.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Ankara Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2023 Cuma

Beddua okumak yasal hakkımız!....

 Nüfus müdürlüğündeyim. Genç bir oğlan bir memurla tartışmaya başladı.

Oğlan biraz rahatsız gibi.

Kanuni haklarından filan bahsetti.

Memuru şikâyet edeceğini bağıra bağıra söyledi.

Memur da; "Git şikâyet et, sorun çıkaran sensin!" diye cevap verdi.

Bunu duyan genç, memura "Allah belanı versin!" diye bağırdı.

Memur "Bana beddua edemezsin! Şimdi polis çağıracağım." diye tepki gösterdi.

Oğlan " Çağırırsan çağır, beddua okumak suç değil.

Bu konuda açılmış bir davada hakim kararı var.

Beddua etmek benim yasal hakkim." dedi.

Bunun üzerine bir memur; "Terbiyesizlik yapma!" diye bağırdı.

Oğlan ona dönüp; "Yasal hakkımı kullanıyorum.

Senin de Allah belanı versin." diye bağırdı.

İş büyüyünce, birkaç memur oğlanın etrafını çevirip dışarı çıkarmaya, oğlan direnince de bir odaya sokmaya filan çalıştı.

Oğlan; "Bana dokunmayın. Buna hakkınız yok. Suç işliyorsunuz. Yine yasal hakkımı kullanıyorum. Allah hepinizin belasını versin!" dedi.

Bunun üzerine bir kadın memur sinirlendi.

"Bu hak sadece sana verilmemiştir herhalde! Benim de ayni hakkim vardır. O zaman ben de yasal hakkimi kullanıyorum. Allah senin belanı versin." diye karşılık verdi.

Sonra güvenlik filan geldi.

Oğlanı dışarı çıkardılar.

Biraz sonra bir memur geri döndü.

Nedendir bilmem ama sanırım sıra bekleyen insanları bilgilendirmeye ihtiyaç olduğunu düşünmüş olmalı, durumu açıklamaya başladı.

Özet olarak; "Psikolojik sorunları varmış. Normal değilmiş." dedi.

Psikolojik sorunu olması sanki iyi bir şeymiş gibi bazıları "Oooh!" filan dedi.

Herkes rahatlamış görünüyordu.

Sıra bekleyenler, işine gücüne devam etti.

Ben de işimi halletmek için sıramın gelmesini bekliyordum.

Bir memura sordum: "Burada güvenlik yok mu? Ya daha vahim bir şey olsaydı."

"Yoook! Bir şey olmaz, merak etmeyin. Güvenlik giriş kapısında var." diye cevap verdi.

Bir güvenli açığı olduğu kanaatine vardım.

Ama beni ilgilendiren bir durum değil diye bir şey demedim.

Ama yine de şaşırmıştım.

Çünkü bu, benim devlet dairelerinde karşılaştığım ilk olay değildi.

Hatta, nedendir bilmem, ne zaman devlet dairesine filan gitsem ya kavga çıkıyor veya psikolojisi bozuk birine denk geliyorum.

Resmen resmi daire fobim oluşmaya başladı.

5 Ekim 2023 Perşembe

Ağzı olan konuşuyor.

 Dün, dolmuşa bindim.

Ön tarafta oturan birinin boru gibi sesi geliyordu.

"Eylem, patlama filan" deyince dikkatimi çekti.

Adama kulak kabarttım.

Geçen gün İç İşleri Bakanlığı'na yapılan terör saldırısını yorumluyor aklınca.

"Bu kadar kalabalık varken kimsenin olmadığı giriş yerine niye saldırdılar?

Araba öyle mi park edilir?

Saldırgan niye öyle içeri girmeye çalıştı?" gibi kendi kendine bir sürü sordu ve sonra da saçma sapan yorumlarla bu saldırının şüpheli olduğu sonucuna vardı.

Sonra da "PKK böyle eylem yapmaz." dedi.

Kendimi zor tuttum.

"Ulan dangalak. Daha kimin yaptığı açıklanmadı. Açıklansaydı bile sen PKK uzmanı mısın?" diyecektim.

Neyse ki herif sustu.

Dolmuş ağzına kadar dolu olduğundan konuşanın kim olduğunu göremedim.

Sonra da trafik sıkışınca herkes öf pöf etti.

Dikkatim dağıldı.

Bizde böyle dangalak çok maalesef.

Kendi mesleğini, işini gücünü doğru dürüst yapamaz ama hiçbir bilgisi olmadığı halde her konuda ahkam keser.

Yorum yapar.

Yargıya varır.

Böyle tiplerin dinleyeni de inananı da çok olur nedense.

Mesela "Binlerce şehit ve yaralı vererek kazandığımız ve bunun sonucunda devletimizi kurmayı başardığımız Kurtuluş Savaşı'nın olmadığını, bu savaşın uydurma olduğunu" söyleyen bir sürü geri zekalı var ortalarda, bir sürü daha geri zekalı olan tip de bu yalana inanıp her yerde savunur.

İngilizlerin tarihlerindeki en büyük ve önemli düşman olarak ilan ettikleri Atatürk ve arkadaşlarını İngilizlerle hilafeti kaldırmak için anlaşmış İngiliz adamı ilan eder bazı kansızlar, buna da bir sürü geri zekalı inanır ve savunur.

Bu yüzden, ne zaman kendi işi olmayan konularda boş yorumlar yapmak yerine işini gücünü yapan ve elinden geldiğince iyi yapmaya çalışan biri gördüğümde çok büyük saygı gösteririm.


29 Eylül 2023 Cuma

Ankara'nın tarihi dokusunu ve Atatürk'ün inşa ettirdiği başkenti korumak.

Bazı gazetelerde, sosyal medyada ve arkadaş sohbetlerinde, Ankara'nın tarihi bölümünün, yani kale ve çevresinde hala ayakta kalan klasik Ankara evlerinin restore edilerek Ankara'nın önemli bir kültürel merkezi haline getirileceğine dair haberlere rastlıyorum. 

Bunun gerçek olmasını canı gönülden istiyorum.

Çünkü geçmişinden kopuk bir şehir, yaşanılası bir şehir olamaz.

Bu yüzden, arada bir gittiğim eski Ankara'nın yıkılmaya yüz tutan ve harabeye dönen eski evlerini görünce hep üzülürüm.

Şimdi, Ankara Belediyesini yönetenler de aynı şeyleri hissediyor olacak ki böyle bir proje hazırlamışlar.

Geçmiş dönemlerde, açgözlülükleri yüzünden yeni arsalar üreterek yakınlarını emlak zengini yapmaktan başka hiçbir vizyonu olmayan eski yöneticilerin mahvettiği Ankara, sonunda tamamen elden çıkma tehlikesi ile karşı karşıya olan tarihi zenginliklerine tekrar kavuşacak.

Aslında bu tarihi bölgeye bakış açısı ve gösterilen ilgi, her zaman böyle değilmiş.

Tan aksine, Cumhuriyet kurulduğunda bu bölge, şehrin en önemli bölgesi olarak görülmüş.

Doğal olarak bu anlayış, şehir planlaması çalışmalarına da yansımış.

Şehir planlaması için getirilen yabancı mimarlar da bu tarihi bölgenin önemini kavrayarak planlarını ona göre yapmışlar.

Ama nüfus hızla arttığından daha sonraları yeni planlar yapılmak zorunda kalınmış.

Ankara'nın nüfusu 1920 yılında 20-25 bin olarak tahmin ediliyor.

Bu nüfus, Milli Mücadele sırasında hızla artarak şehrin başkent ilan edildiği 13 Ekim 1923'te 47.000'e yükselmiş.

Bunun üzerine, geleceğin başkenti Ankara için 1924-25 yıllarında Stuttgardlı Profesör Carl Christoph Lörcher'e bir şehir planı hazırlatılmış.

Şehir nüfusu 1928 yılında 107.000 kişiye ulaştığından, şehir planlaması üzerinde daha büyük bir hassasiyetle durulmaya başlanmış.

Görev, şehir planlamacısı Hermann Jansen'e verilmiş ve şehir nüfusunun yakın zamanda 250.00'e ulaşacağı; bu sebeple şehri, bu kadar nüfusun yaşayacağı bir başkent olarak planlaması istenmiş.

Jansen, Lörcher'in hazırladığı taslaklardan da yararlanarak işe başlamış.

Jansen, şehir planını hazırlarken yeni yerleşimleri ovaya yapmayı ve böylece eski Ankara'yı korumayı esas almış.

O günlerde aldığı notlarda düşüncelerini şöyle ifade etmiş:

"Eski Ankara'yı, ovada kurulacak yeni kentten ayırmayı başarabilirsek, koruyabiliriz. Basamak basamak yükselen bir tepenin yamaçlarına kurulmuş olan eski evler, bu eski yerleşimi değişik, güzel ve çekici yapıyor."

Hazırladığı plan Ankara belediyesi tarafından onaylanmış.

Atatürk döneminde, daha sonraki yıllarda da Ankara'nın tarih ve doğadan kopmadan modern bir başkent haline getirilmesine çok önem verilmiş.

Bu gün Ankara'daki meydanlar, anıt binalar ve eski semtler hep Atatürk döneminde yapılmış.

Örneğin Bahçelievler semti.

Bahçelievler, Türkiye'nin ilk bahçe şehir uygulaması olarak hayata geçirilmiş.

Semt, 1934-36 yılları arasında Berlinli mimar ve kent planlamacısı Herman Jansen tarafından tasarlanıp gerçekleşmiştir.

Maalesef Atatürk'ten sonra gelenler Ankara'ya yeterli özeni göstermemişler.

Yakın geçmişte de bu özensizlik devam etti.

Ne tarihi alanlar, ne sanat, ne kültür, ne de doğa pek umursanmadı.

Örneğin, Atatürk'ün ağaçlandırdığı alanlara ve çiftliklere binalar yapıldı.

Eski binalar yıkıldı ve yerlerine çirkin apartmanlar yapıldı.

Bunu kendi gözlerinizle de görmeniz mümkün.

Atakule'ye çıkıp şehre kabaca bir göz atın.

Nerede yeşillikler arasında yaşanası mekanlar görürseniz Atatürk zamanında yapılmıştır.

Nerede birbiri içine girmiş ve yeşillikten eser görülmeyen beton yığını şeklinde binalar görürseniz, Atatürk'ün ölümünden sonra yapılmıştır.

İşin ilginç yanı, Atatürk'ün ölümünden sonra şehir genişledikçe şehrin daha da betonlaştığının açıkça görülmesidir.

Bu gidişe dur demek lazım.

Eski Ankara'nın restorasyonu projesi, eğer gerçekleştirilirse, iyi bir başlangıç olacaktır.

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Mahallede Köpek Savaşları

Bizim mahallede bir kopek yavruladi. 
Kisirlastirma basarili olmamis herhalde. 
Kişın ortasinda yavruladigindan mahalleden biri külübe yapti iki tane. 
Mahalleli de yemek birakti surekli olarak. 
Bence bu iste bir sorun var. 
Bazen mahallede 20 civarina cikiyor kopek sayisi. 
Butun gece yukari mahalleden gelen cete ile kavga ediyorlar. 
Kavgalar cok acimasiz geciyor. 
Ust mahallenin surusu yine geldi 2 gun once. 
Bizim mahalledeki suru bildigin askeri usullerle yaklasti. 
Onde dort kopekten olusan uç vardi. 
Yukari mahallenin kopekleri de benzer bir duzen almisti. 
Bizim uctaki 4 kopek yukari mahallenin surusunden bir kopegin uzerine cullanip yakaladi. 
Yukari mahallenin kopekleri onu kurtarmak icin hamle yapinca arkadaki kopekler hucuma gecip onlari geri pusturttu. 
Uctaki 4 kopek yakaladiklari yukari mahalleden bir kopegi sokak arasina surukledi. 
Havlamalardan katliam yaptiklari anlasiliyordu ama ben goremiyordum. 
Bir sure sonra sesler kesildi. 
Dort kopek gorundu. 
Surunun yanina geldiler agir agri. 
Bir sure sonra da surukledikleri kopek ortaya cikti. 
Ayagi sekiyor ve adeta surunerek yuruyordu. 
Yol lambasinin isigindan her yerinin kan icinde oldugunu gordum. 
Agir agir yuruyerek kendi surusunun yanina gitti. 
Suru onu alip mahalleden uzaklasti. 
Hayvanlar gayet planli savasiyorlar. 
Bunlar ac kalirsa insanlara da saldirirlar. 
Nitekim gecen yaz bir kiz cocuguna saldirdiklarini gordum. 
Apartmandan bir adamla beraber kosup bagirip cagirarak cocugu kurtardik. 
Tamam hayvanlari ben de seviyorum. 
Zaman zaman yemek de veriyorum. 
Ama bu isin bazi riskleri oldugu da ortada. 
Bu konu tartisilip insani bir cozum yolu bulunsa iyi olur.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Ankara'da trafik sorununun sebepleri.



2007 yılında MSB Oran Lojmanlarında oturuyordum. O zaman Panora Alışveriş Merkezi yapılmış ve Park Oran konutlarının inşaatı hala devam ediyordu. Henüz Park Oran konutlarında hiç kimse yaşamamasına rağmen, Panora Alışveriş Merkezi'ne gelip giden araçlar sebebiyle, zaten oldukça işlek olan Mevlana Bulvarı'nda, günün bazı saatlerinde çok yoğun bir trafik oluyordu. Mesaiye beraber gidip geldiğim kişilerle zaman zaman, Park Oran evleri de kullanılmaya başladığı zaman trafiğin çok daha sıkıntılı olacağını ve şimdiden tedbir alınması gerektiğini konuşuyorduk.

Aradan yıllar geçti. Park Oran evlerinde uzun süredir insanlar yaşıyor. Ayrıca bölgeye büyük bir nüfusun yerleşmesine sebep olan daha birçok inşaat yapıldı ve bu binalara da insanlar taşındı. Örneğin devasa büyüklükteki One Tower binası yapıldı. Öte yandan lojmanların arka tarafına binlerce konutluk Simpaş Altınoran evleri yapıldı ve bu evlere de insanlar taşındı. Fakat nedense Ankara Belediyesi gözünün önünde ortaya çıkan bu gelişmeleri ve yaratacağı kesin olan sorunları öküzün trene baktığı gibi seyretmekten başka bir şey yapmadı. 

Doğal olarak Mevlana Bulvarı'nda trafik sorunu, özellikle de sabah ve akşam saatlerinde, dayanılmaz bir hale geldi. En nihayet yetkililer bu sorunun farkına vardılar ve bir çözüm ürettiler. Ama bu çözüm de kaş yaparken göz çıkarmak misali bir çözüm oldu. Bulvar boyunca ODTÜ Ormanı  kenarında, bölgede yaşayan insanların, beton blokların boğucu havasından kısa süre için de olsa kurtulabildiği ve spor yapma imkanı bulduğu yürüyüş parkurunu ortadan kaldırarak bu alanı yola dahil ettiler. 

Bu hamle yoldaki trafiği çok rahatlatmadı ama insanlar sabahları ve akşam üzerleri spor yapabilecekleri bölgedeki tek alanı kaybettiler. Üstelik bu ilacın bu yaraya merhem olmayacağı da ortada. Çünkü bölgede yeni yeni gökdelenler yükseliyor. Kuzu Grubun yaptığı gökdelen muhtemelen seneye kullanılmaya başlanır ve yüzlerce aile buraya taşınır. Üstelik bu gökdelenin altı alışveriş merkezi olarak yapıldığından bölgeye gelecek araç sayısı binaya taşınacak aile sayısından kat be kat fazla olacaktır. 
Öte yandan Ankara'nın orta yerinde bir ucube halinde yaşamaya devam eden ve adeta gökdelenlerin altında ezilecekmiş gibi duran Dikmen Köyü'nün hemen yanına da devasa bir bina kompleksi inşaatı  devam etmektedir. Yanına gidip saymadım ama bu bina kompleksinde de en az bin daire olduğunu tahmin ediyorum. Bu bina kompleksi de kullanılmaya başlandığı zaman bölgedeki trafiğin nasıl olacağını hayal bile edemiyorum. Ama bu binaların inşaatı son hız devam etmesine rağmen yaklaşan bu büyük soruna çare olacak herhangi bir girişime şimdiye kadar rastlamadım. Trafiğin nerede tıkandığını merak edip buna çare bulmak için bir çalışma yapan olduğunu da duymadım. 

Gerçi yapılacak çok fazla bir şey de yok gibi görünüyor. Trafik genel olarak ışıkların bulunduğu bölgelerde tıkanıyor. Yol üzerinde bir birine oldukça yakın mesafede birçok ışık olduğu için de Tapu Kadostro Yüksek Okulu kavşağından Konya yoluna kadar olan bölgede yol her zaman tıkanıyor. Bu ışıkların bulunduğu yerlere alt geçit, yani dal-çık yapılırsa belki biraz faydası olabilir. 
Bir diğer çözüm de One Tower'in arkasındaki yolu İlker'e geniş bir yol ve köprü ile bağlayarak trafiğin bir kısmını bu bölgeye yönlendirmek olabilir. Ayrıca, üzerinde Antenlerin olduğu tepedeki yollar ve Oran otobüslerinin son durağından Dikmen Caddesi'nin sonuna çıkan ara yolu genişletmek ve geliştirmek te faydalı olabilir. Ancak bölgede bulunan her boş alana arsa gözüyle bakıp üstelik bir de buralara gökdelen yapılmaya devam edilirse bu işin sonunu getirmek ve trafik dahil ortaya çıkacak yeni sorunlara çare bulmak mümkün olmaz.

Daha da önemlisi; bu plansızlık, bu ilkel zihniyet ve bu düşüncesizlik devam ettiği sürece iş işten geçtikten sonra sorunlara bulmaya çalışılan çareden de hiçbir hayır gelmez. 


Londra'da Türk Büyükelçiliği'nin karşısında büyük Londra yangınından sonra bu günkü Londra'nın nasıl inşaa edileceğini o zamanlar planlayan ve uygulamaya koyan mimarın bir heykeli var. Adamın, herhalde  bu kadar geniş yollara ve büyük parklara ne gerek var diyen rantçılara veya sığ görüşlü adamlara o zamanlar söylediği bir sözünü heykelin alt tarafına yazmışlar. Adam diyor ki, ''eğer bir şey planlıyorsak, onu en az bin sene yaşayacakmış gibi'' planlamak lazım. 

Allah Ankara'ya da bir gün bu zihniyette bir belediye başkanı nasip eder inşallah. 
Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı
20.11.2017.

19 Kasım 2017 Pazar

Ankara Büyükşehir Belediyesi Kimi veya Kimleri Koruyor?



Geçen akşam, Oran'da yürüyordum. Kaldırımın kenarında Ankara Büyükşehir Belediyesi logolu bu beton bariyerleri görünce, içeride ne var diye merak ettim ve iç tarafa baktım. İçeride gayet lüks villalar vardı.

Bu bölgenin tamamı mı böyle korunuyor diye karşı tarafta FETÖ'cü darbecilerin baskın yaptığı TRT binasına baktım ama onun önünde böyle bariyerler yoktu.

TRT'nin hemen yanında askeri lojmanlar var. Ankara'da terör örgütleri tarafından askeri personele yönelik bir çok bombalı araç saldırısı yapıldığı da malum ama lojmanların önünde de böyle bariyerler yok.

Herhalde bu villalarda çok daha önemli ve çok daha fazla saldırı tehdidi altında olan bir devlet görevlisi oturuyor diye düşündüm. İlk aklıma gelen ise; FETÖ, DEAŞ ve PKK gibi terör örgütlerinin davalarına bakan bir savcı veya hakimin burada oturduğu oldu.

Fakat sağ tarafta paylaştığım resmi çekerken benim bu bariyerlerle ilgilendiğimi gören biri yanıma geldi ve ''Çok sağlam yapılmışlar. Tank gelse geçemez.'' deyince herhalde bu adam bu bariyerin ne maksatla konulduğunu biliyor diye düşünerek kendisine sordum.

Adamın söylediğine göre burada İ. Melih Gökçek'in oğlu oturuyormuş ve bu oğul para meselelerinden kaynaklanabilecek saldırılardan korkuyormuş. Zaten bir defasında yoldan çıkan bir araba demir çiti kırarak onun evinin duvarına kadar gelmiş. Bunun üzerine babası evin karşılaşabileceği araçlı bir saldırıya karşı oğlunu korumak için bu bariyerleri koydurmuş.

Adam doğru mu söylüyor, yoksa bunlar dedikodudan mı ibaret bilmiyorum. Ama ne olursa olsun burada tuhaf olan bir şey var. İhtiyacı olan yerlerde bile böyle bariyerler yokken Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin buraya bariyer koyması kabul edilemez bir durum.

İster adamın dediği gibi İ. Melih'in oğlunu korumak için olsun, isterse bir başkasını korumak için olsun bu durum hiç normal değil.

Bir defa belediye ne zamandan beri kişisel güvenlikten sorumlu bir kurum oldu?

Belediye neden başka yerlere ve başka kişilerin evlerinin etrafına bariyer koymuyor da bu evlerin etrafına koyuyor?

Üstelik bu evlerde yaşayanlar oldukça zengin insanlar.

Sıradan apartman dairelerinin fiyatının bile çok yüksek olduğu bir semtte villada oturuyorlar.

Eğer güvenlik sorunları varsa kendileri evlerin çevresine duvar ördürebilirler.

Sonra ülkede polis var, mahkeme var.

Eğer bir tehdit varsa, bunun için emniyete veya savcılığa başvururlar.

Böyle bariyerler koyacak kadar ciddi bir tehdit varsa muhtemelen güvenlik güçleri tarafından koruma sağlanır.

Ama belediyenin kendi kafasına göre koruma işine girmesi, neresinden bakılırsa bakılsın saçma sapan bir olay.

Biz belediyeye tıkır tıkır vergi ödeyelim.

Belediye, İ. Melih oy alamıyor diye bizim semtimize çivi çakmasın.

Ama gitsin kendi görevi olmayan bir şey için bizim vergilerimizi çarçur etsin.

Böyle saçmalık olmaz.

Saygılar Sunarım.

Mehmet Çanlı
19.11.2017.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Ankara'nın Kaldırımları.





 Ankara'da yaşayan hemen herkes bir yıldır İ. Melih'in belediye başkanı olduğu Ankara Büyükşehir Belediyesinin büyük bir hizmet hamlesiyle her yerde kaldırımları yenilediğini görmüştür.

Bu kaldırım inşaatı nihayet bizim sokağa kadar geldi. Kaldırımı döşeyen işçiler ve iş makineleri her sıradan Türk vatandaşı gibi benim de ilgimi çekti ve ne yaptıklarını daha yakından görmek için yanlarına gidip biraz seyrettim.
İ. Melih'i hiç sevmedim ve hala sevmem ama bu kaldırım olayında hakkını vermek lazım. Bir defa her yerde görme engelli vatandaşlarımız da düşünülerek onların yürüyebileceği sarı tırtıklı taşlar döşenmiş.

Öte yandan döşenen diğer taşlar o kadar büyük ve kalın ki çok uzun bir süre
kırılmadan dayanacakları kesin gibi görünüyor. Ayrıca iki tonlu dama deseni de güzel bir görüntü oluşturuyor. Tek çekincem, taşların yüzeylerinin tırtıklı olmaması. Muhtemelen Ankara'nın kışında buz tutan kaldırımlarda, özellikle de yokuş yerlerde, birçok insan kayıp düşecek ve bir yerlerini incitecektir. Keşke bunu da düşünselerdi de taş yüzeyini ona göre yapsalardı.

Ama neyse.

Bu kadarı bile güzel.

Kaldırım inşaatı için her şeye rağmen olabildiğince iyi düşünülmüş ve iyi planlanmış bir proje diyebiliriz.

Ama memleketimizdeki her iyi düşünülmüş proje gibi bu projenin de uygulama aşaması tam bir rezalet.

Neden mi rezalet?

Anlatayım.


Öncelikle kaldırım döşeyen ekip yoldaki asfaltı doğru dürüst ölçmeden kesiyor ve kaldırım döşendikten sonra sağ taraftaki resimlerde de görüldüğü gibi asfaltın kenarı yarıklarla ve çukurlarla dolu bir şekilde bırakılıyor.

Evet bırakılıyor diyorum çünkü bu resimler bitmiş bir kaldırım inşaatından çekilmiş resimler.

Kaldırımı döşeyenler bu çukurları çimento veya asfaltla kapatmıyor. Belediye de bu çukurları tamir etmiyor. Bu çukurlar oldukça keskin kenarlara sahip olduğu için arabaların lastiğin yarılmasına ve kazalara sebep olabilir. Öte yandan çukurlar tam bir ayak (benim ayağıma göre ölçtüm) genişliğinde ve aceleyle yürüyen biri ayağı sıkıştırarak düşüp yaralanabilir.<


 Kaldırım inşaatı ile ilgili tek sorun bu değil. Kaldırım da itinasız ve düşüncesiz bir şekilde yarım yamalak döşeniyor. Mesela sağ taraftaki resimde görünen Türk Telekom Kablo hattının demir kapağı, görme engelliler için döşenen sarı çizgiyi kesecek şekilde bırakılmış. Ayrıca bu resimdeki demir çit boyunca bordür taşı döşenmesine rağmen çitin devrildiği bu bölgeye bordür konulmamış.





Yine sağdaki resimde görüldüğü gibi görme engelliler için döşenen sarı taşların tam ortasına bir demir kapat denk getirilmiş.
 Ama esas rezalet sağdaki demir kapakta görülüyor. Üzerine basan ağır bir kişiyi kaldıramayacak kadar zayıf olan bu demir kapak, tam görme engelliler için döşenen sarı çizginin ortasına hizalanmış. Sanki görme engelli vatandaşlarımız düşüp yaralansınlar diye tuzak kurmuşlar. Ayrıca bu kapağın bir tarafı yer seviyesinden dört parmak kadar yüksek. Bu sebeple sadece görme engelliler için değil aceleyle bir yere yetişmeye çalışan diğer insanların da ayağının takılıp düşebileceği şekilde ayarlanmış gibi.



Ben iki yıl kadar lojistik şube müdürlüğü yaptım. Dolayısıyla inşaat vb. ihalelerinin nasıl yapıldığını biraz biliyorum. Bütün ihalelerde yapılacak işin niteliğini belirten bir şartname vardır. Teklifler bu şartnameye göre verilir ve ihaleyi kazanan firma da işi bu şartnameye göre yapar. İhale tamamlanınca, yapılan inşaat bir heyet tarafından bu şartnameye göre kontrol edilir ve varsa eksikler tamamlanması için ilgili firmaya  bildirilir. Firma bu eksikleri tamamlamadan parasını alamaz.

Acaba belediyelerde bu iş farklı mı oluyor?

Farklı olmuyorsa neden böyle oluyor?

Denetleme ekibi mi gönderilmiyor, yoksa gönderilen ekip mi yapılan işi doğru dürüst denetlemiyor?

Ve en önemli soru da şu:

Bu işi yapan firma bu kadar kalitesiz ve özensiz bir iş yaptığı halde nasıl parasını alabiliyor?


Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı

15.11.2017.


21 Ekim 2014 Salı

Ankara'da yaşayan insanların son günlerde en sık yaşadıkları sorunlar.


Ankara'da yaşayan insanların son günlerde en sık yaşadıkları sorunlar. IŞİD, Suriye, Türkiye, Ankara, Dilenci, Güvenlik, Çocuk, Kadın vb. sorunlar.


Son günlerde Ankara'da sokakta dolaşmaya çekiniyorum. Yanlış anlamayın, kimseden korktuğum filan yok. Sıkıntım sokaklarda giderek artan ve içimi burkan dilencilik olayları. 
Daha dün Kızılay'a gittim. Dolmuştan inip Güven Park'a girer girmez beni kucağında daha bir yaşını bile doldurmamış bir çocukla bir kadın dilenci karşıladı. Çocuğu ile arapça ko-nuşmasından Suriyeli olduğunu düşündüm. Çıplak ayaklarıyla beton zemine, yere oturmuş bu genç kadın içimi burktu. Hava oldukça soğuk olduğundan kadının yanakları ve çıplak ayakları kıpkırmızı olmuştu.

Metro alt geçidinden geçip karşıya çıktığımda eski PTT binası önünde ağzı maskeli halde ve bir kadının kucağında yerde upuzun yatan 18-19 yaşlarında bir genç gördüm. Ankara'ya ameliyat için gelmiş ve yardım toplamak için anası ile birlikte dileniyor. Ama hani biz sosyal devlet olmuştuk. Sağlık hizmetleri bedavaydı. Çağ filan atlamıştık.

Işıklardan karşıya Garanti Bankası'nın bulunduğu tarafa geçtim ve Kolej (Cebeci) istikametinde yürümeye başladım. Bankadan 20-25 metre ilerde yerde bir mukavva üzerine kucaklarında 1-2 yaşlarında yarı çıplak bir çocuk bulunan maksimum 30 yaşlarında bir adam ve kadın gördüm. Önlerinde bir karton üzerinde ''Suriye'liyiz, açız, yardım edin.'' yazıyordu. Adamın üzerinde tişört ve yırtık bir ayakkabı, kadının üzerinde de ince basmadan bir entari vardı. Bir yandan dilenirlerken bir yandan da çocuklarıyla birlikte soğuktan titriyorlardı. 

Biraz ileri gidince ayağında yırtık bir terlik ve üzerinde eski bir tişörtle soğuktan mosmor kesilmiş en fazla 20 yaşlarında bir delikanlıyı oturup dilenirken gördüm. Onun da önünde Suriyeli olduğuna dair benzer şeyler yazan bir kağıt vardı. 50-60 metre ileride de bir başka Suriyeli.

İnsanın bu insanları görüp içi parçalanıyor. Beni ise bu iç parçalanmasına ilaveten üzen başka şeyler de var. 1991-1992 yıllarında Almanya'ya gitmiştim. Orada Afrika'daki iç savaşlardan gelmiş birçok mülteci gördüm. Almanca veya Türkçe bilmediklerinden iletişim sorunları vardı. Ama hemen hepsi İngilizce bildiğinden ne zaman Türk derneği ve camisine gelseler beni bulup dertlerini anlatıyorlar ve yardım istiyorlardı.

Bu sığınmacıların hepsi Alman devletinin kendilerine tahsis ettiği bir bölgedeki apartmanlarda kalıyorlardı. Bu bölgeden şehre çıkarken kapıdaki Alman görevliden izin alıyorlar ve çıkış defterine çıkış saatlerini kayıt ettiriyorlardı. Alman devleti bunların barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşılıyor, kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için cüzi miktarda bir paraya karşılık gelen fişler veriyordu. Bu sığınmacılar bu fişlerle alışveriş merkezleri ve dükkanlardan alışveriş yapıyorlardı. 

Akşam olunca da kaldıkları yerlere dönmek zorundaydılar. Orada ne başıboş gezen bir sığınmacı, ne de dilenen birini görmedim.

Bizim hükumetimiz neden bu insanları Türkiye'nin her yerine serebestçe gidecek şekilde kontrolsüz ve sahipsiz bırakıyor? Bunların yaptığı dilencilik  bizi etkileyen olumsuz sonuçlardan sadece bir tanesi. Bu insanlar; cinayet, fuhuş, uyuşturucu da dahil her türlü suça da açık bir şekilde yaşıyorlar. Görevliler uyuyor mu? Hükümet neden tedbir almıyor?

Genelde dilencilik, özelde Suriye'den gelenlerin dilenciliği her geçen gün giderek artıyor. Vatandaş aç ve çaresiz olmasa neden dilensin. Suriye'den gelenler belirli bir yaşam şartlarına sahip olsalar neden dilensin. Demek ki ülkemizin durumu giderek kötüye gidiyor. Açlık ve sefalet yayılıyor.

Öyle; bölgesel güç olduk, dünya devleti olduk hikayeleriyle büyük devlet olunmuyor. Büyük devlet olduysak bunun gereğini hükümet ve görevliler yapmak zorunda. Yoksa bu sorun önümüzdeki günlerde onulmaz yaralar açabilecek başka sorunlar yaratabilir. Benden söylemesi....

Saygılar sunarım. 21.10.2014.