.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Savaş ve Strateji Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Savaş ve Strateji Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2024 Cuma

Savaş ve Strateji Hakkında Genel Bilgiler

1.     Strateji neden önemlidir?

Herhangi bir savaşın kazanılması için mutlaka uygun bir strateji uygulanması gereklidir. Çünkü savaş bir mücadeledir ve her mücadele gibi savaşta da başarı kazanmak için uygun yöntemlerin takip edilmesi gerekir.

2.     Peki ama nasıl bir strateji belirlenmelidir?

Her ülke ve her zaman için geçerli olabilecek tek bir strateji yoktur. Değişik ülkelerde veya aynı ülkede değişik zamanlarda farklı stratejiler uygulanabileceği gibi aynı anda farklı cephelerdeki değişik düşmanlara karşı değişik stratejiler de uygulanabilir.

3.     Hangi stratejinin seçileceğine etki eden hususlar nelerdir?

Tespit edilen olası stratejilerden hangisinin seçileceğini etkileyen çeşitli sebepleri vardır. Öncelikle savaşı yapan insandır. Dolayısıyla stratejiyi belirleyen de insandır. Bu sebeple; kültür, eğitim, tarihi altyapı, din, ideoloji ve lider kadronun özellikleri gibi faktörler stratejinin oluşmasında en belirleyici unsurlar olmaktadır.

Öte yandan, savaşan ülkelerin coğrafi özellikleri ile mücadele ettikleri düşmanlar ve bunların hareket tarzları da uygulanan stratejiler arasında bazı önemli farklar olmasına sebep olur.

4.     Doğru bir strateji her zaman zaferi garanti eder mi?

Hangi strateji seçilirse seçilsin belirlenen stratejinin başarılı olması ancak bu strateji uygun şekilde icra edilebilirse ve durumdaki değişimlere göre değişim ve dönüşüm gösterebilirse mümkündür.

5. Doğru strateji nasıl belirlenir ve stratejinin belirlenmesinde etkili olan faktörler nelerdir?

Mevcut iç ve dış gelişmelerin uygun şekilde takip edilip doğru şekilde değerlendirilmesi doğru bir strateji belirlenmesi için çok önemlidir. Bununla birlikte, aynı ülkede yaşayıp aynı gelişmeleri gören farklı kişiler, birbirinden oldukça farklı stratejiler önerebilir.

Bunun sebebi, değerlendirmeleri yapanların kişilik özellikleri, hedefleri ve durumu farklı değerlendirmeleridir. Yani, komutanın kişiliği stratejiler üzerinde çok etkilidir.

23 Ekim 2023 Pazartesi

Gazze'de yapılan katliamların derin sebepleri.

İsrail devleti, İngiltere'nin 1. Dünya Savaşı sırasında attığı adımlar sayesinde kuruldu.

Bu adımların en önemlisi, Filistin topraklarına İngiliz ordusunun hakim olmasıydı.

İlginçtir ama İngiltere, bölgeye simdi öldürülen, zulmedilen Araplar sayesinde yerleşti.

Bu günkü Ürdün kralının dedesi, dedesinin kardeşleri ve babası, İngilizlerle kurulan ittifakın ve Türk ordusuna yapılan saldırıların elebaşlarıydı.

Yani kendi devletlerine ihanet etmişlerdi.

Hristiyan emperyalistlerle bir olup din kardeşlerini arkadan vurmuşlardı.

Türk ordusuna en büyük zayiatları da Gazze başta olmak üzere Filistin ve Suriye topraklarında verdirmişlerdi.

Bu günkü Suudi Arabistan kralının dedesi de diğer bir İngiliz müttefikiydi.

Buradan alınacak ders şudur:

"Bir eyleme geçmeden önce iyi düşünün.

Eğer eylem yanlışsa, bedelini sadece siz değil torunlarınız bile öder."

Gazze savaşını kim kazanacak?

Grozni ve Mariopol muharebeleri göstermiştir ki inançlı ve eğitimli bir kuvveti meskun mahal muharebesinde yenmek çok zor.

Bu kuvvet küçük bir kuvvet bile olsa bu böyle.

Bunun için şehri uzun sure bombalayıp yıkmak ve mümkünse savunan tarafı bölerek bölünen grubu yanınıza çekmek gerekir.

Savaşanları sivillerden ayırmak da bir avantaj sağlar.

Eğer bir kara harekatı olursa Gazze'de de İsrail ordusu aynı meydan okumayla yüzleşecek.

Bu sebeple, savaşı kimin kazanacağını şimdiden söylemek zor.

Bakmayın basında İsrail'in ne kadar güçlü olduğunu anlatanların palavralarına.

Onlar Ukrayna savaşı öncesinde de Rusya'nın gücünü anlatarak Ukrayna'nın kısa süre içinde yenileceğini anlatıyorlardı.

Gazze'de de Israil'in ne kadar güçlü olduğunun hiçbir önemi yok.

Önemli olan Hamas'ın ne kadar güçlü, eğitimli, hazırlıklı ve inançlı olduğu.

Hamas, direnmeye devam ettiği her gün, zafere yaklaşacaktır.

Yeterince uzun direnirse de İsrail geri çekilecektir.

Lübnan'da Hizbullah karşısında böyle oldu.

Gazze'de neden olmasın?

Üstelik Hamas Hizbullah'tan da daha dirençli olmak zorunda.

Aksi takdirde, Filistinliler bundan sonra Gazze'de barınamaz.

Amerikan savaş gemileri neden İsrail kıyılarına gitti?

Daha önce yazmıştım, yine tekrarlıyorum.

ABD gemileri İsrail'e kara birliği getirmek için gitmiyor.

Israil'in fiyasko ile sonuçlanan hava-füze savunma sistemini takviye etmek için gidiyor.

Çünkü Israil'in demir kubbesi paslanmış ve delik deşik olmuş.

Bizim ülkemizin bir kısmını da koruyan ve Malatya'da bir radar istasyonu bulunan NATO hava-füze savunma şemsiyesinin radar ve silahlarının büyük bir kısmı Amerikan gemilerinde.

İran, Hizbullah veya Suriye'den atılabilecek muhtemel füzeleri engellemek için geliyorlar.

Bence öyle.

İsrail Gazze'ye ne zaman kara harekatı düzenleyecek?

 Israil'in önünde bir Lübnan'da Hamas ile çatışma tecrübesi var.

O tecrübe ki akademik ve askeri çevrelerde "hibrit savaş" diye yeni bir kavramın ortaya çıkmasına sebep oldu.

Eğer Hamas ile yaşadığına benzer bir tecrübe daha yasarsa güçlü İsrail ordusu efsanesi yıkılır.

Bu yüzden iyice hazırlanmadan ve başarıdan emin olmadan bir kara harekâtına girişmeyecektir.

Bu sebeple günlerdir havadan ve karadan bombardımanlarla Gazze'yi ateş baskısı altında tutmaktadır.

Hedef iyice yumuşadığında yada İsrail böyle olduğuna inandığında bir kara harekatı beklemek uygun olur.

Bu yarın da olabilir.

Hiç gerçekleşmeyebilir de.

Hemen dünya savaşı çıkaranlara itibar etmemek lazım.


20 Ekim 2023 Cuma

İsrail'in kullandığı beyaz fosfor nedir?

Beyaz fosfor, top veya havan mermileri ile atılabilen bir maddedir.

Mermi bir yere çarptığında, yaş zeytin dalı ve yapraklarını yaktığında çıkan koyu ve yoğun beyaz renkteki duman gibi bir gaz ortaya çıkar ve ağır ağır çevreye yayılır.

Normal sis mermisine göre çok daha yoğundur.

Ağır bir gaz olsa gerek çünkü sis mermisi kadar hızlı havaya yükselmez ve dağılması uzun sürer.

En kötüsü de gaza maruz kalanlar nefes aldığında tüm nefes yollarını ve ciğerlerini tahriş eder.

Gaza maruz kalıp gözünü açanın gözlerinde de yanma olur.

Maalesef bu mühimmat soğuk savaş döneminde her orduda vardı.

Yanlış bilmiyorsam bizde soğuk savaş döneminden kalan beyaz fosfor sis mühimmatı imha edildi ve artık atış eğitimlerinde bile kullanılmıyor.

Beyaz fosfor işte böyle bir şey.

Eğer İsrail kullandıysa, mutlaka anlaşılır.

Çünkü hem gözle görmek mümkündür.

Hem de etkileri inkar edilemeyecek kadar açıktır.

8 Ekim 2023 Pazar

İsrail-Hamas Savaşında Ne Yapmalı

 Sosyal medyada Filistin'e müdahale edelim ve asker gönderelim filan diyenler var.

Bence bu mümkün değil.

Farz edelim askeri yardım yapmaya karar verdik, buna İsrail'den çok Araplar karşı çıkar.

Bizi isteselerdi Haziran 1916'da İngilizlerle birlik olup bölgeden çıkarmazlardı.

Araplar İngiliz'e, Fransız'a, Amerika'ya ve hatta İsrail'e bile razı olur ama bizi istemez.

Yaser Arafat, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile kankaydı ve bizim aleyhimizdeydi.

HAMAS lideri, Karabağ ve 1915 iddiaları konusunda Ermenileri destekliyordu.

Doğu Türkistan'da ise Çin asimilasyon/soykırım projesini destekliyordu.

Ama Filistin'in başı sıkışınca nedense en çok biz bağırıp çağırıyoruz.

Bu kadar karşılıksız aşk yeter.

Hem, birine saldıracak gücü olanın kendini savunacak gücü de vardır herhalde.

Saldırırken bize sormadıklarına göre kendilerini yeterince güçlü hissediyor olmalılar.

Bu durumda yapılması gereken şey, Türkiye'nin ali çıkarlarını en önde tutmaktır.

Arap çöllerinde yeterince Mehmetçik kaybettik biz.

Haçlıları durdurduk zamanında, Araplar bu sayede yok olmadı.

1914-18 arasında İngilizlere karşı durduk.

Araplar onlarla bir olup bize saldırmalarına rağmen İslamin kutsal topraklarını son nefesimize kadar savunduk.

Biz peygamberimizin mezarının bulunduğu şehre düşman ayağı değdirmeyiz diye çekirge yiyerek savaşırken bize saldıran düşmanın on saflarında Araplar vardı.

Çünkü din kardeşliği gibi bir dertleri yoktu.

Dertleri bizden ayrılmaktı.

Ayrıldılar da.

Simdi de kendi problemlerini kendileri çözsünler.

Öte yandan daha bir yıl önce birçok Arap devleti Yahudilerle akraba olduklarını söyleyerek bize karşı işbirliği anlaşmaları imzalıyorlardı.

Madem akrabalar, aile kavgasında yabancıların araya girmesi uygun değildir.

Barış çağrısı yapalım diğer devletler gibi.

İtidal tavsiye edelim.

Sivillerin öldürülmesini kınayalım.

Ama kendimizin başlatmadığı bir savaşa müdahil olmayalım.

27 Eylül 2023 Çarşamba

2. Karabağ Savaşının Bana Düşündürdükleri.

2. Karabağ Savaşı'nın sonuçları, bende şu düşünceye sebep oldu:

"Kendisine haksızlık yapılan bir kişi veya millet, mutlaka hakkını geri alır.

Ama bir şartla.

Kaybettiği hak kendiliğinden geri gelsin veya birileri bana versin diye hımbıl hımbıl oturmak yerine, uygun zaman geldiğinde onu geri almak için tüm varlığı ile hazırlanırsa.

Eğer inançla ve inatla hazırlık yapılırsa da Allah mutlaka uygun bir fırsat yaratır.

Geriye kalan tek şey, hakkını almak için harekete geçecek cesarete ve ortaya çıkacak fırsatı görecek uyanıklığa sahip olmak kalır."

2. Karabağ Savaşı bunun en güzel örneğidir.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Karabağ'da yaşayan Ermeniler, Ermenistan ve Rusya'nın desteği ile bağımsızlık ilan ettiler.

Çatışmalar başlayınca da Türk köylerine saldırarak kadın, çoluk, çocuk demeden sivil insanları katlettiler.

Dünya buna seyirci kaldı.

Küçük bir Türk kızını, derisini yüzerek nasıl öldürdüğünü anlatan Ermeni doktor hakkında bile dünyadan hiçbir tepki gelmedi.

1. Karabağ Savaşı'nda Azerbaycan, sadece topraklarının %20'sini kaybetmekle kalmadı, 1 milyondan çok vatandaşı da mülteci durumuna düştü.

Fakat Azerbaycan, bu haksızlığı ve adaletsizliği asla kabul etmedi.

Bir gün kaybettiği toprakları mutlaka geri alacağına inandı ve bunu çeşitli platformlarda ifade etti.

Bunun için hızla ordusunu güçlendirmeye başladı.

Bu arada, uluslararası görüşmelerde sürekli yoğun çaba göstererek işgal edilen toprakların yasal sahibinin Azerbaycan olduğunu dünyaya kabul ettirdi.

Hani "haksız arsız olur" derler ya...

Ermeniler de bu söze uygun olarak 2019 yılında yeniden saldırılara başladılar.

Ama hata yaptıklarını kısa süre içinde anladılar.

Çünkü Azerbaycan'ın 30 yıldan uzun bir süredir beklediği fırsatı ona verdiler.

Azerbaycan, zaten savaşa hazırdı.

Yıllarca hakkını geri almak için bir fırsat çıkmasını bekliyordu.

Bu fırsat çıkınca da 44 günde Ermenileri savaşamaz hale getirdi.

Kaybettiği toprakları geri aldı.

Hakkını geri aldı.


25 Eylül 2023 Pazartesi

Malazgirt Meydan Muharebesi hakkında uydurulan şehir efsaneleri.

Malazgirt Meydan Muharebesi hakkında ortada dolaşan birçok iddia var.

En yaygın olanı, muharebe başlayınca Bizans (Doğu Roma) ordusundaki Hristiyan Türklerin taraf değiştirdiği iddiasıdır.

Son zamanlarda, Alparslan'ın ordusunda çok sayıda Kürt olduğu ve savaşı bu sayede kazandığı yönündeki daha çok PKK çevrelerince dillendirilen iddiadır.

Öte yandan, Ermenilerin Alpaslan'ın tarafını tuttuğu ve ona yardım ettiğini dile getirenler de var.

Malazgirt Meydan Muharebesi hakkında İslam kaynaklarında ve Bizans kaynaklarında yeterince bilgi ve belge var.

Ancak İslam kaynaklarının bir kısmında sıkıntılı.

Çünkü çoğu, savaştan yıllar sonra yazılmış.

Yazanlar da olay bölgesinin çok uzağında yaşayan kişiler.

Yani yazdıklarının çoğu kulaktan dolma.

Bu yüzden bazı kaynaklar, Alpaslan'ın ordusunu olduğundan daha az, Bizans ordusunun mevcudunu ise olduğundan defalarca fazla gösteriyorlar.

Bizans rakamları ile karşılaştırıldığında tutarsızlık açıkça görülüyor.

Gerçi Bizans kaynaklarında da benzer bir durum var.

Çünkü günümüze kalan Doğu Roma (Bizans) kitaplarının bazıları da savaştan sonraki dönemlerde yazılmış.

Ancak, savaş döneminde yaşayan ve devlet kademelerinde önemli görevlerde bulunan kişilerin yazdığı tarih kitapları da var.

Bu kitaplarda, gerçeğe yakın bilgiler verilmiş olması daha olası.

Zaten, tüm kaynaklar  mukayeseli şekilde incelendiğinde, bazı İslam (Arap) kaynaklarında öne sürülen iddiaların gerçek olmadığı görülmektedir.

Örneğin, Ermeniler Selçuklu Ordusu'nun yanında savaşmamış.

Aksine Ermeniler, iki arada durmuşlar.

Kim kazanırsa onun yanına geçecek şekilde beklemişler.

Selçuklu ordusunda Kürt ve Araplar dahil diğer etnik kökenlerden Müslüman askerler varmış.

Bunlar ayrı birlikler halinde teşkilatlanmış.

Ama bu birliklerin ve askerlerin sayısı abartıldığı kadar çok değil.

Yani savaşın kaderini belirledikleri iddiası uydurma.

Çünkü Alpaslan'ın ordusunun tamamına yakını süvari imiş.

Türkmen süvarisi.

Muharebeyi de bunlar kazanmış.

Bizans kaynakları böyle diyor.

Bizans'taki Türklerin tamamının muharebe başlayınca karşılarındaki askerlerin Türkçe konuştuğunu duyup Alparslan'ın tarafına geçtiği hikayesi de uydurma. 

Evet bir miktar Hristiyan Türk taraf değiştirmiş ama  muharebe sırasında değil.

Muharebe öncesinde sadece 1000 kadar Hristiyan Türk'ün (Uz-Oğuz) taraf değiştirdiği anlaşılıyor.

Bizans kaynaklarına bakınca, Hristiyan Türklerin çoğunun Diyojen'e sadık kaldığı, Bizans Ordusu'nun kanatlarının savunulması ve keşif görevlerinde kullanıldığı görülüyor.

Bu Hristiyan Türk birlikleri de Müslüman Türk birlikleri gibi süvari.

Kıyafetleri, silahları, hareket tarzları ve dilleri arasında da pek fark yok.

Bu sebeple, zaman zaman hangi Türk bizim Türk diye karışıklıklar yaşanmış Bizans tarafında.

Örneğin bir keşif sırasında pusuya düşen bir Hristiyan Türk birliği gece karanlığında kaçarak Bizans kampına sığınmaya çalışmış.

Bizanslılar bunları Selçuklu askeri zannedip baskına uğradıklarını düşünmüşler.

Hemen savunma durumuna geçip gelenlere silahla karşı koymuşlar.

Bu durumu gören Romen Diyojen de panik yapmış.

"Bunlar bizim Türkler mi Alparslan'ın Türkleri mi, öğrenin." diyerek adamlarını göndermiş.

Hristiyan Türkler oldukları anlaşılınca çatışma durdurulmuş.

Yani Hristiyan Türklerin toplu olarak taraf değiştirdiği doğru değil.

Zaten Bizans kaynaklarında da kitlesel taraf değiştirmeden bahseden hiç kimse yok. 

Görüldüğü gibi gerçek sanılan iddiaların tamamı şehir efsanesinden ibaret.

Türkler neden hep ağırlıklı olarak süvarilerden oluşan ordular kurmuşlardır?

 

Savaş, yaşayan ve bu sebeple sürekli olarak gelişen bir kavramdır. 

Çünkü savaş ordular tarafından yapılır ve ordular canlı organizmalar gibidir. 

Dolayısıyla ordular değiştikçe savaşlar da değişip gelişirler.

Orduların canlı organizmalar gibi olmasının sebebi, orduyu oluşturan ana unsurun insanlar, yani askerler olmasından kaynaklanmaktadır. 

İnsanlar ise kendine has toplum yapısı, kültür ve sosyolojiye sahip topluluklar halinde yaşarlar. 

Bu durum, orduların sadece nasıl savaştıklarını değil savaş kavramına nasıl baktıkları üzerinde de etkili olur.

İnsan kültürü üzerine en fazla etki eden unsurların başında din gösterilir. 

Ancak din ve inanç sistemleri bile temel bir unsura göre şekillenir. 

Bu unsur, coğrafyadır. 

Dolayısıyla coğrafya dini, kültürü, orduları ve bu orduların savaş şeklini de belirler.

Bu sebeple, tarımla geçinen toplumlarda daha çok zırh koruması ve intikamcılık faaliyetlerine dayanan bir savaş anlayışı hâkim olur. 

Bu anlayış gereğince orduları ağırlıklı olarak piyadelerden oluşur. 

Türkler ve diğer Turan toplulukları gibi göçebe/yarı göçebe bir hayat tarzı benimseyen ve adeta sınırsız düzlüklerde yaşayan toplumlarda ise manevra üstünlüğü ve hareket kabiliyetine dayanan bir savaş anlayışı hakim olur.

Bu anlayış gereğince, istihkam ve zırh teknolojilerinden ziyade coğrafyanın genişliğini kullanan süvari orduları ortaya çıkar.

Türklerin daima süvari ağırlıklı ordular kurmalarının temel sebebi budur.

24 Eylül 2023 Pazar

Geçmişi unutmak ve kurumsallaşamamak.

Kime sorsanız, bizim geçmişi çok çabuk unuttuğumuzu söyler.

Haklılar da.

Avrupa'nın ve özellikle de İngiltere'nin durumu bunun tam tersi.

Bazen bizim tarihimizle ilgili konulardan bahseden bir İngiliz görüp de konuya ne kadar vakıf olduğunu görürseniz şaşırırsınız.

Elbette sıradan bir İngiliz'in sıradan bir Türk'e göre çok daha fazla kitap okumasının, yani İngiltere'de kitap okuma alışkanlığının yaygın olmasının bunda büyük bir etkisi vardır.

Ama asıl sebep, bizim tarihi olaylarla ilgili kurumlar teşkil edemememiz, etsek bile bunları sürdüremememizdir.

Örneğin, bizde Kırım Harbi nedir diye sorsak çok az insan ne olduğunu bilir.

Kırım harbi araştırmaları, Kırım anıtı derneği, Kırım harbine katılanların torunlarının kurduğu birlik gibi hiçbir şey yok bizde.

Ama, bize yardıma gelen İngilizlerin var.

Yıl 2009 veya 2010.

Bir gün Londra'da yürüyorum.

Büyük bir kalabalık bir anıtın önünde toplanmış coşkulu bir şekilde tören yapıyor.

Yapılan konuşmalardan "Türk, Osmanlı, Kırım, kelimelerini duyunca merak ettim.

Hemen topluluğa yanaştım.

Birine, neyi andıklarını sordum.

1853-56 yılları arasında yaşanan Kırım Harbi'nin anma etkinliği olduğunu söyledi.

İleri doğru baktım.

Önünde toplandıkları anıtın üzerinde Kırım Harbi anıtı olduğu yazıyor.

Türk olduğumu söylemeye utandım. Çünkü Kırım Harbi, bizimle Rusya arasındaki bir savaştı.

İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar (Pyomente) bize yardıma gelmişlerdi.

Biz unutmuş olmamıza rağmen İngilizler unutmamıştı.

İşte bu yüzden İngiltere neredeyse tüm dünyaya yayılmış bir imparatorluk kurmayı başardı.

Bu imparatorluk uzun bir süre yaşadı ve aslında dağılmış gibi görünse de hala yaşıyor.

Bu gün Kanada ve Avusturalya gibi devletlerin başına İngiltere kralı hala vali atıyor.

Peki biz ne yapıyoruz.

Ülke sanki ikiye bölünmüş durumda.

Kimisi Osmanlı'ya kimisi de Cumhuriyete ve onu kuranlara kara çalma derdinde.

Bu ülkenin kurucusuna ağza alınmayacak lafları alan şerefsizler var ve itibar görüyorlar.

Bir millet kendisi için hayatını ortaya koymuş, feda etmiş atalarına hakaret edenleri baş tacı yaparsa o milletin yok olması kaçınılmazdır.

Atalarını hatırlamazsa, çocukları da babalarına saygı duymaz. 

Bu gün bizde Kırım Harbi için tören düzenlendiğini duyan veya gören var mı?

Bırakın Kırım harbi gibi üzerinden çok zaman geçmiş bir harbi, Ege'de Yunan'a ilk kurşunu atanları, hatta yakın tarihteki Kıbrıs Savaşı gazi ve şehitlerini anan, ilgilenen var mı?

İç güvenlik harekatlarında bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için hayatını ortaya koyan şehit yakınları ve gazilerimiz ne kadar hatırlanıp ilgi görüyor?

3 Eylül 2023 Pazar

Başkomutan Meydan Muharebesi Nasıl Gerçekleşti?

  29-30 Ağustos 1922 akşamı harekat başkanı Cephe Komutanı İsmet (İnönü) Paşa'nın yanına gelir.

Elinde bir harita vardır.

Haritanın üzerinde Türk ve Yunan birliklerinin yeri işaretlenmiştir.

Haritaya bakan İsmet Paşa, hemen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya giderek haritayı göstermesini söyler.

Harekat başkanı Başkomutana haritayı gösterince derhal Cephe Komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ve 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'yı çağırmasını söyler.

Bahse konu kişiler gelince Mustafa Kemal Paşa, Yunan 1. ve 2. Kolordularının büyük kısmının kuşatılmak üzere olduğunu söyler. 

Sonra sabahleyin ne yapacaklarını açıklar.

İsmet Paşa karargahta kalacaktır.

Fevzi Paşa, 2. Ordu ve Süvari Kolordusuna giderek kuşatmayı sıkılaştırmalarını söyleyecek ve hareketlerine nezaret edecektir.

1. Ordu Komutanı ve kendisi ise güneyden kuşatılan Yunan birliklerine yaklaşacak ve muharebeleri yakından sevk ve idare edecektir.

Ertesi gün, yani 30 Ağustos 1922'de herkes yerini almıştır.

Aslıhanlar bölgesindeki Yunan birliklerine Türk birlikleri yoğun ve şiddetli bir şekilde taarruz eder.

Göğüs göğse yapılan muharebeler sonucunda Yunan ordusunun önemli bir kısmı etkisiz hale getirilir.

Aslıhanlar bölgesinde yapılan bu muharebeye, Başkomutan muharebeyi bizzat sevk ve idare ettiği için Cephe Komutanı'nın teklifi ile Başkomutan Meydan Muharebesi denir.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

"Keşke Yunan galip gelseydi." diyenlerin acı günü.

Bu gün 26 Ağustos Cumartesi.

Keşke Yunan galip gelseydi diyenlerin yarasını deşmek gibi olacak ama hatırlatayım.

1922 yılında bu gün, sabahın erken saatlerinde topçu hazırlık atışının ardından Türk ordusunun taarruzu başladı.

Fesligiller ve avenesini bu gün bile üzüntüye gark eden bu taarruzun ardından kısa sure içinde güneyde yunan savunma hatlarının ilk mevzileri askerlerimiz tarafından ele geçirildi.

Sonrası malum.

30 Ağustos, Başkomutan Meydan Muharebesi'nde Yunan'ın beli kırıldı.

9 Eylül'de ise kaçabilen Yunan askerleri ve işbirlikçi hainler, Yunanistan'a kaçtılar.

Hepsi değil tabii.

Kalanlar hala o dayağı hatırlayıp ağlamaklı.

Şöyle diyorlar: "Keşke Yunan galip gelseydi! Keşke Fransız galip gelseydi!"

20 Ağustos 2023 Pazar

Birinci Dünya Savaşı sırasında isyan eden Arapların Türk nefreti

 Lawrence'in anılarında da açıkça görüldüğü gibi Araplar, Türklerden aşırı derecede nefret ediyorlardı.

Bunu, Faysal'ın yanına gelip ona tabi olduğunu söyleyen aşiretlerinin biat törenlerinde söylediklerinden anlamak mümkündür. 

Bu törenlerde Faysal, kendisine yeni katılanlara, ellerinin arasındaki Kur'an üzerine "O beklerken bekleyeceklerine, yürürken yürüyeceklerine ve hiçbir Türk'e itaat etmeyeceklerine ama nereli olursa olsun Arapça konuşan herkese iyi davranacaklarına ve Arapların bağımsızlığını can, aile ve maldan üstün tutacaklarına" yenin ettiriyordu.

Ona biat edenler de ondan geri kalmıyorlardı.

Türklerden nefret ettiklerini bazen kendilerine zarar verecek kadar saçma bir şekilde ve aşırıya kaçarak ifade ediyorlardı.

Örneğin, bir Arap aşireti reisi olan Avde, biat töreninden sonra Faysal'ın çadırında oturup Lawrence'nin de bulunduğu çok sayıda Arap ileri gelenlerinin konuşmalarını dinlerken birden "Allah muhafaza!" diyerek ayağa kalkmış ve hızla çadırdan dışarı çıkmış.

Kısa süre sonra da dışarıdan çekiç sesi gelince çadırdakiler merak edip dışarı çıkmışlar.

Avde'nin ağzındaki takma dişleri sökerek bir kayanın üzerine koyduğunu ve bir taşla vurarak parçaladığını görmüşler.

Ne yaptığını sorunca Avde şöyle cevap vermiş:

"Unutmuştu ama şimdi hatırladım. B dişleri bana Şam'da Cemal Paşa yaptırtmıştı. Rabbimin verdiği ekmeği, Türk'ün dişiyle yiyemem."

Faysal, iki yıl boyunca her bölgeden farklı kabileleri birleştirerek Türklere karşı savaşmak için tek bir gaye etrafında toplamak için elinden gelen her şeyi yaptı.

Faysal gibi onunla beraber hareket eden Araplar, sadece Osmanlı İmparatorluğu'na karşı isyan etmiyorlardı.

Türklerden de ölesiye nefret ediyorlardı.

Türklere karşı nefretleri, sadece din kardeşleri değil halifenin ordusunu da mensup olan Türk askerlerini arkadan vurmalarına değil çok caniyane katliamlar yapmalarına da sebep oluyordu.

Faysal ve Araplar bunu yaparken, yanındaki danışmanları Lawrence gibi Hristiyan İngiliz subaylarıydı.

Nereye, ne zaman ve nasıl saldıracaklarını bu Hristiyan subaylar belirliyordu.

Silah, teçhizat, malzeme ve hatta para da İngilizlerce sağlanıyordu.

Onlar zor durumda kaldıklarında biz yüzyıllarca onları koruyup kolladık.

Haçlılara ve Moğollara karşı savaşarak yok olup gitmelerini önledik.

Günümüzde de halen "din kardeşlerimiz" diye Filistin dahil her yerdeki dertlerine üzülüyoruz.

Her türlü yardımı yapmaya çalışıyoruz.

Ülkelerinde savaş çıkınca kaçıp gelenleri muhacir diye sorgusuz sualsiz ülkemize alıyor ve yıllarca bakıyoruz.

Ama Araplar, biz 1. Dünya Savaşı'nda zor durumdayken aynı dinden olduğumuzu hiç umursamadan Hristiyan İngilizleri kedilerine kardeş bellediler.

Sadece o zaman da değil.

Daha birkaç yıl önce, yıllardır Filistin'de Müslüman Arapları katlediyor diye nefret ettiğimiz Yahudilerle, biz Hz. İbrahim ortak dedemiz sebebiyle akrabayız diyerek bize karşı ittifak kurmaktan çekinmediler.

Araplar için biz ümmet değiliz.

Daha doğrusu ümmet Arapların umurunda değil.

Onların umurunda olan millet, Arap milleti.

Peki ama Araplar milliyetçilik yaparken biz niye ümmet deyip duruyoruz?

Arap isyanı, İngiliz ordusuna ne fayda sağladı?

 Birinci Dünya Savaşı sırasında 1916 Haziranında Şerif Hüseyin ve oğulları İngilizlerle yaptıkları anlaşma sonucunda Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Arap isyanını başlattıklarını ilan ettiler.

Bu isyan başlangıçta İngilizlere pratikte hiçbir fayda sağlamadı. 

İngilizler, bu durumdan hayal kırıklığına uğradılar.

Çünkü Araplar, Türk askeri ile yaptıkları hiçbir çatışmada başarılı olamadılar.

Araplar toplar ateş etmeye başlar başlamaz korkudan çil yavrusu gibi dağılıyor ve dağınık bir şekilde kaçmaya başlıyorlardı.

Ancak yine de Türk ordusuna giderek artan oranda rahatsızlık vermeye başladılar.

Buna paralel olarak, her geçen gün daha çok Türk birliği Arap isyancılarla mücadeleye ayrılmaya başlandı.

Bunun sonucunda, 1917 yılı ortalarında İngilizler, Türklerin Arap isyanı ile uğraşmaya neredeyse kendileri ile savaşmaya ayırdıkları kadar asker ayırmak zorunda kaldıklarını fark ettiler.

Bunun üzerine Araplara silah, teçhizat ve danışman yardımını artırdılar.

Türklerin Arap isyanına daha fazla asker ayırmalarının sebebi, Arapların doğrudan yaptıkları saldırılardan çok artan pusular, ikmal konvoylarına ve demiryolu istasyonlarına yapılan baskınlar, demiryolu ve telgraf hatlarının tahrip edilmesinden kaynaklanıyordu.

Bunu fark eden Lawrence, Arap isyancılar için belirlenen strateji ve taktiklerin değiştirilmesi gerektiğine, doğrudan Türk askerleri ile savaşmak yerine yıpratma muharebesine dayanan bir strateji uygulanmasına karar verdi.

Bu strateji gerçekten de etkili oldu.

Savaşın sonuna kadar Türk ordusu, geniş bir cephede isyancıların baskın, pusu ve tahriplerini önlemek için yayılmak zorunda kaldı.

Buna rağmen Arap isyancıların eylemleri önlenemedi.

Haberleşme ve ikmal faaliyetleri aksadı.

Bu da ordunun gücünün erimesine katkı sağladı.

18 Ağustos 2023 Cuma

Lawrence'in Araplar hakkında aşağılayıcı ifadeleri

 Thomas Edward Lawrence'in 1. Dünya Savaşı'nda 1916 yılından itibaren "din kardeşimiz"  olan Arapları bizim aleyhimize kışkırttığı ve isyana sürüklediği söylemlerini duymuşsunuz. Aslında bu ifade tam olarak doğru değildir. Lawrence'in isyana kışkırttığı iddia edilen Haşimiler, daha savaştan uzun yıllar önceden beri Osmanlı aleyhtarı hareketlere öncülük etmiş, isyanlar çıkarmış ve bu sebeple ağır cezalara çarptırılmıştır. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı çıkınca bunu kendileri için yeni bir fırsat olarak görmüş ancak daha önceki isyan girişimlerinde Osmanlı ordusu önünde daima hezimete uğradıklarından savaşın gidişatı netleşene kadar fiilen harekete geçmemişlerdir.

Bununla birlikte, Mısır'daki İngiliz makamları ile daima temas ve işbirliği içinde olmuşlar, 1916'da  Osmanlı İmparatorluğu'nun Ortadoğu'da artık tutunamayacağına inanmaya başlayınca da İngilizlerle işbirliği içine girerek fiilen isyan hareketini başlatmışlardır. Arap isyanını sanki Lawrence başlatmış gibi bazı basılı eserlerde yaratılan algı doğru değildir. Lawrence isyan fiilen başladıktan sonra Şerif Hüseyin'in oğullarından biri olan Faysal'ın yanına giderek onunla işbirliği içine girmiştir.

Lawrence'nin ve Arap isyanının savaşa etkisi de bu gün çoğu insanın zannettiği kadar büyük olmamıştır. Arapların Osmanlı'ya isyan ettiği 1916 yılında Türk ordusu İngilizler karşısında başarılı muharebeler vermiştir. Arap isyanını çok da önemsememiştir. Haşimilerin ele geçirebildiği yerleşim yerleri çok sınırlı kalmıştır. Suudların Medine'ye yaptığı taarruz ise hezimetle sonuçlanmıştır. Hatta şehirden çıkan Türk birlikleri başarılı tedip harekatları icra edince bazı Arap aşiretleri Türk ordusuna destek vermiştir.

Zaten Lawrence'in hatıralarından da Arapların Türk ordusu karşısında muharebelerde hiçbir varlık gösteremediği, bu sebeple kendisinin yönlendirmesiyle ikmal birliklerine pusu, demiryolu ve telgraf hatlarını tahrip gibi faaliyetlere yöneldiği anlaşılmaktadır. Başlangıçta, bu tür saldırılar da büyük bir etki yaratmamış ve İngilizlere bir avantaj sağlamamıştır. Bu durum, Arap isyanının ilan edildiği Haziran 1916 tarihinden bir ay sonra (temmuz ayında) Türk ordusu ikinci Kanal Harekatını icra etmesinden de anlaşılabilir.

Lawrence, savaş sonrasında popülerleştirilerek kahramanlaştırılmış bir figürdür. Yazdığı kitap ve sonra basın organlarında çıkan haberler sayesinde kahramanlaştırılmıştır. Bunda, onun hakkında yapılan belgeseller ve filmlerin de etkisi büyüktür. Aslında Lawrence, tuhaf ve tartışmalı bir kişiliktir. Örneğin, savaş sonrasında yaptıklarından savaş sırasında birlikte olduğu Faysal'a ve onun nezdinde Araplara karşı duygusal bir bağ oluşturduğu anlaşılmaktadır fakat yazdığı eserde Arapları küçümseyen ve hatta aşağılayan ifadeler kullanmaktan da geri kalmamıştır. 

Lawrence'in ifadelerinden bu aşağılama açıkça görülmektedir. Örneğin Araplar hakkında şunları yazmıştır: "Arap, bir fikir üzerinde, bir ipin üzerindeymiş gibi sallanabilirdi; zira aklının söz verilmemiş bağlılığı onu itaatkar bir hizmetkar yapardı. Başarı ve onunla birlikte sorumluluk, görev ve taahhütler gelene kadar hiçbir şekilde bu bağdan kurtulamazdı. Sonra fikir gitti ve iş bitti mi, harabe halinde. Bir itikata sahip olmadan, dünyanın zenginlikleri ve zevkleri gösterilerek dünyanın dört bir yanına götürülebilir (ama cennete değil); ancak bu şekilde yönlendirilen yolda, başını yaslayacak hiçbir yeri olmayan ve rızkı için sadaka veya kuşlara muhtaç bir fikir peygamberine rastlasa, o zaman servetini onun ilhamı için terk eder. O, bu fikrin iflah olmaz çocuğudur; beceriksiz ve renk körüdür; bedeniyle ruhu sonsuza dek ve kaçınılmaz olarak uyuşmaz. Aklı tuhaf ve karanlıktır; depresyon ve coşkuyla dolu, kuraldan yoksundur; fakat dünyadaki diğer herkesten daha şevkli ve inancı daha mümbittir. Hayalin en güçlü güdü, sonsuz bir cesaret ve çeşitlilik süreci ve sonunun da hiçlik olduğu başlangıçların insanıdır. Su kadar kararsızdır ve belki su gibi sonunda üstün gelebilir. Hayatın şafağından beri birbirini izleyen dalgalar halinde, insan etine hücum etmektedir. Her dalgası kırılmış fakat tıpkı deniz gibi vurduğu kayadan ancak tozları alabilmiştir." (T.E.Lawrence, Çölde İsyan, Osmanlı Ortadoğu'yu Nasıl Kaybetti?, Kronik Yayınları, 2023, İstanbul, s. 7)

Lawrence bunları söyledikten sonra, tüm bu olumsuzluklara rağmen Arapları yola soktuğundan ve onları Şam'a kadar başarıyla sürüklediğinden bahseder. Burada açıkça, "elimdeki malzeme çok kalitesizdi ama ben çok yetenekli olduğumdan bu malzemeye rağmen başarılı oldum" demeye çalışan bir megalomanın izleri görülmektedir. Ama çoğu Arap, onu minnetle anmaktadır. Üstelik kandırılıp İngiliz çıkarları için kullanıldıktan sonra Paris Barış Konferansı'nda kendilerine verilen hiçbir söz tutulmadığı halde. 

13 Ağustos 2023 Pazar

Askeri Şirketlerin Yarattığı Tehlikeler.

Son zamanlarda, askeri şirketlerin yarattığı sorunlar basın ve yayın organlarına sık sık yansımaktadır.

Blackwater şirketinin Irak'ta yaptığı insan hakları ihlalleri, işkenceler ve cinayetlerin yanında Irak'ın altınlarını ve sanat eserlerini çaldığı yönündeki iddialar hala gündeme gelmektedir.

Bizde kurulan SADAT'ın kurucularının yaptıkları açıklamalar tüm halkı endişeye sevk etmiştir.

Ama en önemli gelişme Rusya'da yaşanmıştır.

Rus askeri şirketi Wagner, tuhaflıklarla dolu bir süreçte Rus hükümetine darbe yapmaya kalkışmıştır.

Tuhaf bir şekilde başlayan bu isyan/darbe girişimi yine tuhaf bir şekilde sona ermiştir.

Bunun sonucunda askeri şirketler tüm dünyada mercek altına alınmıştır.

Halbuki askeri şirketler ve yarattığı sorunlar yeni bir şey değildir.

Ortaçağ'da, başta İtalya olmak üzere neredeyse tüm Avrupa ülkeleri paralı askerleri ve askeri şirketleri kullanmıştır.

Hatta, Anadolu Selçuklu Devleti bile Frank diye isimlendirdikleri Batılı askeri şirketleri kiralamıştır.

Fakat askeri şirketler, hem savaşın şiddetini askerlerden çok sivil halka yönettiklerinden, hem her zaman güvenilir birlikler olmadıklarından o zamanlarda da büyük sıkıntılar yaratmıştır.

Örneğin, 30 yıl savaşlarında Avrupa'da birçok yerde neredeyse nüfusun tamamının katledilmesinde devletlerin düzenli orduları dışında kalan özel şirketler  ve paralı askerlerin büyük katkısı vardır.

Zaten bu yüzden, savaş sonrasında1648'de imzalanan Westfayla Barış Antlaşması'nın ardından paralı askerlik uygulamalarından ve askeri şirketleri savaşlarda kullanmaktan vazgeçilmeye, bunların yerine alay sistemi denilen devlete bağlı daimi ordular kurulmaya başlanmıştır.

Bu ordular Kralların bütçesinden finanse edildiklerinden, devlet bütçelerine büyük bir yük getirmiştir.

Bu sebeple ordular, genellikle çok büyük olmamıştır.

Bu durum savaşların şiddetini azaltmıştır.

Bu dönemde krallar, isyan edebileceklerinden korktuklarından halkı askere alamamışlardır.

Ancak Fransız ihtilalinden sonra, bütün Avrupa krallıklarının saldırısına maruz kalan Fransa Cumhuriyeti, tüm halkın genç erkeklerini askere almıştır.

Böylece mevcutları bir milyona varan ordular savaş alanlarında görülmeye başlamıştır.

Bu şekilde halkı askere alan devletlere silahlı ulus denilmiştir.

Bu durum 1. Dünya Savaşı'nda zirveye çıkmış ve 2. Dünya Savaşı'nda da mecburi askerlik sistemine devam edilmiştir.

Soğuk Savaş sonrasında mecburi askerlik sistemi birçok ülkede kaldırılmaya başlanınca, maaşlı askerlerden kurulan profesyonel ordular ortaya çıkmaya başlamıştır.

Ancak, refah seviyesindeki artışa paralel olarak nitelikli insanlar askerliği tercih etmediğinden orduların personel kalitesi düşmüştür.

En sorunlu insanları bile askere almak zorunda kalan bazı ülkeler, yine de ordu kadrolarını dolduracak kadar asker temin etmekte zorlanmıştır.

Son yıllarda meydana gelen çatışmalar daha çok terör örgütleri, direnişçiler vb. gruplarla Batılı ülkeler arasında yaşandığından savaşlar düşük yoğunluklu ve uzun süreli olmuştur.

Bunun sonucunda savaşan ordular sürekli olarak telafisi güç zayiatlar vermişlerdir.

Refah toplumu, bu ağır zayiatı kaldıramamıştır.

Buna bir çare olarak Hibrit Savaş kavramı ortaya atılmış ve bazı devletler terör örgütleri, dini gruplar ve aşiretler gibi asker olmayan silahlı gruplarla işbirliği içine girmiştir.

Bu durum çatışma ve savaşları Suriye'de olduğu gibi içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir.

Üstelik bu durum, eski müttefikleri terör örgütlerine destek verdikleri gerekçesiyle karşı karşıya getirmiştir.

Ama savaşacak asker bulma sıkıntısı yüzünden başvurulan en kötü yöntem, askeri şirketler kurulmasına izin verilmesi ve bunların savaş meydanlarında kullanılması olmuştur.

Bu durum yaygınlaşmaya devam ederse; askeri şirketler, hem dünya barışı hem de ülkelerin iç istikrarı kalıcı bir istikrarsızlık sebebi olacaktır.


Ukrayna Savaşı ve Türkiye'nin Son Dönemdeki Savaşlardan Gördüğü Zararlar

 Ukrayna Savaşı öncesinde Suriye ve Libya, dünyanın savaş meydanları durumundaydı.

Çünkü Rusya bu ülkelerdeki savaş oyununun taraflarından biriydi.

ABD dahil bir sürü Avrupa ülkesi de çatışmalara bir şekilde dahil olmuşlardı.

Bu durum milli güvenliğini tehdit etmeye başlayınca Türk ordusu da Suriye'ye girmişti. 

Ukrayna Savaşı çıkınca durum değişti.

Rusya, kendine aşırı güvenin bir sonucu olarak yanlış bir strateji ile yanlış bir plan yaptı.

Ukrayna'nın başkenti dahil Dinyeper Nehri doğusunu kuşatıcı bir manevra ile ele geçirmeye çalıştı.

Bahsedilen bölge, 700-800 kilometre çapı olan bir yarın daire şeklindeydi.

Yarı çap kısmı hariç yarım dairenin çevresi (çember kısmı) 1700-1800 kilometreydi.

Rusya, bu kadar geniş bir alanı 200-250 bin askerle ele geçirmeye çalıştı. 

Halbuki bu bölgede onlarca şehir ve kasaba vardı ve meskun mahallerde muharebe piyade ağırlıklı yoğun kuvvet kullanımını gerektiriyordu.

Bu sebeple, 200-250 bin asker çok yetersizdi.

Üstelik dış hatlardaki Rus ordusunun cephenin bir yerinden diğer bir bölgesine kuvvet kaydırması günler alıyordu.

Bu hatalı plan ve strateji sonucunda Rusların ilk taarruzları başarısızlıkla sona erdi.

Rusya, cepheyi daraltması gerektiğini anladı ve kuzeyden çektiği kuvvetlerini güneye kaydırdı.

Cephe, Harkov güneyinden Kırım'a kadar uzanan daha dar bir alanla sınırlandırıldı.

Rusya bu sayede, başlangıçta başarı kazanmaya başladı.

Mariopol ve Herson gibi şehirleri aldı.

Ancak Rusya, çok zaman kaybetmişti.

Batı, Ukrayna'ya yardımlarını artırdı.

Ukrayna ordusunun kendine güveni arttı.

Bunun sonucunda karşı taarruza kalkan Ukrayna ordusu, Herson dahil birçok bölgeyi geri aldı.

Geçen kış Ruslar, savunma durumuna geçerek derinliğine mevziler hazırladılar.

Ukrayna ise taarruz hazırlıklarına başladı.

Ukrayna baharda yeni bir karşı taarruza başladı.

Başlangıçta bazı yerleri geri aldığı haberleri gelse de Ukrayna ordusu istediği başarıyı kazanamadı.

Böylece bir yenişememe durumu ortaya çıktı.

Savaş durağanlaştı ve yıpratma savaşına dönüştü.

Bu süreçte Rusya, Libya ve Suriye'den bazı birliklerini çekmek zorunda kaldı.

ABD de dikkatini Ukrayna'da yoğunlaştırdı.

Suriye ve Irak'ta IŞİD'in gücünü kaybetmesi de buna eklenince bu durum en çok Esat rejimine yaradı.

Libya'da ise Türk desteği ile resmi hükümet varlığını güçlendirdi ve böylece çatışmalar durdu.

Türkiye Libya'da sağlam bir yer kazandı.

Ancak Suriue iç savaşından en zararlı çıkan ülke Türkiye oldu.

Örneğin, hemen güneyinde Amerikan kuklası bir PYD bölgesi ortaya çıktı.

Türkiye Suriye'ye girdi ve bazı bölgeleri ele geçirdi ancak oldukça emniyetsiz hatlarda durmak zorunda kaldı.

Fiziksel engellere dayanmayan ve bütünlük arz etmeyen temas hattı yüzünden PYD ile çatışmalar devam etti.

Türkiye, çok sayıda zayiat verdi.

Türkiye Suriye'de çok dar bir alanı kontrol altına aldı ancak Suriye'nin her yerinden sığınmacılar Türkiye'ye akın etti.

Böylece, ülkeye milyonlarca sığınmacı geldi.

Bunlar yıllardır Türkiye'nin her yerinde kontrolsüz bir şekilde yaşıyor.

Üstelik şimdi, sığınmacıların yüzde 70'i, savaş bitse de Suriye'ye geri dönmek istemiyor.

Bu sığınmacılar ve yasadışı göçmenler ülkenin yüzde 20'si kadar.

Demografik bir işgal altındayız.

Bu kayıtsız insanlar, zaten büyük olan kayıtsız ekonomiyi ülkenin kaldıramayacağı seviyelere getirdi.

Ülke ekonomisi büyük bir çöküş içine girdi.

Devlet harcamaları askeri harcamalar sebebiyle çok arttı.

Bu yüzden hükümet vergi toplamak istiyor ama ekonomi ağırlıklı olarak kayıt dışı olduğundan gelir vergisini artırarak yeterli para toplayamıyor.

Bu yüzden dolaylı vergileri (KDV) artırıyor.

Bu durum sabit gelirli insanları eziyor.

Enflasyon artıyor.

Halk rahatsız.

Şam'da cuma namazı kılacağız derken milyonlarca Suriyeli Sultan Ahmet Camii'nde cuma namazı kılıyor.

Sadece namaz kılsalar iyi.

Gettolar oluşturdular.

Kalıcı olarak yerleştiler.

Kısacası, büyük devlet olacağım derken elimizdeki devlet de tehlike altına girdi.

Mevcut hükümetin açıklamaları ve eylemlerine bakınca bu durum düzelecek gibi de görünmüyor.

Allah sonumuzu hayır etsin.

6 Mart 2022 Pazar

Putin'in stratejisi.

 Rusya'nın tarih boyunca uyguladığı emperyalist stratejiye baktığımızda Putin'in de ayni stratejiyi uyguladığını söylemek mümkün.

Önce Kafkasya'da taarruzla Gürcistan sorununu kendince halletti.

Karabağ savaşındaki tavrı ile batıya fazla yaklaşan Ermenistan'ı yola soktu.

İktidarı kaybetme pahasına Rus ordusunu ülkesinden çıkaran Elçibey'in bu kazanımını da ekarte etti.

Azerbaycan toprağı olan Karabağ'a Rus ordusu yerleşti.

Aliyev, Moskova'ya gidip dostluk anlaşması imzalayarak Rusya'nın patronluğunu onayladı.

Şimdi batıya dönen Putin, Ukrayna'da istediğini alırsa sırada Kazakistan var.

Çünkü çarlık Rusya'sı da öyle yapmıştı.

2 Mart 2022 Çarşamba

Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türkiye için.

 Beni bilen bilir. Emperyalizme karşıyımdır. Ama bu konuda, emperyalizme karşı olduğunu söyleyen bazı kişilerden farklı olduğumu da söylemeden geçemeyeceğim. Emperyalizme karşı olduğunu söyleyenlerden çoğu, ABD emperyalizmine karşılar, emperyalizme değil. Muhtemelen emperyalizm deyince akıllarına sadece ABD, belki biraz da Batı Avrupa'nın büyük devletleri geliyor. Ben emperyalist ayrımı yapmıyorum. ABD ve Batı Avrupa devletleri kadar Rusya ve Çin'i de emperyalist devlet olarak görüyorum ve hepsinin canı cehenneme diyorum. Ülkenin tek politikasının Atatürk'ün de uyguladığı tam bağımsızlık olması gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar lafı niye ettim? Ukrayna-Rusya savaşı çıkınca ABD'yi emperyalist görüp de Rusya'ya toz konduramayan bazı kişiler yine; "Rusya bize Kurtuluş Savaşı'nda şöyle yardım etti, böyle yardım etti" diye hikaye anlatmaya başladılar. Rusya bizim dostumuz, en zor zamanımızda yanımızda oldu demeye getiriyorlar. Oysa bu iddiada bazı büyük yanlışlar ve eksikler var. Örneğin Rusya 1914-1918 yılları arasında bize var gücü ile saldırdı. Neredeyse Sivas'a kadar Anadolu'nun doğu kesiminin tamamını işgal etti. Ermenileri silahlandırarak milyonlarca insanımızı katlettirdi veya yarı aç yarı tok, yalınayak başı kabak batıya göç etmesine sebep oldu. 1919'da batıya göçen ve açlıktan kırılan nüfus 1.000.000 kişiydi. Bundan neden bahsetmiyorlar? Üstelik 1919-1922 yılları arasında bize yardım eden Rusya değil Sovyetler Birliği idi. Yani çeşitli milletlerin kurduğu Bolşevik devletlerin birleşmesinden oluşan enternasyonalist bir rejim idi. Onlar da şartların zorlamasıyla ve kendi çıkarları için yaptılar bu yardımları. Eğer Anadolu'da bir milli hareket gelişirse Yunan, Ermeni, İngiliz ve Fransızlar, Bolşevik rejimi doğmadan yok etmek için yeterince asker gönderemeyeceklerdi. 1919'da Bolşevikler İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Japonlar tarafından üç yandan saldırıya uğramışlardı. Mondros Mütarekesi sonrasında (1919 başlarında) Fransız ve Yunan birlikleri de Kırım'a da çıktılar. Bu gün Ukrayna-Rusya savaşının meydana geldiği bölgelerde Beyaz Rus generali Wrangel ile birlikte Bolşeviklere saldırdılar. Bolşevikler iç ve dış saldırılar sebebiyle yok olmanın eşiğine gelmişlerdi. Aynı bölgeden ve Kafkasya'dan yeni birlikleri gelmemesi onlar için hayati öneme sahipti. Yani Bolşevik Rusya'nın emniyeti ve yaşaması Anadolu'daki bağımsızlık hareketinin başarısına da bağlıydı. Bu yüzden bize yardım ettiler. O kadar büyütülecek kadar da değildi bu yardım. Çünkü zaten kendilerine de silah ve para lazımdı. Üstelik samimi bir dostluktan da kaynaklanmıyordu. Konjonktürel idi. Nitekim, 2. Dünya Savaşı sonrasında kendilerini yeterince güçlü ve emniyette hissedince Bolşeviklerin yaptıkları ilk şey bizden Erzurum'a kadar Doğu Anadolu topraklarını ve boğazlarda üs kurma hakkını istemek oldu. Sadece bu kadar da değil. Osmanlı ömrü boyunca en çok iki devletle savaştı ve yıkılmasına da bu iki devlet sebep oldu. Bunlardan biri Avusturya, diğeri ise Rusya idi. Biz Ruslarla ilk savaşımızı (daha önceki birkaç küçük çatışma hariç) 1560'larda Astarhan'da yaptık ve o tarihten sonra Osmanlı yıkılana kadar sürekli olarak savaştık. Bu savaşların tamamına yakınında mütecaviz taraf Ruslardı. Osmanlı'yı bütün balkanlardan, Karadeniz kuzeyinden ve Kafkaslardan (büyük katliam ve sürgünlerle nüfus yapısını da değiştiren) çıkaran Ruslardı. Balkan savaşını kışkırtan ve Avrupa kıtasından atılmamızı sağlayan da Ruslardı. Şimdi bunları söyleyince tarihi düşmanlık için kullanıp Ruslarla düşmanlık yaratalım dediğimi zannetmeyin. Ama 350 sene bize saldırdıkları halde, sadece 1919-1921 yılları arasında kendi güney kanatlarını savunalım diye verdikleri üç-beş top ve tüfek ile Orta Asya'daki Türklerden topladıkları paraları verdiler diye de Rus seviciliğinin alemi yok. Ayrıca ABD'nin kucağına oturmayalım diye gidip Rusya'nın veya Çin'in kucağına oturmak da bana pek mantıklı gelmiyor. Oturduğun şey aynı ise kime ait olduğunun bir önemi yok. Ama Avrasyacılık saçmalığı ortaya çıktıktan sonra maalesef Osmanlının yıkılma dönemindeki devlet görevlileri gibi bölündük. Onlar da kimisi İngilizci, kimisi Fransızcı, kimisi Rusçu idi. Milli Mücadele'de de İngiliz Muhipleri ve Amerikan mandacısı Wilson Prensipçileri vardı. Hatta İtalyan seviciler bile mevcuttu ama sayıları diğerlerine göre daha azdı. Atatürk Nutuk'ta bu kişileri uzun uzun anlatıp eleştirir. Bundan sonra da kendi fikrini açıklar: Ya istiklal, ya ölüm. Ayrıca tam bağımsızlık der, hakimiyet-i milliye der, irade-i milliye der, Misak-ı Milli der. Ben de onun gibi düşünüyorum. "Ne Amerika, Ne Rusya, Ne Çin, Her Şey Tam Bağımsız Türkiye İçin" diyorum. Ne Atlantik, ne Avrasya merkezli düşünüyorum. Anadolu'dan başka bir merkez filan da kabul etmiyorum. Eğer birileri bir birlik kurmak istiyorsa, gelip bizim etrafımızda, Anadolu'yu merkez alarak toplansınlar. Bu saatten sonra nhiç kimsenin uydusu olacak halimiz yok.