.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Sosyal Sorunlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal Sorunlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2023 Pazar

Bilmek önemli.

Yaşlı bir adama bir araba çarpmış.

Adam hafifçe yaralanmış.

Etrafta bulunanlar hemen adamı en yakın hastaneye götürmüşler.

Acilde ilk muayeneyi yapan doktor hemşirelere dönüp herhangi bir çatlak veya kırık olup olmadığını tespit etmek için gerekli işlemleri yapmalarını söylemiş.

Yaşlı adam "Acelesi olduğunu, röntgen çektirmek istemediğini" söylemiş.

Hemşireler merakla "Ne acelesi olduğunu" sormuşlar.

Adam cevap vermiş:

"Eşim huzurevinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmek için oraya giderim."

Bunun üzerine hemşirelerden biri "Eşinize haber verir, gecikeceğinizi bildiririz." deyince yaşlı adam yüzünü buruşturmuş.

"Ne yazık ki karım Alzaymır hastası. Söylediğinizi anlamaz. Hatta beni bile tanımıyor." demiş.

Hemşire "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden onunla kahvaltı yapmak için bu kadar çaba gösteriyorsunuz?" diye sorar.

Yaşlı adam "Olsun, ben onun kim olduğunu biliyorum ya... O bana yeter" diyor.

2 Ekim 2023 Pazartesi

İnsanlara ne oldu?

 Öğretmen sınıftaki en cevval çocuğa sormuş:

"Canlılar kaça ayrılır?"

Çocuk cevap vermiş:

"Dörde ayrılır öğretmenim."

Bunun üzerine öğretmen; "Say bakalım, neymiş onlar?" demiş.

Çocuk başlamış saymaya: 

"Bitkiler, hayvanlar, insanlar ve çocuklar."

Öğretmen şaşkınlıkla soruyor:

"Çocuklar da insan değil mi oğlum?"

Çocuk; "Haklısınız öğretmenim, o zaman canlılar, üçe ayrılır." diyor.

Bunun üzerine öğretme; "Peki, yeniden say bakalım." diyor.

Çocuk bu sefer, "bitkiler, hayvanlar ve çocuklar" diyor.

Öğretmen; "Oğlum insanlara ne oldu? Saymadın.." diyor.

Çocuk cevap veriyor:

"Düşünebilenleri hep çocuk kaldılar, düşünemeyenleri ise hayvanlaştılar öğretmenim."


26 Eylül 2023 Salı

Yasadışı göçmen ve sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmelerini istemek ırkçılık değil vatanseverliktir.

 Ülkede 17 milyon kişi oldukları bazı resmi kurum raporlarından anlaşılan yasadışı göçmen ve sığınmacıların ülkelerine gönderilmesini istemek ırkçılık değil vatanseverliktir.

1918 yılından itibaren ülkemiz silahla işgal edilince silahla karşılık verdik ve işgalcilerin hepsini geldikleri yerlere gönderdik.

Şimdi sırtında çantayla gelenlerce işgal edilince neden ses çıkarmayalım.

Geldikleri gibi, çantalarını sırtlarına verip ülkelerine geri gönderelim.

Türkiye Avrupa'nın göçmen toplama merkezi olamaz.

24 Eylül 2023 Pazar

Türkiye AB'nin göçmen deposu oluyor.

 Dünyada gelir dengesizliği had safhada.

Bazı ülkelerin kişi başına milli geliri başka bazı ülkelerin 8-10 katı kadar.

Üstelik büu gelir dengesizliği artarak devam ediyor.

Öte yandan bazı bölgeler yıllar süren çatışmalar sonucu tükenmiş durumda.

Bunlardan Afganistan gibi ülkelerdeki baskıcı rejimler durumu daha da kötüleştiriyor.

Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliği ise durumu içinden çıkılamaz bir hale getiriyor.

Bunların sonucunda milyonlarca insan sırtına çantasını alıp yollara çıkıyor.

Sığınmacı veya yasa dışı göçmen olarak bazı ülkelere girmeye çalışıyor.

Refah seviyesi en yüksek ülkeler AB ülkeleri olduğundan doğal olarak bu insanların çoğunun nihai Avrupa.

Afrika ve Ortadoğu'dan gelenler ilk etapta Akdeniz sahillerinde kıyısı olan Avrupa ülkelerine girmeye çalışıyor.

Ama bu ülkeler göçmenleri engellemek için sıkı tedbirler almış durumdalar.

Bir ara Belarus rejimi göçmenlerin Avrupa'ya girmesine engel olmayacağız diye açıklama yapınca ipini koparan misali bir sürü insan bu ülkeye akın etmişti.

Bunun üzerine AB, Belarus ile sınırı olan Avrupa ülkelerinde dikenli tellerden ve diğer engellerden surlar ördü.

Ukrayna savaşı çıkınca Belarus göçmenler için tehlikeli bir hale gelince Belarus'a göçmen akını durdu.

Ama diğer bölgelerden bu akın devam ediyor.

Açıklamalar da tehlikenin boyutunu ortaya koyuyor.

Mesela İtalya başbakanı, ülkesini Avrupa'nın göçmen deposu yapmayacağını söyledi.

Yani, "Ben göçmenlerin ülkeye girmesine engel olacağım.

Ama giren olursa, bunları da Avrupa'yı koruyacağım diye ülkemde toplayıp beslemeyeceğim.

Ya Avrupa'nın yardımıyla ülkelerine gönderirim.

Yardım edilmez ise de bırakırım nereye isterlerse gitsinler." demek istiyor.

Fransa zaten İtalya'dan da fazla tedbir alıyor Akdeniz'de.

Böylece Akdeniz'den Avrupa'ya girmek göçmenler için çok zor hale geldi.

Üstelik yakalanınca geri gönderiliyorlar. Aylarca uğraşıp başladıkları yere döndüklerinden çoğu göçmen bu yolu denemek istemiyor.

Ama bir başka yol daha var.

O da Türkiye üzerinden Avrupa'ya gitmek.

Gidemezlerse bile en azından Türkiye'de kalmak avantajlı görünüyor.

Dünyada haberleşme imkanları çok arttı.

Herkes televizyon ve internetten dünyayı takip ediyor.

Böylece, Türkiye'ye kaçak yollarla girmenin avantajlı olduğunu görüyor.

Çünkü Türk hükümeti, gelen göçmenleri geri göndermeyeceğini ekranlar karşısında tekrarlayıp duruyor.

Gerçi Türkiye'de de göçmen istemeyen insanlar var. 

Ama hükümet bu insanları baskı altına alıyor.

Mesela, göçmen karşıtı yazılar yazdı diye bazı kişiler tutuklandı son günlerde.

Hükümetin de hakkını yememek lazım.

Ülkeye girenleri engellemiyor ama çıkmaya çalışanları başarıyla yakalıyor.

Ülkenin batısında her gün göçmenleri Avrupa'ya geçiren insan kaçakçıları yakalanıyor.

Sınırı geçmeye çalışan göçmenler yakalanıp geri getiriliyor.

Ama doğuda, yani göçmenlerin ülkeye girdiği bölgede nedense yakalanan insan kaçakçısı olduğuna dair pek bir haber duyulmuyor.

Ülkeye girmek serbest ama çıkmak yasak.

Üstelik yasadışı göçmenler bir defa sınırı geçince başlarına bir şey de gelmiyor.

Ceza filan almadıkları gibi toplama merkezlerinde de alıkonulmuyorlar.

Babalarının malı gibi istedikleri şehre gidip yerleşiyorlar.

Yasadışı göçmenler ve sığınmacılar bundan memnu.

Ha bir de Avrupa ülkeleri bu durumdan çok memnu.

Her gün Avrupa ülkeleri ile göçmenlerle ilgili bir anlaşma yapıldığı haberleri yayınlanıyor.

Avrupa bize, göçmenleri tutun, bize bırakmayın diyor.

Bizimkiler de bunu kabul ediyor.

Geçen yıl 6 milyar Euro verme sözü vermiş AB, göçmenleri AB'ye salmama karşılığında.

17 milyon olduğu söylenen göçmenlerin masrafları karşılığı herhalde.

Ama bu kadar para zararın 100'de birini bile karşılamaz.

Demografik, kültürel, güvenlik ve siyasi sorunları ise 100 milyar Euro verseler de telafi etmek mümkün değil.

Ama yetkililer ısrarla göçmen ve sığınmacıları göndermemeye çalışıyor.

6 milyar Euro bu kadar göçmenin masrafını karşılamadığına göre bu ısrar niye.

Bu parayı göçmenler için değil de başka bir şey için mi alıyorlar acaba?

17 Eylül 2023 Pazar

Kimsenin söylemediği bir gerçek. Bir zamanlar, Eskişehir'de 1.5 yıl ezan okutmadılar.

 TRT tarafından Büyük Taarruz hakkında çekilen bir belgesel var.

Youtube'ta da yayınlanmış.

Biraz önce seyrettim, gözlerim yaşardı.

Sadece savaşın ve zaferin getirdiği bir duygu değildi gözlerimi yaşartan.

En çok, o günleri küçük bir çocukken yaşamış ve olaylara şahit olmuş Eskişehirli bir hanım efendinin söyledikleri duygulandırdı beni.

Hanımefendinin söylediğine göre, Yunan işgali süresince 1.5 yıl Eskişehir'de hiç ezan okunmamış.

Yunanlılar izin vermemiş.

Bir gün tüm camilerden ezan okunmaya başlandığında Türk ordusunun şehre girmek üzere olduğunu anlamışlar.

Herkes sokaklara çıkıp orduyu karşılamak için hazırlığa başlamış.

Yerlere evlerindeki halıları sermişler.

Günümüzde bazı hainler "Keşke Yunan galip gelseydi." diye hönkürüyorlar.

Bazı cahiller de bunları var güçleriyle alkışlıyorlar.

Neymiş?

Yunan galip gelseydi halife yerinde duracakmış.

Şıhlar, dervişler işlerine devam edecekmiş.

Tekke ve zaviyeler kapatılmayacakmış.

Adam, milletin ezan sesi duyamamasını umursamıyor. 

Camiye gidememesini umursamıyor.

Ezan okunmasın, millet camiye gidemesin ama halife yerinde dursun, şıhı, dervişi, meczubu saltanatına devam etsin.

Tek dertleri bu.

Din umurlarında değil.

Makam ve mevkilerini, bedavadan kral gibi yaşama imkanlarını kaybettiler, asıl üzüldükleri bu.

Bunu söyleyemediklerinden din, iman vb. sözlerle milleti kandırıyorlar.

Gerçek apaçık ortada.

Kurtuluş Savaşı'nı ve bu savaşı yapan maraşalden ere kadar tüm insanları küçümseyen, kötüleyen, onlara çamur atmaya çalışan herkes haindir.

Vatana ihanet etmektedir.

Millete ihanet etmektedir.

Dine ihanet etmektedir.

Gerisi hikaye.


Kendi hastalığınıza kendiniz teşhis koymayın: Bir doktora gidin.

 Gençlik yıllarım...

Akdeniz bölgesindeki bir ilçemizde batarya/bölük komutanıyım.

Eğitim alanındaki binada bulunan odamda evrak işleri ile ilgileniyorum.

Haberci, tabur komutanı bataryaya geliyor deyince dışarı çıktım. 

Tekmil vermek için komutana doğru koşmaya başladım. 

Komutan bana doğru yürürken birden durdu ve iki büklüm yere yığıldı. 

Yanına yaklaşınca kustuğunu ve karnını tutarak acı içinde inlediğini gördüm.

"Komutanım, neyiniz var?" diye sorunca: "Bende prostat var herhalde. Bir süredir böyle oluyor. Beni hemen hastaneye götür." dedi.

Park yerinden arabamı aldım.

Komutanı arabaya bindirip ön koltuğa oturttum.

Ben de şoför mahalline geçtim.

İlçede bir devlet hastanesi vardı ama askeri hastaneye gitmek istedi.

Bunun üzerine ilçeden ayrılarak komşu ilde bulunan askeri hastaneye doğru yola çıktım.

Hastaneye varmamız bir saatten fazla sürecekti.

Fakat daha yolun yarısına gelmeden komutanın ağrıları iyice arttı.

Bu arada öğürmeye başladı.

Pencereyi açarak dışarıya kustu.

Daha rahat kussun diye yolun sağında durdum.

Bir kasabanın girişine yakındık.

Etrafa bakınırken kasabada bir sağlık ocağı olduğunu gördüm.

Bunun üzerine arabaya binip sağlık ocağına gittik.

Sanırım öğlen arasıydı.

İçerde doktordan başka kimse yoktu.

Onun yardımıyla komutanı omuzlayıp içeri götürdük.

Muayene masasına sırt üstü yatırdık.

Ben doktora durumu anlattım.

Doktor komutana; "Prostatın böyle bir göstergesi yok. Size hangi hastanede bu teşhisi koydular?" dedi.

Komutan doktora gitmediğini, kendisinin prostatı olduğunu tahmin ettiğini söyledi.

Bunun üzerine doktor bir kağıda bir şeyler yazıp bana verdi.

"Bir sonraki kasabada bir eczane var. Bu kağıda yazdıklarımı alıp hemen gel." dedi.

Dediğini yaptım.

Eczaneye gidip kağıdı eczacıya uzattım.

O da kağıtta yazanları bir poşete koyup bana verdi.

Hızla geri döndüm.

Komutan masada kıvranıyordu.

Acıları daha da artmıştı.

Doktor; "Şu anda burada kimse yok. Bana yardım et, sonda takacağız. İdrar çıkaramıyor. İdrar biriktiğinden kıvranıp duruyor." dedi.

Sonra da "Komutanın ellerini sıkıca tut ve sakın bırakma." diye devam etti.

Dediğini yaptım.

Ellerini zor zapt ettim çünkü sonda takma olayı çok acı veriyordu.

Bir süre sonra hortumun ucundan idrar akmaya başladı.

Çok fazla birikmiş olmalı ki uzun süre aktı.

Aktıkça da komutan rahatladı.

İdrar bitince doktor sondayı çıkardı.

Komutana; "Bunun prostatla alakası yok. Muhtemelen taş döküyorsun. Taş, idrar yolunu tıkamış olmalı." dedi.

Doktora teşekkür edip yola devam ettik.

Komutan hala aynı fikirdeydi.

"Bu pratisyen hekim, nereden bilecek? Bende bu ağrılar bir süredir ara ara oluyor. Bir haftadır iyice arttı. Muhtemelen prostattır." diyordu.

Ben "Adam doktor, elbette o bizden daha iyi biliyordur. Keşke kendinize teşhis koymasaydınız. Bir üroloğa gitseydiniz." dedim ama dinletemedim.

Bir süre sonra hastaneye vardık.

Üroloji bölümüne gittik.

Muayene, tahlil, film vb. faaliyetlerden sonra doktor, böbreklerinde taş/kum olduğunu bunu döktüğünü, iri parçalar dökülürken hem idrar yolunu çizerek zedelediğini hem de idrar çıkışı zorlandığından idrar biriktiğini, bunun da ağrı ve kusmaya sebep olduğunu, sorun tedavi edilene kadar hastanede yatacağını söyledi."

Bunun üzerine komutanın yatış işlemlerini yaptık ve ben geri döndüm.

Yanlış hatırlamıyorsam bir hafta sonra komutan mesaiye geldi.

Bütün dertleri sona ermişti.

Öğleye doğru benim odama geldi.

Onu hastaneye götürdüğüm için teşekkür etti.

Sonra da; "Bu tecrübeden ne öğrendik?" diye sordu.

"Sağlık her şeyden önemlidir." diye cevap verdim.

"Hayır!" dedi. "Her işi uzmanına sormak gerek. Kendi kendine gelin güvey olmak kimseye bir hayır getirmez."

Güldüm.

O da güldü.

Tekrar teşekkür edip gitti.



14 Eylül 2023 Perşembe

Kadın Voleybol Takımımızın Şampiyon Olmasını Hazmedemediler.

 Kadın voleybol takımımızın başarılarını hazmedemeyen bir güruh var.

Temel argümanları ise bir voleybolcunun eşcinsel (lezbiyen) olduğu iddiası.

Bu dine imana aykırı bir şeymiş.

Müslüman Türk milletine uygun değilmiş.

Aynı güruh, bir travestinin (Bülent Ersoy teknik olarak böyledir) sarayda ağırlanmasında nedense hiç rahatsız olmadı.

Sarayda ağırlanmayı da bir kenara bırakın.

Kendisi tesettüre girip ilahi okurken huşu içinde dinlediler.

Bu arada ezan okumasından da çok etkilendiler.

Rahatsız filan olmadılar.

Bazı muhafazakar görünümlü siyasetçinin eşcinsel olduğu haberlerinden de kimse rahatsız olmadı.

Bazı tarikat yurtlarında küçük erkek çocuklara erkek hocalar tarafından uygulanan tacizi "Küçüğün rızası varmış." diye normalleştirmeye çalışan politikacılardan da rahatsız olmadı.

Peki neden, voleybol takımındaki bir oyuncunun eşcinsel olduğu iddialarına bu kadar tepki gösteriyorlar?

Verdiğim örneklerden, sorun ettikleri şeyin eşcinsellik olmadığı görülüyor.

Asıl sorunun modern Türk kadınının bu kadar büyük bir başarıya imza atmasını hazmedememekten kaynakladığı açık.

Ama başarı asla üstü örtülemeyen bir şeydir.

Hazımsızlara verilecek en güzel cevap ise daha büyük başarılar kazanmak olacaktır.

6 Eylül 2023 Çarşamba

Hiç olmak.

 Nasrettin Hoca yolda yürürken yanlışlıkla birine çarpmış.

Adam Hoca'ya şöyle bir göz atıp sormuş:

"Kimsin sen?"

"Hiiiç.." diye cevap vermiş Hoca.

Bunun üzerine adam küçükseyerek hocaya gülümsemiş.

Bunu gören Hoca adama sormuş:

"Sen kimsin?"

"Mutasarrıfım." diye cevaplamış adam.

"Sonra ne olacaksın?"

"Vali olacağım."

"Sonra ne olacaksın?"

"Vezir..."

"Peki en son ne olacaksın?"

"Başvezir."

"Başvezirden sonra ne olacaksın?"

Adam biraz düşünmüş ve "Hiiiç..." diye cevap vermiş.

Bunun üzerine Hoca:

"Peki o zaman bu havan niye? Senin yıllarca uğraşıp ulaşacağın makama ben daha şimdiden sahibim."

25 Ağustos 2023 Cuma

Hayır kurumu olarak kurulan vakıflar ve hırsızlığa kılıf olarak kurulan vakıflar.

 Bir televizyon kanalında vakıflarla ilgili bir program yapılıyor.

Alttaki antet şöyle: Türkiye'de İslami değerlere ve vakıflara düşman bir kitle var.

Tamamen art niyetle söylenmiş bir söz ve gerçekleri tam yansıtmıyor.

Vakıf nedir?

Bir grup insan bir araya gelip bir yapı kurar.

Bu yapı, kuruluş amacına uygun olarak faaliyet gösterir.

Yapının gelirleri de kurucuların vakfettiği para veya mülklerden karşılanır.

Bu tür vakıflara hiç kimse karşı çıkmıyor.

Ama birileri vakıf adı altında bir teşkilat kurup, devletten veya belediyelerden milyonlarca lirayı buraya akıtıyor ve bahse konu geliri kendilerine veya yandaşlarına akıtıyorsa, böyle bir kurum adı vakıf bile olsa hırsızlık teşkilatından başka bir şey değildir.

İnsanların karşı çıktığı vakıf budur.

Adı vakıf diye her kuruluşu hayır kurumu sanmamak lazım.

Vakıflar bu gün olduğu gibi geçmişte de hayır için kurulduğu gibi hırsızlık için de kurulmuştur.

Örneğin Ayanları ele alalım.

Devlet adına vergi toplayan bu şahıslar bir süre sonra bulundukları bölgelerdeki malları üzerlerine geçirmek için bir yol aramışlar.

Fakat Osmanlıda özel mülkiyet olmadığından bunu yapmaları mümkün olmamış.

Bunun üzerine, toprak düzeninin yasal zorunluluklarını baypas edip devlete ait toprakları üzerlerine geçirmek için bir yol aramış ve bulmuşlar.

Bu yol neymiş biliyor musunuz?

Vakıf kurmak.

Sistem şöyle işliyormuş.

Bir bölgedeki ayan bir vakıf kuruyormuş.

Vakfa da devlete ait işlenmeyen arazilerden binlerce dönümü kılıfına uydurarak vakfettiriyormuş.

"E ne var bunda? Sonuçta hayır işi." diyebilirsiniz.

Kazın ayağı öyle değil.

Bu ayanlar, vakıfların mütevelli heyetlerine kardeşlerini ve çocuklarını koyuyor, tüzüğünü (nizamnamesini) de vakfın tüm gelirini kendi ailelerine aktaracak şekilde yazıyorlarmış.

Böylece tapu olmadan devletin topraklarını üzerlerine geçiriyorlarmış.

Hem de yasaya uydurarak.

Türkiye'de doktora yapan bir Japon tarafından Karaosmanoğluları hakkında yazılan kitabı okumanızı ve devlet arazilerine nasıl konulduğunu görmenizi tavsiye ederim.

Günümüzde de durum pek değişmedi.

Bazı vakıflar hayır kurumu, bazıları da hırsızlığı yasal kılıfa sokmak için kullanılan suç organizasyonu.

Hangi vakfın hangi gruba girdiğini anlamak da gayet kolay.

Eğer vakfın gelir kaynaklarını kurucuları vakfetmiş ve gelir onlara değil kuruluş amacına göre harcanıyorsa hayır kurumudur.

Eğer vakıf, kurucularının vakfettiği kaynaklarla değil devlet veya belediye imkanları ile kurulmuş, mütevelli heyeti belli bir gruba mensup insanlardan oluşuyor ve gelirler hayır için değil yandaşlara peşkeş için harcanıyorsa, o vakıf değil, yasal görünümlü suç örgütüdür.

22 Ağustos 2023 Salı

Doktor dövmenin dayanılmaz hafifliği.

 

    Soldaki eğitimsiz ve bu yüzden kompleksleri olan, bu kompleksleri ile başa çıkamadığı için nefret dolu olan cahil kadın, kendisine uzatılan mikrofonlara şunları söylemişti: "Eskiden doktorlar bizi azarlayabiliyorlardı. Ama artık biz doktorları beğenmeyip dövüyoruz. O kadar özgür olduk ki, doktor dövüyoruz. Anlatabiliyor muyum?"
    Dün yine cahil, kompleksli psikopat biri özgürlüğünü kullanmış. Yanına diğer çakallarını da alıp sağdaki doktoru dövmüş.


    Memlekette hiç bir doktor halinden memnun değil. Yeni mezunlar yurt dışına gidiyor. Tıp fakültelerine talep çok azaldı. Üniversite sonuçlarına göre eskiden en başarılı çocuklar tıp fakültelerine giderken artık en başarılılar mühendislik tercih ediyor. Bu da uzun vadede ülkemizde tıbbi hizmetlerin kalitesini iyice düşürecek. Olan yine bize olacak.

    Başkalarının cehaleti bizi olumsuz etkiliyorsa cahil kalmak kimsenin hakkı olamaz. Doktor dövenlere ağır cezalar verilsin. Aynen eşler arasındaki kavgalarda olduğu gibi bir defa doktorlara saldıran biri akıllanana kadar her sağlık tesisi ve kuruluşuna belli bir mesafe kadar yaklaşamasın. Hasta filan olursa da üfürükçüye gitsin.

20 Ağustos 2023 Pazar

Hangi fakirler hangi zenginlerden 500 sene önce cennete girecek?

Cübbeli Ahmet Hoca diye tanınan şahıs, fakirlerin zenginlerden 500 sene önce cennete gireceğini duyurmuş. 
Bunu öğrenince beni bir merak sardı anlatamam. 
Acaba hangi fakirler bu kadar önce giriyor cennete? 
Fakirlik için Hoca'nın belirlediği bir kıstas var mı? 
Hükümetin emeklilere temmuz zamlarında attığı kazıktan sonra ben dahil emeklilerin çoğu fakirlik sınırının altında maaş almaya başladı. 
Bu durumda, biz de cennete 500 yıl önce girebilecek miyiz? 
Yoksa ekmeğe bile muhtaç, kül fakir mi olmak gerekiyor? 
Hoca bu konuya açıklık getirirse büyük sevaba girer. 
Milyonlarca emekli merak içinde.

Afganistan kara sınırlarını Türkiye korusun.

 İnternette "Afganistan hava sahasını Türkiye koruyor." diye bir şey okudum.

Eğer doğruysa gereksiz bir şey.

Afgan hava sahasını ihlal eden yok.

Afgan hava sahasından bize gelebilecek bir tehdit yok.

Afgan hava sahasını birileri ihlal edecek olsa bunun bize bir zararı da yok.

Ama Afgan kara sınırlarını korumak öyle mi?

Eğer Afgan kara sınırları iyi korunsa yüzbinlerce genç Afgan erkeği Türkiye'ye yasadışı göçmen olarak gitmek için sınırlardan çıkamaz.

Bırakalım hava sahasını korumayı.

Bizim için Afgan kara sınırları daha önemli.

İyisi mi Afganistan kara sınırlarını Türkiye korusun.

19 Ağustos 2023 Cumartesi

Memleket Birleşmiş Milletler mülteci/göçmen toplama kampına döndü.

 Tunuslu bir işadamı İstanbul'da bir hotelde yan odada kalan Faslı bir kadının odasına girmiş.

Kadın pencereden atlamış.

Yere düsen kadın ölmüş.

Tunuslu tutuklanmış.

Bundan sonra bu tur haberleri daha çok duyacağız.

Birleşmiş Milletler mülteci/göçmen toplama kampı gibiyiz.

Her yerden ve her cinsten insan ülkeyi işgal etmiş durumda.

Bir an önce sıkı tedbirler alınmalıdır.

Yurt dışında yaşayıp da "Memleketin kıymetini bilin!" diyenlere verilecek cevap.

 Avrupa ülkelerinde yaşayıp da tatile gelen bazı insanları anlayamıyorum.

Sağda solda bir kamera veya bir mikrofon görür görmez hep ayni şeyi soyluyorlar:

"Memleketin kıymetini bilin!"

Biri de demiyor ki:

"Ya dayı/teyze, biz bu memleketin kıymetini biliyoruz zaten.

Bilmeseydik sizin gibi başka bir ülkeye giderdik.

Kıymet bilmeyen sensin, gelmiş bana nasihat ediyorsun.

Biraz da sen bil memleketin kıymetini.

Haaa!

Eskiden bilmiyorduysan ve yeni anladıysan da geri dön.

Almazlar diye korkuyorsan, korkma.

Asyalı, Avrupalı, Afrikalı kim gelirse gelsin muhacir ayağına ülkeye giriyor.

Seni mi almayacaklar?"

16 Ağustos 2023 Çarşamba

Özgürlükle magandalığı birbirine karıştırmamak lazım

İnternette bir video seyrettim.

Avrupa'da yaşayan bir Türk ile sokak röportajı yapıyorlardı.

Adam, magandalığı yaşam tarzı veya özgürlük sanıyor.

Diyor ki: "Memleketimiz cennet gibi.

Geçenlerde sahile gidip kumsalda ateş yaktık.

Ormana gidip mangal yaktık.

Ooooh!

Mis gibi.

Bunları Avrupa'da yapamazsın.

Ormanda veya parklarda mangal yakmak yasak.

Sahilde ateş yakarsan büyük cezaları var.

Böyle bir memlekette yaşadığınız için şükredin."

Adam olayı tam kavrayamamış anlaşılan.

Bu yüzden bizdeki kuralsızlığı özgürlük sanıyor.

Avrupa'daki kurallara bağlı yaşamayı da kötü görüyor.

Türkiye'de kumsalda ateş yakıp kumsalı kirletiyor.

Ormanda mangal yakıp orman yangınına sebep oluyor.

Bundan da memnun.

Avrupa'yı ise sevmiyor.

Hem de, orda yaşadığı halde.

Neden?

Çünkü kural var Avrupa'da.

Bizim magandalar kural sevmez.

Sahilde ateş yakar, külü kuma döker.

Ormanda mangal yakar, közü yere döker.

Sokakta çekirdek çitler, kabuğunu yere atar.

Ben Londra'da iki yıl yaşadım.

Sosyal hayat da vardı, özgürlük de, hayat da.

Ama Londra'da yolda yere balgam ata ata yürüyemezsin.

Devlet görevlileri uyarmasa insanlar uyarır.

Yasadışı göçmenler ve sığınmacıların yarattığı tehlikeler.

 Afrika kökenli beş kişi, Safari Çetesi adında bir çete kurmuş.

Diyarbakır'da bazı insanları Suriye'de görev yapan Amerikan askeriyiz diyerek dolandırmışlar.

Polis baskınında yüklü miktarda döviz ve uzun namlulu silahlarla 5 siyahi yakalanmış.

Bu daha başlangıç.

Yasadışı göçmenler ülkelerine gönderilmezse daha kotu şeyler olacak.

Bizim dolandırıcılarımız, bizim mafyamız, bizim suç örgütlerimiz yetersiz mi kaldı ki bunları dışarıdan ithal ediyoruz?

13 Ağustos 2023 Pazar

Bunların derdi din iman değil, Türk ve Türkçe düşmanlığı.

 Dini konularda uzman değilim ama bir konu bana hep tuhaf gelmiştir.

İslam dini ile ilgili Türkçe kelimeler kullandığınızda büyük bir kitle hep bir ağızdan yaptığınızın yanlış, hatta günah olduğunu söylüyor.

Örneğin "Tanrı" derseniz hemen "Allah" diye düzeltiyorlar.

"Neden?" deyince, kelimenin aslının Arapça olduğunu ve Tanrı'nın Allah'ı karşılayan bir kelime olmadığını söylüyorlar.

Hatta bu konuda epey ileri gidenler de var. 

Böyle bir tip "Allah, Tanrı'nın belasını versin." demiş.

İnsanın "Allah senin belanı versin." diyesi geliyor.

Çünkü aynı tip, "Ya rabbi!" derken gayet rahat.

Ama "Rab" kelimesi İbranice, yani Yahudi dilinde bir kelime, Arapça değil.

Olsun, bu tipler için sorun değil. 

Türkçe olmasın da hangi dilde olursa olsun, söyleyebilirsin. 

Başka dilde söylersen günah değil. 

Sadece Türkçe söylersen günah.

Öte yandan, bu gün Arapçaya kutsallık atfetmeye çalışan bu tiplerin bilmediği bir şey var.

Arapçasını kullan, Türkçesini kullanma dedikleri kelimelerin çoğu aslında Arapça da değil.

Örneğin Peygamber kelimesi Arapça değil Farsça.

Araplar "nebi veya resul" kelimesi kullanılıyor.

Biz Türkler, İslam dinini İranlılardan öğrendik.

Bu yüzden "Mevla, oruç, abdest, müslüman, hüda" ve bunlara benzer gibi dini terimlerin neredeyse tamamı Farsçadan dilimize geçmiş. 

Bu kelimelerin Arapçasını değil Farsçasını kullanıyoruz.

Ama, "nebi" yerine Farsça "peygamber" demekte sorun görmeyenler, Peygamber kelimesi yerine Türkçesi olan "yalvaç" kelimesini kullansanız vücutlarındaki bütün kan olmayan beyinlerine sıçrar.

Anlayın artık.

Konu Arapça filan değil.

Öyle olsa Farsça veya İbranice kelimelerin kullanılmasına da karşı çıkarlardı.

Bunların derdi Türk ve Türkçe düşmanlığı.


11 Ağustos 2023 Cuma

Artık tıp fakültesinde okuyup doktor olmak isteyen öğrenci sayısı çok azaldı.

 Artık tıp fakültesinde okuyup doktor olmak isteyen öğrenci sayısı çok azaldı.

Bu üniversiteye giriş sıralamasından açıkça görülüyor.

Dört yıl önce bir tıp fakültesine girebilmek için alınan nota göre en düşük 19 bin küsuruncu sıraya girmek gerekiyordu.

Artık bu rakam çok daha büyüdü.

Örneğin 14-15 bininci sıralamayla girilebilen bir tıp fakültesine geçenyıl 21 bin küsuruncu olan öğrenciler girdiler.

Yani tıp fakülteleri cazibesini kaybediyor.

Peki ama neden?

Öncelikle tıp fakültesine giren öğrenciler 6 yıl okumak zorundalar.

Öte yandan sınıf geçmek çok zor ve dersler çok ağır.

Bu yüzden okurken çok yoğun çalışmak gerekiyor.

İş bununla da kalmıyor.

Mezun olup doktor olunca TUS sınavına çalışmak zorundalar.

Bu da çok zor ve yorucu bir süreç.

Ola ki sınavı kazandılar.

Herhangi bir alanda uzman olabilmek için dört yıllık yoğun bir eğitim ve çalışmaya da dayanmaları gerekiyor.

Peki bu kadar emek doktorlara bir kazanç sağlıyor mu? 

Maalesef hayır.

Maaşları aldıkları eğitim ve çalışma koşullarına göre çok düşük.

Mühendislik okusalar çok daha az emekle çok daha fazla kazanmaları mümkün.

Üstüne üstlük, doktorlar saygı da görmüyor.

Ne toplumdan ne de halktan.

Müptezelin biri bir sosyal medya kanalında "Artık rahatça doktor dövebiliyoruz. Özgürlük bu kadar arttı." diye konuşuyor.

Bir yetkili yurt dışına gidip başka ülkelerde çalışmayı tercih eden doktorlara hakaretler yağdırıp; "Giderlerse gitsinler!" diye ekranlar karşısında bağırıyor.

Böyle bir ülkede ben de üniversite sınavına girmiş olsam, tıp fakültesine girmek istemem.

Ama bu iyi bir gidiş değil.

Böyle giderse yakında hastalanınca üfürükçüden başka gideceğimiz kimse kalmayacak. 

Düşen not ortalaması oranları bu ivmeyi devam ettirirse, tıp fakültesi mezunu doktorlara gitmenin üfürükçüye gitmekten çok da farklı olmayacağı da ortada.

Acilen yetkililerin bu kötü gidişi durdurmak için çaba göstermesi şart.

Halkın da birkaç kompleksli veya psikopat müptezelin doktor düşmanlığı kampanyasına kendini kaptırmaması gerekiyor.

Aksine herkes bu tür tiplere ortak tepki göstermeli.

Başta doktorlar olmak üzere sağlık personelimize sahip çıkalım.

Çünkü; "Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Bu sözü, yatağında hasta ve ölümü bekler şekilde yatan Kanuni Sultan Süleyman'ın son günlerini yaşarken söylediği rivayet edilir.

Kanuni demiş ki; "Halk içinde devletten daha çok itibar gören, saygı duyulan başka bir şey yok. Ancak bu dünyada bir nefeslik sağlık gibi bir devlet, yani iktidar yoktur."

Yani sağlık, iktidar sahibi olmak ta dahil her şeyden daha önemlidir.

Kalın sağlıcakla.

Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar vatan haini yok. Üstelik kimseden de çekinmiyorlar.

Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar vatan haini yok. 

Üstelik kimseden de çekinmiyorlar.

İhanetlerini ortaya vurdukları videolar çekiyor ve yayınlıyorlar.

Daha da tuhafı, bazı insanlar tarafından alkışlanıyorlar.

Bu tipler şimdiye kadar Atatürk düşmanı gibi görünerek kendilerini kamufle ediyorlardı.

Artık vatan haini olduklarını açıkça söylüyorlar.

Kim mi bunlar? 

Söyleyeyim? 

Sevr'in uygulanamamasına üzüldüklerini söyleyemeyen, bunun yerine "Lozan zafer mi hezimet mi?" diye saçmalayan müptezeller.

Lozan'ın gizli maddeleri olduğuna saf insanları inandırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan yalancılar.

Keşke Yunan galip gelseydi diyen Yunan seviciler.

Bu kişinin Yunan ve İngiliz istihbaratına çalıştığını, ABD istihbaratı ile de teması olduğunu ben söylesem inanmazsınız.

Kendi konuşmalarını dinleyin.

Satır aralarında hepsini itiraf ediyor.

Şimdi yeni bir müptezel çıkmış.

Keşke Hatay Fransızlarda kalsaydı anlamına gelen cümleler kuruyor.

Hatay Arap ve Kürtlerin diyor açıkça.

İnanamazsınız, adam sen ne diyorsun hain diye hukuki takibata da maruz bırakılmıyor.

Bir de din adamı kıyafeti giyiyor.

Peki ama bunlar kime veya neye güveniyor?

9 Ocak 2022 Pazar

Tutmayacağınız sözler vermeyin.

 Kral, dondurucu bir kış gecesinde sarayın bahçesinde gezerken gördüğü nöbetçi askere yaklaşıp;

"Üşümüyor musun asker?" diye sormuş.

Asker:

"Üşümüyorum sayın kralım. Ben soğuğa alışığım."

Kral:

"Olsun... Ben yine de sana hemen sıcak tutacak elbise getirmelerini emredeceğim." deyip gitmiş.

Ancak bahçede dolaştıktan sonra saraya girdiğinde emri vermeyi unutmuş.

Ertesi gün, duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini bulmuşlar.

Duvarın üzerinde şöyle bir yazı varmış:

"Kralım, ben soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü..."

Türlü türlü vaatlerle, insanları bekleterek bir umuda bağlayarak kesinlikle imtihan etmeyin. 

Çünkü insan, bekledikçe değişir. 

Beklettiğiniz kişi hakkınızda telâfisi imkânsız  olumsuz düşüncelere girer. 

Yerine getirmeyeceğiniz sözler verdirseniz; önce umudu öldürürsünüz.

Ardından sevgi, saygı, güven, dostluk ve muhabbet ölür.

Dahası, insanlık ölür.