.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Sosyal Sorunlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal Sorunlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2025 Pazartesi

Mutsuz musunuz? İşte mutlu olmanın çok basit bir yolu....

 Biraz önce, üyesi olduğum bir WhatsApp grubunda bir paylaşım gördüm.

Çok hoşuma gitti.

Çoğu insanın yaptığı hataları ve aslında ne yapması gerektiğini gösteren bir hikaye.

Hikayeyi aşağıda paylaşıyorum.

"Adamın biri, ormanda dolaşırken, çalıların arasında bir tilki görmüş.

Tilkinin dört ayağı da sakatmış.

Adam, bu tilki böyle nasıl yaşıyor, merak etmiş. 

Bir kenara saklanıp izlemeye başlamış.

Biraz sonra çalıların arasından ağzında bir tavukla bir aslan çıkmış.

Aslan tavuğun yarısını tilkiye vermiş, diğer yarısını da kendi yemiş.

Sonra da geldiği gibi çekip gitmiş.

Adam bu mucize karşısında donakalmış.

'Allah’ım!' demiş.

'Sen kullarını işte böyle koruyup kolluyorsun. 

Ben de sana teslim oluyor ve kendimi sana bırakıyorum.'

Bunu söyledikten sonra gidip bir ağacın altına oturmuş ve rızkını beklemeye başlamış.

Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş fakat hiçbir şey olmamış. 

Adam açlıktan ölecek. 

Ellerini açmış, göğe seslenmiş:

'Allahım beni görmüyor musun?

Neden bana rızkımı göndermiyorsun?'

Gökten bir ses gelmiş: 

'Görüyorum ve sana şaşırıyorum. Sapasağlam adamsın. Neden sakat tilkinin yaptığını yapıyorsun da o yiğit aslanın yaptığını yapmıyorsun?'"

Hikaye bundan ibaret.

Çoğu insan aslanı değil tilkiyi taklit ediyor.

Başarısızlığının da mutsuzluğunun da sebebi bu.

Sık sık kendinize bakın.

Kimi oynuyorsunuz, tilkiyi mi, aslanı mı?

Ne zaman birilerinden bir şeyler bekliyorsanız bilin ki siz topal tilkisiniz.

Harekete geçin.

İsteyen, bekleyen değil, kendi kazanan ve istenen olun.

12 Ocak 2025 Pazar

Her şeyi bırakıp Ege'de şirin bir sahil kasabasına yerleşmek isteyenlere duyurulur. (12.01.2025)

Bir zamanlar çok modaydı.

Bazen hala aynı şeyi söyleyenlere rastlıyorum. 

Doğal olarak çok kızıyorum.

Neymiş efendim, beyefendi veya hanımefendi şehrin koşuşturmasından bıkmış, doğaya dönmek istiyormuş.

İyi, dön tabi, kimsenin bir şey dediği yok.

Ama sonraki cümle hemen asabımı bozmaya yetiyor.

"Şöyle Ege'de şirin bir sahil kasabası bulup taşınayım diyorum."

Ya da şöyle söylüyorlar:

"Ege'de sahil kenarında küçük bir köye gidip orada yaşayasım var."

Bu tür bir şey duyduğumda içimden küfrediyorum.

Kardeşim, madem doğaya döneceksin, kendi köyüne dön.

Şehirde doğup büyüdüysen, babanın veya dedenin köyüne dön.

Neden illa Ege'de bir köye veya kasabaya yerleşmek istiyorsun.

Hem de bu köy veya kasaba sahilde olsun istiyorsun.

Sizin gibiler yüzünden Ege'de şirin bir sahil köyü veya kasabası kalmadı.

Gelip yerleştiniz.

Yazlıklar, binalar diktiniz.

Köylerin ve kasabaların şirin bir tarafı kalmadı.

İçine ettiniz.

Eskiden huzur içinde gittiğim yerlere şimdi aynı rahatlıkla gidemiyorum.

Üstelik yerel halkı da bozdunuz.

Eskiden kimse tarlasının etrafına dikenli tel çekmezdi.

Özgürce her yerden denize ulaşırdık.

Şimdi yazlıkçılardan gördüler.

Denize ulaşmak için dolaşıp duruyoruz.

Bence bu hülyadan vaz geçin.

Şehrinizde kalın.

İlla gidecekseniz, babanızın köyüne gidin.

Bizim köylerimize değil.

8 Ocak 2025 Çarşamba

Fiyat artışlarına karşı tepkisiz hale mi geldik? [8.01.2025]

 Bu ay doğal gaz faturası geldi.

3800 lira.

Sakın yüksek demeyin.

Bana çok düşük geldi.

Bu rakama sevindim.

Çünkü en az 7-8000 lira gelir diye düşünüyordum.

Sonra biraz düşündüm.

Aslında az bir ücret değil.

Ama fiyat artışlarına ve her şey için bir avuç para ödemeye o kadar alıştık ki her şey bize normal geliyor artık.



26 Aralık 2024 Perşembe

Ye kürküm ye.

Geçen gün Ankara'nın küçük bir ilçesine gittim.

Televizyon çekimlerinden çıktığımdan üzerimde takım elbise vardı.

Bir devlet kurumunda işim vardı.

İlgili memurlar bana çok nazik davrandılar.

Memurlar vatandaşa hep nazik davranırlar diye pek şaşırmadım.

Oradan çıkıp yakındaki bir lokantaya gittim.

Genç bir garson bana doğru geliyordu ama girerken beni gören kasadaki adam (mekanın sahibi) koşarak yanıma geldi.

"Ne emredersiniz efendim?" diyerek siparişimi sordu.

"Bu ilçede herkes nazik herhalde." diye düşündüm ilk önce.

Fakat benim arkamdan gelen normal kıyafetli insanlara aynı tavırları göstermeyince şaşırdım.

İkramda da bana bonkör davrandığını fark ettim.

Masaya ısmarladığım yemekten fazla ikram getirdi.

Çorba için diğer masaya bir dilim limon koyarken bana iki büyük dilim verdi.

Yemeği bitirince derhal masayı toplayıp sildi.

"Başka bir emriniz var mı?" diye sorunca "Ne oluyor?" diye etrafa baktım.

Sonra takım elbiseli olduğum aklıma geldi.

Üstelik kaymakamlıktan çıkmıştım.

Adam bunları birleştirince önemli biri olduğumu düşündü herhalde.

Kıyafet insanı önemli biri gibi gösteriyor genellikle.

Bu sadece bizde böyle değil.

Londra'da da takım elbiseli olarak gezerken kime bir şey sorsam söze "Sir..." diye başlarlardı.

"Ye kürküm ye..." lafı tüm dünyada geçerli bir laf.

21 Aralık 2024 Cumartesi

Flash Tv'yi kutluyorum.

 Uzun süredir televizyonlardaki programları seyrediyorum.

Gördüğüm şu: Kesin bir erkek egemenliği var ekranlarda.

Hele de son günlerde savaşlar hiç gündemden düşmediğinden, ekranlar emekli albay ve generallerle konudan hiç anlamadığı halde serbest sallayan bazı erkek gazetecilerle doldu.

Dün akşam bunun bir istismasını gördüm.

Flash Tv'de Suriye'deki gelişmelerin değerlendirildiği bir program izledim.

Programın sunucu bir bayandı.

Diğer televizyonlarda da birçok programın sunucusu bayan diye itiraz eden olabilir.

Ama bu programda konukların da tamamı kadındı.

Akademisyen ve gazeteci kadınlardı.

Konuşmalarını izledim.

Gayet de güzel yorumlar yaptılar.

Diğer televizyonlarda hep aynı tipleri görüp sıkılmış bir olarak böyle bir program yapan Flash Tv'yi kutluyorum.

18 Aralık 2024 Çarşamba

Toplumun ruh sağlığı iyi değil.

 Bir süredir dikkatimi çeken şey, kıyametçi, soncu, komplo teorici kişilerin sayısının oldukça artması.

Uzaylıların dünyaya keşif faaliyetlerini artırdığını, ya dünyayı işgal edeceklerini veya kötü gidişe son vermek için müdahale edeceklerini söyleyenler de az değil.

Bunlar sözde kaldığı için şimdiye kadar pek umursamıyordum.

Gülüp geçiyordum.

Ancak yakın süre önce gençliğimden tanıdığım ama o zamandan beri görmediğim birine rastlayıp biraz sohbet edince durum değişti.

Bazı insanlar şehirden uzak yerlerde araziler almaya başlamışlar.

Büyük bir savaş, bir nükleer savaş, çok büyük bir doğal afet veya uzaylı istilası gibi beklentilerle bu arazilere sığınaklar yaptırıyorlarmış.

Bana da böyle bir şey yapmamı önerdi arkadaş.

Ben, eğer herkes ölecekse bende öleyim, yalnız başına yaşamak istemem deyince kızdı.

Ciddi ciddi bu tür şeylere inandığını ve bu yönde eyleme geçtiğini öğrenince üzüldüm.

Üstelik kendisinin tek olmadığını söylüyordu.

Bu tür tuhaflıkların sadece Amerikalılara has soytarılıklar olduğunu sanırdım.

Meğer bu hastalık bize de bulaşmış.

Toplum toptan kırmak üzere diye düşünüyordum ama bu kadarını da beklemiyordum.

Allah sonumuzu hayır etsin.

Benzer bir akım (kıyametin yakın olduğu beklentisi ile ücra köşelere çekilip sığınaklar yapmak) Doğu Roma devletinin sön dönemlerinde de yaygınlaşmıştı.

Bu durum, Anadolu'da üretimi ve istikrarı bozacak seviyeye ulaşmıştı.

İnşallah aynı şey bize de olmaz.

Devletin bu yönde tedbirler almasında fayda olduğunu düşünüyorum.

16 Aralık 2024 Pazartesi

Bir garip ülke: Afganistan.

 Afganistan uzun süredir dünya ve Türkiye gündeminde yer alan bir ülkedir.

Ülke, tarihin en eski dönemlerinden beri Hindistan yarımadası ile Asya arasında geçiş yeri özelliğinden dolayı birçok kez işgal edilmiştir.

Bu işgaller çoğu zaman başarılı olamamış, işgalde başarılı olan ordular da uzun süre burada tutunamamıştır.

Bunun tek istisnası Türk fetihleridir.

Türkler Afganistan'ı ele geçirmekle kalmamış, Afganistan merkezli devletler de kurmuşlardır.

Hatta bu devletler İran ve Hindistan'a da yayılarak büyük imparatorluklara dönüşmüştür.

Türkler hariç bu başarıyı gösteren yoktur.

Nitekin, Afganistan'da bu gün hala çok sayıda Türk'ün yaşaması da bunun bir göstergesidir.

Afganistan'da yakın zaman önce boyunun ölçüsünü alan ilk emperyalist devlet Sovyetler Birliği olmuştur.

Üzerinde güneş batmayan ülke olarak tanımlanan İngiliz imparatorluğunun bile Afganistan'da tutunamadığını dikkate almayan Sovyetler Birliği ülkeyi işgal etmiş ancak uzun süreli direniş sonucunda çok fazla kayıp vererek ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Bu durumun, Sovyetler Birliği'nin yıklımasına sebep olan temel unsurlardan biri olduğu öne sürülmektedir.

Sovyet tecrubesine rağmen şansını denemeye kalkan başka emperyalist devletler de olmuş ve gelecekte de olacaktır.

Bunların en sonuncusu ABD ve onun yakın müttefiki İngiltere olmuştur.

Bu ülkeler Taliban'ı iktidardan atmak, El Kaide'yi yok etmek ve Afganistan'ı demokratik bir ülke haline getirmek gibi iddialarla Afganistan'ı şgal etmişlerdir.

Taliban'ı da iktidardan uzaklaştırmışlardır.

Ancak, işin o kadar kolay olmadığını fark ettiklerinden, NATO şemsiyesi altında bir güç teşkil ederek Afganistan'a çok sayıda ülkeden asker gönderilmesini sağlamışlardır.

Buna rağmen sonuç değişmemiştir.

Zor bir coğrafya ve bu coğrafyayı iyi kullanan savaşçı bir toplumu sindirmek mümkün olmamıştır.

Sonuçta ABD, kaçar gibi ülkeyi boşaltmış ve daha son askerlerini çekemeden kurdukları rejim ve sistem çökmüştür.

Taliban kısa süre içinde ülkeye tekrar hakim olmuştur.

Ancak bu süreçte Taliban da Afganistan da değişim geçirmiştir.

Bu akşam GZT kanalında Afganistan ile ilgili bir belgesel seyrettim.

Bu belgeseldeki görüntülerde Afganistan'da Taliban rejiminin ilk iktidar dönemine göre daha yumuşamış olduğu anlaşılmaktadır.

İyi kötü bir sistem kurulmuş, okullar açılmış, yerel yönetimler çalışmaktadır.

Yalnız, hala ülke savaş psikolojisinden kurtulamamıştır.

Çünkü El Kaide'ye muhalif başka İslamcı örgütler ülkede hala etkindir.

Bu yüzden hala her yerde silahlı Taliban askerleri dolaşmaktadır.

Bu askerleri görünce şaşırtıcı bir şey fark ettim.

Çok azı Rus yapımı AK-47 veya AK-74 taşıyordu.

Çoğunda Amerikan yapımı M1 A1; M1 A2 veya M4 silahı vardı.

Hele Taliban özel kuvvet timi diye tanıtılan askerler tamamen ABD'li veya en azından Batılı bir görünümdeydi.

Öncelikle hepsi M-4 piyade tüfeği taşıyordu.

Elbiseleri bizim eski kamuflaj elbisenin aynısıydı.

Başlarında kompozit başlı, üzerinde de gözlük tipi Amerikan gece görüşler vardı.

Askerlerin tüfek tutuşları bile bizim özel kuvvet timlerine benziyordu.

Yüzlerini tanınmayacak şekilde kapatan başlıklarda bizimkilerin aynısıydı.

Bu ilginç bir durum.

Kimse Afganistan'ı uzun süreli işgal edemiyor ama bir değişim de yaratıyor demek ki.

En azından askeri açıdan bu böyle.

Sovyet işgali geriye Rus silah ve teçhizatı (tank, tüfek, helikopter, araç vb.) ile donatılmış bir ordu, Amerikan işgali ve NATO görevi de ABD ve diğer NATO ülkeleri silah ve teçhizatı ile donanmış, onlar gibi giyinen, onlar gibi davranan bir ordu bırakmıştır.

24 Kasım 2024 Pazar

Hükümet isterse, ülkede hiçbir suçlu barınamaz.

 Eskiden kapkaççılar vardı her yerde.

Sık sık kapkaç haberleri duyardık.

Dikkat ettiniz mi bilmem ama uzun süredir kapkaççı haberi duymuyoruz.

Nedenini merak edip araştırdım.

Meğer hükümet, bir hukuki düzenleme yaparak kapkaççılığı gasp kapsamına sokmuş.

Böylece, eskiden adi hırsızlıktan yargılanıp üç beş gün tutuklu kaldıktan sonra salıverilen kapkaççılar 20-25 yıl hapis cezaları ile yargılanmaya başlanmış.

Suç teşkil eden işlerle hayatlarını sürdürenler, kanunları avukatlar kadar yakından takip eder.

Bu hukuki değişimi ve sonuçlarını da takip eden kapkaççılar, suçun bedelinin ağır olduğunu görünce kapkaç yapmayı bırakmışlar.

Gördüğünüz gibi basit bir hukuki düzenleme bile bir suçun azalması ve hatta ortadan kalkmasına sebep oluyor.

Eğer hükümet, uygun hukuki düzenlemeler yapsa diğer alanlarda da suç oranları kısa sürede azalır.

Elbette bu da tam olarak yetmez.

Organize suç, daha köklü tedbirler ister.

Çünkü organize suç, sadece suç örgütlerince işlenmez.

İşin içinde polis, savcı, hakim, siyasetçi vb. olmadan hiçbir büyük organize suç örgütü yaşayamaz.

Bu sebeple, organize suçu önlemek için sadece suç örgütleri değil, işbirliği içinde oldukları memur ve siyasetçiler için de tedbir geliştirilmelidir.

Eğer hükümet bunu yaparsa, ülkede ne mafya, ne bilmem ne çetesi, ne de başka bir suç örgütü yaşayamaz.


21 Kasım 2024 Perşembe

Her şehrin bir ruhu var.

 Bir günlüğüne Manisa'ya gidip geldim.

Manisa 1980 sonrasında hızlı büyüyen bir şehir.

Tarım var, sanayi var, iyi kötü turizm de var.

Doğal olarak önce köylerden, sonra yakın şehirlerden, daha sonra da doğudan göç aldı.

Eski Manisa kendine has bir kültürü olan, konuşma tarzı olan bir yerdi.

İnsanlar "yapçem, etçem.." diye konuşurdu.

Köylerden yoğun göç, Manisa'nın bu kültürünü bozdu.

Yaşam tarzını, alışkanlıkları da bozdu.

Şehre göç edince kimse birden bire şehirli olmuyor.

En az birkaç nesil geçmesi lazım.

Bu yüzden Manisa'nın ana yol üzerindeki eski bölümünde insan profili köylü, eğlence tarzı köylü (kahvehaneler filan) hale geldi.

Zenginler ve eski Manisa'lıların bir kısmı yolun alt tarafına, Yeni Manisa denilen yere kaymış gibi görünüyor.

Bu sebeple, Manisa merkezden Yeni Manisa'ya gidince farklı bir şehre gitmişsin gibi hissediyorsun.

Ankara'ya döndüm, Ankara çok daha farklı.

Ankara bir metropol.

Eski Ankara havası hala devam ediyor ama yeni semtler oldukça değişik.

Sadece evler değil, insanlar, eğlence yerleri vb. de değişik.

Ama bu değişiklik Ankara'nın o bildiğimiz ruhunu çok değiştirememiş.

Çünkü Ankara, 100 yıldır başkent ve büyük bir şehir.

Yabancıları ve yenilikleri içselleştirebiliyor.

Muhtemelen başka şehirlerde de benzer bir durum vardır.

Ama her şehir, değişse de diğer şehirlerden biraz değişiktir.

Çünkü her şehrin bir ruhu vardır.

Şehir ölse de o ruh uzun süre ölmez.

Askerlik hatıraları

 Dün biri ile tanıştım.

Daha doğrusu bir yakınımın tanıdığıymış, beni o tanıştırdı.

Adam, benim emekli asker olduğumu öğrenince konuşmaya bir başladı ki susturmak mümkün değil.

Tanıdığı görevdeki askerleri ve generalleri anlattı ilk olarak.

Ne kadar yakın olduklarından detaylı bir şekilde bahsetti.

Sonra da askerlik anıları ile devam etti.

Ama ne anılar.

Hiç biri beni ilgilendirmeyen, ilgimi çekmeyen bir sürü hikaye.

Bu benim karşılaştığım ilk askerlik anısı zulmü değil.

Bu yüzden çok şaşırmadım.

Ama sıkıldım.

Her askerlik anısı dinlediğimde olduğu gibi yine sıkıldım.

Bu yüzden burada bir çağrı yapmak istiyorum.

Emekli bir asker görünce lütfen askerlik anılarınızı anlatmayın.

İnanın hiç ilginç gelmiyor.

Hangi anıyı yaşadıysanız yaşayın, ilgilerini çekmiyor.

Emekli askerlerin zaten hayatı sizin anlattığınız olayların içinde geçti.

Öyle 20'li yaşlarda kısa bir süre askerlik yapmadılar.

Bütün hayatları askerlikle geçti.

Dahası, hayatları boyunca kiminle tanıştılarsa askerlik anılarını dinlediler.

Yani konuya oldukça vakıflar.

Anlatacaklarınız içinde onlara ilginç gelebilecek hiçbir şey olamaz.

Başka konuları konuşun.

Daha ilgi çekici olur.

Hem siz boşuna konuşmuş olmazsınız.

Hem de onların canı sıkılmamış olur.


Ben de Osmanlıya padişah olsam, ilk iş olarak bütün kardeşlerimi öldürtürdüm.

Osmanlı'da kardeş katli ve bunun Fatih Sultan Mehmet tarafından yasal hale getirilmesi zaman zaman değişik mecralarda tartışılmaktadır.

Bu durum, bazılarınca eleştirilmekte ve hatta lanetlenmektedir.

Bazıları ise bunu desteklemese bile değişik gerekçeler öne sürerek bir zorunluluk olduğunu savunmaktadır.

Ne yalan söyleyeyim, ben de yakın zamana kadar kardeş katli ve Fatih'in bunu yasal hale getiren kanunnamesini eleştirmekte ve insani bulmamaktaydım.

Ancak, kardeşlerimle miras bölüşümü sürecinde yaşadıklarımdan sonra bu fikrim değişti.

Bu süreçte miras bölüşümü ile ilgili neredeyse her ailede benzer sorunlar yaşandığını da öğrenmiş oldum.

Fikirlerimi değiştiren de üç kuruş mal için kardeşler arasında çok sert tartışmalar ve kavgalar yaşandığını görmem oldu.

Bazıları medyaya da yansıyan miras kavgaları yüzünden birbirini vuran kardeşler, yeğenler, kuzenler ile ilgili haberler durumun vehametini daha iyi anlamama sebep oldu.

Miras bölüşme yüzünden aileler bölünmekte, insanlar ölmekte ve çoğu zaman miras da heba olmaktadır.

Kardeş kavgalarını fırsat bilen bazı uyanıklar, mirası ucuz fiyata kapatabilmekte ve kardeş kavgaları hiç kimseye fayda sağlamamaktadır.

Aynı durumu Osmanlı şehzadeleri açısından ele alalım.

Paylaşılacak toprak öyle üç beş dönüm değil, milyonlarca kilometre kare.

Hazine, ağzına kadar altın ve gümüş dolu.

Saltanat en üst seviyede.

Sadece bir ailenin değil, bir imparatorluğun başına geçmek söz konusu.

Dünya çapında etki yaratan biri olacaksınız.

Eğer kardeş katli olmasa yaşanacak kavganın boyutunu düşünün.

Bu kavgada ölecek yüzbinlerce insanı düşünün.

Devletin parçalanması ve dış düşmanların saldırısı sonucunda yıkılması ihtimalini düşünün.

Osmanlı'da kardeş katli çok da mantıksız bir şey değil.

Mevcut seçenekler arasında kötünün iyisi.

Bu sebeple artık, Osmanlı'da kardeş katli uygulamasını ve Fatih'in bunu yasallaştırmasını eleştirmeyi bıraktım.

Bence doğru bir uygulama.

Uygulamanın tek kötü yanı; sadece kardeşlerin değil, onların erkek çocuklarının da öldürülmesi gibi görünüyor.

Ama günümüzdeki miras kavgalarına kardeş çocuklarının da katıldığını ve hatta bunların kardeşlerden daha çok ortalığı karıştırdığını gördüğümden, bunu da o kadar yadırgamıyorum.

Atalarımız, hiçbir şeyi boş yere yapmamış.

Ben de Osmanlıya padişah olsam, ilk iş bütün kardeşlerimi öldürtürdüm.

13 Kasım 2024 Çarşamba

Memlekette hırsız sayısı çok arttı.

 Bu gün bir arkadaşla görüştüm.

Bir avukatla görüşmekten yeni gelmiş.

Avukatın anlattığı olayı dinleyince inanın çok üzüldüm.

Olay şöyle:

"Adamın birinin yıllar önce karısı ölmüş.

İki çocuğuyla yalnız kalan adam, 4 çocuklu dul bir kadınla evlenmiş.

Buraya kadar her şey normal.

Hatta bundan sonra da pek sorun yaşanmamış.

Adam da kadın da zamanı gelince ölmüş.

Adamın eski karısından olma öz çocukları bir Avrupa ülkesine gitmiş.

Yıllardır orada yaşıyorlarmış.

Adamın ikinci eşinin evlenirken getirdiği çocuklar ise adamdan ve annelerinden kalan malları kullanmaya devam etmişler.

Fakat içlerinden biri bununla da yetinmemiş.

Adamdan kalma bir araziden yol geçince devlet istimlak ettiği arazi yerine şehir dışında ücra bir yerden karşılık olarak arazi vermiş.

Zamanla şehir büyüyünce, bu arazi şehrin hemen kenarında kalmış ve değerlendmiş.

Bu arazilerin emlak vergisini kadının büyük kızı yıllarca ödemiş.

Sonunda dayanamayıp, diğerlerine siz niye vermiyorsunuz diye çıkışmış.

Olay incelenince bir tuhaflık olduğu ortaya çıkmış.

Kadının çocuklarından biri, tapuda çalışıyormuş.

Bu oğul, istimlak ve toprak değişimi sırasında muhtemelen evrakta tahrifat yaparak tarlanın mirasçıları arasından adamın iki çocuğunu çıkarmış."

Guguk kuşu gibi herif.

Hem dışarıdan başkasının yuvasına annesi tarafından konulmuş.

Hem de fırsat bulunca evin gerçek çocuklarını yuva dışına (miras dışına) atıvermiş.

Adam araziden pek faydalanamamış da.

Neden böyle bir hırsızlığı yaptığını anlamak zor.

Kendisi 80'in üstünde olduğundan, bundan sonra da yararlanması mümkün değil.

Ama yine de çalmış malları.

Bu tek bir örnek zannetmeyin.

Bu olayların binlerce hatta yüzbinlerce örneği var.

Kimse kendi hakkına razı olmuyor.

Başkalarının hakkını yemeye ve hatta doğrudan gasp etmeye çalışıyor.

Bunların bir kısmı, namazını niyazını da hiç kaçırmıyor.

Allah herhalde bunu değerlendirir.

Hesabını mutlaka sorar.

Bu dünyada veya öbür dünyada, ama mutlaka hesap sorar.


Parayla saadet olmaz mı?

Şarkılarımıza kadar girmiş bir söz vardır: "Parayla saadet olmaz." 

Belki eskiden öyledir.

Ama şimdi bu sözün hiçbir anlamı yok.

Günlük yaşamın her alanında paraya ihtiyaç var.

Araba almak için para lazım.

Güzel kıyafetler almak için para lazım.

İyi yemekler yemek, sağlıklı beslenmek için para lazım.

Sağlığınız bozulduğunda iyi bir şekilde tedavi olabilmek için para lazım.

Çocuklarınızı yeterli şekilde besleyip büyütmek için para lazım.

Okutmak için de para lazım.

Yani her şey için para lazım.

Evet, belki parası olduğu halde mutlu olamayanlar vardır.

Yani para ile her zaman saadet olmuyordur.

Ama parasız, sadece saadet değil, hiçbir şey olmaz.

Bu sebeple, yeterli paranızın olması, olmamasından daha iyidir.

11 Kasım 2024 Pazartesi

Londra'nın kapkaççıları.

 2008-2010 yılları arasında Londra'da iki yıl görev yaptım.

Bizim elçiliğin çok yakınında Modern Londra'nın ilk planını yapan bir adamın heykeli vardı.

1666 yılında meydana gelen ve Londra'nın büyük bir kısmının yanıp kül olmasına sebep olan Büyük Londra Yangını'ndan sonra Kral şehrin planlanması için bu adamı görevlendirmiş.

Adam da Avrupa'nın büyük başkentlerinin imar planlarını inceleyerek Lonra'nın yeniden inşasında kullanılacak planı yapmış.

Bu yazıda bahsettiğim adamdan veya yaptığı plandan bahsetmeyeceğim.

Yangın öncesindeki Londra'dan bahsedeceğim.

Çünkü yangının kendiliğinden çıkmadığı, Londra'daki suç ortamını bir türlü düzeltemeyen kral tarafından kasten çıkarıldığına dair iddialar var.

O zamanın Londra'sı dar ve pis sokakları ile akşamları kimsenin gezmeye cesaret edemeyeceği bir şehirmiş.

Çok sayıda işsiz güçsüz insan sokaklarda yaşıyormuş.

Bunun bir sonucu olarak da suç oranları çok yüksekmiş.

En yaygın suç ise kapkaççılık ve gaspmış.

Kral bunu önlemek için çok sert kanunlar çıkarmış.

Kapkaç veya gasp yapan biri yakalanınca hızla yargılanıp aynı gün asılıyormuş.

Fakat buna rağmen, gasp ve kapkaç olaylarında hiçbir azalma olmamış.

Çünkü ceza ağır olsa da çok az suçlu yakalanabiliyormuş.

Bir gün içinde yüzlerce gasp ve kapkaç yapılmasına rağmen suçlular nadiren yakalanabiliyormuş.

Ceza ağır olsa da yakalanma riski çok düşük olduğundan cezalar caydırıcı olmamış.

Suçluların yakalanamamasının sebebi, polisin yetersizliğinden ziyade Londra'nın iç içe girmiş evleri, çöplüğe dönmüş dar sokakları, harabeleri, evden eve geçmeyi sağlayan tünelleri filanmış.

Bu yerleşim şeklinin, yeni yollar açılarak düzeltilemeyeceğini anlayan kral, şehri tamamen yakıp yeniden inşa etmeyi ve bu yeni inşaatı yaparken suçluların saklanmasını imkansız hale getirmeyi düşünerek adamlarına gizlice yangın çıkartmış.

Söndürme işlerini de dolaylı olarak engellemiş.

Yangında birçok suçlu yanarak ölmüş.

Kaçıp kurtulanlar ise çalacak birşey kalmadığından başka şehirlere gitmiş.

Kalmakta ısrar edenler ise kontrolü daha kolay olacak şekilde planlanan yeni şehirde kapkaç ve gasp olaylarından sonra kısa sürede yakalanıp idam edilmeye başlanmış.

Böylece suç oranları azalmış.

Benim bu hikayeden çıkardığım iki sonuç oldu.

1. Eğer bir şeyi tedbir alarak düzeltmek mümkün değilse, onu kaldırıp atmak ve yerine yenisini koymak daha rasyoneldir.

2. Cezanın ağırlığı suçluları caydırmaz. Suçluları caydıran muhakkak yakalanacaklarını anlamalarıdır. Ödül büyükse ve yakalanma ihtimali düşükse, ceza ne kadar ağır olursa olsun suç işleyenleri caydırmak mümkün değildir.

8 Kasım 2024 Cuma

Kardeşin, evlenene kadar kardeşindir.

 Bu gün üç arkadaş buluştuk.

Birini okul yıllarından beri tanırım.

Diğerini 1993 yılından beri tanıyorum.

1993'ten beri tanıdığım benden iki yaş büyük.

Yani abim sayılır.

Bunu samimi olarak söylüyorum.

Çünkü operasyonlarda beraberdik.

Sonra o yaralandı ve sınıf değiştirdi.

Bu yüzden bir süre görüşemedik.

Ancak tekrar görüştüğümüzde sanki daha dün görüşmüş gibi samimiydik.

Kumpas davaları sırasında daha sık görüşmeye başladık.

Beraber bazı işler yaptık.

Deli dolu, biraz çılgın ama yüzde yüz güvenebileceğim biri.

Görevdeyken gayet samimi davranıp kumpaslara maruz kaldığımda beni görünce yolunu değiştiren bazı arkadaşlarımla kıyas kabul etmez.

İşi düşünce köpeğimi uyutmayan ama başım dara gelince dedikodumu yapmaktan başka bir maharet göstermeyen tanıdıklarımla kıyaslamıyorum bile.

Kan akrabalığım olan fakat zor durumdayken uzaktan seyreden ve hatta ellerini ovuşturan kişilerle de karşılaştırmak mümkün değil.

Ve hatta insanın öz kardeşinden bile daha yakın.

Kardeşlik anan baban ölene kadar.

Evlenince karılar ve kocalar giriyor hayatlara.

Dolayısıyla kardeşlik de ikinci plana düşüyor.

Hele de bu dışarıdan gelenler çiğ tiplerse, kardeşlik de sona eriyor duygusal olarak.

Her ne kadar kağıt üzerinde devam etse de.

Bu akşam sohbet ederken kendimi çok mutlu hissettim.

Öz kardeşlerimle muhabbet eder gibiydik.

Ortak hatıralardan bahsettik.

Güldük.

Eğlendik.

Tekrar görüşmek üzere ayrıldık.

Ananızın ve babanızın size verdikleri kardeşleri seçme imkanınız yok.

Ama arkadaşlarınızı kendiniz seçersiniz.

Eğer doğru kıstaslarla seçmişseniz, yeni kardeşlerinizi de seçmişsinizdir.

Doğal olarak, seçtiğiniz şeyler seçemediklerinizden daha iyi olur.

7 Kasım 2024 Perşembe

Milletin kimseye güveni kalmamış.

 Bu gün bir markete girdim.

Loto oynadım.

Bozuk para ne bende ne markette olmadığından 30 kuruş borçlu kaldım.

Bir dahaki sefere veririm dedim.

Marketçi, oyuna ortak olurum artık dedi.

Ben şans oyunlarında ortak kabul etmediğimi söyledim.

Adam "İnşallah size çıkar da ben ortak olmasam da olur. Hep birilerinin adamlarına değil de normal bir vatandaşa çıktığını görmüş oluruz." dedi.

Adam loto oynatıyor.

Lotonun çekilişinin dürüstçe yapılmadığına inanıyor.

Milletin kimseye güveni kalmamış.

Haksız da değiller hani.

50 yaşından sonra akıllanıyor insan.

Eskiden daha duygusal biriydim.

İnsanları kırmamaya çalışırdım.

Akrabaları gözetmeye ve ilişkileri iyi tutmaya da uğraşırdım.

50 küsur yıldan sonra anladım ki yanlış yapıyormuşum.

Artık insanlara hak ettikleri gibi davranmaya başladım.

İyiyi hak ediyorlarsa iyi, kötüyü hak ediyorlarsa kötü.

En önemlisi de bu kişilerin kim olduklarının hiçbir önemi yok.

İster pek tanımadığım biri olsun ister en yakın akrabam olsun.

Hayatımı zorlaştıran, sorun çıkaran hiç kimseyi çekmiyorum.

Kafam rahatlamaya başladı.

Tüm sorunlardan ve sorun yaratanlardan kurtulunca her şey daha iyi olacak gibi.

5 Kasım 2024 Salı

Eğer uygun davranırsanız, hiçbir sorun sizi rahatsız edemez.

Bir konuda bazı insanlarla sorun mu yaşıyorsunuz.

O sorunu en kısa sürede çözmeye çalışın.

Eğer sorunun çözümü imkansız görünüyorsa, çözüm için gerekirse taviz verin.

Bu gün kaybedeceğiniz küçük çıkarlarınız, bundan sonra rahatlamanıza yarayacaktır.

Eğer küçük çıkarlardan vazgeçemediğiniz için küçük sorunlara takılıp kalırsanız, hayatınızı kendi ellerinizle zehir etmiş olursunuz.

En iyisi, karşınızdakilerin karakteri yüzünden sorunu çözmek mümkün görünmüyorsa, zarar etme pahasına çözüm için taviz verin.

Sonra da o kişilerle ilişkinizi hemen kesin ve bir daha asla görüşmeyin.

Çıkarlarınızdan taviz verebilirsiniz ama bundan taviz vermeyin.

Böyle insanlara, "ölüyorum" deseler bile bir daha dönüp bakmayın.

Gerçekten ölüyor olsalar bile.

Sırtınızdaki ağırlıklardan (gereksiz yüklerden) kurtulun.

 Sırtınızdaki ağırlıklardan kurtulun.

Bunu gerçek anlamda söylüyorum.

Eğer fazla kilolarınız varsa, sürekli olarak üzerinizde bir ağırlıkla dolaşıyor gibi olursunuz.

Bu kilo fazlalığı, gerçekten üzerinize ağırlık bağlamaktan bile daha kötüdür.

Çünkü üzerinize bağladığınız bir ağırlık sadece aşırı ağırsa sizi yorar.

Kaslarınıza ve omurganıza zarar verir.

Eğer taşıyamayacağınız kadar apır değilse, sizi yine yorar ama kaslarınızın gelişmesini de sağlayabilir.

Bu durum mecazi anlamda da aynıdır.

Hayatta birçok zorluklarla karşılaşırız.

Bu zorluklar bizi yormakla birlikte güçlendirir de.

Ancak, taşıdığımız zorluklar çok ağırsa, bunların hepsinden veya en azından bir kısmından kurtulmak gerekir.

Bu insan ilişkilerinde de aynıdır.

Eğer bazı insanlarla olan ilişkileriniz size ağır yükler getiriyorsa, sizi aşırı yoruyorsa ve tüm enerjinizi tüketiyorsa onlardan da hızla kurtulmakta fayda var.

Gidip kendilerine başka sorun yaratacak insanlar bulsunlar.

Unutmayın.

Yalnızlıktan ölen kimse yoktur.

Ama sorunlu insanlarla birlikte oldukları için ölen çok sayıda insan vardır.

Öte yandan, dünyada 8 milyar insan yaşıyor.

Yalnız kalmanız da çok mümkün değildir.

Size yük olmayacak, destek olacak, hayatınızı güzelleştirecek birileri mutlaka vardır.

2 Kasım 2024 Cumartesi

Eski arkadaşlar

Bu akşam lisede beraber okuduğum bazı arkadaşlarla buluştuk.

İnsanın aklına o eski günler gelip hüzünleniyor.

Hepimiz küçücük çocuklardık o zamanlar.

Şimdi en küçük çocuğu olanların çocukları bizim o zamanki yaşımızdan daha büyük.

Bir de yaşanmışlıklar dikkati çekiyor.

Herkes iyi veya kötü bir hayat yaşamış.

Herkesin başarıları veya başarısızlıkları olmuş.

Kiminin sağlığı bozulmuş kimi hala çok genç görünüyor.

Ama herkesin gözünde o lisede okuduğumuz yıllardaki çocuksu bakış hala duruyor.

Herkes birbirine, 40 yıldır görüşmemiş olsa bile daha dün görüşmüş gibi samimi davranıyor.

Herkes daha dün gördüğü arkadaşına bile 40 yıldır görüşmemiş gibi hasretle sarılıyor.

Hakikaten çok güzel bir akşamdı.

İnsan böyle günlerde insan olduğunu hatırlıyor.