllardır bu insanlar Türkiye'de yaşıyordu.

PYD/PKK da etnik saflaştırma yaptığı bölgeye hüküm sürüyordu.

Buna rağmen kontrolündeki bölgede hala azınlıktı.

Son gelişmelerle Esat rejimi aniden düşünce işler değişti.

SMO da bunu değerlendirip ilerlemeye başladı.

ABD ve Esat rejiminden mahrum kalan PYD/PKK hızla gerilemeye başladı.

Münbiç gibi stratejik bir bölgeyi kaybetti.

Bunun ardında Deyrizor'da Kürt ve Arap aşiretleri PYD/PKK'ya isyan etti.

Teröristler, silahsız protestocuların üzerine ateş açarak katliam yaptı.

Halk SMO'ya yardım çağrısında bulundu.

SMO yaklaşınca PYD/PKK, Deyrizor'dan da çekildi.

Şimdi başka bölgelerde de SMO ilerliyor.

ABD doğrudan müdahale etmezse tutunmaları zor.

Rakka ve Haseke düşerse geriye Kamışlı bölgesi kalacak.

Kamışlı da Türkiye sınırının dibi.

Kuzeyde Türkiye, güneyde SMO olursa, PYD/PKK'nın bölgede tutunması mümkün olmaz.

İş ABD'nin tavrına kalıyor.

Trump seçildi ama hala yönetimi ele almadı.

Onun tavrı, Suriye bizi ilgilendirmez şeklinde.

Bu durumda PYD/PKK'nın ömrü, Biden'in başkanlık süresi ile sınırlı kalacak gibi görünüyor.

Haydi hayırlısı.

10 Aralık 2024 Salı

Şiddetin yaygınlaşması ve yarattığı tehditler.

 Bir süredir art arda Arap Baharı, Karabağ Savaşı, Ukrayna Savaşı, Gazze Savaşı, İsrail-Hizbullah Savaşı ve Suriye iç savaşı gibi savaşlar yaşanmaktadır.

Bu savaşlarda gözden kaçırılan şeylerden en önemlisi, savaşın sivillere karşı uygulanan şiddeti artırmış olmasıdır.

Bu savaşlar genellikle düşük veya orta şiddetli çatışmalar şeklinde meydana gelmesine rağmen ölümler, yaralamalar, infazlar ve benzeri şiddet eylemleri çok yaygınlaşmış durumdadır.

Bu şiddete maruz kalanlar ise savaşanlar, yani askerlerden çok sivillerdir.

Örneğin Gazze Savaşı'nda 1300 İsrail askeri ölmüştür.

HAMAS'ın kayıpları tam olarak bilinmemektedir.

Ancak bu örgütün silahlı üyelerinin kayıpları da çok fazla değildir.

Sivil kayıplarına bakıldığında ise bu gün itibarıyla 44.758.

Bunların çok önemli bir kısmı ise kadınlar ve çocuklar.

Aynı şey Suriye iç savaşı için de geçerli.

Gerek IŞİD ve PYD gibi terör örgütleri, gerek Baas rejimi tarafından bir milyona yakın insanın öldürüldüğü söylenmektedir.

Bu rakamlara, kötü ve yetersiz beslenme, savaşın yarattığı mahrumiyetler, göç vb. sebeplerle ölenler dahil değildir.

Öte yandan, rejim veya terör örgütleri tarafından infaz edilen ve istatistiklere girmeyen çok sayıda insan kaybı da bulunmaktadır.

Bu durum, Avrupa'da büyük katliamlara sebep olan din ve mezhep çatışması temelli 30 yıl Savaşlarını andırmaktadır.

30 Yıl Savaşlarında o kadar büyük katliamlar yaşanmıştır ki Orta Avrupa'da çoğu yerleşim yerinin nüfusu yarıya inmiştir.

Nitekim bu vahşet, bazı insanları harekete geçirmiş ve bu savaştan sonra sivil zayiatın azaltılması için bazı uluslararası girişimler ortaya çıkmıştır.

Savaş hukukunun gelişimi de bundan etkilenerek hızlanmıştır.

Ancak uzun yüzyılların ardından insanoğlu yine aynı noktaya gelmiş gibi görünmektedir.

Dini veya ideolojik fanatizm, İsrail ordusunun çoluk çocuk demeden on binlerce insanın katledilmesine ve katliamları soykırım boyutuna ulaşmasına sebep olmuştur.

Aynı şey, Suriye'de de gerçekleşmiştir.

30 Yıl Savaşları sonrasında olduğu gibi şimdi de uluslararası kamuoyu harekete geçmek zorundadır.

Şiddetin sınırlandırılması ve bu sınırları aşanlar kim olursa olsun cezalandırılması gerekmektedir.

Bunu mevcut devletlerin yapması uygun olurdu ama mevcut dünya siyasi durumuna bakınca pek mümkün olmadığı görülmektedir.

Uluslararası örgütler de yeterli tepkiyi gösterememektedir.

Bu sebeple her yerde yaşayan ve bu şiddetten rahatsız olan herkesin harekete geçmesi gerekmektedir.

Ne kadar etkim olur diye hiç kimse karamsar olmamalı, yapabileceği her şeyi yapmalıdır.

Bu bireysel ve toplu protestolardan sosyal medyada gruplar kurarak kamuoyu oluşturmaya kadar her platformda yapılmalıdır.

Katliamlar başka ülkelerde meydana geliyor diye bunları görmezden gelmek doğru değildir.

Şiddet bulaşıcıdır.

Bu gün başkasının başına gelen şeylerin yarın herkesin başına gelmesi mümkündür.

Bu sebeple, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın herkesin bu konuda duyarlı olması gerekmektedir.

25 Ekim 2024 Cuma

TUSAŞ'a yapılan terörist saldırıya neden bu kadar şaşırdılar, anlamış değilim.

 TUSAŞ'a yönelik olarak, PKK terör örgütü tarafından bir terör saldırısı yapıldı.

Tesisten çıkan silahsız insanlara ve bir taksiciye karşı insanlık dışı bir katliam gerçekleştirildi.

Bu olay hepimizin içine ateş düşürdü.

Çok üzüldüm.

Herkes çok üzüldü.

Ama basın-yayın organlarına bakınca, çoğu kişinin sadece üzülmekle kalmayıp çok şaşırdığı da görülüyor.

Beni ise buna şaşırılması şaşırtıyor.

Çünkü bu saldırı, ilk değil.

Daha önce de benzer şekilde saldırılar yapıldı.

PKK, daha 90'lı yıllarda (yanlış hatırlamıyorsan ilk defa Tunceli'de) intihar saldırıları düzenlemeye başladı.

Genellikle bir kişi tarafından yapılan ve canlı bomba eylemi diye nitelendirilen bu saldırılar çok da başarılı değildi.

Bazı teröristler ise son anda bombayı patlatmaktan vazgeçip güvenlik güçlerine teslim olabiliyordu.

Bunun üzerine birden fazla terörist tarafından gerçekleştirilen bombalı araç saldırıları yapıldı.

Bu tür saldırılar genellikle askeri tesislere (jandarma karakolları ve askeri üs bölgelerine) yapılıyordu.

Askeri birlikler, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde olanlar, emniyet tedbirlerine daha iyi uyduklarından bu tür saldırılar da çoğu zaman önlenebiliyor veya etkileri çok büyük olmuyordu.

Bunun üzerine PKK terör örgütü, yeni bir saldırı türü geliştirdi.

Genellikle çalıntı veya gasp edilmiş bir araçla saldırılacak bölgeye iki kişi geliyor, saldırı bölgesinde araçtan hızla iniyor, önce silahlarla ateş ederek mümkün olan en fazla sayıda insanı öldürmeye çalışıyor, son safhada da saldırganlardan birinin sırt çantasındaki patlayıcı kendisi veya olayı uzaktan izeleyen üçüncü bir terörist tarafından patlatılıyor.

Yakın zaman içinde yapılan bu tür saldırılar üç defasında televizyonlara da yansıyarak çok ses getirdi.

İlki sanırım Adana veya Antalya bölgesindeki bir jandarma karakoluna yapılmıştı.

İkincisi Ankara'da İç İşleri Bakanlığı'na yapıldı.

Üçüncüsü de TUSAŞ'a yapıldı.

TUSAŞ saldırısı olunca, televizyonlardaki kerameti kendinden menkul güvenlik uzmanlarının ve yorumcuların, bu tür saldırılar sanki ilk defa yapılıyormuş gibi şaşırmasına anlam veremedim.

İlgili kurumların sanki aynı şaşkınlık içindeymiş gibi görünmesine de inanamadım.

Eskiden TSK, terör eylemleri ile ilgili gelişmeler ve eylem türlerini inceleyerek tüm birliklere yayımlıyordu.

Acaba artık yapılmıyor mu?

Yapılıyorsa her yere yayınlanmıyor mu?

TUSAŞ Türkiye'nin en stratejik sanayi kurumlarından biri.

Böyle bir kurumun mutlaka bir güvenlik müdürü ve güvenlik teşkilatı vardır.

Bunlara bu tür olaylar hakkında bilgi verilmiyor mu?

Veriliyorsa, kurumun güvenlik müdürü ne tür tedbir almış?

Aslında bu tür saldırılar tamamen olmasa da büyük oranda önlenebilir.

Saldırılar tamamen önlenemese de alınacak tedbirlerle bu saldırılardan en az zarar görerek çıkmak sağlanabilir.

Bunun için sanıldığı gibi çok olağan üstü şeyler yapılmasına da gerek yok.

Basit tedbirlerle saldırılardan zarar görülmesini önlemek mümkün.

Ben görevdeyken tesis, üs bölgesi, köy vb. koruması ile ilgili görevlerde çalıştım.

Alınacak tedbirlerin çok masraflı ve olağan üstü olmasına gerek olmadığını biliyorum.

Hatta bu konularda STRASAM Düşünce Kuruluşunun internet sitesinde bazı yazılar da yazdım.

İç İşleri Bakanı'nın olay olur olmaz duruma hakim olması ve bizzat takip etmesi iyiydi.

Ama eylemden sonra hangi örgütün yaptığından emin olmadıklarını, bunun için kimlik tespiti yapılmasını beklediklerini söylemese bana tuhaf geldi.

Her terör örgütü kendine has saldırı teknikleri uygular.

Bir saldırı olduğunda ilk olarak, daha önce hangi terör örgütü bu tür eylemler yapmış incelersiniz.

Bu sizi sonuca kısa yoldan götürür.

Bu saldırı, PKK terör örgütünün daha önce de uyguladığı taktik ve tekniğe uyuyor.

Bu sebeple ben, saldırı haberini izleyince hemen PKK'nın yaptığını düşündüm.

Televizyonlarda ise tuhaf konular konuşuluyordu.

Yok teröristler çok profesyonelmiş.

Kesin yabancı bir istihbarat teşkilatı eğitmişmiş.

İsrail'in adamları olabilirmiş.

Olayın arkasında ABD olabilirmiş.

Bir sürü hikaye.

Evet saldırı, PKK tarafından birilerinin (ABD veya İsrail'in mesela) isteği ile yapılmış olabilir.

Ama teröristlerin çok profesyonel olduğuna dair ben bir şey göremedim.

Daha önce yapılan saldırıların neredeyse tamamen aynı şekilde yapıldı.

Yani PKK terör örgütünün standart basit bir eğitim vererek bazı teröristleri bu işlerle görevlendirdiği anlaşılıyor.

Öleceklerini bile bile saldırıyı gerçekleştirmelerinden başka olağanüstü bir durum yok.

Taksiye binmişler, kapı önünde inip gördükleri herkese ateş etmişler, daha sonra da nizamiyeye yönelmişler.

Hep aynı şey.

Hep aynı teknik.

Hep aynı taktik.

Yeni olan, şaşırtıcı olan hiçbir şey yok.

Bence tuhaf olan, nizamiyeden teröristlere hiç ateş edilmemesi.

Edildiyse de ben izlediğim videolarda görmedim.

Eğer nizamiyede, iç işleri bakanlığına yapılan saldırıda olduğu gibi anında teröristlere ateş eden güvenlik görevlileri olsaydı, belki bu kadar çok zayiat vermeyebilirdik.

Acaba güvenlik kuvvetlerimizde bu tür şeyleri takip eden ve inceleyen, bunlardan sonuç çıkarak birimler yok mu?

Birimler var da buralarda çalışan uygun personel mi yok?

Bence vardır, ama bir şeylerin uygun işlemediği ortada.

Öte yandan, TUSAŞ güvenlik teşkilatının başındaki kişi veya kişilerin de yeterliliğini merak ediyorum.

TUSAŞ sadece tesis olarak değil çalışanları açısından da stratejik.

Burada çalışanların güvenlik soruşturmaları tam mı?

Saldırıda içeriden bilgi veren biri olabilir mi?

Tesis etrafında kimler yaşıyor?

Bu tür saldırılar detaylı bir keşif, planlama ve hazırlık gerektirir.

Bunu da saldırıyı yapanlar değil, başka birileri yapar.

Çevreyi gözetleyen kameralar yok mu?

Etrafta dolaşan ve şüpheli hareketler yapan kişiler fark edilmemiş mi?

Kamera kayıtları incelenerek bu tür kişiler araştırılıyor mu?

Stratejik kurum ve tesislerde çalışan personelin bireysel güvenliği için neler yapılıyor?

Bu personele saldırı durumunda ne yapacakları öğretiliyor mu?

Çünkü teröristler ateş etmeye başlayınca bazı kişiler kaçarken bazıları bulundukları yere yatıp uzandılar.

Teröristler de kolayca onlara ateş ettiler.

Çalışan personelin oturdukları ev, araçları vb. için ne tür emniyet tedbirleri alınıyor?

Bunlar önemli hususlar.

İlgililere duyurulur.

Strasam'daki yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

 (https://strasam.org/strateji/istihbarat/isyerinizde-almaniz-gereken-guvenlik-tedbirleri-nelerdir-2918, 

https://strasam.org/strateji/istihbarat/kendi-emniyetiniz-icin-yaya-yuruyuslerinde-alabileceginiz-tedbirler-nelerdir-2913

https://strasam.org/strateji/istihbarat/cocuklarla-ilgili-alinmasi-gereken-guvenlik-tedbirleri-nelerdir-2909

https://strasam.org/strateji/istihbarat/arac-kullanirken-alinmasi-gereken-guvenlik-tedbirleri-nelerdir-2900

https://strasam.org/strateji/istihbarat/evinizin-guvenligi-icin-alinmasi-gereken-tedbirler-nelerdir-2882

https://strasam.org/strateji/istihbarat/mafya-babalari-icin-hayatta-kalma-tedbirleri-2861).


22 Ekim 2024 Salı

PKK'nın siyasi uzantısı kilit parti konumuna mı geldi?

 Görünen o ki kilit parti konumuna gelmiş.

Öyle olmasa Özgür Özel HDP eş başkanlığı yapmış olan Selahattin Demirtaş'ı ziyaret etmek için hapishanenin yolunu tutunca Türkiye'nin en milliyetçi partisinin lideri Devlet Bahçeli oyunu bir adım daha ileri taşıyarak PKK terör örgütü lideri teröristbaşı Abdullah Öcalan'ı mecliste konuşma yapmaya davet etmezdi.

Bahçeli ne demek istiyor?

Türkiye'nin en milliyetçi partisinin lideri Abdullah Öcalan'ın meclis kürsüsüne gelip örgütün kapandığını ilan etmesini söylemiş.

Gazi meclisin kürsüsünün anlamını anlamamış herhalde.

Bu milletin bölünüp yok olmasını önlemek için ölümü göze alarak yolsuz Anadolu topraklarında gerek at sırtında gerek yürüyerek, demiryolu olan bölgelerde ise trenle Ankara'ya toplanan insanların kurduğu mecliste bu ülkeyi bölmek isteyen eli kanlı bir teröristin konuşmasını istemek olsa olsa bölücülerin söyleyebileceği bir şeydir.

Milliyetçilerin değil.

Peki sayın Bahçeli söylediklerinin saçmalığının farkında değil mi?

Muhtemelen farkındadır.

Peki buna rağmen neden böyle bir şey söyledi.

Bence bunun altında bir çapanoğlu vardır.

Ya son günlerde bin bir türlü skandal ile çalkalanan ve artık yönetilemediği anlaşılan ülkemizde dikkatleri başka yerlere çekmek için bir konu değiştirme çabasıdır yaptığı yada Erdoğan'ı yeniden seçtirmek için yapılan planın açılış hamleleridir bu sözler.

Hükümet ve içinde olduğu ittifak grubunun halk desteğini kaybettiği ortada.

Ülkenin durumunun bu kadar kötü olduğunun henüz çok da fazla farkedilmediği bir dönemde yapılan yerel seçimlerde hükümet grubunun halkın güvenini kaybettiği ortaya çıktı.

Muhtemelen şu anda hükümete güven çok daha düşük bir seviyededir.

Yeni skandallarla bu durum çok daha vahim hale gelmekteydi.

Bu yüzden Bahçeli gündem değiştirmeye çalışıyor olabilir.

Erdoğan'ın tekrar seçilmesi hikayesi ise başka bir durum.

Mevcut anayasaya göre Erdoğan'ın değil seçilmesi aday olması bile mümkün değil.

Zaten bunun için, 20 küsur yıldır iktidarda olan AKP, şimdi anayasanın değiştirilmesi gerektiği sonucuna varabildi.

Anayasanın değişmesi ise muhalefetin desteğine bağlı.

Bu yüzden Erdoğan muhalefete gül dalı uzattı seçimden sonra.

Normalleşme adı altında işbirliği zemini aramaya başladı.

Ancak bu hamle tutmadı.

Bu durumda başka destek lazım hükümet için.

Bunun için de PKK'nın partisine muhtaçlar.

Hal böyle olunca, seçim döneminde CHP'yi HDP yani PKK ile işbirliği yapmakla suçlamalarına ve vatan haini olmakla itham etmelerine rağmen şimdi açıkça ihanet olarak yorumlanabilecek sözleri söylemekten çkinmiyorlar.

Bunda CHP liderinin Demirtaş ziyareti de etkili olmuş olabilir.

Madem muhalefet PKK terör örgütünün siyasi uzantısı ile temasa geçiyor, hükümet koalisyonu da boklu değneğin öbür tarafı, sadece boklu değil aynı zamanda gırtlağa kadar kana bulanmış ucuna, yani PKK'nın kurucusuna, terörist başına el atıyor.

Eğer bunlar değilse, o zaman daha vahim bir durum var demektir.

Ya para için ABD ile anlaştılar ve söylenenleri yapıyorlardır.

Ya başka bir halt vardır.

Sebep ne olursa olsun, bu hamlenin bu memlekete hayır getirmesi mümkün değildir.

Biz canımızla kanımızla savaşıp PKK'nın bu ülkeyi bölmesini önlemek için hayatımızı ortaya koyarken, siyasetçiler yine masada ülkeyi satmaya mı hazırlanıyor acaba?

Osmanlı tarihinde de hep aynı şey anlatılır ya: Savaşı kazandık ama masada kaybettik.

Sanırım aynı durum tekrarlanıyor.

Bu birilerinin planı.

Yeni bir şey de değil.

PKK'nın ilk terör saldırılarını yaptığı 1984 yılından bu güne kadar yaşananlara bir bakın isterseniz.

Ne zaman PKK yok olmanın eşiğine gelse, hep siyasetçiler tarafından atılan adımlarla yok olmaktan kurtulmuş ve yeniden güçlenmiştir.

Acaba siyasetçiler PKK terör örgütünün yok olmasını istememekte midir?

Yoksa sadece hizmet ettikleri dış odakların emirlerini mi yerine getirmektedirler?


29 Ağustos 2023 Salı

Cemil Çeto isyanı

 Türkiye'de Milli Mücadele sırasında başlayan ve 1938'e kadar devam eden süreçte irili ufaklı birçok isyan çıkmıştır.

Bu isyanlardan biri de Cemil Çeto isyanıdır.

Peki kimdir bu Cemil Çeto?

Bu soruya benim karşılaştığım çoğu insan doğulu bir aşiret reisi şeklinde cevap vermektedir.

Bu adamın Cumhuriyet döneminde isyan ettiği bilinmekle beraber daha önce ne yaptığı pek bilinmemektedir.

Aslında Cemil Çeto, Cumhuriyete isyan etmiş bir aşiret reisi filan değildir.

Osmanlı döneminde ve özellikle de 1. Dünya Savaşı sırasında kurduğu silahlı çete ile eşkıyalık yapan biridir.

Faaliyet bölgesi Bitlis ve Siirt kırsalıdır.

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, doğu cephesinde görev yaparken Kasım 1916'da Bitlis ve Siirt'e birlikleri teftiş için gittiğinde üç-dört defa Cemil Çeto ve beraber eşkıyalık yaptığı Derviş'e haber göndermiş. 

Eşkıyalığı bırakmalarını, bunu yaparlarsa kendilerini affederek istedikleri yerde yaşamalarına izin vereceğini bildirmiş.

Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekilerin Siirt'ten dönüşlerinde, Kezer Suyu'nu geçip Garzan istikametine giderken ücra bir yerde Cemil Çeto ve adamları tam silahlı olarak karşılarına çıkmış.

Eşkıyaların sayısı Mustafa Kemal Paşa'nın yanındakilerden çok daha fazlaymış.

Paşanın yaverleri, eşkıyaların pusu kurduğunu zannetmişler.

Fakat Cemil Çeto, koşarak Mustafa Kemal Paşa'nın yanına gelmiş ve elini öpmüş.

Kendisinin ve adamlarının affedilmesini istemiş.

Mustafa Kemal Paşa da Cemil Çeto ve adamlarına nasihatlerde bulunmuş ve affedildiklerini, dağdan inebileceklerini, tutuklanmayacaklarını söylemiş.

Bunun üzerine Çeto ve yanındakiler tekrar Mustafa Kemal paşanın elini öpmüşler ve ayrılmışlar.

Fakat Çeto ve adamları eşkıyalığa devam etmiş.

Cumhuriyet döneminde de bu eşkıyalığa devam etmeye kalkışınca isyan ettikleri gerekçesiyle yapılan operasyon sonucunda etkisiz hale getirilmişler.

5 Kasım 2017 Pazar

Savaşta en önce çocuklar ölür.


        Bu akşam sinemaya gittim. Son günlerde basında hakkında bazı spekülasyonlar yapılan ''AYLA'' filmini izledim. Bana göre çok güzel ve çok duygusal bir filmdi. O yüzden film boyunca kendimi tutamayarak ağladım. Filmin konusu Kore savaşında (1950'lerde), komünistlerin bir Güney Kore köyüne saldırması sonucu tüm ailesi ölen 4 yaşındaki bir kızın Türk askerlerince bulunması, bundan sonra da Kore'den ayrılıncaya kadar bakılması ve ona kendi çocuğu gibi ilgi gösteren bir astsubayın başından geçen olaylarla ilgili. Bu film beni çok etkiledi çünkü kendi yaşamımda da çocuklarla ilgili benzer ve hatta daha kötü olaylara şahit oldum. Şimdi bunların bazılarını anlatacağım.
       Görev yaptığım bir yerde en yüksek devlet görevlisi bendim. Bu sebeple okullardaki törenler dahil devlet adına yapılan her resmi olayı ben veya benim bilgim dahilinde diğer devlet memurları yapıyordu. Bu görevde köylerdeki okullara sık sık gittiğimden, bir köyün okulunda öğretmenlerin çok sevdiği, zeka ve yeteneklerini anlata anlata bitiremediği bir küçük kızla tanıştım. Hakikaten hayran olunacak bir çocuktu. Ailesini sorduğumda bizim koruculardan birinin kızı olduğunu öğrendim. Kızın annesi ölmüş, babası da ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı.
       Bir süre sonra kızın bu ortamda zebil olacağını, ama bir şehirde yaşasa muhtemelen çok başarılı olacağını düşünerek kendi kendime üzüntü duymaya başladım. Okula ve köye gittiğimde bu kızı gördükçe üzüntüm daha da arttı. Kızcağız, benim onunla ilgilendiğimi gördüğünden olsa gerek, köye veya okula gittiğimde bana her zaman, nereden topladığını bilmediğim, bir demet çiçek getirirdi.
      İki yıl sonra, bu görev yerimden ayrılma tarihi yaklaşırken ben, eğer bu kızı verirlerse evlat edinmeye karar verdim. Kızın babası çok hasta olduğundan onunla konuşmak yerine amcasının oğluyla konuştum. Ama kızı bana evlatlık veremeyeceklerini, çünkü
okul bittikten kısa süre sonra bir akrabasıyla evlendireceklerini, bunun sözünün çoktan verildiğini  söyledi. Bölgenin gelenekleri hala eski düzen yürüdüğünden bu konuda ısrar etmek bir fayda sağlamayacağı gibi olumsuz olaylara da sebep olabilirdi. Bu yüzden çok fazla ısrar edemedim. Ayla filmini izlerken o kız aklıma geldi.

       Bizim 1984 yılından beri yaşadığımız PKK terörü sebebiyle Ayla'dan da kötü bir son yaşayan çocuklar da gördüm. Mesela 1995/96 yıllarında PKK'lı teröristler Silopi'nin bir köyünü bastılar. Köyde asker ve koruculardan yaralılar vardı ve iki kişi de ölmüştü. Teröristlerce öldürülen bu iki kişinin biri 8-10 yaşlarında, diğeri ise daha yürümeyi yeni öğrenmiş bir çocuktu. Daha da acı olan bu çocukların uzaktan köye atılan terörist mermileriyle tesadüfen değil, bilakis yakın mesafeden ve seri atışla öldürülmüş olmasıydı. Çocukların vücutlarında çok sayıda mermi deliği vardı.
     Bu baskına katılan ve daha sonra teslim olan bir teröristten öğrenildiğine göre, köye sızan bir grup, bir evden çocuk ağlaması duyunca gruptaki teröristlerden biri silahını pencereden içeri sokarak içeriyi seri atışla taramış. Neden küçücük çocuklara ateş ettiği sorulduğunda ise verdiği cevap kan donduran cinsten. ''Yılanın yavrusu da yılandır.'' Meğer bu iki çocuğun babası korucuymuş. Korucu (onlar için) yılan olduğuna göre çocuğu da öldürülmeyi hak ediyormuş çünkü yılan yavrusu olduklarından büyüyünce onun gibi bir yılan olacakmış.

     Diğer örnek ise Şırnak ile Eruh arasındaki bir köyden. Köy 90'larda teröristlerce basılmış. Baskına katılan teröristlerden biri de o köylüymüş ve baskında köyün içine girenlerin içinde o da varmış. Akşam karanlığında birden bire karşısına bir adamla bir küçük çocuk çıkınca seri ateşle ikisini de öldürmüş. Ölenlerin yanına gittiğinde adamın dedesi olduğunu, çocuğun da bir akrabasının çocuğu olduğunu görmüş. Ama hiçbir şey olmamış gibi çatışmaya devam etmiş.

Daha sonra, henüz vicdanını tam olarak kaybetmemiş bazı teröristler dedesini ve akrabasının çocuğunu öldürdüğü için üzüntü duyup duymadığını sorunca bu terörist şu cevabı vermiş: ''Soreştir, olur böyle şeyler. Neden üzüleyim ki?'' Yani diyor ki, savaştayız ve savaşta böyle şeyler olur.

    Bir örnek daha vererek PKK ile ilgili örneklere son vermek istiyorum. Bilenler bilir, Eruh'tan Şırnak'a giderken Görendoruk Köyü yakınlarında sol tarafta Mercimek Tepe vardır. Bu tepenin arka tarafında avuç içi gibi bir sırt ve devamında da bir dere vardır. İşte bu avuç içi gibi yerde, 1990'lı yıllarda, bir göçer ailesi çadır kurmuş hayvanlarını otlatıyormuş. Bu ailenin reisi, göçer aşiretinin de reisiymiş. Bu adam kendisi PKK'ya yardım etmediği gibi aşiretinin etmesine de müsaade etmiyormuş. Bu sebeple aşiretten bazı kişiler teröristleri görünce askeri birliklere haber vermiş ve çıkan çatışmalarda bazı teröristler ölmüş.

     Bunun üzerine PKK, adamı takibe almış. Bahsettiğim bölgede çadır kurduğunu görünce, bir gece yarısı çadırı basmışlar. Adamın elini ayağını bağlamışlar. Gece ısınmak ve yemek yapmak için yaktığı ateşe çok miktarda odun atıp büyük bir köz yığını oluşturmuşlar.

Adamın iki küçük çocuğu varmış. 15-16 yaşında olanı adamın ve karısının gözü önünde kurşuna dizerek hemen öldürmüşler. Adam bunun acısıyla kıvranırken karısı bayılıp kendinden geçmiş. Ancak teröristler bununla da yetinmemiş. Daha emekleme çağındaki diğer çocuğu uzun bir sopanın ucuna bağlamışlar ve adamın gözü önünde canlı canlı  közde kızartmışlar. Ondan sonra da adamı öldürmeden çekip gitmişler.

Zavallı adam aklını yitirmiş ve bir müddet mecnun gibi dolaştıktan sonra kahırdan ölmüş.

    İki örnek te Ankara'dan vereyim. Evime yakın bir yerde arabamla kırmızı ışığa denk gelip durduğumda en küçüğü 3/4 yaşlarında ve en büyüğü 6/7 yaşlarında üç çocuk gelip para istiyordu. Çocuklar çok fazla Türkçe bilmediğinden nereli olduklarını sordum. Suriyeli olduklarını söylediler. Anneleri, yolun kenarında oturmuş çocuklarını dilendiriyordu. Son zamanlarda ortalarda görünmeyen bu çocukların ayaklarında çorap, üstlerinde ise doğru dürüst bir kıyafet yoktu.

      2/3 gün önce de bir büyük marketten birşeyler alıp çıkarken yolumu gençten bir kadın kesti. Ben para isteyecek diye düşünürken bozuk bir Türkçe ile ''Abi, bize de yiyecek bir şeyler alır mısın?'' dedi. Kucağında 2/3 yaşlarında ve yanında da 3/4 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Çocukların ayakları çıplak, üstleri başları kir içindeydi.

Kadına nereli olduğunu sordum. Önce Suriyeli olduğunu söyledi. Ardından, biraz da çekinerek, Suriyeli Kürt olduğunu söyledi. Ben kadına bu çocuklarla bu soğuk havada dilenmemesini, kaymakamlığa gidip yardım istemesini söyleyince bana kimlik ve pasaportu olmadığını, Türkiye'ye kaçak olarak girdiğini, bu sebeple kaymakamlığın yardım etmediğini söyledi. Kocasının nerede olduğunu sordum, askerde dedi. Suriye'de askermiş.

Kimin askeri olduğunu sormadım. 3,5 milyon Suriyeliyi ülkeye almakla övünen ama onların ve özellikle de küçücük çocukların ortada aç bihaç kalmasını umursamayanlar hakkında içimden burada söyleyemeyeceğim bazı sözler söyledim.

     Bu akşam AYLA filmini seyredince bir defa daha anladım ki her türlü silahlı çatışma, bu çatışmaya hiçbir katkısı  olmayan masum çocukları vuruyor en önce. Kore'de Aylalar öksüz ve kimsesiz kalıyor. Doğuda teröristler babasına kızınca çocuklarını öldürüyor. Suriye'de erkekler birbirini öldürürken çocuklar Ankara'da zebil oluyor.

   
    Saygılar sunarım.
    Mehmet Çanlı
    (3.11.2017.)

30 Ekim 2017 Pazartesi

Kurtulun Atrık Şu Atatürk Kompleksinden: Atatürk Sizin Komlekslerinizden Çok Daha Büyüktür.


     Hükumete yakın Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk “Kurtulun artık şu Atatürk kompleksinden...” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Zentürk “Ergenekon-Balyoz kumpasları GLADIO-B’nin güçlendirilmesiydi, hepsi bu” dedi ve “GLADIO-B (FETÖ) gerçeğine bu ülkede ilk uyanan Erdoğan’dır. O, dershane ve okulların FETÖ’nün askerlik şubesi olduğunu, bu yolla fakir aile çocuklarının zombileştirilerek memlekete el konulmaya çalışıldığını gördü. 2012 yılında bunları kapatma kararı aldı, 17-25 Aralık da bu kararla birlikte yaşandı!..” dedi.
     Zentürk'ün yazdığı bu paragrafın içinde kocaman bir yanlış var.
     Fetö gerçeğine ilk uyananın erdoğan olduğunu yazıyor.
     Bu tamamen yanlıştır.
     2004 yılında zamanın genelkurmay başkanı fetişin ve fetişgillerin terörist olduğunu yazılı olarak beyan etmiştir.
     Bunu, zamanın başbakanlık müsteşarı ''Türkiye'de değişim yapmak neden bu kadar zor?'' adlı eserinde anlatır.
     O eserde ayrıca, toplantı sonunda başbakanla yaptığımız görüşmede mealen "kulağımızın üstüne yatmayı, kayda almamayı ve gerekli işlemleri yapmamayı, bunun olası siyasi sorumluluğunu başbakanın, idari ve hukuki sorumluluğunu ise kendisinin" üstleneceğini yazar...
     Ne ilginçtir ki bu şahıs, bugünlerde o zamanlar toz kondurmadığı, yaptığı her şeyi doğru bulduğu parti başkanını, şimdilerde her yazısında eleştiriyor.
     Gördüğünüz gibi herkes ama herkes bu topraklarda yaşayanların arşivsizliğine ve hafızasızlığına güveniyor.
     Saygılar sunarım.
     Güven Kaya
     30.10.2017.


     Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

29 Ekim 2017 Pazar

Fetöcüler herkesi fişlemişler: Siz hangi kategoriye giriyorsunuz?


    Fetö davalarında verilen ifadelerden artık bazı şeyler çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Mesela, Fetöcüler Milli Ordu'ya hükümetle birlikte kumpas kurdukları dönemde, silahlı kuvvetler insanları fişliyor diye bas bas bağırıyor ve hükümet, basın, liboşlar, büyük-orta-küçük dönekler, PKK'lılar ve daha ne menem tip varsa onların arkasında koro halinde bunu bir nakarat gibi tekrarlıyordu ya, meğerse Fetöcüler herkesi fişliyorlarmış.
    Fişledikleri insanlar öncelikle devlet bürokrasisinde (askeri ve sivil) çalışanlarmış. Özellikle Silahlı Kuvvetler, Polis, Jandarma ve Adalet Bakanlığı'nda herkesi fişlemişler. Fakat bununla da yetinmiyorlarmış. İş adamlarını, dernekleri, tarikatları, siyasi parti mensuplarını ve neredeyse bütün türkiye'yi kategorilere göre sınıflandırarak fişliyorlarmış.
   Bu fişlemede insanları dört kategoriye ayırıyorlarmış. Bunlar:
   1. Hizmet edenler, yani çekirdekten yetişme Fetöcüler.
   2. Hizmete hizmet edenler, yani çekirdekten Fetöcü olmayıp ta sonradan cemaate katılanlar yada cemaata katılmasalar bile gerek şahsi ikbal, gerekse başka sebeplerle Fetöcülerle doğrudan işbirliği yapanlar.
   3. Hizmete karşı olanlar.
   4. Hizmete sessiz ve tepkisiz kalanlar.

Bu sınıflandırmaya göre Fetöcüler, devlet kademelerinde eğer bir mevki için kendi personeli varsa  tayin ve terfilerde öncelikle onu terfi ettiriyorlarmış.
Eğer böyle bir kişi yoksa (Mesela Orgeneralliğe yükselecek Korgeneraller arasında Fetöcü hiç kimse yoksa) o zaman Hizmete Hizmet edenlerden birini terfi ettiriyorlarmış.
Eğer terfi edecekler arasında hizmet edenlerden de hiç kimse yoksa, o zaman hizmete sessiz kalanları terfi ettiriyorlarmış.
Hizmete Karşı olanları ise; kumpaslar, imzasız mektuplar ve internet üzerinden karalamalarla  saf dışı etmeye çalışıyorlarmış.

Bu süreçte devlet kademelerinin hükümet eliyle Fetöcülere teslim edildiğini ve gücün onlarda olduğunu gören Süleymancılar, Kurdoğlu Grubu, Menzilciler ve İstanbul'daki bazı dini gruplar gibi birçok tarikat ve cemaat Fetö'ye yaklaşarak onlarla işbirliği içine girmiş.
Özellikle Jandarma'da, Fetö kadroları terfi edeceklerin tamamını doldurmaya yetmediği için Fetöcüler boşta kalan kadroları daha çok diğer tarikatlara veriyorlarmış.
Mesela; 4 albay terfi edecekse ve Fetö'nün terfi sırasında iki albayı varsa geriye kalan 2 general kadrosuna hizmete hizmet edenlerden öncelikle diğer tarikatlara mensup olanlar terfi ettiriliyormuş.

Fakat hükümet ve Fetö arasında kavga başlayınca hizmete hizmet edenlerden ve FETÖ haricinde bir tarikata mensup olanlardan bazıları Fetö'den koparak hükümete yanaşmışlar.
Ancak bunların tamamı Fetö ile irtibatlarını kesmemişler.
15 Temmuz akşamı bu gruplar ve kişiler saat 20.00 ila 23.00 arasında olayları yakından takip ederek darbe girişiminin başarılı olup olamayacağını anlamaya çalışmışlar.
Eğer darbe başarılı olursa darbecilerin yanına katılacaklarmış.
En çok merak ettikleri ise, AKP'ye oy vermeyen kesimlerin sokağa çıkıp darbeyi destekleyip desteklemeyecekleriymiş.
Saat 23.00'da artık halkın tamamının darbeye karşı veya en azından tarafsız olduğuna ve darbenin başarısız olacağına karar vermişler.
Bunun üzerine darbecilere hücum etmeye ve sanki darbe karşıtıymışlar gibi herkesten fazla bağırmaya başlamışlar.
Bu hesapları da tutmuş.
Ertesi gün darbeye kim en çok karşı çıktı diye bakılınca bunlar ön plana çıkmış ve hükümet o yıl kimin terfi ettirileceğine bu kişilerin verdikleri listeye göre karar vermiş.
Bu sebeple terfi edenlerin önemli bir kısmı hizmete hizmet edenlerden olan tarikatların mensuplarından seçilmiş.
Bu özellikle jandarmada en üst seviyedeymiş.

Fakat Bylock olayı ve itirafçıların ifadeleri ortaya çıktıkça bu durum fark edilmeye başlanmış.
Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı 13 generalle tek tek görüşerek, Fetö ile ilişkilerinin tespit edildiğini, bu sebeple sessiz sedasız istifa etmelerini, aksi takdirde mahkemeye verilerek tutuklanacaklarını söylemiş.
Bunun ardından darbeden sonra terfi eden 13 general istifa etmiş veya emekli edilmiş.

Bu konuyu öğrenince benim kafamdaki soru işaretlerinden biri de ortadan kalkmış oldu.
Çünkü daha önce çalıştığım bir yerde, Fetöcü olduğunu kesin olarak bildiğim bir kişi ile aşırı samimi olan ve rütbesi ondan yüksek olmasına rağmen sanki daha düşükmüş gibi davranan birisi darbe sonrasında terfi ettirilince çok şaşırmıştım.
O samimi olduğu Fetöcü ise darbecilikten içeri atılmıştı.
Sonradan öğrendim ki bu şahıs, hizmete hizmet eden kategorisinden biri ve tespit edilen 13 generalden biriymiş.

Bu konuda daha birçok şey öğrenme imkanım oldu ancak konuyu fazla dağıtmamak için başlıktaki sorunun cevabına geçelim.

Şimdi kimler devleti ele geçiriyor?

Fetöcülerin, yani hizmet edenlerin çoğunun (hepsinin olmadığını hayretle duyuyorum) hapse atıldığını veya açığa alındığını düşününce geriye diğer üç kategorideki kişiler kalmış.

Hizmete karşı olanların büyük bir kısmı kumpas süreçlerinde sistem dışına atıldığından bürokraside bu grup tamamen yok olmasa da oldukça zayıfmış.

Hizmete sessiz kalanlar ise çok fazla terfi edemeseler de bu kategorideki çok sayıda kişi hala görevine devam ediyormuş.

Hizmete hizmet edenlerden tarikat veya dini grup bağlantısı olmayanların çoğu daha önceden taraf değiştirmiş olsa da bazıları darbe süreci ve sonrasında sistem dışına çıkarılmış.

Bu sebeple şu anda bürokrasi, Fetöcüler hariç meydanın kendilerine kaldığını gören diğer tarikatların hakimiyetine geçmiş.

Duyduğum dedikodulara göre bu tarikatlar arasında bir ganimet kavgası bile başlamış.

Bu kavga özellikle iç işleri bakanlığında yoğunmuş.

Hatta bu kavgadan rahatsız olan ve kendisi de İstanbul'daki bir dini gruba bağlı olan iç işleri bakanı, yeni kadrolar açarak bu kavgayı bitirmeye çalışıyormuş. Böylece tarikatlar arasında bir anlaşmaya varılarak kadrolar paylaşılmış.

Fakat bu durumun farkında olan Cumhurbaşkanı bundan çok rahatsızmış.

Bu yıl orduda ve jandarmada yapılan terfilerde de bu konu sorun olmuş.

İç işleri bakanı bir kişiyi en etkili bir konuma getirebilmek için Cumhurbaşkanı ile defalarca görüşmüş ama o, terfi ettirilen kişinin fetö bağlantısı olduğunu bildiğinden her seferinde onu tersleyerek geri göndermiş.

Bu seneki terfilerde Genelkurmay Başkanı da çok titiz davranmış ve kumpas davalarında yargılandığı için Fetöcü olmadıkları kesin olanlar ile hakkında hiçbir olumsuz bilgi tespit edilmeyenler terfi ettirilmiş.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
29-10-2017.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Amerika'da yapılan Las Vegas katliamı üzerine düşünceler.


      Amerika'da gerçekleşen katliamı hepimiz okuduk ama üzerinde durmadık. çünkü o sırada kendi ülkemizin gündemi de oldukça yüklüydü. birileri gündem değiştirmeye çabalayıp duruyordu. bunun yanında mtv zammı ile de ölümü gösterip, sıtmaya razı etmenin ve haksız kazanç sağlamanın peşindeydiler.
       las vegas katliamını tek kişi, 32nci katta bulunan bir otel odasından (tahminen 100-120 yükseklik), elindeki silahların menzili içindeki açık alanda gerçekleşen konseri izleyen seyircilere ateş etmesi ile gerçekleştirdi. en yakın hedefe ateş mesafesinin otel yüksekliğini de dikkate alarak en az 180 m. gibi olabileceğini değerlendiriyorum.
      saldırgan/katliamcı/sapık/terörist en sonunda kendini nallamış (buna intihar etmek diyenler var). eylemi yanında bulunan 16 otomatik tüfek ile gerçekleştirmiş. ancak otomatik tüfeklerin cinsi, markası ve özellikleri belli değil. otomatik tüfek dendiğine göre işin içinde "makineli tüfek" yok diye anlamak mümkün. ancak eylemin sonucunda oluşan zayiata bakıldığında işin sadece aynı anda ateş eden tek tüfek ile olamayacağını değerlendiriyorum (ama gerçekten öyle de olabilir).
      otomatik tüfek dendiğinde, burası musa olduğuna göre, önce m-16'yı anlarız. şarjör kapasitesi 30 olmakla birlikte memeli domuz (tambura) takıldığında kapasite 100 fişeğe çıkar ancak arıza da hemen yanında bekler. tam bu noktada teknik bir açıklama yapmak zorundayım. otomatik tüfek dendiğinde sadece piyade tüfekleri anlaşılmasın. sehpaya takıldığında makineli tüfek olan ama elde kullanıldığında otomatik tüfek olarak adlandırılan silahlar vardır ve bunlar genellikle şeritle beslenir. örneğin, yine burası Amerika olduğuna göre, m-60, m-240 gibi silahlar devreye girer.
      bunları otomatik tüfek olarak kullanmak atış sıhhatini düşürür. şimdi olayı simule edelim. adam tek kişi ve yanında 16 adet 30luk şarjörle beslenen otomatik tüfek var. 30x16=480 fişek eder. ölü ve yaralılara bakalım: 59+527=586. attığı her mermi bir insana denk gelse 480 kişi eder. zayiat sayısı 106 fazla. demek ki devreye ikinci şarjörler girdi. 16 tüfeğin hepsi boşaldı ve yerlerine yeni şarjörler takıldı. her şarjör takılmasında kaybedilen zaman var ve bu zamanda, konser alanındaki kişilerin ufak ufak kirişi kırmakta olduğunu da değerlendirelim. bu arada ateş edilmeyen taraftaki kişilerinde ufak ufak kirişi kırdığını unutmayalım.
      neyse, devreye 480 fişek daha girdi ve toplam 960 etti. bu rakam zayiattan fazla ama bir çok insana birden çok mermi isabet ettiğini ve boşa giden bir sürü merminin olduğunu değerlendirirsek ikinci şarjörlerin de yeterli olmayacağını devreye üçüncü takımın belki de dördüncü gireceğini düşünmek gerekir. ya da otel odasına, bir şekilde, 16 adet otomatik tüfeği sokan birinin bir vaya birden çok makineli tüfek sehpasını da soktuğunu ve bunlardan en az bir tanesinin elektromanyetik/radyomanyetik sehpa olduğunu ve o sehpa üzerindeki tüfeğin optik güdümlü/yoğun sese duyarlı güdümlü/hareket güdümlü/veya benzeri güdüm sitemlerinden biri ile donatıldığını düşünüyorum.
      bunlar gazetelerden okuduğum kadarıyla elde ettiğim bilgiler ışığında yapabildiğim değerlendirmelerdir. gelelim emminin kişilik yapısına. tanımam, etmem, görmem, duymam, bilmem diyerek beş maymunu oynayayım. şaka bir yana; ama bazı hayat gerçekleri var ve çoğu insan bunları öğrenmek, bilmek, duymak, görmek bile istemez. ama o gerçekler orada duruyordur ve sen istediğin kadar ıskala o devreye girecektir. mesela;her doğan 100 kişinin 2-4 kişisi vicdan duygusu olmadan doğuyor.
      YANLIŞ ANLAMAYIN, kötü vicdanlı değil, VİCDAN DUYGUSU YOK sadece. diğer insanlarda vicdan duygusu var ve bir kısmı kötü vicdanlı kalan kısmı ise iyi vicdanlıdır. toplum, iyi vicdanlılar ile kötü vicdanlıları zaman içinde öğreniyor. iyi vicdanlılar içinde ilginç bir kesim var: VİCDANLARINI ASKIYA ALABİLENLER. bunlar da doğan her 100 kişinin 2-4 kişisine denk gelebiliyor. hayat deneyimlerim bana en tehlikeli kişilerin vicdanlarını askıya alabilenler olduğunu gösterdi. çünkü bunlar neyi, ne zaman, nasıl, ne kadar yapacağını planlar ve zamanı geldiğinde vicdanı askıya alır. işlemi bitirdikten sonra da tekrar yerine koyar.
      dikkat edin, psikopat veya bizde hayli çok olan sosyopatlardan bahsetmiyorum. vicdanını askıya alan kişilerden bahsediyorum, bunu iyi ayırt edin. örnek mi "ilk kan/first blood" filmi. bunu bu açıdan bir kez daha seyredin. bu emminin vicdanını askıya alan biri olduğunu söylemiyorum, bunları bilgi olsun diye verdim. çünkü insanlığın çok büyük bir kısmı bundan bihaberdir. bu emmi, kaçmayı denememiş (planlamış ama yapmamış), ölmeyi yeğlemiş. sevgilisine iyi bir para vermiş ve haydi git bize ev al demiş ama hatun bunu ayrılık mesajı olarak değerlendirmiş güdülerine dayanarak. halbuki kendisi emlak mültimilyoneri...
      çok da kibar ara sıra anasına çörek yollarmış. bence travma noktalarından biri çörek. annesi ile çörek arasında kendisini çok ilgilendiren bir ilişki var. adamın kadın arkadaşı mültimilyonerin arkadaşlık etmeyeceği fiziki görüntüde. demek ki dünya zevklerine de göreceli olarak uzak. yani kadın ona "paranın satın alamayacağı" duyguları yaşatıyordu. kimse bunun böyle bir şey yapacağını değerlendirmemiş. kardeşi bile. demek ki ketum ve soğukkanlı biri. yani sakin, planlı, kimseye bulaşmayan, işini iyi yapan, saygınlığı olan, düzenli biri... tipik bir oğlak burcu olabilir mi?
       sonuç?
       herkes bu gibi davranış içine girebilir. %100 değildir ama fiziki sağlığı yerinde olan herkesin böyle bir potansiyeli vardır. adama terörist denebilir. anlık bir kişisel terör uygulamasına girmiş gibi olmakla birlikte terörü terör yapan "süreklilik hali" yoktur çünkü kendini nalladı. yani terörist demek abuk bir yaklaşımdır. cinnet geçirmiş olabilir ama cinnet anlıktır. 16 adet tüfeği bir anda mı otel odasına çıkardı? bu da değil. 
      bu, bence, oldukça planlı, iyi düşünülmüş ve hazırlanılmış bir eylem. emmi büyük bir final yaparak gitti. ölü sayısı 527, yaralı sayısı 59 olabilirdi. ya da daha fazla ölü ve yaralı da olabilirdi. adamın maksadı renkli, gürültülü ve acı çektirdiğini görerek bu dünyadan gitmekle bezenmiş bir büyük sondu diye tahmin ediyorum... bundan sonrası psikyatrist, psikolog ve sosyologlarındır. bakalım efbiyay ne açıklayacak?

   Güven Kaya
  28.10.2017.
   Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

27 Ekim 2017 Cuma

Türkiye'de Terör ve İstihbarat.



Türkiye’de terör sorununun istihbarat yapılanması boyutu. 


2008-2010 yılları arasında Londra büyükelçiliğinde çalıştım. Bu süre içinde, görevim gereği İngiliz savunma ve istihbarat kurumlarının çoğuna gittim. Benim, bunlardan en çok ilgimi çeken JTAC (Joint Terrorism Analysis Centre: Müşterek Terörizm Analiz Merkezi) oldu. Bu merkez, iç işleri bakanına bağlı MI5 (İç İstihbarat Servisi)’in teşkilatı içinde özerk bir yapıda oluşturulmuş ve bence çok işe yarayan bir yapı. O zamanlar bana anlatılanlara göre bu merkez; ABD ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde art arda yapılmaya başlayan terörist saldırıların ardından, istihbarat ve güvenlik ile ilgili her türlü kurumdan personelin bulunduğu bir analiz merkezi olarak kurulmuş. Bu sebeple kuruluş amacı esas olarak bu tür terörist eylemleri yapılmadan önce öğrenmek ve yapılmasını engellemekmiş. Kuruluş yılı 2003. Bulunduğu yer Londra’nın merkezinde, parlamentonun hemen yakınındaki MI5’in merkez binasında. Gittiğimde beni sıkı bir güvenlik kontrolünden geçirdikten sonra içeri almışlardı. Şimdi kaçıncı kat olduğunu hatırlamıyorum ama üst katlardan birinde bana brifing verip kurum ve yaptığı işleri tanıtmışlardı. JTAC’ın görevi, ülke içindeki ve dünya çapındaki uluslar arası terörizm tehdidini istihbarat teşkilatlarından gelen raporlara ve açık kaynaklara göre değerlendirmek ve analiz etmek. Bu kurum, yaptığı değerlendirmeler sonucunda hükümet ve devlet kurumları için tehdit uyarı seviyeleri yayımlıyor. Hani bizde alarm seviyeleri var ya, aynen onun gibi. Beyaz, sarı, kırmızı gibi renklerle temsil edilen tehdit seviyeleri belirlemişler. Gelen haberler ve değerlendirmeler sonucunda mesela Londra’da bir terör eylemi yapılma ihtimali çok yüksek ise kırmızı alarm ilan ediyorlar. Eğer bu tehdit Londra’da değil de Kıbrıs’taki askeri üslere yönelikse o zaman da silahlı kuvvetler vasıtasıyla Kıbrıs için kırmızı alarm ilan ediliyor ve oradaki birlikler buna göre tedbir alıyorlar. JTAC ayrıca terör örgütlerinin eğilimlerini takip edip eylem kapasitelerini değerlendiriyor ve ilgili kurumlar için mevcut terör örgütleri hakkında rapor ve değerlendirmeler hazırlıyor. JITAC’ın içinde polislerden, tüm istihbarat kurumlarından, askerlerden ve diğer devlet kurumlarından, hatta akademisyenlerden oluşan geniş bir yelpazeden insanlar görev yapıyor. JTAC, MI5 başkanının altında olduğundan, aynı zamanda MI5’in uluslararası terörizm bürosu ile işbirliği halinde çalışıyor. MI5 binasında bulunmasına rağmen JTAC özerk bir yapıya sahip. 16 devlet kurumundan insanların beraber çalıştığı bir yer. Bu yapısıyla İngiltere’nin terörle mücadelesinde istihbarat konusunda ana teşkilatı durumunda. JTAC başkanı MI5’başkanına bağlı olarak çalışıyor ve raporları ona veriyor. MI5 başkanı da hükümetin Müşterek İstihbarat Komitesi’ne rapor veriyor. İngilizlerin söylediğine göre bir sürü istihbarat teşkilatından gelen ayrı ayrı raporlarla uğraşmak yerine terör konusundaki istihbaratı koordine ve takip eden böyle tek bir yapı oluşturulması çok etkili sonuçlar veriyormuş. Hem terör istihbaratı ile ilgili hükümet daha doğru ve anında bilgi alabiliyor, hem de hükümetin istihbarat konusundaki kontrolü artıyormuş. Şimdi Türkiye’ye bakıyorum da neden bizde böyle bir yapı kurulmamış diye sormaktan kendimi alamıyorum. MİT, Polis İstihbarat, Jandarma İstihbaratı, Genelkurmay İstihbaratı, Kuvvetlerin istihbaratı hep ayrı telden çalıyorlar. Aralarında bir koordinasyon filan yok. Yıllardır terör ile mücadele etmemize rağmen böyle bir sistemin kurulmamış olması sebebiyle terör örgütleri her zaman istedikleri yerde rahatça eylem yapabiliyorlar. Daha da ötesi bir terör örgütü (FETÖ), yüzlerce adamının katılımıyla gerici ve irticai bir darbe yapmaya kalkıyor ama hiçbir istihbarat teşkilatı bunu önceden öğrenemiyor. Türkiye’nin istihbarat konusunda, dağınıklık ve koordinasyonsuzluktan kaynaklanan sorunları olduğu çok açık. İstihbarat zafiyeti yaşıyoruz. Kurumların etkin çalışmamasından kaynaklanan zafiyetten bahsetmiyorum. İstihbarat ağacının bir kökten çıkan dallar gibi değil de yerden ayrı ayrı biten çalılar gibi olmasından kaynaklanan zafiyetten bahsediyorum. Bence hükümet ve ilgili kurumların acil olarak bu işe el atması gerekiyor. Hem genel istihbarat teşkilatında bir yapılanmaya hem de terör istihbaratı konusunda yeni bir oluşuma ihtiyaç var. İstihbarat teşkilatları hiyerarşik bir mimari içine alınarak kontrol ve koordinasyon sorunları ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca terör istihbaratı için mutlaka ve acil olarak müşterek bir yeni yapı oluşturulmalıdır. Hem de en kısa sürede. Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi. Yoksa büyük şehirlerin sokaklarında dolaşırken acaba bir terörist eylem olur mu endişesiyle dolaşmaya devam ederiz. Öte yandan oğlunu askere gönderen her ana-babalar da acaba oğlum askerden sağ salim dönebilecek mi diye endişe etmeye devam edecektir.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

27 Eylül 2017 Çarşamba

FETÖ, PKK ve Barzani AKP Hükümetini Nasıl Kandırdı?


Bizim oralarda eskiden çok antılan bir fıkra vardı. 
Bu fıkra genellikle; birisinden kendisine kötülük yaptığı için her yerde şikayet eden ama bu kötülüğün aslında sadece şikayet ettiği kişiden değil, kendisinin de bu hareketi istemesinden kaynaklandığına inanılan kişiler için anlatılırdı. 
Fıkra şöyle:
''Kadının biri komşusunu, kendisine tecavüz ettiği iddiasıyla mahkemeye vermiş. Mahkeme günü kadın ve davalı adam ile avukatları hakim karşısına çıkmış. Hakim kadına olayın nasıl olduğunu anlatmasını söylemiş. Kadın da başlamış anlatmaya.... 'Hakim bey.... Ben hayvanlara saman vermek için dama (ahıra) girdim. Biraz sonra şurada duran komşumuz dama girdi ve kapıyı kapattı. Zorla başımı bastırdı ve yüzüm samanlara gelecek şekilde eğdi. Sonra da şalvarımı çıkarıp bana tecavüz etti.' Hakim kadını dinledikten sonra bir kadına bir de ona tecavüz ettiği iddia edilen adama bakmış. Adam en fazla 155 santimetre boyunda ve adeta cüce biriymiş. Kadın ise en az 180-185 santimetre boyunda ve adama göre çok iri biriymiş. Hakim şaşkın bir şekilde sormuş: 'Kızım... Senin anlattığından ben bir şey anlamadım. Bu adam senin boyunun yarısı kadar. Sana tecavüz etmek için onun boyu yetmez ki!' demiş. Kadım hafifçe gülümsemiş. 'Evet hakim bey, doğru söylüyorsunuz. Boyu yetmedi zaten...' demiş. Hakim daha da şaşırmış ve 'O zaman bu adam sana nasıl tecavüz etti?' diye tekrar sormuş. Kadın mahcup bir şekilde gülümsemiş. 'Eeee.... Hakim bey... Baktım boyu yetmiyor, azıcık ta ben çömeştim (Çömeldim veya ayaklarımı bükerek aşağıya doğru eğildim manasına gelir).' demiş.''
Şimdi bizim hükumetimizin konuşmalarına bakınca nedense benim aklıma bu fıkra geliyor. 
Neymiş efendim? 
FETÖ bunları kandırmış, PKK bunları kandırmış ve şimdi de diyorlar ki Barzani de bunları kandırmış. 
Bırakın bu ayakları da itiraf edin artık kardeşim. 
Fıkradaki adam ve kadına benzer şekilde, bu örgütlerin boyu da, çapı da devletle kıyaslanamayacak kadar küçük. 
Siz çömeşmeseydiniz sizi kandıramazlardı.
Azıcık ta siz çömeştiniz. 
Hatta olaylara bakınca diyebilirim ki azıcık ta değil, bayağı bir çömeştiniz. 
Hatta adamı kolundan çekip ahıra sokan da, kapıyı kapayan da sizdiniz.

Saygılar sunarım. 
27.09.2017.

9 Haziran 2017 Cuma

FETÖcülerin Mahkeme Stratejisi.


FETÖ'cülerin darbe ile ilgili davalarına gittim. İzlediğim ifadelerden ve gazetelerden okuduğum ifadelerden anladığım kadarıyla FETÖ'cüler hapishanede darbenin ardından yaşadıkları şoku ve başarısızlıklarının ezikliğini atlattıkları ve yeniden organize oldukları kanaatine vardım. İfadelerden, FETÖ'cü olanların hala FETÖ'ye sadık oldukları net bir şekilde görülüyor. Sanırım tutuklulardan bazıları FETÖCÜ değil. FETÖCÜ olmayan bu kişilerin bir kısmı onlarla işbirliği yapmış ve bu sayede terfi etmiş kişiler. Hatta bunlardan bazıları Hulusi Akar'ın da kendileri gibi işbirlikçi olduğunu, FETÖ kumpasları sayesinde hızla ilerleyerek Genkur. Bşk. olduğunu, kendilerinin de onun adamı olduklarını ve onun sayesinde terfi ettiklerini açıkça söylediler. Bunlar darbede de durum netleşene kadar darbecilerle işbirliği yapmış ama başarısız olma ihtimaline karşı FETÖCÜler kadar fevri davranmamış. Ertesi sabah darbenin başarısız olduğu netleşince de taraf değiştirmeye ve FETÖcüleri teslim olmaya ikna etmeye çalışmışlar. Bazı şahıslar ise sanırım fazla mesai belasına karargahta mahsur kalmışlar. Bunlar sadık FETÖ'cülerin aksine ifade verirlerken FETÖ kelimesini kullanmaktan çekinmeyen ve FETÖcüleri ismen zikredenler. Bunları bir yana koyarak FETÖcü olup ta hala aynı kafada olanlara bakacak olursak bunların hapishanede organize oldukları ve belli bir strateji belirledikleri anlaşılıyor. Stratejilerinin temeli FETÖcü olmadıklarını ve bilerek bir darbe girişimi içinde olmadıklarını iddia etmeye dayanıyor. Çünkü hepsinin ortak tavrı bu. Bunun yanında sanki darbeyi Erdoğan ve hükümet yaptırmış ve kendileri bu tuzağa istemeden düşmüş izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Biz darbe yapmadık. Bu bir kontrollü darbedir ve darbeyi yaptıran da Erdoğan'dır diyorlar. Sanırım bunlara Amerika'dan; ''Kendinizi kurtarmak için örgütü ele verirseniz örgütün koruma ve desteğini kaybedersiniz, ne yaparsanız yapın bundan sonra hapisten çıkamazsınız, örgütü satarsanız o zaman sizi koruyup kollayacak kimse kalmaz, ama örgütü korursanız elbet bir gün bir yolunu bulur sizi oradan çıkarırız. Örgüt siz içerdeyken sizin ve ailenizin ihtiyaçlarını da karşılar.'' demişler. Bunlar da buna göre hareket ediyorlar. Bir başka husus ta şu. Sanırım FETÖcüler, eğer Aksakallı Paşa çıkıp televizyonda açıklama yapmasa Ankara ele geçirildi ve bu iş emir komuta zinciri içinde yapılıyor sanacak olan halk sokağa çıkmaz, bizi desteklerdi diye düşünüyorlar. Bunda haksız da değiller. O gece Aksakallı Paşa açıklama yapana kadar Ankara'dan hiçbir ses seda çıkmamış ve örneğin Manisa'da televizyonları seyredenler durumun ne olduğunu tam kavrayamamışlardı. Aksakallı Paşa'ya çok kızmalarının bir sebebi de Semih Terzi'nin vurulması emrini vermesidir. Çünkü eğer Terzi vurulmasaydı ve Özel Kuvvetlere hakim olsaydı yurt dışı ve yurt içindeki bütün birlikleri Ankara'ya getirtip tüm siyasetçileri toplatabilir, askeri birlik ve karargahlara hakim olabilir, kritik yerlere nokta operasyonları yaptırabilir, dolayısıyla darbe başarılı olabilirdi diye düşünüyorlar. Buna çok inanıyor olmalılar ki Semih'i vuran rahmetli Ömer'i de Bylock'çu diye karalamaya ve hakkında şüphe yaratmaya çalışıyorlar. Şu anda FETÖcülerin en önemli hedefi bu sebeple Aksakallı Paşa. Onu karalamak ve hakkında şüphe yaratarak gözden düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bazı gazetecilerin eski tavırlarının aksine bu değirmen su taşır tarzda yazılar yazmaya başlamaları da bu açıdan oldukça dikkat çekici. Sanırım FETÖcüler el altından başka metodlarla da çaılışyorlar ve tarafsız veya FETÖ karşıtı görünen kişilerin ağzından yapılan propagandalarla kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.
Özetlersek FETÖ'cülerin stratejisi basit olarak şudur: Darbeye karıştıklarını inkar+FETÖcü olduklarını inkar+Aksakallı Paşa ve rahmetli Ömer hakkında şaibeler yaymak+darbenin kontrollü darbe olduğunu öne sürmek+kontrol edenin de hükümet ve Erdoğan olduğunu iddia etmek+Buna kanıt olarak ta darbe yapılacağından MİT ve Genkur. Bşk.nın haberi olduğunu ama bilerek darbeyi önleyecek tedbirleri almadıklarını söylemek.
Saygılar sunarım. 6.6.2017.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

6 Ocak 2017 Cuma

İstanbul'da Reina'daki Yılbaşı Katliamını Kim Yaptı?

İstanbul'daki yılbaşı katliamında herkes IŞİD'e odaklanmış durumda. 
Peki ya olayın IŞİD'le hiçbir bağlantısı yoksa? 
Ya bu olay Çin ile Türkiye ilişkilerinden rahatsız olan taraflarca yapılmışsa? 
Veya Uygur katliamlarına ses çıkarmamamız için bizzat Çin tarafından organize edilmişse?
Bir başka ihtimal de o gece orada bulunan bazı şahısların ortadan kaldırılması için yapılmış olma olasılığı. 
Bence ilgililer kafasını olayın içine çok fazla sokmayı bırakıp biraz geri çekilmeli ve olan bitene biraz uzaktan bakmalı. 
Böylece büyük resmi görebilirler belki. 
Bence ilk önce öldürülen insanların kimler olduğu iyice araştırılmalı. 
Özellikle de yakın mesafeden ve hedef gözetilerek ateş edilip öldürülenler. 
Bunların kim oldukları, ne iş yaptıkları, bağlantıları filan iyice araştırılmalı.
İŞİD veya PKK saldırıları (Dün İzmir'de olduğu gibi) çabucak ortaya çıkıyor ve failler tespit edilebiliyor. 
Çünkü şehrin göbeğinde eylem yapmak çok büyük bir profesyonellik ve çok detaylı bir planlama gerektirir. 
Şimdiye kadar yapılan eylemlere bakıldığında PKK'da bu profesyonelliğin olmadığı anlaşılıyor.
IŞİD ise uluslararası terör bağlantıları sayesinde son yıllarda bu konuda daha profesyonel hale geldi ama bu olaydaki kadar değil. 
Şimdiye kadar olayın hala çözülememesinden bu işin istihbarat teşkilatları ile bağlantılı profesyonel kişilerce yapıldığı intibaı yaratıyor. 
Kastettiğim tetiği çekenlerin profesyonelliği değil.
O tetiği çeken kişi veya kişileri bulup ikna eden, onlara uygulayacakları bir eylem planı yapan, bu plana göre eyleme katılacakları örgütleyen ve görev taksimatı yapan, onları İstanbul'a getirip eylem gününe kadar gözlerden uzak bir şekilde muhafaza eden, olay öncesinde bu şahısları eylem yerine getiren, eylem sırasında etraftan kontrolsüz müdahaleler olmasın diye önlem alan, eylemden sonra da eylemcileri olay yerinden çıkarıp uzaklaştıran ve izini kaybettiren ekibin profesyonelliğinden bahsediyorum. 
Onun için bence bu olayın altında başka bir çapanoğlu olabileceği ihtimali gözardı edilmemeli.

Saygılar sunarım.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

23 Aralık 2016 Cuma

IŞİD nasıl yok edilebilir?


    IŞİD askerlerimizi yakarak şehit etmiş diye paylaşımlar görüyorum. Tekrar benzer şeyler olmaması için artık hükumetin işi askere yıkıp seyretmeyi bırakması gerekir. Asker savaşacak ama savaş sadece cephede yapılan bir şey değil. Bunun diplomatik, psikolojik, ekonomik vb. birçok boyutu var. Gayrinizami Harp veya klasik harp fark etmez. Artık harplerin ekonomik ve psikolojik boyutları eskiye göre çok daha önemli. IŞİD de psikolojik savaş boyutundan saldırıyor. 1000 tane IŞİD militanı ölmüştür belki bir günde, ama dünyaya sadece katlettikleri insanları gösteriyorlar. Korku yayarak insanların beyinlerine, korkuyu silah olarak kullanmaya çalışıyorlar. 
     Bu durumda onlara korkulmadığını göstermek yetmez. Onların da korkması sağlanmalı. Öldürülen IŞİD militanlarının resimleri çekilip havadan atılsın IŞİD kontorlündeki bölgelere. Özellikle de tank veya top mermisiyle parçalanarak ölenlerin resimleri. Amerikan iç savaşında Kuzey'in taktikleri de kullanılmalı bunun için. Ya da Tahmasb'ın Kanuni'ye uyguladığı strateji. Yani düşmanın savaşma azim ve iradesini kıracak ve onu yıpratacak yöntemler uygulanmalı. 
     Öyle şeyler yapılmalı ki, nasıl savaşın belki de en yetenekli generali olan güneyli general Lee'nin askerleri kaçmaya başlayınca ordusu yok olup gitti, aynısını IŞİD te yaşamalı. Bence salt askeri strateji yetmez, topyekun strateji uygulanmalı. IŞİD'in Türkiye'deki uzantılarını hemen yarın tutuklamakla işe başlanmalı mesela. Hatta teslim olmayanlar ve zorluk çıkaranlar temizlenmeli kameralar önünde. Boy boy resimleri çıkmalı gazetelerde. 
     Ekonomik kaynakları da kurutulmalı bu arada. IŞİD'e en küçük destek verenin malına mülküne el konulmalı, aynı FETÖ'ye yapıldığı gibi. Hatta IŞİD'e katılmış olanlar tespit edilip mallarına el konulamakla da kalınmamalı, onlara düşecek mirasa bile el konulmalı şimdiden. Kimse çocuğunu IŞİD'e göndermeye cesaret edememeli. IŞİD'e mali kaynak sağlayanlar tamamen yok edilmeli. 
     Başka ülkelerdeki IŞİD destekçilerine suikastlar yapmalı MİT. Bu dünya üzerinde nerede olurlarsa olsunlar rahat verilmemeli. IŞİD'in zayıf taraflarının tamamı istismar edilmeli. Hava saldırılarına ağırlık verilmeli daha çok. Hemen yarın IŞİD mevzilerine napalm atılıp mevzidekiler yakılmalı. Bakalım insan yakmak nasıl oluyormuş öğrensinler. 
     Mesela bu gün videosu yayımlanan tankların bulunduğu köy haritadan kaldırılmalı. Orada siviller kalmamıştır zaten. Göz yaşartıcı bombalar atılmalı yerleşim yerlerine sürekli olarak. Öldürmez ama öldürmekten daha çok korkutur insanı. Öte yandan bu herifler bir şeyler yiyordur herhalde. IŞİD kontrolündeki tarlalar ve çiftlik hayvanları dahil tüm yiyecek kaynakları yok edilmeli. Fırınlar, gıda depoları, marketler ve lokantalar vurulmalı. IŞİD bölgesinde hareket eden tüm araçlar anında vurulmalı ayrıca. Rahat hareket edemesinler. Arabaya binmenin ölüm olduğunu anlasınlar. IŞİD bölgesi çöle ve harabeye çevrilmeli. Adamlar bizimle mücadele edeceğine hayatta kalmak için açlıkla mücadele etmeli. IŞİD ile mücadele diğer mücadele edenlerle de koordine edilmeli. 
     Sadece ABD, Rusya vb de değil. Gerekirse Esat dahil herkesle ortak harekat yapılmalı. Kuşatma ve tecrit MÖ 7000'lerden beri başarıyla uygulanan bir strateji. Kaleler kuşatılıp tecrit edilerek içeridekiler aç kalınca ele geçirildi 7-8 bin yıl boyunca. 1. ve 2. Dünya Savaşında İngiliz ablukası çökertti Almanyayı. Tüm IŞİD bölgesi, IŞİD'le savaşan tüm tarafların ortak hareketiyle tecrit edilmeli. Bu bölgeye giren veya çıkan her şey ve herkes vurulmalı. Ne kadar dayanabilirler ki böyle yapılırsa? Bende merak ediyorum. Yapılsın da öğrenelim diyorum. 
     Söylediklerimi çok şiddetli bulanlar olacaktır. 
     Ama unutmamak lazım ki IŞİD mutlak savaş yapıyor Clausewitz'in bahsettiği gibi. 
     Eğer taraflardan biri mutlak savaş yapıyorsa doğru savaş yapmak mümkün değildir. 
     Eğer yenilmek istemiyorsanız tabii ki. Yöntemler acımasız gelebilir. 
     Ama savaşın kendisi acımasız bir şeydir zaten. 
     Nasılsa birileri ölecek sonuçta. 
     Neden biz ölelim ki?

IŞİD ile ilgili diğer bir yazıyı okumak için tıklayınız.

14 Ekim 2016 Cuma

Kripto Fetöcüler kimler? Yeni bir operasyon mu geliyor? FETÖ operasyonları Siyasetçilere mi uzanacak?




Kripto FETÖ'cüler kimlerdir?

Darbeden beri herkesin dilinde bir kripto fetöcü lafıdır gidiyor.
Peki ama kim bu kripto fetöcüler?
Kimse bilmiyor veya bilmiyormuş gibi davranıyor.
Bazı şerefsizler ise günahsız birçok kişiyi bu kripto lafına göre ihbar ediyor veya çamur atıyor.
Tabii ki bu durumda kripto dedikleri hiç ortaya çıkmıyor.
Önce şunu açıklığa kavuşturalım; kripto fetöcüler var mı?
Bence var ama herkes onları yanlış yerde arıyor.
Daha önce FETÖ'cülerin çok uzun süre önce aynı devlet kademelerine sızdığı gibi diğer tarikatlara da sızdıklarını yazmıştım. Fakat diğer tarikatlara üçer beşer giderlerken bu tarikatlardan menzilciler grubuna 17-25 ten sonra kitlesel bir fetöcü göçü yaşandığını da belirtmiştim.
Bu gün bahsedeceğim kripto grubu bunlardan çok farklı bir grup.
Bazı kaynaklardan duyduğuma göre aynen FETÖ gibi Nurcuların bir alt grubu olan xxxxx çok büyük numaralar çeviriyorlarmış.
Bu grup uzun süre önce FETÖ'ye yanaşmış. Onların içinde eriyip asimile olmamışlar ama yapışık kardeş gibi onlarla kaynaşmışlar.
Bu grup darbe öncesinde de FETÖ ile işbirliği içindeymiş.
Ancak darbe girişiminin başında FETÖ cülerle hemen harekete geçmemişler.
Kenarda durup FETÖ nün başarılı olma ihtimali olup olmadığını gözlemlemişler.
Başarılı olsalar hemen onlara katılacaklarmış.
FETÖ cülerin bu işi başaramayacaklarını anlayınca bu sefer hemen karşıt gruptaymışlar gibi harekete geçmişler.
Darbeyi bastıran demokrasi kahramanları oluvermişler.
İş böyle olunca dışarıdan da bunların dini bütün olduğunu düşünen hükümet bunları FETÖ cülerin boşalttığı bazı kritik yerlere yerleştirmiş.
Ancak hükümet BYLOCK programının domain'ini (bilgisayar sistemlerini çok iyi bilmiyorum, ne olduğunu sormayın) çok büyük para ödeyerek almış ve film ondan sonra kopmuş.
Bu sistem bir süredir inceleniyormuş.
Ama daha ilk ilk incelemeler bile büyük şok yaratmaya yetiyormuş.
Şu anda, darbe sonrasında hükümet eliyle en kritik yerlere getirilen birçok sivil, asker ve polis ile değişik partilerden çok sayıda siyasetçinin bu programla darbe öncesine kadar haberleşme yaptığı ortaya çıkmış.
Şu anda detaylı araştırma yapılıyormuş.
Kasım veya Aralık ayı gibi şok bir operasyon yapılacakmış.
İşte bylock kullananlardan henüz tutuklanmayanların büyük çoğunluğu xxxxx grubundanmış ama şu ana kadar tespit edilemeyen gerçek kriptolar da varmış.
Son zamanlarda duyduğum haberler (dedikodular da diyebilirsiniz) bunlar.
Konu hakkında yeni şeyler duydukça yazacağım.
Saygılar sunarım.