.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Uluslararası İlişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası İlişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2025 Pazartesi

HAMAS mı İsrail mi, Zaferi Kim Kazandı? (20.01.2025)

 Gazze savaşını başlatan saldırıyı düzenleyen Kassam Tugayları lideri Ebu Ubeyde bu gün bir konuşma yapmış.

Biraz dinledim konuşmasını.

Ateşkese bağlıyız diyor.

Dostlarımızla asla savaşmayacağız diyor.

Rehineler karşılığında çok sayıda Filistinli tutsağı kurtardıklarını söylüyor.

Siyonist saldırılara karşı savaşmaya her zaman hazır olmalıyız diyor.

Lafı dolandırıp duruyor.

Ama zafer kazandıklarını ima etmeyi ihmal etmiyor.

Hangi zaferi kazandıklarını anlayamadım.

Tek başarıları, hayatta kalmak.

Ne yalan söyleyeyim, İsrail'in gücü ile karşılaştırılınca azımsanacak bir başarı değil bu.

Ama mutlak bir zafer filan da kazanamadılar.

1000 küsur kişiyi kurtardılar ama 40-50 bin kişi öldü çatışmalarda. 

Bunların tamamına yakını da sivildi.

Önemli bir miktarı da çocuk ve bebekti.

1000 mahkumu kurtarmak için 40-50 bin ölü verdiler.

Yaralıları saymıyorum bile.

Bence yine de ateşkes yapmak bir başarı sayılır.

Daha doğrusu ateşkes için İsrail'i masaya oturmak zorunda bırakmak başarı.

İsrail'in o kadar güçlü olmadığı da dünyaya gösterildi.

Tüm gücü ile saldıran İsrail, başlangıçtaki hedeflerinin hiçbirine ulaşamadı.

HAMAS'ı yok edeceğiz dediler, edemediler.

GAZZE'yi Yahudi yerleşimine açacağız dediler, anlaşılan bu da olmayacak.

Tünelleri yok edeceğiz dediler, aksine tüneller daha da arttı.

Üstelik milyarlarca dolar masraf ettiler.

Yetmedi, çok sayıda tank, zırhlı araç, diğer araçlar, silah ve malzeme kaybettiler.

Muhtemelen çok sayıda asker de kaybettiler.

Yani İsrail de bir zafer kazanamadı.

Peki bu kadar insan boşuna mı öldü?

Elbette hayır.

Bu katliam tüm dünyada yankı uyandırdı.

Hitler tarafından soykırıma uğramış mazlum yahudi imajı yıkıldı dünya kamuoyunda.

Onun yerine zalim ve soykırımcı İsrail imajı yerleşti.

Bununla da kalmadı.

Uluslararası mahkemelerde yargılandı İsrail.

Soykırım uygulamakla suçlandı.

Hatta mahkum oldu.

İsrail hükümet görevlilerinin bir kısmı için de tutuklama kararı çıkarıldı.

Bu az bir şey değil.

Ama yine de, toplam kar ve zarar hesabı yapılınca, kim ne kazandı emin değilim.

15 Ocak 2025 Çarşamba

HAMAS ve İsrail ateşkes imzalamış. Peki kim kazandı? (15.01.2025)

 HAMAS'ın başlattığı ve İsrail'in savunma zafiyetlerini ortaya çıkaran saldırıdan sonra İsrail Gazze Şeridi'ne büyük bir saldırı başlatmıştı.

Amaç HAMAS'ı cezalandırmak değil yok etmek olarak açıklanmıştı.

İsrail halkının çoğunun böyle bir amacı yoktu.

Onlar sadece kaçırılan yakınlarının kurtarılmasını istiyorlardı.

Gerekirse İsrail hapishanelerindeki HAMAS'lıların salıverilmesini istiyorlardı.

Ama aşırı sağcı partilerin kurduğu ırkçı hükümet halkın isteklerine kulak tıkadı.

Büyük bir askeri operasyon başlattı.

Bunda başbakanın yaptığı yolsuzluklar sebebiyle yargılanmak üzere olduğu ve bunu geciktirmek veya unutturmak istediği söylendi.

Fakat başbakan daha büyük sorunlarla karşılaştı.

Çatışmalar Gazze ile sınırlı kalmadı.

Bombardımanlar sebebiyle on binlerce sivil ölünce uluslar arası tepkiler ortaya çıktı.

Hitleri'in katlettiği masum Yahudi imajı neredeyse her yerde yok oldu.

Irkçılığı ve soy kırımı Hitler'den öğrenmiş ve onu bile geçmiş zalim, katliamcı siyonist rejim imajı yerleşti.

Üstelik çatışmalar Gazze ile ssınırlı kalmayarak yeni sorunlar da yaşandı.

Yemen birçok füze atarak İsrail'in gizemli demir kubbesinin yumuşak demir olduğu ve delinebileceğini gösterdi.

Hizbullah ile de çatışmaya girildi.

Çok sayıda Hizbullah lideri başarılı bir operasyonla etkisiz hale getirildi.

Lübnan'ın Hizbullah bölgesi bombalanarak yüzlerce sivil öldürüldü.

İsrail bu sefer Fransa ve İtalya gibi batılı devletin tepkisini çekti.

Öldürülen binlerce bebek ve çocuk sebebiyle bebek katili damgası yedi.

Uluslar arası mahkemelerde İsrail yargılandı.

Soykırımı yapmakla suçlandı ve hatta bu yönde kararlar çıktı.

Netenyahu ve bazı İsrailli yöneticiler için tutuklama kararları çıktı.

Bu arada İran ile de savaş yaşandı.

İsrail'in savunma sistemi yine açık verdi.

Birçok kayıp da yaşandı.

Öte yandan çatışmalarda çok sayıda İsrail askeri öldü veya yaralandı.

Tank ve zırhlı araçları vuruldu.

İsrail bunu açıklamadığından sayıları bilmiyoruz ama az olmadığı kesin.

Sonuçta İsrail, Gazze'yı yakıp yıkmasına rağmen HAMAS'ı yok edemedi.

Bırakın yok etmeyi, zayıflatamadı bile.

Rehineleri de kurtaramadı.

Tek başarısı, bir rehine kurtarma operasyonunda kendi vatandaşı olan rehinelerin ölmesi oldu.

Neyse ki cesetlerini kurtardılar.

Olayın diğer tarafına bakarsak HAMAS da pek bir başarı sağlayamadı.

Aksine, İsrail'in saldırısına fırsat yaratarak 40 binden fazla Filistinlinin ölümüne sebep oldu.

Ama başarılı olduğu alanlar da var.

İsrail'in yarattığı uydurma mazlum Yahudi imajının çökmesine sebep oldu.

Yok olmayıp, hayatta kalmayı başardı.

Bununla da kalmadı.

Tüm zayıflıklarına rağmen bu güne kadar savaşmaya devam edebildi.

İsrail'in büyütüldüğü kadar güçlü bir devlet olmadığını gösterdi.

Bunu daha çok kazdığı tüneller sayesinde başardı.

Tünellerin sadece savunma için değil taarruz için de ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Sonuç olarak bir ateşkesi de kabul ettirdi İsrail'e.

1000 taraftarının hapishaneden salınmasını da garanti altına aldı.

Karşılık olarak 30 ila 300 arasında rakamlarla ifade edilen Yahudi rehineyi serbest bıraktı.

Böylece, HAMAS-İsrail savaşındaki rutin tekrarlanmış oldu.

1948'den beri devam eden çatışmalardan yine kesin bir sonuç çıkmadı.

Bu çatışma bundan sonra da devam edecektir.

İnşallah bir bölgesel savaşa sebep olmaz.

23 Aralık 2024 Pazartesi

Bu Amerika'ya tuhaf bir şeyler oluyor.

 Son günlerde Amerikalılara bir şeyler oluyor.

Hem de çok tuhaf şeyler.

Dünyanın en güçlü ülkesi Amerika.

Ordusu da dünyanın en güçlü ordusu.

Teknolojisi ve özellikle de askeri teknolojisi diğer ülkelerden açık ara önde.

Ama buna rağmen askeri alanda olmayacak rezaletler yaşıyor.

Önce Suriye'nin kuseyinde bir SİHA'sının kendisinin verdiği silahlarla yanlışlıkla PKK/PYD tarafından düşürüldüğünü öğrendik.

Şaşırdık elbette.

"Böyle bir şey nasıl olur? Bunda bir bit yeniği olmalı." diye düşündük.

Ama bu gün çok daha saçma sapan bir şey yaşandığını öğrendik.

ABD, Yemen bölgesinde yanlışlıkla kendi savaş uçağını düşürmüş.

Yok daha neler.

Durum bu kadar vahimse ABD askerlerini terhis etsin.

Yakında kendi füzeleriyle kendi ülkelerini de vurur bunlar.

Allah korusun, nükleer başlıklı bir füze ateşlenirse, büyük felaket yaşanır.

ABD ordusunda bir eğitim veya disiplin zafiyeti varsa haber versin.

Biz müttefikiz nasıl olsa.

Yardım ederiz.

Somali dahil birçok ülkenin ordularının eğitimine yardımcı oluyoruz.

Müttefikimize mi yardımcı olmayacağız.

Yeter ki istesinler.

Onlara da bir askeri heyet göndeririz.

Hayret! Colani ile Esat'ın en yakın adamı akrabaymış.

 Burası Ortadoğu.

Hiçbir şey beni şaşırtmaz diyorum hep.

Ama yine de her gün öğrendiğim bir şeyler beni şaşırtıyor.

Meğer Colani diye bildiğimiz HTŞ liderinin soyadı Şara imiş.

Bu isim bana çok tanıdık geldiğinden internette biraz araştırdım.

Sonra aklıma geldi.

Ben Suriye sınırında görev yaparken Suriye'nin (yani Baas rejiminin) en üst seviyedeki adamlarından biri Faruk eş Şara idi.

Baba Esat zamanında devletin tepesinde kendine yer bulan Şara, oğul Esat geldiğinde babasının tüm kadrosunu temizlemesine rağmen yerini korumuştu.

Hatta Cumhurbaşkanı yardımcılığına terfi etmişti.

Bu adam hala Suriye'deymiş.

Bu gün yeni rejimi desteklediğine dair bir açıklama yapmış.

Ama beni asıl şaşırtan bu değil.

İnternette yazıldığına göre Colani'nin Faruk eş Şara'nın kuzenlerinden birinin oğlu olduğunu öğrenmem oldu.

Küçük Şara en uç İslamcı örgütlerde lider kadrolarında yer alırken büyük Şara zalim Esat'ların baş yardımcısıymış.

"Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" mu desem "Kimin eli kimin cebinde?" mi desem bilemedim.

Hadi hayırlısı.

Takibe devam.

Şaşırmaya devam.

Fransa gelecekte orta düzey bir devlet olacak.

 Bakmayın bize Avrupa'nın aydınlanma, rönesans veya endüstri devrimi sayesinde güçlendiğini söylediklerine.

Elbette bunların da etkisi vardır ama Avrupa'yı güçlendiren coğrafi keşiflerdir.

Coğrafi keşifler derken bu alanda yaptıkları bilimsel ilerlemeden bahsetmiyorum.

Coğrafi keşiflerle Avrupa, dünyanın çoğunu köleleştirmiş ve sömürge haline getirmiştir.

Her türlü acımasızlığı ve şiddeti uygulayarak dünyayı sömürmüş ve sömürülen ülkelerin topraklarındaki değerli her şeyi Avrupaya getirmişlerdir.

Böylece iyice zenginleşmişler ve zenginleştikçe de dünyayı daha ağır şekilde sömürgeleştirmeye devam etmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu durum zirveye çıkmıştır.

Dünyanın %70'inden fazlası Avrupalıların eline geçmiştir.

Ancak savaş Avrupalıları da çok yıpratmış ve zafiyet göstermeye başlamışlardır.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da sömürge ülkelerin neredeyse tamamı bağımsızlıklarını kazanmıştır.

Ama bu tam bağımsızlık değildir.

Daha akıllı olan İngilizler, İngiliz Milletler Topluluğu'nu kurarak sömürgelerinde gönüllü ve dolaylı hakimiyetlerini devam ettirmişlerdir.

Fransızlar ise aynı esnekliği ve zeka belirtisini gösterememiştir.

Neredeyse tüm sömürgelerinden sert bir bağımsızlık savaşı sonucunda zorla çıkarılmışlardır.

Ama yine de birçok Afrika ülkelerini işbirliği anlaşmaları adı altında sömürmeye devam etmişlerdir.

Bu durum son yıllarda hızla değişmektedir.

Çünkü Çin ve Türkiye gibi ülkeler Afrika'ya girmiş ve yaptıkları anlaşmaları gören birçok Afrika ülkeleri hala Fransızlar tarafından soyulduklarını anlamışlardır.

Bu da birçok Afrika ülkesinde yeni bir uyanışa sebep olmuştur.

Bunun sonucunda 2021 yılından beri birçok Afrika ülkesinde Fransa aleyhtarı akımlar ortaya çıkmıştır.

Bu durum Fransa'nın Afrika'daki örtülü sömürü düzenine büyük zararlar vermiştir.

Nitekim 2021 yılından beri 4 Afrika ülkesi Fransa ile olan antlaşmalarını iptal etmiş ve kendi topraklarında bulunan Fransız askerlerini Fransa'ya geri göndermişlerdir.

Bunu yapan Afrika ülkelerinin sonuncusu Çad olmuştur.

Diğer Afrika ülkelerinin ardından Çad da Fransa ile olan anlaşmayı iptal etmiş ve Fransız askerleri Çad'dan çekilmeye başlamıştır.

Bunun elbette birçok sonucu olacaktır.

Bu sonuçların en önemlisi de Fransa'nın Afrika ülkelerini örtülü şekilde soyarak ülkesine kazandırdığı milyarlarca eurodan mahrum kalması olacaktır.

Bundan sonra Fransa, sadece kendi ürettiğiyle yetinecek, kendi kazandığı parayla geçinecektir.

Bu da Fransız ekonomisine ağır bir darbe vuracaktır.

Bu darbenin etkisi ile Fransa iç karışıklıklar yaşayacak siyasi istikrar zedelenecektir.

Bu durum Fransa kadar Avrupa Birliği'nin de güç kaybetmesine sebep olacakttır.

Hadi hayırlısı.


22 Aralık 2024 Pazar

İsrail, Suriye topraklarına neden girdi? Yeni bir Dürzi Devleti mi kurmaya çalışıyor?

 Suriye iç savaşı son safhasına girip rejim düşünce İsrail Suriye güneyinde Golan Tepelerine askeri birliklerini soktu. Golan Tepelerinin bir kısmı daha önceki Arap-İsrail muharebelerinde zaten işgal edilmiş ve tampon bölge adı altında işgal bu güne kadar devam ettirilmişti. Şimdi bu tampon bölge daha da genişletildi.

İsrail dünya kamuoyuna bu yeni işgali, Suriye'deki savaşın ve istikrarsızlığın İsrail'e karşı tehdit oluşturmaması için geçici olarak yaptığını söylüyor. ABD de bu işgalin geçici olduğuna dair açıklamalar yapıyor.

Bununla birlikte başta Türkiye olmak üzere bu işgalin kalıcı olabileceği şüphesiyle karşı çıkılıyor. Cumhurbaşkanlığı seviyesinde İsrail kamuoyu önünde işgali durdurması ve geri çekilmesi yönünde uyarılıyor.

Öte yandan televizyon ekranlarında kimi asker, kimi uluslararası ilişkiler konusunda çalışan akademisyen, kimi gazeteci ve hatta anketörler tarafından da değişik gerekçelerle eleştiriliyor ve yorumlanıyor. Bu yorumlarda dha çok İsrail'in işgalciliğine, saldırganlığına, fırsatçılığına filan vurgu yapılıyor. 

Bu yeni işgalleri de Ortadoğu'da en büyük sorun olan su kıtlığına karşı İsrail'in bölgedeki bazı akarsuların kaynağı olan Golan Tepelerinin ele geçirerek üstünlük sağlama girişimi; genellikle düz olan bölgede nadir yükseltilerden biri olan bu bölgenin ele geçirerek stratejik olarak üstünlük sağlamak gibi sebeplere dayandırıyorlar. 

Fakat işgal edilen bölgeye bakılınca bu bahsedilen konularla açıklanamayacak bir durum olduğu anlaşılıyor. Çünkü işgal edilen bölge Suriye derinliklerine ilerlemekten ziyade Suriye-Lübnan sınırına paralel olarak dar bir şerit şeklinde. 


Yeni işgal edilen bölgeye bakıldığında, bu bölgenin Suriye ile Lübnan arasına bir bıçak gibi girdiği görülüyor. Yorumculardan çoğu işgali İsrail ordusu Şam'a yaklaşıyor diye yorumluyor ama bu şekil hedefim Şam'dan başka bir yer veya şey olduğunu gösteriyor.

Lübnan etnik haritasına bakıldığında bu işgal daha anlamlı hale geliyor.


İki harita karşılaştırıldığında İsrail'in öncelikle Lübnan'daki kendi sınırına yakın olan Şii bölgesi ile Suriye arasına girdiği anlaşılıyor. Şii'ler İsrail için önemli. Çünkü kurulduğundan bu güne kadar İsrail ordusunu yenebilen tek güç Lübnan Şiilerinin silahlı örgütü olan Hizbullah.

2006 yılındaki çatışmalarda Hizbullah karşısında çok fazla tank, zırhlı araç ve asker kaybeden İsrail, ilk defa bir anlaşma yaparak işgal ettiği bütün toprakları terk etmek zorunda kalmıştı. Yani Lübnan'dan çekilmişti. Aynı şey yakın zaman önce de oldu. Geçtiğimiz günlerde Hizbullah ile çatışmaya giren İsrail başarılı casusluk ve sabotaj faaliyetleri sayesinde Hizbullah'ın lider kadrosunun çoğunu öldürdü. Hava bombardımanı ile Şii bölgesini harabeye çevirdi. Ama kara harekatı yapmaya kalkınca büyük zayiatlar verdi. Üstelik Hizbullah, kısa menzilli füze ve roketlerle ve dronlarla İsrail içlerine saldırılar düzenledi. Çok sayıda İsrailli öldü veya yaralandı. Neticede İsrail ateşkes imzalamak zorunda kaldı.

Bu sebeple Hizbullah ve Lübnan Şiileri İsrail için her zaman önemlidir. Bunlar şimdiye kadar silah, malzeme ve eğitim desteğini Suriye üzerinden İran'dan aldılar. Aynı zamanda Suriye Nusayrileri ve Şiilerinden de destek aldılar. Bu sebeple İsrail'in bu tuhaf şekilli ilerlemesinin birinci sebebi, Hizbullah ile Suriye'nin temasını kesmek olabilir. Ama dikkat çeken başka bir husus da var ki bu da olasılığı yüksek bir şey olarak görülüyor.  

Suriye'de rejim değişikliği İsrail'in işine yaramış gibi görünüyor. Daha doğrusu bazıları öyle olduğunu iddia ediyor. Çünkü bu durum, İrak'a olduğundan daha fazla güç kazandıran Şii Hilali'nin bir noktadan kırılması, tarihi Şii-Hizbullah eksenli İsrail karşıtı bir gücü parçalamış oluyor. Ama durum bence sanıldığı kadar basit değil.

Yeni Suriye rejimi Türkiye destekli ve Türkiye'ye yakın bir rejim olacak. İslami motifleri güçlü olsa da yeni rejim muhtemelen demokratik de olacak. Bu durumda Suriye-Avrupa (Özellikle de Fransa) ilişkilerini güçlendirecek. Batı ile ilişkileri köklü, NATO üyesi Türkiye'nin de desteği göz önüne alınırsa İsrail artık daha güçlü bir meydan okumayla karşı karşıya kalacak. 

Öte yandan, İran korkusu yüzünden zaman zaman İsrail ile iyi ilişkiler kuran Suudi Arabistan, BAE, Katar gibi devletler de İsrail'e karşı artık muhtemelen Suriye'yi destekleyecek. Bu durum gelecekte, İsrail'in artık istediği zaman bombalayacağı veya topraklarının bir kısmını işgal edebileceği Suriye'nin olmayacağını gösteriyor.
Türkiye'nin Azerbaycan, Irak kuzeyi (Barzani) ve Somali'de tecrube ettiği gibi Suriye'de de yeni rejimin kurumlarının teşkili ve eğitilmesinde etkili olacağı düşünüldüğünde, yeni Suriye artık İsrail ile mücadele edebilir bir devlet haline gelebilir. Bu kapsamda Türkiye, tarihi derinliği olan askeri kültürü ile Suriye ordusunun da savaşan bir ordu haline getirecek şekilde eğitebilir. Bu durum İsrail için çok büyük bir sıkıntı demektir.

Peki İsrail buna karşı ne tedbir alabilir?
Bence en basit tedbir, Suriye topraklarını bölmek ve kendisi ile arasında bir tampon bölge oluşturmak olabilir.
PKK/PYD bu maksatla İsrail ve ABD tarafından destekleniyor. Ama son gelişmeler, PYD'nin gücünü çok kırdı. Ayrıca PYD, kontrol ettiği bölgede demografik açıdan zayıf. PYD sempatizanlarından çok daha fazla ona karşı olan Kürt aşiretleri ve partileri ile Arap aşiretleri, Türkmen ve Arap nüfusu var. Yani PYD, kaygan bir zemin üzerinde dolaşıyor ve her an ayağı kayıp yok olabilir. Hele de Trump iktidara geldiğinde söylediği gibi Suriye'den çekilirse PYD'nin hiç şansı yok. YeniSuriye rejimi de PYD kontrolündeki bölgeyi topraklarına (savaşla veya barışla ama mutlaka) katacağını söylüyor.

Bir sorun da İsrail ile PYD/PKK arasında fiziki temas yok. Ama böyle bir başka etnik unsur var. Bunlar Dürziler. Dürziler Fatimi hanedanlığı zamanında El Hakim denilen bir hükümdarın tanrının kendi bedeninde şekil bulduğunu iddia etmesi ile İslam inancından ve Şiilikten önemli ölçüde kopuş gösteren bir inanç grubu.

El Hakim ölünce Mısır'da barınamayınca Suriye ve Lübnan'ın dağlık bölgelerine göç etmişler. Sürekli sapkın görülerek saldırıya uğradıklarından savaşçı bir kültür geliştirmişler. Osmanlı'ya birçok kez isyan eden ve Sonra da Fransızlarla savaşan Dürziler hala önemli bir nüfusa ve güce sahipler. Gerçi iki aile etrafında bölünmüşler ama bu çözülemeyecek bir sorun değil.

Dürzilerin en büyük grubu Suriye'de yaşıyor. Bunların çoğu da İsrail'in işgal ettiği Golan Tepeleri bölgesinde yaşıyor. Suriye'den sonra en çok Dürzi nüfus İsrail'de bulunuyor. Bunlar Golan Tepeleri güneyinde İsrail'in kontrol ettiği topraklarda yaşıyor. Şu anda İsrail'in ilerlediği bölgeye bakılırsa, ilginç bir şekilde bu işgal hattının Lübnan'daki Dürziler ile Suriye ve İsrail'deki Dürzileri birbirine bağladığı anlaşılıyor.
Bence İsrail, Dürzileri birbiri ile temasa geçirerek bir bütünlük sağlamaya ve bir Dürzi devleti kurdurmaya çalışıyor. Tam bağımsız olmasa bile kendi desteğinde bir Dürzi özerk bölgesi teşkil etmeye çalışıyor. Dürziler bölgede şimdiye kadar İsrail ile en az sorun yaşayan etnik grup. Üstelik yüzyıllar boyunca Müslüman ve Hristiyan komşuları ile sorun yaşadıklarından onlara çok yakın ve bağlı da değiller.
Bu sebeple Dürziler, İsrail tarafından kullanılmaya en uygun unsur. Bölgede bir Dürzi devlet kurdurabilirlerse, hem Şii Hilali'ni kalıcı olarak bloke etmiş olacaklar, hem de Yeni Suriye ve onu destekleyen Türkiye ile aralarına bir tampon devlet sokmuş olacaklar. Bu tampon devlet yıllarca Suriye'nin ve Lübnan'ın başına bela olacak ve bu iki devletin daima zayıf kalmasına sebep olacaktır. Tabii ki İsrail, bu yeni yapay devleti daima destekleyecektir.
Söylediğim size saçma veya inanılmaz mı geliyor?
Gelmesin.
Çünkü bu daha önce oldu.
Fransızlar 1. Dünya Savaşı sonrasında güçlü bir Suriye oluşmasın ve bölgeyi daha rahat idare etsin diye Suriye'de dört ayrı devlet kurmuştu. Federal hale getirilen Suriye'deki bu devletlerin biri de Dürzi Devleti idi. Yani daha önce bu oldu. Şimdi de olabilir. Muhtemelen İsrail de bunu olabilir kılmak istiyor. Yoksa neden Lübnan'daki Dürzilere doğru inca bir bıçak gibi girerek Dürzi bölgelerini birleştirmeye çalışsın?


21 Aralık 2024 Cumartesi

Rusya neden Esat'ın düşmemesi için müdahale etmedi?

 Bu konuda bir sürü komplo teorisi uyduruluyor.

Ama hepsi hikaye.

Aslında sebep gayet basit.

Rusya müdahale etmedi çünkü müdahale edebilecek gücü yoktur.

Rusya Ukrayna ile çok daha önemli bir savaşa tutuşmuş durumdadır.

Bu savaş Rusya'yı adeta tüketmiştir.

Rusya Suriye'deki uçaklarının ve askerlerinin çoğunu çekerek Ukrayna'da kullanmıştır.

Buna rağmen Rus askeri yetersiz kalmış olacak ki Kuzey Kore'den bile asker getirterek Ukrayna savaş alanına sürmüştür.

Rusya Suriye'de o kadar zayıftır ki sadece 7 uçağı kalmıştır.

Öte yandan Esat rejimi ordusu ve İraklı milisler de hiç direnememişlerdir.

Dağılan bir orduya yardım etmek Ruslara pek mantıklı gelmemiş olmalıdır.

Bu yüzden, o 7 uçağı bile kullanmamışlardır.

Bunun yerine Türkiye ile işbirliğine giderek muhaliflerle temas kurmuş ve üsler konusunda bazı vaatler almış olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Putin'e göre Esat'ın ordusu neden yenildi?

 Putin, yıllık basın açıklaması kapsamında Suriye iç savaşına da değindi.

Kendi değerlendirmesine göre Rusya'nın hedeflerine ulaştığını söyledi.

Esat rejiminin düşmesinden en kazançlı olan ülkenin İsrail olduğunu da söyledi.

Ama benim değinmek istediğim, Esat ordusunun neden bu kadar kolay yenildiği ile ilgili söyledikleri.

Putin'in dediğine göre Şam'a sadece 350 muhalif savaşçısı girmesine rağmen 30 bin kişilik Esat askeri şehri savunmak yerine kaçmayı tercih etmişti.

Bu durum, askerin moral motivasyonunun savaşlarda ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Biz Harp Okulu ve Harp Akademisi'nde okurken, taktik ve operatif sevitede meseleler çözerdik.

Bu meselelerde düşmanın ve kendi birliklerimizin olası hareket tarzlarını belirlerken iki tarafın gücünü mukayese ederdik.

Buna nisbi muharebe gücü hesabı denilirdi.

Düşmanın ve kendimizin nisbi muharebe gücünü hesap ederken ve bunları birbiri ile mukayese ederken iki faktör dikkate alınırdı.

Bunlardan birincisi, objektif faktörlerdi.

Yani, iki tarafın asker, silah, araç vb. somut unsurlarının sayısını dikkate alarak yapılan hesaplamaydı.

Aslında adı objektif olmakla birlikte bu hesapta bile sadece sayılar dikkate alınmazdı.

Her silahın, aracın ve gereç için bir etkinlik faktörleri çizelgesi vardı.

Düşman ve dost birliklerinin gücü tank, top, zırhlı araç vb. sayılarının bu etkinlik faktörleri ile çarpılıp sonuçların toplanması ile belirleniyordu.

Çünkü her silah aynı etkinlikte değildir.

Mesela 2. Dünya Savaşı'nda bir Alman Tiger tankı, muharebede Ruslar tarafından imha edilene kadar 30'dan fazla Rus T-34 tankını imha etmişti.

Bu sebeple bir Rus tankının etkinlik değeri bir kabul edilip toplam Rus tankı ile çarpılarak Rus ordusunun tank kuvvetini hesaplamak gerekir.

Ama alman tank sayısı 30 ile çarpılarak çıkan sonuç gerçek tank gücü olarak kabul edilir.

Çıkan sonuçlar birbiri ile mukayese edilir ve tarafların taarruz mu etmesi gerektiğine, savunma mı yapması gerektiğine ya da geri harekat mı icra etmesi gerektiğine karar verilir.

Fakat bu kararı verecek olan komutan, subjektif faktörleri de dikkate alarak bu kararı vermelidir.

Subjektif faktörler, somut olarak ölçülemeyen ama savaşın sonucu üzerinde belirleyici etkiler yaratan faktörlerdir.

Bunlar savaşan tarafların kültürü, savaşma azim ve iradesi, eğitim seviyesi, disiplini, moral ve motivasyonu gibi hususlardır.

Bunlar genellikle dikkate alınmazlar veya yeterince iyi değerlendirilmezler.

Bu yüzden Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi zayıf Türk ordusunu sadece sayı ve silahlarına göre değerlendiren İngiliz, Fransız ve Yunanlılar acı bir şekilde yenilerek yaptıkları hatayı yaşayarak anlarlar.

Türk ordusu savaşarak ülkesini kurtarırken Hindistan'ın pasif direnişi seçmesi, toplumların kültürlerinin savaşma şekilleri üzerinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.

Savaş, insanların yaptığı bir şeydir, silahların değil.

Silahlar kendi kendilerine savaşamazlar.

Dolayısıyla savaşları kazanan silahlar değil ordular, yani insanlardır.

Bunun dünyada birçok örneği yaşanmıştır.

Örneğin, Viyetnam'da hafif silahlı Vietkong'lar, önce her türlü top, araç, silah, uçak ve helikoptere sahip Fransa ordusunu, daha sonra da Amerikan ordusunu yenmişlerdir.

Aynı durum, yakın zaman içinde Afganistan'da da gerçekleşmiştir.

Piyade tüfekleri, makineli tüfekler ve en basit tanksavar silahları olan, lojistik imkanları çok sınırlı olan baldırı çıplak Taliban militanları, dünyanın en üst seviyedeki teknolojiyi kullanan Amerikan ordusunu yenmiş ve ülkeyi terk etmek zorunda bırakmıştır.

Suriye'de Esat'ın ordusunun yaşadığı da bundan ibarettir.

Sayısal olarak ve silah gücü olarak çok üstün olmasına rağmen ordu dağılmıştır.

Çünkü ordu savaşmamıştır.

Bunun sebebi de sübjektif faktörler açısından çok zayıf olmasıdır.

Esat ordusunun rejimin ilelebet devam edeceğine inancı kalmamıştır.

Moral ve motivasyonu tükenmiştir.

Uzun süredir devam eden iç savaşta rejimin dayandığı toplum kesimlerinde hemen hemen her evden bir asker ölmüş ve bunun devam edeceği korkusu yaşanmıştır.

Dolayısıyla önce ordunun içinde çıkan toplumun inancı kırılmış, rejime desteği azalmış ve bu durum orduya da yansımıştır.

Bunda ekonomik koşulların ağırlığı, uzun süre cephede kalmanın yarattığı bıkkınlık vb. hususlar da etkili olmuştur.

Böylece ordu savaş gücünü kaybetmiş ve savaşmadan dağılmıştır.

Bu durum, orduların zafer kazanmak için silah gücü kadar kültürel güç ve iman gücüne (bunu sadece dini iman açısından söylemiyorum, davaya inanmak vb. hususları da kastediyorum) de ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.

17 Aralık 2024 Salı

Türkiye'deki sığınmacılar, Suriye'nin geleceğini belirleyecek.

Sayısı kesin olarak bilinmeyen milyonlarca Suriyeli sığınmacı 2011'den beri Türkiye'de yaşıyor.

Bu insanlar daha önce hiç görmedikleri bir ortamda yaşayıp kısmen de olsa bunu içselleştirdiler.

Burada doğan çocuklar lise çağına geldi veya gelmek üzere.

Küçük yaşta gelen çocuklar ise artık genç bireyler oldu.

Bunlar burada okudu.

Burada büyüdü.

Yetersiz olsa da demokrasi hakkında bir fikirleri oldu.

Türkçe öğrendiler.

Türk kültürüne ve yaşam biçimine alıştılar.

Bir cumhurbaşkanının bazen tutuklanma tehlikesi olsa da eleştirilebileceğini gördüler.

Çok partili seçimlere şahitlik ettiler.

Demokratik devlet düzenine alıştılar.

Şimdi bazıları Suriye'de yeni bir iç savaş çıkacağı veya yeni bir otoriter sistem kurulacağı endişesini dile getiriyorlar ama bence bu olmayabilir.

Bunun en büyük garantisi de ülkesinde dönecek olan milyonlarca Suriyeli.

Bu insanlar, artık otoriter bir rejime razı olmaz.

Bize birçok sorun yaratan, ekonomimizin bozulmasında dahi etkisi olduğu söylenen sığınmacılar, uzun vadede hem Suriye'ye hem de bize büyük yararlar sağlayacak gibi görünüyor.

Hadi hayırlısı.

Beşar Esat, Suriye'den nasıl kaçtı?

 Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Beşar Esat, nihayet bir açıklama yapmış.

Söylediğine göre ayın 8'ine kadar Şam'daymış.

Kaçışı önceden planlı değilmiş.

Dahası kaçmayı düşünmüyormuş.

Ayın 8'inde bir uçakla Lazkiye'deki Rus üssüne gitmiş.

İma ettiğine göre Rusya'nın desteği ile burada direnişe devam etmeyi planlıyormuş.

Belki de bölgede bulunan ve bir kısmı akrabası olan Nusayri'lere dayanarak en azından denize kıyısı olan bölgeyi kontrol edebileceğini umuyordu.

Ama ordusunun tamamen dağıldığı haberi alınınca, Ruslar kendisini tahliye edeceklerini bildirmişler.

Böylece Rusya'ya gitmiş.

Söylediklerinin bazıları bilinenlerle uyuşuyor.

Bir uçağın Şam'dan kalkıp Lazkiye'ye gelmeden önce radardan kaybolduğu zaten basına yansımıştı.

Muhtemelen bu uçak Esat'ı taşıyordu.

Lazkiye'de Rusların kontrolünde bir hava alanı var.

Bu uçak oraya inmiş anlaşılan.

Nasıl olursa olsun dünün mağrur diktatörü, bu gün ülkesinden kaçmış bir sığınmacı durumunda.

Dedikleri kadar para kaçırmadıysa yakında diş hekimliğine de başlar.

İnsanları sinek gibi gören bu diktatör, insanların votkaya bulanmış ağız kokusunu çekerek yaşamını sürdürür artık.

Tüm diktatörlere ibret olsun.

16 Aralık 2024 Pazartesi

Ülkesine dönen Suriyeli sayısı.

 Şu anda tüm televizyon kanalları sınır kapılarından ülkelerine dönen Suriyelileri göstermekte bunlarla röportajlar yapmaktadır.

Hal böyle olunca tüm Suriyelilerin geri dönüp dönmeyeceği konuşulmaktadır.

Bazıları çok azının döndüğünü söylerken bazıları da tamamının döneceğinden bahsetmektedir.

Hatta, tamamı dönerse Türkiye'de ara eleman sıkıntısı çekileceğini ileri sürerek geri dönenlere üzülmüş görünmektedir.

İşin gerçeği şu ki çok sayıda insan geri dönmek için sınır kapılarına üşüşmüş durumdadır.

Bu dönüş, Suriye'den kaçış gibi kitlesel ve düzensiz olmasa da dönenlerin miktarı artmıştır.

Şu anda kış mevsimindeyiz ve Suriye'de durum henüz tam olarak netleşmemiştir.

Kış geçince dönenler artacaktır.

Eğer istikrarlı bir yönetim kurulursa dönenlerin miktarı daha da artacaktır.

Ama Suriyelilerin tamamı ülkelerine dönmeyeceklerdir.

Bunu nereden biliyoruz?

Bu bizim ilk mülteci akınına uğramamız değildir.

Saddam'dan ve attığı gaz mermilerinden korkup Irak'tan Türkiye'ye kitlesel göç yaşanmıştı.

Aynı şey, aynı yoğunlukta olmasa da Bosna ve Kosova savaşlarında da yaşanmıştı.

Bu insanlar, savaş ve tehdit ortadan kalkınca büyük oranda ülkelerine dönmüşlerdi.

Ama hepsi dönmemişti.

Evlilik yoluyla Türkiye'de kalanlar bu dönmeyenlerin bir kısmını oluşturuyordu.

Burada bir iş bulan veya kuranlar da geri dönmediler.

Geldikleri ülkede durumları iyi olmayanların ve ülkemizde daha iyi yaşam koşulları bulanların da bir kısmı dönmemişti.

Vatandaşlık veya oturma izni alan bazı insanlar da geri dönmediler.

Ama bu saydıklarımın miktarı çok fazla değildi.

Suriyeliler verdiğim örneklerdeki sığınmacılara göre ülkemizde çok daha uzun bir süre kaldılar.

Bu sebeple geride kalan daha çok olur.

Ama yine de sığınmacıların büyük bir bölümü ülkelerine döner.

Bir garip ülke: Afganistan.

 Afganistan uzun süredir dünya ve Türkiye gündeminde yer alan bir ülkedir.

Ülke, tarihin en eski dönemlerinden beri Hindistan yarımadası ile Asya arasında geçiş yeri özelliğinden dolayı birçok kez işgal edilmiştir.

Bu işgaller çoğu zaman başarılı olamamış, işgalde başarılı olan ordular da uzun süre burada tutunamamıştır.

Bunun tek istisnası Türk fetihleridir.

Türkler Afganistan'ı ele geçirmekle kalmamış, Afganistan merkezli devletler de kurmuşlardır.

Hatta bu devletler İran ve Hindistan'a da yayılarak büyük imparatorluklara dönüşmüştür.

Türkler hariç bu başarıyı gösteren yoktur.

Nitekin, Afganistan'da bu gün hala çok sayıda Türk'ün yaşaması da bunun bir göstergesidir.

Afganistan'da yakın zaman önce boyunun ölçüsünü alan ilk emperyalist devlet Sovyetler Birliği olmuştur.

Üzerinde güneş batmayan ülke olarak tanımlanan İngiliz imparatorluğunun bile Afganistan'da tutunamadığını dikkate almayan Sovyetler Birliği ülkeyi işgal etmiş ancak uzun süreli direniş sonucunda çok fazla kayıp vererek ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Bu durumun, Sovyetler Birliği'nin yıklımasına sebep olan temel unsurlardan biri olduğu öne sürülmektedir.

Sovyet tecrubesine rağmen şansını denemeye kalkan başka emperyalist devletler de olmuş ve gelecekte de olacaktır.

Bunların en sonuncusu ABD ve onun yakın müttefiki İngiltere olmuştur.

Bu ülkeler Taliban'ı iktidardan atmak, El Kaide'yi yok etmek ve Afganistan'ı demokratik bir ülke haline getirmek gibi iddialarla Afganistan'ı şgal etmişlerdir.

Taliban'ı da iktidardan uzaklaştırmışlardır.

Ancak, işin o kadar kolay olmadığını fark ettiklerinden, NATO şemsiyesi altında bir güç teşkil ederek Afganistan'a çok sayıda ülkeden asker gönderilmesini sağlamışlardır.

Buna rağmen sonuç değişmemiştir.

Zor bir coğrafya ve bu coğrafyayı iyi kullanan savaşçı bir toplumu sindirmek mümkün olmamıştır.

Sonuçta ABD, kaçar gibi ülkeyi boşaltmış ve daha son askerlerini çekemeden kurdukları rejim ve sistem çökmüştür.

Taliban kısa süre içinde ülkeye tekrar hakim olmuştur.

Ancak bu süreçte Taliban da Afganistan da değişim geçirmiştir.

Bu akşam GZT kanalında Afganistan ile ilgili bir belgesel seyrettim.

Bu belgeseldeki görüntülerde Afganistan'da Taliban rejiminin ilk iktidar dönemine göre daha yumuşamış olduğu anlaşılmaktadır.

İyi kötü bir sistem kurulmuş, okullar açılmış, yerel yönetimler çalışmaktadır.

Yalnız, hala ülke savaş psikolojisinden kurtulamamıştır.

Çünkü El Kaide'ye muhalif başka İslamcı örgütler ülkede hala etkindir.

Bu yüzden hala her yerde silahlı Taliban askerleri dolaşmaktadır.

Bu askerleri görünce şaşırtıcı bir şey fark ettim.

Çok azı Rus yapımı AK-47 veya AK-74 taşıyordu.

Çoğunda Amerikan yapımı M1 A1; M1 A2 veya M4 silahı vardı.

Hele Taliban özel kuvvet timi diye tanıtılan askerler tamamen ABD'li veya en azından Batılı bir görünümdeydi.

Öncelikle hepsi M-4 piyade tüfeği taşıyordu.

Elbiseleri bizim eski kamuflaj elbisenin aynısıydı.

Başlarında kompozit başlı, üzerinde de gözlük tipi Amerikan gece görüşler vardı.

Askerlerin tüfek tutuşları bile bizim özel kuvvet timlerine benziyordu.

Yüzlerini tanınmayacak şekilde kapatan başlıklarda bizimkilerin aynısıydı.

Bu ilginç bir durum.

Kimse Afganistan'ı uzun süreli işgal edemiyor ama bir değişim de yaratıyor demek ki.

En azından askeri açıdan bu böyle.

Sovyet işgali geriye Rus silah ve teçhizatı (tank, tüfek, helikopter, araç vb.) ile donatılmış bir ordu, Amerikan işgali ve NATO görevi de ABD ve diğer NATO ülkeleri silah ve teçhizatı ile donanmış, onlar gibi giyinen, onlar gibi davranan bir ordu bırakmıştır.

15 Aralık 2024 Pazar

Suriye'de rejim değişikliğinden en büyük kazancı sağlayan kim, en büyük kayba uğrayan kim?

 Şüphesiz şekilsiz en büyük kazancı Suriye halkı sağlamıştır.

Bizzat şahit olduğum Ortadoğu'nun en zalim rejimi çökmüş ve halk zincirlerini kırmıştır.

İkinci sırada kazanç sağlayan muhtemel Ortadoğu'daki devletlerin vatandaşları olacaktır.

Eğer Suriye, yeni bir iç savaş yaşamadan demokratik bir rejime geçer ve bu rejim oturursa, Ortadoğu'da demokratik bir sistemin kurulacağı ortaya çıkacaktır.

Bu da diğer ülkelerde demokrasi isteyenleri cesaretlendirecektir.

Hal böyle olunca, bu sonuçtan en büyük zararı Ortadoğu ve hatta Kuzey Afrika'nın kralları ve dikta rejimleri görecektir.

Bölge dışındaki devletlere bakınca, görünüşte en büyük kazancı Türkiye görmüş gibi görünmektedir.

Suriye iç savaşından beri Suriye muhalefetini kesintisiz destekleyen tek ülke Türkiye olmuştur.

Herhalde bunun sonuçları olacaktır.

Nitekim bunun işaretleri şimdiden görülmektedir.

Türkiye hariç hiçbir ülkenin dış işleri bakanı ve istihbarat teşkilatı başkanı Şam'a gidememiştir.

Türkiye, büyükelçiliğini ilk açan ülke de olmuştur.

Öte yandan, yakın zamana kadar Suriye'nin bir bölgesinde egemenlik iddiasında bulunan düşman PYD/PKK'nın da hesapları bozulmuştur.

Amerika ve Rusya sayesinde Fırat batısında tutunan OYD/PKK, tamamen nehrin doğusuna çekilmiştir.

SDG'deki Araplar ayrılmaya başlamış ve SGD parçalanmak üzeredir.

Trump iktidara gelince, söylediği gibi askerlerini çekerse, SDG ve OYD'nin vardılığı sürdürmesi imkansız hale gelecektir.

İkinci kazanan ülke İsrail'dir.

İsrail kurulduğu günden beri sadece Hizbullah'a yenilmiştir.

Yani Hizbullah, İsrail'in bölgedeki başının belasıdır.

Hizbullah bu başarısını, İran desteğine borçludur.

İran ise bu desteği Suriye üzerinden yapmaktaydı.

Şimdi rejim değişince, İran bu imkanını kaybetmiştir.

Yardım ve destekten mahrum kalan Hizbullah, zamanla zayıflayacaktır.

Bu durum, İsrail'i rahatlatacaktır.

Böylece, İsrail kazançlı çıkarken Şii hilali parçalanan İran, kaybedenler kulübüne katılacaktır.

Diğer bir kaybeden, Rusya'dır.

Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki üsleri Suriye'nin Tartus ve Lazkiye şehirlerinde bulunmaktadır.

Tartus üssü eskiden beri varken Lazkiye'de geniş bir üs ve havaalanı iç savaş sırasında Esat tarafından verilmiştir.

Esat gidince Rusya, üslerindeki bazı birlikleri, gemileri ve uçakları çekmeye başlamıştır.

Eğer yeni rejimle bu yönde bir anlaşmaya varamazsa Rusya, soğuk savaş döneminde yerleşip bu güne kadar kaldığı Suriye'den ayrılmak zorunda kalacaktır.

Tek alternatifi Libya'da Hafter bölgesinde yeni üsler kurmak olan Rusya, ne olacağı belli olmayan Libya'da kuracağı üslerin geleceği konusunda emin olamayacaktır.

Öte yandan, ABD de kaybedenler arasında sayılabilir.

Esir konumundaki binlerce IŞİD militanının muhafızlığını yaptırdığı Suriye'deki tek müttefiki olan PYD güç kaybederse, ABD Suriye'den çekilmek zorunda kalacaktır.

Afganistan'dan yapılan yüz kızartıcı çekilmenin ardından Suriye'den de benzer şekilde çekilirse, ABD'nin güvenilirliği büyük bir darbe alacaktır.

Böylece, bundan sonra kullanmaya uygun terör örgütü bulamayacaktır. 

Devletlerden bahsederken unuttuk...

En kazançlı çıkan diğer bir grup da yurt dışına kaçarak sığınmacı pozisyonunda yıllardır yaşayan Suriyelilerdir.

Bu insanlar, Türkiye ve Avrupa ülkelerinde demokratik bir ortamda yıllarca yaşamışlardır.

Daha önce hiç bilmedikleri ve görünce içselleştirdikleri demokrasi fikri bu kitleye az çok yerleşmiştir.

Bu kitle gittikleri ülkelerde eğitim alabildikleri ve çalışıp iş dünyasını tanıyabildikleri için yakın gelecekte Suriye'nin siyasi ve ekonomik elitlerini oluşturacaklardır.

Elbette bu işten en büyük faydayı sağlayan diğer grup da Suriyeli sığınmacıları şimdiye kadar barındıran başta Türkiye olmak üzere diğer tüm ülkeler olacaktır.

Rejimin dağılması ile sığınmacıların bir kısmı şimdiden ülkelerine dönmeye başlamıştır.

Yeni rejim sebebiyle, ev sahibi ülkeler geri dönmek istemeyenleri de gönderebileceklerdir.

14 Aralık 2024 Cumartesi

Suriye'de şeriat rejimi kurulur mu?

 HTŞ'nin Esat'ın düşürülmesinde lider konumuna gelmesi herkeste bir soruyu gündeme getirdi: Acaba Suriye'de Afganistan'da olduğu şekliyle bir şeriat rejimi mi kurulacak?

Sözü fazla dolandırmadan düşüncemi söyleyeyim.

Suriye Afganistan gibi olmaz.

Her ne kadar HTŞ, ilk kurulduğunda El Kaide'nin bir kolu olarak ortaya çıkmışsa ve örgütün lideri Colani, bir dönem DEAŞ'ta yer almışsa da fark etmez.

Çünkü Suriye, Afganistan'dan çok farklı bir ülke.

Nusayrilerin tamamı, sünnilerin ise önemli bir kısmı yıllardır süren laik sisteme alışmış.

Suriye, Afganistan'a ve hatta birçok Arap devletine göre daha modern bir ülke.

Entellektüelleri var.

Batı'ya ve Türkiye'ye çok yakın.

Afganistan'dakine benzer bir yönetimin yeni bir iç savaşı körükleme ihtimali olduğunu da herkes biliyor.

En çok da HTŞ biliyor.

Zaten açıklamaları da bunu gösteriyor.

Öte yandan, HTŞ Suriye'deki devrimi gerçekleştiren tek güç değil.

Çok sayıda başka örgüt de var.

Bunlardan SMO, askeri ve siyasi olarak örgütlü bir yapıya sahip.

Bu yapı, Türkiye'nin desteğini de almış durumda.

Bir başka faktör ise geri dönecek olan sığınmacılar.

Milyonlarca Suriyeli 13-14 yıldır Türkiye'de yaşıyor.

Laik ve demokratik bir rejimin nimetlerini görüp anlamışlardır.

Avrupa ülkelerinden de geri dönecekler olacaktır.

Bu sosyolojide ve bu siyasi dengeler içinde HTŞ rejimin nasıl olacağına tek başına karar veremez.

Verse de bunu uygulayamaz.

Evet, belki biraz daha muhafazakar bir rejim olacaktır.

Ancak bu rejim olabildiği kadar demokratik ve laikliğe yakın bir sistem olacaktır.

Olmazsa, yeni bir istikrarsızlığa hazır olun.


13 Aralık 2024 Cuma

Türkiye, şimdi Suriye'de ne yapmalı?

 Suriye'de 61 yıllık insanlık dışı rejim nihayet çöktü.

Bu durum Suriyelilerin büyük bir kısmını mutlu etti.

Ülkemizde de bundan mutluluk duyan büyük bir çoğunluk var.

Ama bundan üzüntü duyan bir kitle de mevcut.

Bu kitle bir süredir Esat rejiminin propaganda ürünlerini sosyal medyada yayınlayıp kendilerince Esat'a övgüler düzüyorlardı.

Bu propaganda ürünlerinde Esat kontrolündeki topraklarda insanlar, denize girerken ve eğlenirken gösteriliyordu.

Görüntülere göre herkes mutlu ve hayatından memnundu.

Ama işin öyle olmadığı ortaya çıktı.

Esat düşünce, en büyük kutlamalar onun kontrolündeki bölgelerde yapıldı.

Ama bizdeki bazı çevreler hala akıllanmamış görünüyor.

İşi gücü bırakmışlar, rejimi düşüren güçlerin önde geleni olan HTŞ üzerinden karalama propagandası yapıyorlar.

Daha doğrusu, bu propagandayı yapanlara alet oluyorlar.

Neymiş, HTŞ eski El Kaide'nin Suriye koluymuş.

HTŞ lideri Colani, DEAŞ'ın 2. adamı olarak görev yapmış.

Falan filan.

Yanlış anlamayın, bu iddiaların hepsi doğru.

İtiraz ettiğim bunları öne sürerek Türkiye'nin Suriye'de kurulacak yeni rejimden uzak durması gerektiği iddiaları.

Türkiye'nin HTŞ ve Colani ile ilişki kurmaması gerektiği.

Kusura bakmayın ama bu iddialar tam bir saçmalık.

Öncelikle Suriye devrimi sadece HTŞ'nin başarısı değil.

HTŞ öyle sanıldığı kadar büyük bir örgüt de değil.

Şam yürüyüşü birçok muhalif örgütün işbirliği ile gerçekleştirildi.

HTŞ bunlardan sadece biri ve ön planda görüneni.

Ama varsayalım ki devrimi sadece HTŞ gerçekleştirmiş olsun.

Öyle olsa bile Türkiye'nin uzak durmasını istemek saçmalıktan başka birşey değil.

ABD'yi ele alalım.

Adamlar El Kaide'nin ve DEAŞ'ın en büyük düşmanı.

İkiz kuleleri El Kaide yıktı.

ABD, El Kaide'yi yok etmek için Afrika'da birkaç ülkeyi bombaladı ve Adganistan'ı işgal etti.

El Kaide Liderini öldürdükleri görüntüleri gururla dünyaya yayınladılar.

DEAŞ konusunda da ABD aynı pozisyonda.

Irak ve Suriye'de büyük operasyonlar yaptılar.

Binlerce bomba attılar şehirlere.

Hala DEAŞ (IŞİD)'in en büyük düşmanları olduğunu söylüyorlar. 

Ama ABD, Colani ile hemen temas kurdu.

HTŞ'yi terör örgütü listesinden çıkaracakları söyleniyor.

AB'nin tavrı da aynı.

Dahası, Esat rejiminin en büyük destekçisi olan Rusya ve İran bile HTŞ ile temasta olduklarını açıkladı.

Ama bizdeki aklıevvellere göre HTŞ'den uzak durmak gerekiyormuş.

Sanırım durumu anlamamakta ısrar ediyorlar.

Ortada açık ve net bir gerçeklik var.

Şu anda Esat rejimi düştü.

İran ülkeden ayrıldı.

Hizbullah ülkeden ayrıldı.

Rusya üslerinden birçok gemiyi başka bölgelere gönderiyor.

ABD desteği sayesinde Türkiye'ye kafa tutmaya çalışan PYD bile HTŞ ve Türkiye ile görüşmeye hazır olduğunu söylüyor.

Büyük ve beklenmedik bir deprem oldu.

Eski putlar devrilip kırıldı.

Yeni bir gerçeklik ortaya çıktı.

Artık buna göre konuşmak lazım.

Eminim ki şu anda dünyanın birçok ülkesinde İstihbarat teşkilatları Suriye hakkında harıl harıl çalışıyor.

Diplomatları ve düşünce kuruluşları da öyle.

Herkes durumu daha net anlayıp ona göre kendine avantaj sağlayacak hamleyi yapmaya çalışıyor.

Bizim de yapmamız gereken bu.

Üstelik herkese göre daha avantajlıyız.

Suriye'de birliklerimiz var.

SMO adıyla teşkilatlanmış bize bağlı silahlı gruplar var.

Milyonlarca Suriyeliyi 14 senedir bakıyoruz ve şimdi onlar geriye dönüyorlar.

Yapılması gereken saçma sapan işlerle uğraşmak değil.

Bu potansiyeli iyi kullanıp inisiyatifi ele almak.

Suriye'nin yeniden kurulma sürecini şekillendirmek.

İktidarı ve muhalefeti ayırmadan herkes bu yönde fikir teatisinde bulunmalı.

Bu durumu iç politikaya alet etmeye çalışan iktidar da bu tavrından vazgeçmeli.

Esat Şam'a sıkışıp nereye kaçayım diye düşünürken Antep'te hala Esat'ı yasal iktidar diye tanımlayıp onunla görüşmek gerektiğini söyleyen ana muhalefeti de bu gerçeklerden kopuk tavrından vazgeçmeye çağırıyorum.

Herkes akıllı olmalı.

Çünkü sonuç, tüm Türkiye'yi etkileyecek.

Artık göçmenleri nasıl göndeririz üzerinde düşünülmeli.

Muhalefetin elindeki büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere bu konuda hükümetle birlikte çalışmalı.

Göçmenlerin ülkesine dönmelerine yardım edilmeli.

Kırmadan ve dökmeden yapılmalı bu.

12 Aralık 2024 Perşembe

Türkiye'nin Afrika açılımının büyük başarısı: Somali-Etiyopya antlaşması.

 Somali uzun yıllar iç savaşlarla, açlıkla ve zayıf devlet yapısı ile mücadele etti.

Bu durum dünya ticaretini de baltaladı.

Somalili korsanlar yüzünden bölgeden geçen ticaret gemileri büyük zarar gördü.

Ama Türkiye Somali'ye yardım etmeye karar verince herşey değişti.

Somali'ye sağlık ve diğer yardım teşkilatları kuruldu.

Somali ordusu eğitilmeye başlandı.

Somalili zeki öğrenciler Türkiye'de Harp Okulu ve üniversitelerde okudu.

Bunla ülkelerine gidince kritik görevlere gelmeye başladı.

Böylece Somali toparlandı.

Korsanlık bitti.

Ülkeye istikrar geldi.

En önemlisi de büyük bir bölgeyi ele geçiren Eş Şebap Terör örgütüne büyük zayiat verdirildi ve büyük miktarda toprak kurtarıldı.

Somali'nin komşusu Etiyopya ile de sorunları vardı.

Somaliland adıyla bilinen ve bağımsızlık iddiasında bulunan özerk Somaliland bölgesindeki ayrılıkçılar Etiyopya tarafından destekleniyordu.

Çünkü denize kıyısı olmayan Etiyopya denize ulaşmaya çalışıyordu.

İlginç bir şekilde Etiyopya da Somali gibi terör ile uğraşıyordu.

Türkiye onlara da terörle mücadelede yardım etti.

SİHA-İHA verdi/sattı.

Bu yüzden Etiyopya da Türkiye'ye güven duyuyordu.

Böylece Türkiye, Etiyopya'nın talebi ile iki ülke arasında güvenilir arabulucu oldu.

Dış işleri ekiplerinin katıldığı çalışmalar sonucunda bu gün Somali cumhurbaşkanı ile Etiyopya başbakanı Ankara'da bir araya geldi.

Yapılan görüşme anlaşma ile sonuçlandı.

Etiyopya Somaliland bölgesinden denize çıkış hakkı kazandı.

Bunun karşılığında ayrılıkçılığa ve teröre karşı işbirliği yapılması kararlaştırıldı.

Yapılan anlaşmanın ticari ve siyasi başka boyutları da var.

İki ülke yetkilileri yapılan törende gayet memnun görünüyorlardı.

Türkiye Somali'de yaptıklarını Etiyopya'da da yaparsa Somali-Etiyopya arasında kalıcı barış yerleşir ve bu da yıllardır terör ve istikrarsızlık bölgesi olan Afrika Boynuzu'na barış ve istikrarı getirir.

Bu durum Türkiye'ye de yarar.

Genelde Afrika'da özelde bölgede itibarı ve bağlantıları artar.

Ticaret ve karşılıklı yatırımlar gelişir.

En önemlisi de dünya siyasetinde iki yeni müttefik kazanılmış olur.

Haydi hayırlısı.


10 Aralık 2024 Salı

Şiddetin yaygınlaşması ve yarattığı tehditler.

 Bir süredir art arda Arap Baharı, Karabağ Savaşı, Ukrayna Savaşı, Gazze Savaşı, İsrail-Hizbullah Savaşı ve Suriye iç savaşı gibi savaşlar yaşanmaktadır.

Bu savaşlarda gözden kaçırılan şeylerden en önemlisi, savaşın sivillere karşı uygulanan şiddeti artırmış olmasıdır.

Bu savaşlar genellikle düşük veya orta şiddetli çatışmalar şeklinde meydana gelmesine rağmen ölümler, yaralamalar, infazlar ve benzeri şiddet eylemleri çok yaygınlaşmış durumdadır.

Bu şiddete maruz kalanlar ise savaşanlar, yani askerlerden çok sivillerdir.

Örneğin Gazze Savaşı'nda 1300 İsrail askeri ölmüştür.

HAMAS'ın kayıpları tam olarak bilinmemektedir.

Ancak bu örgütün silahlı üyelerinin kayıpları da çok fazla değildir.

Sivil kayıplarına bakıldığında ise bu gün itibarıyla 44.758.

Bunların çok önemli bir kısmı ise kadınlar ve çocuklar.

Aynı şey Suriye iç savaşı için de geçerli.

Gerek IŞİD ve PYD gibi terör örgütleri, gerek Baas rejimi tarafından bir milyona yakın insanın öldürüldüğü söylenmektedir.

Bu rakamlara, kötü ve yetersiz beslenme, savaşın yarattığı mahrumiyetler, göç vb. sebeplerle ölenler dahil değildir.

Öte yandan, rejim veya terör örgütleri tarafından infaz edilen ve istatistiklere girmeyen çok sayıda insan kaybı da bulunmaktadır.

Bu durum, Avrupa'da büyük katliamlara sebep olan din ve mezhep çatışması temelli 30 yıl Savaşlarını andırmaktadır.

30 Yıl Savaşlarında o kadar büyük katliamlar yaşanmıştır ki Orta Avrupa'da çoğu yerleşim yerinin nüfusu yarıya inmiştir.

Nitekim bu vahşet, bazı insanları harekete geçirmiş ve bu savaştan sonra sivil zayiatın azaltılması için bazı uluslararası girişimler ortaya çıkmıştır.

Savaş hukukunun gelişimi de bundan etkilenerek hızlanmıştır.

Ancak uzun yüzyılların ardından insanoğlu yine aynı noktaya gelmiş gibi görünmektedir.

Dini veya ideolojik fanatizm, İsrail ordusunun çoluk çocuk demeden on binlerce insanın katledilmesine ve katliamları soykırım boyutuna ulaşmasına sebep olmuştur.

Aynı şey, Suriye'de de gerçekleşmiştir.

30 Yıl Savaşları sonrasında olduğu gibi şimdi de uluslararası kamuoyu harekete geçmek zorundadır.

Şiddetin sınırlandırılması ve bu sınırları aşanlar kim olursa olsun cezalandırılması gerekmektedir.

Bunu mevcut devletlerin yapması uygun olurdu ama mevcut dünya siyasi durumuna bakınca pek mümkün olmadığı görülmektedir.

Uluslararası örgütler de yeterli tepkiyi gösterememektedir.

Bu sebeple her yerde yaşayan ve bu şiddetten rahatsız olan herkesin harekete geçmesi gerekmektedir.

Ne kadar etkim olur diye hiç kimse karamsar olmamalı, yapabileceği her şeyi yapmalıdır.

Bu bireysel ve toplu protestolardan sosyal medyada gruplar kurarak kamuoyu oluşturmaya kadar her platformda yapılmalıdır.

Katliamlar başka ülkelerde meydana geliyor diye bunları görmezden gelmek doğru değildir.

Şiddet bulaşıcıdır.

Bu gün başkasının başına gelen şeylerin yarın herkesin başına gelmesi mümkündür.

Bu sebeple, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın herkesin bu konuda duyarlı olması gerekmektedir.

9 Aralık 2024 Pazartesi

Suriye'de bulunan yer altı hapishanelerine kimler atılıyordu?

 Bir iki gündür Suriye'de yer altı hapishaneleri bulunuyor.

Hala içlerinde mahkumlar olduğundan bunlar serbest bırakılıyor.

Ama mahkumlar işkence ve açlıktan ölü gibiler.

Bu kadar ağır işkence yapılan ve yer altındaki gizli hapishanelere atılan mahkumlar ne suç işlemişlerdir acaba?

Hepsini bilmem ama 1990'lı yıllarda tanıdığım bir Suriyelinin babası böyle bir hapishaneye atılmış ve aylar sonra buradan cesedi çıkarılmıştı.

Böyle işkence hanelerde ölenler ailesine kapağı çivi ile çakılı tabutla veriliyordu.

Bulaşıcı kanlı ishalden öldü diyerek yıkanmadan tabutla gömdürülüyordu.

Gömülürken başında asker veya polis bekliyordu.

Tabut açılmasın diye.

Halbuki işkenceden ölmüş oluyorlardı.

Bizim arkadaşın babasını da böyle verdiler ve böyle gömdürdüler.

Rahmetlinin hapse atma sebebi cok basitti. 

Türkiye sınırına yakın büyükçe bir köyde oturuyorlardı. 

Aksam kahvehane gibi bir yerden eve dönüyormuş. 

Sokak ışıkları yanmadığından gündüz bir sebeple yolda açılan bir çukuru görmemiş.

İçine düşüp kolu bacağı incinmiş. 

O acının etkisiyle "Hay ben böyle devletin a....na koyayım." diye küfretmiş. 

Yanındaki iki kişiden biri muhaberatın gizli adamıymış. 

Bundan habersiz olan rahmetli, eve gidip yaralarına bir şeyler sürmüş. 

Tam yatacakken kapı çalınmış.

Gelen Muhaberat'ın adamlarıymış.

Adamı yaka paça bir arabaya atıp götürmüşler.

Ailesi, aylarca akıbetini öğrenememiş. 

Sormaya da korkmuşlar. 

Sonunda bir gün, babanız oldu diye haber vermişler.

Cenazeyi kapağı çivi ile çakılı bir tabutta vermişler.

Kapak açılmasın diye polis ve asker nezaretinde gömdürmüşler.

Esat'ın Muhaberat'ı ve Muhaberat'ın İşkencehaneleri.

 Baas rejimi düştükten sonra birçok yerde yer altı hapishaneleri ortaya çıkarıldı.

Bunlar hapishaneden ziyade işkence hanelerdi.

Suriye iç savaşı başladıktan sonra Esat güzellemesi yapan arkadaşlara hep karşı çıktım.

Esat da IŞİD kadar ve belki de ondan bile daha zalimdir dedim.

Birçok ortamda ve sosyal medya platformunda bu hapishanelerden de bahsetmiştim. 

Ben Suriye sınırında üç yıl istihbarat subayı olarak çalıştım.

Suriye'ye de birçok kez gittim.

Baas rejimi, diktatörlüğün de ötesine geçmiş bir rejimdi. 

Muhaberat diye bir istihbarat teşkilatı vardı. İstihbarat teşkilatı değil psikopat yuvasıydı. 

Kendi ülkelerinin vatandaşlarına işkence etmek, tek zevkleriydi. 

Bunun için yer altında birçok işkence hane yaptırmışlardı.

Daha 1990'larda bu hapishanelerden haberdardım. 

Suriyeli bir haber elemanımızın babasını atmışlardı böyle bir yere. 

Adamcağız, işkenceye dayanamayıp ölmüş. 

Cenazesini, kapağı çiviyle çakılmış tabutla teslim etmişler oğluna. 

Muhaberat ve asker nezaretinde kapağı açtırmadan gömdürmüşler. 

Yıkanmadan. 

Gece adamın oğlu ve bir kuzeni gizlice gidip mezarı açmış. 

Çünkü tabutta babasının olmadığını, onu aramasınlar diye içine taş koyup tabutu verdiklerini düşünmüşler.

Ama öyle değilmiş.

Tabutta babasının cenazesi varmış.

Ama ne cenaze...

Bakmaya insan yüreği dayanmaz.

Vücudu sigara ve elektrik yanıkları ile kalpliymiş.

Üstelik uzun süre aç kaldığı belliymiş.

Normalde kilolu biri olan rahmetli, bir deri bir kemik kalmış.

Esat rejimini düşüren son harekatın arkasında kim var?

 Herkes bir şeyler söylüyor.

Bu harekatın arkasında Amerika'nın, İngiltere'nin ve hatta İsrail'in olduğunu iddia edenler var.

Ama bu iddialarına somut bir delil göstermiyorlar.

Kimisi komplo teorisyenleri gibi şeyler söylüyor, kimi de kendi aklınca yorumlar yapıyor.

Bence olan bitene bakıp daha sağlıklı bir yorum yapmak mümkün.

Öncelikle harekat öncesine bakmak lazım.

Türkiye Esat'a uzun bir süre zeytin dalı uzattı. 

Alt seviyede temas arandı. 

Rusya üzerinden temas arandı. 

Ama Esat naz yaptı. 

Görüşmek için şartlar ortaya attı.

Esat'ın son Rusya ziyaretinde de bu tavır değişmedi.

Rusya'nın çabaları da sonuç vermedi.

Bu çabalardan sonuç çıkmayınca, HTŞ taarruzu başladı. 

Belki birçok ülkenin yapılacaklardan haberi vardır. 

Belki bazı ülkelerin onayı ve hatta desteği bile alınmıştır.

Ama olayın bizim çabalarımızın ardından meydana gelmesi, arkasında bizimkilerin olması ihtimalini güçlendiriyor.