.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Güncel Olaylar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güncel Olaylar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2025 Pazartesi

Yalakalık Sanatının İncelikleri: Yalakalık Size Ne Kazandırır? (20.01.2025)

 Silahlı Kuvvetlerde yalakalık yapanlar ile ilgili birçok fıkra anlatılırdı.

Bunlardan aklımda kalan biri şöyle:

"Komutan yalakaya saatin kaç olduğunu sormuş.

Yalaka, kaç emredersiniz diye cevap vermiş."

Emekli olduktan sonra gördüm ki, bunlardan bir kısmı emekli olduktan sonra da bu huylarından vazgeçememiş.

Ama artık asker olmadıklarından ve komutanları övmekten nemalanamadıklarından alan değiştirmişler.

Televizyon ekranlarında siyasetçilerin hizmetine sunuyorlar yalama yeteneklerini.

Bununla birlikte az da olsa hala bunlarda bir seviye var.

Bazı siyasetçilerin veya iş insanlarının yaptığı yalakalıklar ise ne sınır ne seviye tanımıyor.

Parti liderine aşık olan mı ararsınız, seviştiğini söyleyen mi, onu kutsallaştıran mı, hepsi var.

Muhtemelen bunun karşılığını da alıyorlar.

Cepleri doluyor veya vekil seçiliyorlardır.

Mutludurlar yani.

Ama benim merak ettiğim bir şey var.

Aynaya baktıklarında gördükleri kişiye nasıl katlanıyorlar?

Gece başlarını yastığa koyduklarında bir iç muhasebe yapıyorlar mı?

Huzurla uyuyabiliyorlar mı?

12 Ocak 2025 Pazar

Ülkücüleri birbirine mi kırdıracaklar? [12.01.2025]

Milliyetçi olduğunu ifade eden insanlar siyasi partiler arasında ulusalcı, milliyetçi, Türkçü, ülkücü gibi adlar altında zaten bölünmüş durumdalar.

Bu yüzden halkımızın yüzde 70'ten fazlası kendisini bu ifadelerin herhangi biri ile tanımlamasına rağmen bu bölünme sebebiyle iktidar siyasal İslamcılarda.

Ancak bunlardan, kendisini milliyetçi veya ülkücü olarak tanımlayanlar (birden fazla partiye bölünmüş olsalar da) hala büyük bir kitle.

Anlaşılan o ki, sayıları da artıyor.

Üç milliyetçi partinin oylarını toplarsanız durumu açıkça görürsünüz.

Hal böyle olunca, bu üç parti seçmeninin bir partide veya bir çatı altında birleşme ihtimali, iktidar olmak isteyen her siyasi görüşün en büyük endişesidir diye düşünüyorum.

Bu yüzden bu kitleyi daha da bölmek ve hatta birbirine kırdırmak birilerinin mutlaka hesabına gelebilir.

Bu genel çerçeve içinde bakarsak, son günlerde terörist başı Abdullah Öcalan'ı durup dururken, üstelik PKK bitme noktasına gelmişken, mecliste konuşmaya davet etmek daha anlamlı geliyor.

Bu kadar saçma sapan bir sözün hem de hiç beklenmeyen milliyetçi bir partinin lideri tarafından telaffuz edilmesi herkes gibi benim de tuhafıma gitmişti.

Acaba Kandil-DEM Parti-Öcalan üçlüsünü bölmek için bir manevra mı diye düşündün önceleri.

Sonra, birçok kişinin iddia ettiği gibi, yeni anayasa için DEM Parti'nin desteğini almak ve Reis(?!...)'i tekrar seçtirmek için yapıyorlardır diye düşündüm.

Ama son gelişmelere bakınca bunun başka bir maksadı olabileceği de dikkatimi çekmeye başladı.

Bildiğiniz gibi, terörist başı muhabbetini açan şahıs İYİ Parti liderine demediğini bırakmadı.

Çünkü DEM ile kesinlikle görüşmeyeceğini açıkladı İYİ Parti.

Terörist başının mecliste konuşması söylemine de oldukça sert çıktı.

Tabi, Zafer Partisi de benzer bir tavır sergiledi.

Ama onun oyu daha az.

İyi Parti mecliste aynı zamanda.

Bu sebeple İYİ Parti ile malum şahıs arasındaki ortam giderek gerilmeye başladı.

İYİ Parti genel başkanı, fırıldak suçlamasına karşı iddia sahibinin topaç olduğunu ve bu topacı kimin çevirdiğini bildiğini söyleyerek karşılık verdi.

Bu gerginlik üzerine Ülkü Ocakları da topa girdi.

Ne söylediler bilmiyorum ama sanırım İYİ Parti liderini tehdit etmişler.

Ankara'da dolaşamazsın filan demişler.

Dernek statüsündeki bir yapının bir siyasi parti liderini tehdit etmesi, herhangi bir demokratik hukuk devletinde olacak şey değil.

Ama bizde oluyor.

Daha önce birçok gazeteciyi dövdükleri yazılıp çizildi.

Hatta bazı siyasetçilere de saldırı ve tehditlerde bulundukları iddia edildi.

Ama nedendir bilinmez, bu konuda hiçbir şey yapılmadı.

Hatta sokak ortasında ocağın eski başkanı bir uyuşturucu torbacısına vurduruldu.

Ocak ve parti ile bağlantıları olduğu iddiaları basın organlarında uzun süre dile getirildi.

Yine hiçbir şey yapılmadı.

Şimdi de ocak, diğer milliyetçi partilerin sindirilmesi, korkutulması için kullanılıyor sanırım.

Plan da bu herhalde.

Ülkücüleri/Milliyetçileri birbirine kırdırmak istiyor birileri.

Uyanık olmak lazım.

Başkasının değirmenine su taşımamak lazım.

Başkasına baston veya değnek olmamak lazım.

Onun yerine birleşerek iktidar adayı olmak lazım.

Mantıklı olan budur.

23 Aralık 2024 Pazartesi

Colani'nin evrimi.

 Colani'nin eski resimlerine bakıyorum ve hayretler içinde kalıyorum.

Adam IŞİD ile çalışırken tam bir radikal gibi giyiniyormuş.

El Kaide bağlantılı örgütünü kurunca biraz evrimleşmiş.

Kıyafeti daha ortada ve sakalı daha kısa olmuş.

Sonra El Kaide ile ilişkisini kesip HTŞ'yi kurmuş.

Yine değişmiş.

Yakın zaman önce Şam'a kadar süren harekattan sonra kameralara görünmeye başlayan Colani, daha batılı tarzda kıyafetler içinde görülmeye başlamıştı.

Bu değişim, bu günkü görüntülerde zirveye ulaşmış.

Takım elbise giyen, kravat takan modern bir adam oluvermiş.

Sakalını biraz daha kısaltsa, bir Avrupalıdan ayırt etmek zor olacak.

Muhtemelen kendisine akıl verenler, yol gösterenler, eğitenler vardır.

Bunlar da bizden birileridir muhtemelen.

Zaten bu gün ilk resmi görüşmesini de bizim dış işleri bakanı ile yaptı.

Ne diyelim.

Aferin.

Kendisini tebrik ediyorum.

Bakmasın bizim çok bilmiş laf ebelerinin söylediklerine.

Değişim iyidir.

Evrim iyidir.

Uyum sağlamak iyidir.

Uyum sağlayabilen hayatta kalır ve güçlenir.

Bunun en açık örneği de kendisidir.

Değişemeyen, dünyaya meydan okuyan, dayatmalar yapan, geri kafalı olmakta ısrar eden onlarca örgüt ve lideri bu gün ya yok oldu veya yok olma noktasına geldi.

IŞİD bir örnektir.

El Kaide bir örnektir.

Muhtemelen PKK/PYD de diğer bir örnek olacaktır.

Değişimi kavramayanlar, kavrasalar bile ayak uyduramayanlar veya ayak uydurmamakta diretenler yok olur.

Herkes değişir.

Ya hayatını değiştirir veya toprak olur toprağa dönüşür.

Hayret! Colani ile Esat'ın en yakın adamı akrabaymış.

 Burası Ortadoğu.

Hiçbir şey beni şaşırtmaz diyorum hep.

Ama yine de her gün öğrendiğim bir şeyler beni şaşırtıyor.

Meğer Colani diye bildiğimiz HTŞ liderinin soyadı Şara imiş.

Bu isim bana çok tanıdık geldiğinden internette biraz araştırdım.

Sonra aklıma geldi.

Ben Suriye sınırında görev yaparken Suriye'nin (yani Baas rejiminin) en üst seviyedeki adamlarından biri Faruk eş Şara idi.

Baba Esat zamanında devletin tepesinde kendine yer bulan Şara, oğul Esat geldiğinde babasının tüm kadrosunu temizlemesine rağmen yerini korumuştu.

Hatta Cumhurbaşkanı yardımcılığına terfi etmişti.

Bu adam hala Suriye'deymiş.

Bu gün yeni rejimi desteklediğine dair bir açıklama yapmış.

Ama beni asıl şaşırtan bu değil.

İnternette yazıldığına göre Colani'nin Faruk eş Şara'nın kuzenlerinden birinin oğlu olduğunu öğrenmem oldu.

Küçük Şara en uç İslamcı örgütlerde lider kadrolarında yer alırken büyük Şara zalim Esat'ların baş yardımcısıymış.

"Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" mu desem "Kimin eli kimin cebinde?" mi desem bilemedim.

Hadi hayırlısı.

Takibe devam.

Şaşırmaya devam.

17 Aralık 2024 Salı

Türkiye'deki sığınmacılar, Suriye'nin geleceğini belirleyecek.

Sayısı kesin olarak bilinmeyen milyonlarca Suriyeli sığınmacı 2011'den beri Türkiye'de yaşıyor.

Bu insanlar daha önce hiç görmedikleri bir ortamda yaşayıp kısmen de olsa bunu içselleştirdiler.

Burada doğan çocuklar lise çağına geldi veya gelmek üzere.

Küçük yaşta gelen çocuklar ise artık genç bireyler oldu.

Bunlar burada okudu.

Burada büyüdü.

Yetersiz olsa da demokrasi hakkında bir fikirleri oldu.

Türkçe öğrendiler.

Türk kültürüne ve yaşam biçimine alıştılar.

Bir cumhurbaşkanının bazen tutuklanma tehlikesi olsa da eleştirilebileceğini gördüler.

Çok partili seçimlere şahitlik ettiler.

Demokratik devlet düzenine alıştılar.

Şimdi bazıları Suriye'de yeni bir iç savaş çıkacağı veya yeni bir otoriter sistem kurulacağı endişesini dile getiriyorlar ama bence bu olmayabilir.

Bunun en büyük garantisi de ülkesinde dönecek olan milyonlarca Suriyeli.

Bu insanlar, artık otoriter bir rejime razı olmaz.

Bize birçok sorun yaratan, ekonomimizin bozulmasında dahi etkisi olduğu söylenen sığınmacılar, uzun vadede hem Suriye'ye hem de bize büyük yararlar sağlayacak gibi görünüyor.

Hadi hayırlısı.

Beşar Esat, Suriye'den nasıl kaçtı?

 Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Beşar Esat, nihayet bir açıklama yapmış.

Söylediğine göre ayın 8'ine kadar Şam'daymış.

Kaçışı önceden planlı değilmiş.

Dahası kaçmayı düşünmüyormuş.

Ayın 8'inde bir uçakla Lazkiye'deki Rus üssüne gitmiş.

İma ettiğine göre Rusya'nın desteği ile burada direnişe devam etmeyi planlıyormuş.

Belki de bölgede bulunan ve bir kısmı akrabası olan Nusayri'lere dayanarak en azından denize kıyısı olan bölgeyi kontrol edebileceğini umuyordu.

Ama ordusunun tamamen dağıldığı haberi alınınca, Ruslar kendisini tahliye edeceklerini bildirmişler.

Böylece Rusya'ya gitmiş.

Söylediklerinin bazıları bilinenlerle uyuşuyor.

Bir uçağın Şam'dan kalkıp Lazkiye'ye gelmeden önce radardan kaybolduğu zaten basına yansımıştı.

Muhtemelen bu uçak Esat'ı taşıyordu.

Lazkiye'de Rusların kontrolünde bir hava alanı var.

Bu uçak oraya inmiş anlaşılan.

Nasıl olursa olsun dünün mağrur diktatörü, bu gün ülkesinden kaçmış bir sığınmacı durumunda.

Dedikleri kadar para kaçırmadıysa yakında diş hekimliğine de başlar.

İnsanları sinek gibi gören bu diktatör, insanların votkaya bulanmış ağız kokusunu çekerek yaşamını sürdürür artık.

Tüm diktatörlere ibret olsun.

16 Aralık 2024 Pazartesi

Aziz Yıldırım

 Ben futbolla pek ilgilenmem.

İlgilendiğim yıllarda da Fenerbahçeli değildim.

Sonradan bir takımı tutmayı da bırakmıştım.

Ama yaşadığım olaylardan sonra Fenerbahçe'ye sempati duymama sebep oldu.

Bu Fenerbahçe'den ve elde ettiği başarılardan değildi elbette.

Aziz Yıldırım sebebiyleydi.

Herkes Fethullah Gülen şerefsizine yağ yakıp övgüler düzerken Aziz Yıldırım bunu yapmamıştı.

Zaten bu yüzden benim gibi o da kumpas davalarında yargılanmış hatta hapse atılmıştı.

Yargılanma sürecinde de dik durdu.

Bu yüzden kendisine sempatim oluştu.

Ali Koç'a başkanlığı kaptırdığı kongre çalışmalarında Ankara'daki toplantısına katılmıştım bu yüzden.

Geçen Nisan ayında yapılan kongre öncesinde de Ankara'ya geldiğinde desteklemek için oradaydım.

Ama maalesef seçilemedi.

Ama dedikleri de çıktı.

Mesela "Beni ararsınız." demişti.

Tanıdığım bazı sıkı Fenerbahçelilerle konuşuyorum, arıyorlar.

Çünkü bu yıl Fenerbahçe, beklentileri yine karşılayamadı.

Çok uzun süredir büyük bir başarı kazanılamadı.

En azından futbolda böyle oldu.

Fenerbahçe taraftarı büyük bir başarı özlemi duyuyor.

Ali Koç böyle bir şey veremdi taraftara.

Aziz Yıldırım, buna rağmen hiçbir şey söylemiyor.

Ben demiştim demiyor.

Takımını sonuna kadar destekliyor.

Ondan da bu beklenir zaten.

Ülkesine dönen Suriyeli sayısı.

 Şu anda tüm televizyon kanalları sınır kapılarından ülkelerine dönen Suriyelileri göstermekte bunlarla röportajlar yapmaktadır.

Hal böyle olunca tüm Suriyelilerin geri dönüp dönmeyeceği konuşulmaktadır.

Bazıları çok azının döndüğünü söylerken bazıları da tamamının döneceğinden bahsetmektedir.

Hatta, tamamı dönerse Türkiye'de ara eleman sıkıntısı çekileceğini ileri sürerek geri dönenlere üzülmüş görünmektedir.

İşin gerçeği şu ki çok sayıda insan geri dönmek için sınır kapılarına üşüşmüş durumdadır.

Bu dönüş, Suriye'den kaçış gibi kitlesel ve düzensiz olmasa da dönenlerin miktarı artmıştır.

Şu anda kış mevsimindeyiz ve Suriye'de durum henüz tam olarak netleşmemiştir.

Kış geçince dönenler artacaktır.

Eğer istikrarlı bir yönetim kurulursa dönenlerin miktarı daha da artacaktır.

Ama Suriyelilerin tamamı ülkelerine dönmeyeceklerdir.

Bunu nereden biliyoruz?

Bu bizim ilk mülteci akınına uğramamız değildir.

Saddam'dan ve attığı gaz mermilerinden korkup Irak'tan Türkiye'ye kitlesel göç yaşanmıştı.

Aynı şey, aynı yoğunlukta olmasa da Bosna ve Kosova savaşlarında da yaşanmıştı.

Bu insanlar, savaş ve tehdit ortadan kalkınca büyük oranda ülkelerine dönmüşlerdi.

Ama hepsi dönmemişti.

Evlilik yoluyla Türkiye'de kalanlar bu dönmeyenlerin bir kısmını oluşturuyordu.

Burada bir iş bulan veya kuranlar da geri dönmediler.

Geldikleri ülkede durumları iyi olmayanların ve ülkemizde daha iyi yaşam koşulları bulanların da bir kısmı dönmemişti.

Vatandaşlık veya oturma izni alan bazı insanlar da geri dönmediler.

Ama bu saydıklarımın miktarı çok fazla değildi.

Suriyeliler verdiğim örneklerdeki sığınmacılara göre ülkemizde çok daha uzun bir süre kaldılar.

Bu sebeple geride kalan daha çok olur.

Ama yine de sığınmacıların büyük bir bölümü ülkelerine döner.

14 Aralık 2024 Cumartesi

Suriye'de şeriat rejimi kurulur mu?

 HTŞ'nin Esat'ın düşürülmesinde lider konumuna gelmesi herkeste bir soruyu gündeme getirdi: Acaba Suriye'de Afganistan'da olduğu şekliyle bir şeriat rejimi mi kurulacak?

Sözü fazla dolandırmadan düşüncemi söyleyeyim.

Suriye Afganistan gibi olmaz.

Her ne kadar HTŞ, ilk kurulduğunda El Kaide'nin bir kolu olarak ortaya çıkmışsa ve örgütün lideri Colani, bir dönem DEAŞ'ta yer almışsa da fark etmez.

Çünkü Suriye, Afganistan'dan çok farklı bir ülke.

Nusayrilerin tamamı, sünnilerin ise önemli bir kısmı yıllardır süren laik sisteme alışmış.

Suriye, Afganistan'a ve hatta birçok Arap devletine göre daha modern bir ülke.

Entellektüelleri var.

Batı'ya ve Türkiye'ye çok yakın.

Afganistan'dakine benzer bir yönetimin yeni bir iç savaşı körükleme ihtimali olduğunu da herkes biliyor.

En çok da HTŞ biliyor.

Zaten açıklamaları da bunu gösteriyor.

Öte yandan, HTŞ Suriye'deki devrimi gerçekleştiren tek güç değil.

Çok sayıda başka örgüt de var.

Bunlardan SMO, askeri ve siyasi olarak örgütlü bir yapıya sahip.

Bu yapı, Türkiye'nin desteğini de almış durumda.

Bir başka faktör ise geri dönecek olan sığınmacılar.

Milyonlarca Suriyeli 13-14 yıldır Türkiye'de yaşıyor.

Laik ve demokratik bir rejimin nimetlerini görüp anlamışlardır.

Avrupa ülkelerinden de geri dönecekler olacaktır.

Bu sosyolojide ve bu siyasi dengeler içinde HTŞ rejimin nasıl olacağına tek başına karar veremez.

Verse de bunu uygulayamaz.

Evet, belki biraz daha muhafazakar bir rejim olacaktır.

Ancak bu rejim olabildiği kadar demokratik ve laikliğe yakın bir sistem olacaktır.

Olmazsa, yeni bir istikrarsızlığa hazır olun.


10 Aralık 2024 Salı

Şiddetin yaygınlaşması ve yarattığı tehditler.

 Bir süredir art arda Arap Baharı, Karabağ Savaşı, Ukrayna Savaşı, Gazze Savaşı, İsrail-Hizbullah Savaşı ve Suriye iç savaşı gibi savaşlar yaşanmaktadır.

Bu savaşlarda gözden kaçırılan şeylerden en önemlisi, savaşın sivillere karşı uygulanan şiddeti artırmış olmasıdır.

Bu savaşlar genellikle düşük veya orta şiddetli çatışmalar şeklinde meydana gelmesine rağmen ölümler, yaralamalar, infazlar ve benzeri şiddet eylemleri çok yaygınlaşmış durumdadır.

Bu şiddete maruz kalanlar ise savaşanlar, yani askerlerden çok sivillerdir.

Örneğin Gazze Savaşı'nda 1300 İsrail askeri ölmüştür.

HAMAS'ın kayıpları tam olarak bilinmemektedir.

Ancak bu örgütün silahlı üyelerinin kayıpları da çok fazla değildir.

Sivil kayıplarına bakıldığında ise bu gün itibarıyla 44.758.

Bunların çok önemli bir kısmı ise kadınlar ve çocuklar.

Aynı şey Suriye iç savaşı için de geçerli.

Gerek IŞİD ve PYD gibi terör örgütleri, gerek Baas rejimi tarafından bir milyona yakın insanın öldürüldüğü söylenmektedir.

Bu rakamlara, kötü ve yetersiz beslenme, savaşın yarattığı mahrumiyetler, göç vb. sebeplerle ölenler dahil değildir.

Öte yandan, rejim veya terör örgütleri tarafından infaz edilen ve istatistiklere girmeyen çok sayıda insan kaybı da bulunmaktadır.

Bu durum, Avrupa'da büyük katliamlara sebep olan din ve mezhep çatışması temelli 30 yıl Savaşlarını andırmaktadır.

30 Yıl Savaşlarında o kadar büyük katliamlar yaşanmıştır ki Orta Avrupa'da çoğu yerleşim yerinin nüfusu yarıya inmiştir.

Nitekim bu vahşet, bazı insanları harekete geçirmiş ve bu savaştan sonra sivil zayiatın azaltılması için bazı uluslararası girişimler ortaya çıkmıştır.

Savaş hukukunun gelişimi de bundan etkilenerek hızlanmıştır.

Ancak uzun yüzyılların ardından insanoğlu yine aynı noktaya gelmiş gibi görünmektedir.

Dini veya ideolojik fanatizm, İsrail ordusunun çoluk çocuk demeden on binlerce insanın katledilmesine ve katliamları soykırım boyutuna ulaşmasına sebep olmuştur.

Aynı şey, Suriye'de de gerçekleşmiştir.

30 Yıl Savaşları sonrasında olduğu gibi şimdi de uluslararası kamuoyu harekete geçmek zorundadır.

Şiddetin sınırlandırılması ve bu sınırları aşanlar kim olursa olsun cezalandırılması gerekmektedir.

Bunu mevcut devletlerin yapması uygun olurdu ama mevcut dünya siyasi durumuna bakınca pek mümkün olmadığı görülmektedir.

Uluslararası örgütler de yeterli tepkiyi gösterememektedir.

Bu sebeple her yerde yaşayan ve bu şiddetten rahatsız olan herkesin harekete geçmesi gerekmektedir.

Ne kadar etkim olur diye hiç kimse karamsar olmamalı, yapabileceği her şeyi yapmalıdır.

Bu bireysel ve toplu protestolardan sosyal medyada gruplar kurarak kamuoyu oluşturmaya kadar her platformda yapılmalıdır.

Katliamlar başka ülkelerde meydana geliyor diye bunları görmezden gelmek doğru değildir.

Şiddet bulaşıcıdır.

Bu gün başkasının başına gelen şeylerin yarın herkesin başına gelmesi mümkündür.

Bu sebeple, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın herkesin bu konuda duyarlı olması gerekmektedir.

9 Aralık 2024 Pazartesi

Suriye'de bulunan yer altı hapishanelerine kimler atılıyordu?

 Bir iki gündür Suriye'de yer altı hapishaneleri bulunuyor.

Hala içlerinde mahkumlar olduğundan bunlar serbest bırakılıyor.

Ama mahkumlar işkence ve açlıktan ölü gibiler.

Bu kadar ağır işkence yapılan ve yer altındaki gizli hapishanelere atılan mahkumlar ne suç işlemişlerdir acaba?

Hepsini bilmem ama 1990'lı yıllarda tanıdığım bir Suriyelinin babası böyle bir hapishaneye atılmış ve aylar sonra buradan cesedi çıkarılmıştı.

Böyle işkence hanelerde ölenler ailesine kapağı çivi ile çakılı tabutla veriliyordu.

Bulaşıcı kanlı ishalden öldü diyerek yıkanmadan tabutla gömdürülüyordu.

Gömülürken başında asker veya polis bekliyordu.

Tabut açılmasın diye.

Halbuki işkenceden ölmüş oluyorlardı.

Bizim arkadaşın babasını da böyle verdiler ve böyle gömdürdüler.

Rahmetlinin hapse atma sebebi cok basitti. 

Türkiye sınırına yakın büyükçe bir köyde oturuyorlardı. 

Aksam kahvehane gibi bir yerden eve dönüyormuş. 

Sokak ışıkları yanmadığından gündüz bir sebeple yolda açılan bir çukuru görmemiş.

İçine düşüp kolu bacağı incinmiş. 

O acının etkisiyle "Hay ben böyle devletin a....na koyayım." diye küfretmiş. 

Yanındaki iki kişiden biri muhaberatın gizli adamıymış. 

Bundan habersiz olan rahmetli, eve gidip yaralarına bir şeyler sürmüş. 

Tam yatacakken kapı çalınmış.

Gelen Muhaberat'ın adamlarıymış.

Adamı yaka paça bir arabaya atıp götürmüşler.

Ailesi, aylarca akıbetini öğrenememiş. 

Sormaya da korkmuşlar. 

Sonunda bir gün, babanız oldu diye haber vermişler.

Cenazeyi kapağı çivi ile çakılı bir tabutta vermişler.

Kapak açılmasın diye polis ve asker nezaretinde gömdürmüşler.

21 Kasım 2024 Perşembe

Yaşlanınca insana her şey zor geliyor.

 Eskiden yolculuk yapmayı çok severdim.

Öyle kendi arabamla gitmem filan da gerekmezdi.

Otobüs yolculuğunu da severdim.

Hatta otobüs yolculuğunu, araba sürmekten daha çok severdim.

Çünkü genellikle geceleri yolculuk yapar ve otobüse binip koltuğuma oturur oturmaz uyurdum.

Gideceğim yere varıncaya kadar da uyanmazdım.

Hatta bazen, orada da uyanamayıp bir sünraki şehirde uyandığım, ters istikamette bir otobüse binip geri döndüğüm bile olurdu.

Bu yüzden, eğer son durakta inmeyeceksem muavini uyarır, beni uyandırmasını söylerdim.

Ama artık durum pek böyle değil.

Evvelki akşam otobüse binip her zamanki gibi koltuğa oturur oturmaz derin bir uykuya daldım.

Fakat bir süre sonra uyandım.

Çünkü kaykılmaktan belim ağrımıştı.

Sadece belim de değil, boynum ve ayaklarım da ayrıyordu.

Koltuktan sessizce kalktım.

Boynumu, ayaklarımı filan hareket ettirdim.

Biraz rahatlayınca tekrar koltuğa oturup uyudum.

Ama nafile...

Deliksiz bir uyku uyuyamadım.

Yine ağrılarla uyandım.

8-9 saatlik yolculuk böyle geçti.

Dün akşam geri dönmek için otobüse bindim.

Dönüş daha kötüydü.

Yolculuk eziyete dönüştü.

Artık uzun yolculuklar zor geliyor bana.

Yaşlanmak böyle birşey olmalı.

7 Kasım 2024 Perşembe

50 yaşından sonra akıllanıyor insan.

Eskiden daha duygusal biriydim.

İnsanları kırmamaya çalışırdım.

Akrabaları gözetmeye ve ilişkileri iyi tutmaya da uğraşırdım.

50 küsur yıldan sonra anladım ki yanlış yapıyormuşum.

Artık insanlara hak ettikleri gibi davranmaya başladım.

İyiyi hak ediyorlarsa iyi, kötüyü hak ediyorlarsa kötü.

En önemlisi de bu kişilerin kim olduklarının hiçbir önemi yok.

İster pek tanımadığım biri olsun ister en yakın akrabam olsun.

Hayatımı zorlaştıran, sorun çıkaran hiç kimseyi çekmiyorum.

Kafam rahatlamaya başladı.

Tüm sorunlardan ve sorun yaratanlardan kurtulunca her şey daha iyi olacak gibi.

5 Kasım 2024 Salı

Sırtınızdaki ağırlıklardan (gereksiz yüklerden) kurtulun.

 Sırtınızdaki ağırlıklardan kurtulun.

Bunu gerçek anlamda söylüyorum.

Eğer fazla kilolarınız varsa, sürekli olarak üzerinizde bir ağırlıkla dolaşıyor gibi olursunuz.

Bu kilo fazlalığı, gerçekten üzerinize ağırlık bağlamaktan bile daha kötüdür.

Çünkü üzerinize bağladığınız bir ağırlık sadece aşırı ağırsa sizi yorar.

Kaslarınıza ve omurganıza zarar verir.

Eğer taşıyamayacağınız kadar apır değilse, sizi yine yorar ama kaslarınızın gelişmesini de sağlayabilir.

Bu durum mecazi anlamda da aynıdır.

Hayatta birçok zorluklarla karşılaşırız.

Bu zorluklar bizi yormakla birlikte güçlendirir de.

Ancak, taşıdığımız zorluklar çok ağırsa, bunların hepsinden veya en azından bir kısmından kurtulmak gerekir.

Bu insan ilişkilerinde de aynıdır.

Eğer bazı insanlarla olan ilişkileriniz size ağır yükler getiriyorsa, sizi aşırı yoruyorsa ve tüm enerjinizi tüketiyorsa onlardan da hızla kurtulmakta fayda var.

Gidip kendilerine başka sorun yaratacak insanlar bulsunlar.

Unutmayın.

Yalnızlıktan ölen kimse yoktur.

Ama sorunlu insanlarla birlikte oldukları için ölen çok sayıda insan vardır.

Öte yandan, dünyada 8 milyar insan yaşıyor.

Yalnız kalmanız da çok mümkün değildir.

Size yük olmayacak, destek olacak, hayatınızı güzelleştirecek birileri mutlaka vardır.

1 Kasım 2024 Cuma

Bizim yazarların kimin yazarı olduğu belli değil.

 Sanırım bir İngiliz yazar, İsrail'in Gazze'de yaptığı soykırımını protesto etmek için İsrail ile bağlantılı veya İsrail'i destekleyen yayın evlerine kitap yayınlatmamak için bütün yazarlara bir çağrıda bulunmuş.

Bunun sonucunda birçok yazar bunu deklare eden bir belge hazırlayıp imzalanmış.

Bizden de bu belgeyi imzalamak üzere iki yazara talepte bulunulmuş.

Ama bu iki yazar bunu reddetmiş.

Yazarlardan biri Nobel edebiyat ödülü almış ve bunun için kendi ülkesini karalamakta tereddüt etmemiş bir kifayetsiz müptezel.

Diğer ise nasıl olduysa bir zamanlar çok popüler olmuş ama sonradan FETÖ ile bağlantısı olduğu iddia edilen bir bayan yazar.

Ülkemiz çok tuhaf.

Kendi yetiştirdiği ve bağrından çıkardığı insanlar nedense kendi ülkesine hep ihanet ediyor.

Bununla da kalmayıp İslam ülkelerinde yapılan insanlık suçlarına da sessiz kalıyor.

Ama bizi, tarihimizde hiç yapmadığımız şeylerle suçluyor.

Bence kendimizi sorgulamamız şart.

31 Ekim 2024 Perşembe

Şansa inanır mısın?

 Bu gün öğrencilerimden biri sanırım söylediğim bir söz üzerine bir soru sordu:

"O zaman siz şansa inanmıyorsunuz hocam. İnsan her şeyi kendi eylemleri ile mi belirler?"

Böyle bir soru beklemiyordum.

Şöyle cevap verdim:
"İnsan her şeyi kendi eylemleri ile belirler ifadesi biraz abartılı olur. 

Ama evet, şansa inanmıyorum. 

Biz sebebini bilemediğimiz şeylerle karşılaştığımızda, bunu şansa veya şanssızlığa yorarız. 

Halbuki her gün evrende ve yakın çevremizde milyonlarca şey olur.

Bunların bir çoğu istatistiki olarak az da olsa belli bir oranda bizi de etkiler.

Bizim bunları bilme, tahmin etme ve kontrol etme imkanımız yoktur.

Bunlardan bazıları bizim avantajımıza bazıları da dezavantajımıza olabilir.

Eğer bir şey istiyorsak bunu istemeliyiz.

İstemek de yetmez, bunun için hazırlıklı olmalı ve uygun şartlar oluştuğunda harekete geçmeliyiz.

Bu anlamda, diğer bütün etkenler sabit olarak düşünüldüğünde sonucu belirleyen bizim seçimlerimiz ve eylemlerimizdir.

Herkesin önüne bazen hiç tahmin etmediği fırsatlar çıkar.

Eğer bizim bir isteğimiz, planımız, hazırlığımız ve harekete geçme irademiz yoksa bu fırsatlardan yararlanamayız.

Hatta fırsatın farkına bile varamayız.

Bu sebeple, kontrol edemediğimiz şeylere odaklanmak yerine kontrol edebildiğimiz şeylere odaklanmamız lazım.

Çünkü bizi sonuca bunlar götürür.

Yani kendimize odaklanmalı, kendi davranışlarımızı düzeltmeliyiz.

Yoksa hiçbir zaman şansımız olmaz.

Bu şans filan da değildir.

Kendimizden kaynaklanan bir durumdur.

Örneğin, bir sabah güneş doğarken gökten çeyrek altın yağsa ve bu yağmur öğlene kadar sürse, eğer sabah gün doğmadan uyanıp dışarı çıktıysanız bu altından payınızı toplarsınız.

Eğer öğlene kadar uyursanız, siz uyandığınızda dışarıda toplanmamış tek bir altın kalmaz.

Bunun sebebi şas veya şanssızlık değildir.

Sizin seçimleriniz, sizin eylemlerinizdir.

Daha doğrusu, sizin tembelliğinizdir.

Bu sebeple ben şansa inanmam.

Çalışmaya inanırım.

Sizde öyle yapın.

En azından sınavda öyle yapın.

Derse çalışmazsanız, şans eseri yüksek not alamazsınız."

25 Ekim 2024 Cuma

TUSAŞ'a yapılan terörist saldırıya neden bu kadar şaşırdılar, anlamış değilim.

 TUSAŞ'a yönelik olarak, PKK terör örgütü tarafından bir terör saldırısı yapıldı.

Tesisten çıkan silahsız insanlara ve bir taksiciye karşı insanlık dışı bir katliam gerçekleştirildi.

Bu olay hepimizin içine ateş düşürdü.

Çok üzüldüm.

Herkes çok üzüldü.

Ama basın-yayın organlarına bakınca, çoğu kişinin sadece üzülmekle kalmayıp çok şaşırdığı da görülüyor.

Beni ise buna şaşırılması şaşırtıyor.

Çünkü bu saldırı, ilk değil.

Daha önce de benzer şekilde saldırılar yapıldı.

PKK, daha 90'lı yıllarda (yanlış hatırlamıyorsan ilk defa Tunceli'de) intihar saldırıları düzenlemeye başladı.

Genellikle bir kişi tarafından yapılan ve canlı bomba eylemi diye nitelendirilen bu saldırılar çok da başarılı değildi.

Bazı teröristler ise son anda bombayı patlatmaktan vazgeçip güvenlik güçlerine teslim olabiliyordu.

Bunun üzerine birden fazla terörist tarafından gerçekleştirilen bombalı araç saldırıları yapıldı.

Bu tür saldırılar genellikle askeri tesislere (jandarma karakolları ve askeri üs bölgelerine) yapılıyordu.

Askeri birlikler, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde olanlar, emniyet tedbirlerine daha iyi uyduklarından bu tür saldırılar da çoğu zaman önlenebiliyor veya etkileri çok büyük olmuyordu.

Bunun üzerine PKK terör örgütü, yeni bir saldırı türü geliştirdi.

Genellikle çalıntı veya gasp edilmiş bir araçla saldırılacak bölgeye iki kişi geliyor, saldırı bölgesinde araçtan hızla iniyor, önce silahlarla ateş ederek mümkün olan en fazla sayıda insanı öldürmeye çalışıyor, son safhada da saldırganlardan birinin sırt çantasındaki patlayıcı kendisi veya olayı uzaktan izeleyen üçüncü bir terörist tarafından patlatılıyor.

Yakın zaman içinde yapılan bu tür saldırılar üç defasında televizyonlara da yansıyarak çok ses getirdi.

İlki sanırım Adana veya Antalya bölgesindeki bir jandarma karakoluna yapılmıştı.

İkincisi Ankara'da İç İşleri Bakanlığı'na yapıldı.

Üçüncüsü de TUSAŞ'a yapıldı.

TUSAŞ saldırısı olunca, televizyonlardaki kerameti kendinden menkul güvenlik uzmanlarının ve yorumcuların, bu tür saldırılar sanki ilk defa yapılıyormuş gibi şaşırmasına anlam veremedim.

İlgili kurumların sanki aynı şaşkınlık içindeymiş gibi görünmesine de inanamadım.

Eskiden TSK, terör eylemleri ile ilgili gelişmeler ve eylem türlerini inceleyerek tüm birliklere yayımlıyordu.

Acaba artık yapılmıyor mu?

Yapılıyorsa her yere yayınlanmıyor mu?

TUSAŞ Türkiye'nin en stratejik sanayi kurumlarından biri.

Böyle bir kurumun mutlaka bir güvenlik müdürü ve güvenlik teşkilatı vardır.

Bunlara bu tür olaylar hakkında bilgi verilmiyor mu?

Veriliyorsa, kurumun güvenlik müdürü ne tür tedbir almış?

Aslında bu tür saldırılar tamamen olmasa da büyük oranda önlenebilir.

Saldırılar tamamen önlenemese de alınacak tedbirlerle bu saldırılardan en az zarar görerek çıkmak sağlanabilir.

Bunun için sanıldığı gibi çok olağan üstü şeyler yapılmasına da gerek yok.

Basit tedbirlerle saldırılardan zarar görülmesini önlemek mümkün.

Ben görevdeyken tesis, üs bölgesi, köy vb. koruması ile ilgili görevlerde çalıştım.

Alınacak tedbirlerin çok masraflı ve olağan üstü olmasına gerek olmadığını biliyorum.

Hatta bu konularda STRASAM Düşünce Kuruluşunun internet sitesinde bazı yazılar da yazdım.

İç İşleri Bakanı'nın olay olur olmaz duruma hakim olması ve bizzat takip etmesi iyiydi.

Ama eylemden sonra hangi örgütün yaptığından emin olmadıklarını, bunun için kimlik tespiti yapılmasını beklediklerini söylemese bana tuhaf geldi.

Her terör örgütü kendine has saldırı teknikleri uygular.

Bir saldırı olduğunda ilk olarak, daha önce hangi terör örgütü bu tür eylemler yapmış incelersiniz.

Bu sizi sonuca kısa yoldan götürür.

Bu saldırı, PKK terör örgütünün daha önce de uyguladığı taktik ve tekniğe uyuyor.

Bu sebeple ben, saldırı haberini izleyince hemen PKK'nın yaptığını düşündüm.

Televizyonlarda ise tuhaf konular konuşuluyordu.

Yok teröristler çok profesyonelmiş.

Kesin yabancı bir istihbarat teşkilatı eğitmişmiş.

İsrail'in adamları olabilirmiş.

Olayın arkasında ABD olabilirmiş.

Bir sürü hikaye.

Evet saldırı, PKK tarafından birilerinin (ABD veya İsrail'in mesela) isteği ile yapılmış olabilir.

Ama teröristlerin çok profesyonel olduğuna dair ben bir şey göremedim.

Daha önce yapılan saldırıların neredeyse tamamen aynı şekilde yapıldı.

Yani PKK terör örgütünün standart basit bir eğitim vererek bazı teröristleri bu işlerle görevlendirdiği anlaşılıyor.

Öleceklerini bile bile saldırıyı gerçekleştirmelerinden başka olağanüstü bir durum yok.

Taksiye binmişler, kapı önünde inip gördükleri herkese ateş etmişler, daha sonra da nizamiyeye yönelmişler.

Hep aynı şey.

Hep aynı teknik.

Hep aynı taktik.

Yeni olan, şaşırtıcı olan hiçbir şey yok.

Bence tuhaf olan, nizamiyeden teröristlere hiç ateş edilmemesi.

Edildiyse de ben izlediğim videolarda görmedim.

Eğer nizamiyede, iç işleri bakanlığına yapılan saldırıda olduğu gibi anında teröristlere ateş eden güvenlik görevlileri olsaydı, belki bu kadar çok zayiat vermeyebilirdik.

Acaba güvenlik kuvvetlerimizde bu tür şeyleri takip eden ve inceleyen, bunlardan sonuç çıkarak birimler yok mu?

Birimler var da buralarda çalışan uygun personel mi yok?

Bence vardır, ama bir şeylerin uygun işlemediği ortada.

Öte yandan, TUSAŞ güvenlik teşkilatının başındaki kişi veya kişilerin de yeterliliğini merak ediyorum.

TUSAŞ sadece tesis olarak değil çalışanları açısından da stratejik.

Burada çalışanların güvenlik soruşturmaları tam mı?

Saldırıda içeriden bilgi veren biri olabilir mi?

Tesis etrafında kimler yaşıyor?

Bu tür saldırılar detaylı bir keşif, planlama ve hazırlık gerektirir.

Bunu da saldırıyı yapanlar değil, başka birileri yapar.

Çevreyi gözetleyen kameralar yok mu?

Etrafta dolaşan ve şüpheli hareketler yapan kişiler fark edilmemiş mi?

Kamera kayıtları incelenerek bu tür kişiler araştırılıyor mu?

Stratejik kurum ve tesislerde çalışan personelin bireysel güvenliği için neler yapılıyor?

Bu personele saldırı durumunda ne yapacakları öğretiliyor mu?

Çünkü teröristler ateş etmeye başlayınca bazı kişiler kaçarken bazıları bulundukları yere yatıp uzandılar.

Teröristler de kolayca onlara ateş ettiler.

Çalışan personelin oturdukları ev, araçları vb. için ne tür emniyet tedbirleri alınıyor?

Bunlar önemli hususlar.

İlgililere duyurulur.

Strasam'daki yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

 (https://strasam.org/strateji/istihbarat/isyerinizde-almaniz-gereken-guvenlik-tedbirleri-nelerdir-2918, 

https://strasam.org/strateji/istihbarat/kendi-emniyetiniz-icin-yaya-yuruyuslerinde-alabileceginiz-tedbirler-nelerdir-2913

https://strasam.org/strateji/istihbarat/cocuklarla-ilgili-alinmasi-gereken-guvenlik-tedbirleri-nelerdir-2909

https://strasam.org/strateji/istihbarat/arac-kullanirken-alinmasi-gereken-guvenlik-tedbirleri-nelerdir-2900

https://strasam.org/strateji/istihbarat/evinizin-guvenligi-icin-alinmasi-gereken-tedbirler-nelerdir-2882

https://strasam.org/strateji/istihbarat/mafya-babalari-icin-hayatta-kalma-tedbirleri-2861).


Bu ülkede, tek bölücü hain PKK'lılar değil. Onlardan çok var.

Yunanistan'da bir sürü etnik grup var.

Ama, bunlardan biri kendi etnik kimliğini zikretse, örneğin bir Hristiyan Arnavut, Arnavut olduğunu söylese; herkes; "Hayır! Sen Helensin/Yunansın" der.

Adamlar Müslüman Türklere bile ısrarla "Siz aslında Helensiniz. Eskiden Ortodoks Hristiyandınız. Osmanlı sizi Müslüman yaptı." diyor.

Öyle olmadığını söyleyip itiraz edenlere ise her turlu baskıyı yapıyorlar.

Nedense bizde durum bunun tam tersi.

Bizde Türk olduğunu söyleyen ve çoğunlukla genetik olarak da Türk olan insanlara "Sen yahudi dönmesisin, sen Ermeni kökenlisin, sen aslen bilmem nesin.." diye akıllarınca karalayan bir sürü hain var.

Bu hainler, eğer bu ithamla karşılasan kişi itiraz edip Türk olduğunu söylerse, bu kişiyi hemen ırkçılık yapmakla suçluyorlar.

Bir sürü cahil cühela da hemen bunlara inanıp kuyruklarına takılıyor.

Böylece, bilerek veya bilmeyerek millet ayrıştırılmaya çalışılıyor.

Bölücülük yapılıyor.

Üstelik bunları yapanlar ve yapanlara inanıp destek verenler kendilerinin gerçek milliyetçi olduğunu iddia ediyorlar.

Sorun sadece bunlar değil.

Bir de "Müslüman olmayan Türk, Türk değildir." diyen beyni sulanmışlar var.

Hristiyan Araplar Arap oluyor ama nedense Hristiyan Türkler bu lavuklara göre Türk değil.

İnsan bunları dinlerken küfretmemek için kendini zor tutuyor.

Her zaman da tutamıyor aslında.

"Ben Türk değilim, Müslümanım." diyen bir tür daha var ama ben bunlara sadece şunu soyluyorum:

Sen Türk olma zaten! Daha din ve millet kavramları arasındaki farkı anlayamayacak kadar salak birinden bu millete fayda gelmez. Zarar gelir."

İnanın bu tipleri gördükçe ülkeye ve geleceğine güvenim azalıyor.

Memleket resmen cadı kazanı gibi.

Mustafa Kemal Atatürk ve Yahya Sinvar karşılaştırması yapan şerefsizler var.

Bazı yavşaklar Atatürk ile İsrail tarafindan öldürülen HAMAS liderinin Yahya Sinvar'ın fotoğraflarını yan yana koyup altına şuna benzer şeyler yazıyorlar:

"Biri Gazze'yi İngilizlere verdi, diğeri Gazze için son nefesine kadar savaştı."

İnsan bu tur şeyleri okuyunca bu ülkede ne kadar kansız, yalancı, iftiracı ve hain olduğuna şaşırıyor.

Gazze, 31 Ekim'de başlayan 2. Birüssebi muharebesi sonucunda 7 Kasım 1917'de İngilizlerin eline geçti.

Peki o sırada Atatürk nerede idi?

İstanbul'da, genel karargah emrindeydi.

Bir ay kadar sonra Vahdettin ile Almanya seyahatine katılacaktır.

O bölgede bile olmayan, binlerce kilometre ötedeki İstanbul'da bulunan bir insanı Gazze'deki savaştan sorumlu tutmak şerefsizliktir.

Üstelik övmeye çalıştıkları adamın dedelerinin Gazze'nin kaybedilmesinden asıl sorulu olanlar olduğundan da hiç bahsetmiyorlar.

1916'da başlayan arap isyanının yaydığı ayrılıkçılık fikirleri ve isyancı Araplar 1917'de Gazze'ye girdiler.

Zaten zayıf kuvvetlerle güçlü İngiliz ordusuna karşı 1. Birüssebi Muharebesini tüm mensuplarının hayatları pahasına zorla da olsa kazanan Osmanlı ordusu, Arap isyancıların geri bölgede yaptığı saldırıların da etkisiyle 2. Birüssebi muharebesinde yenildi ve Gazze kaybedildi.

Bu gün Gazze için son nefesine kadar gerçekten kahramanca savaşan adam, dedelerinin o zamanlar yediği haltların hesabını ödemektedir.

Başkasına çamur atmakla bu gerçeği değiştiremezsiniz.

Zamanında dedeleri hata yapmasaydı, İngilizler belki de hiç ilerleyemeyecekti.

Bu gün bırakın İsrail'in yaptığı katliamları, muhtemelen bir İsrail devleti bile olmayacaktı.

Hani bir fıkra vardır:

"Adamın biri bir lokantanın önünde, 'Siz yiyin, torununuz ödesin.' yazısını görür.

İçeri girip garsonlardan birine yazının doğru olup olmadığını sorar.

Garson, 'yazının doğru olduğunu' söyleyince adam bir masaya oturup mönüde ne varsa sipariş eder ve afiyetle yer.

Adam tam kalkacakken garson hesabi getirir.

Hesabı gören adam şaşırır.

'Hani ben yiyecektim ve hesabı torunum ödeyecekti? Bu bir yalan mıydı?' diye garsona çıkışır.

Garson gayet sakin bir şekilde 'Hayır, o yazıda söylenenler tamamen doğru.' der.

Bunu duyan adam sinirli bir şekilde bağırır:

'O zaman bu hesap nereden çıktı?'

Garson, cevap verir:

'Bu sizin hesabınız değil. Dedenizin yediklerinin hesabı. Siz onun torunu değil misiniz?'"

Şu anda yaşananlar bundan ibarettir.

Arap isyanı Osmanlı ordusunu arkadan vurup zayıflatmıştır.

Bu sayede İngilizler, kısa sürede tüm Ortadoğu'yu ele geçirmişlerdir.

Araplar savaştan sonra yeni bir halt daha yemişlerdir.

"Biz Yahudiler ile amca çocuklarıyız. Akrabayız. Anlaşmakta sorun yaşamayız." diyerek İngilizlerin savaş sırasında Yahudilere Filistin'de bir devlet kurma sözünü desteklemişlerdir.

Hatta Arap isyanının liderlerinden Şerif Hüseyin, savaş sonrasında Paris'e gitmiştir.

Burada dünyayı, bu arada Osmanlı'dan koparılan toprakları aralarında paylaşmak için toplanan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikalılara; Filistin'de bir İsrail devletinin kurulmasına onay verdiklerini söylemiştir.

Bunun karşılığında tek istediği, büyük bir Arap krallığı kurulması ve elbette başına kral olarak babası Şerif Hüseyin'in oturtulmasıdır.

Kendisi de bu büyük Arap krallığının içinde olmasını planladığı Suriye'ye kral olacaktır.

Fransız ve İtalyanlar, İngiltere'nin maşası olacağını düşündükleri bir İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkmışlardır.

Ama arap liderlerinin de desteğini alan İngilizler, İsrail'in kurulmasını sağlayan adımları atmışlardır.

Önce, Arap ve Yahudi nüfustan oluşan kendi kontrollerindeki (mandaları altındaki) Filistin Devleti'ni kurmuşlardır.

Bundan sonra, tüm dünyada yaşayan zengin Yahudilerin desteğiyle her yerden Filistin'e Yahudiler göç etmeye başlamıştır.

Araplar yavaş yavaş durumun nereye gideceğini anlamışlardır.

Bunun üzerine Arap ve Yahudiler arasında çatışmalar başlamıştır.

Yahudi göçü 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında iyice artmıştır.

Sonuçta 1948'de İsrail Devleti kurulmuştur.

O zamandan beri de Arap-İsrail çatışmaları yaşanmaktadır.

Önceleri diğer Arap devletlerinin de taraf olduğu bu çatışmalar, Arap rejimlerinin İsrail ile ilişkilerini geliştirmesi ile birlikte İsrail-Filistinli savaşına dönüşmüştür.

Ne kadar ibretlik bir durum değil mi?

Ama bu işler böyledir.

İnsan soyunda devamlılık vardır.

Yaptığınız her eylemin bir sonucu olur.

Bu sonucu sadece siz değil sizden sonra gelen tüm soyunuz çeker.

Yani, bu gün yediğiniz haltların hesabını mutlaka bir gün ödersiniz.

Eğer siz ödemediyseniz, çocuklarınız ve hatta torunlarınız öder.

Onun için herkesin ne halt yediğine dikkat etmesi lazım.

22 Ekim 2024 Salı

Fethullah Gülen, nereye gömülecek?

 Fetö terör örgütünün kurucusu ve lideri vatan haini Fethullah Gülen öldü.

Bu gün neredeyse tüm televizyonlarda nereye gömüleceği, namazına kimlerin katılacağı tartışılıyor.

Ben, bu şerefsizin nereye gömüleceğini, namazını kimin kıldıracağını ve cenazeye kimlerin katılacağını filan merak etmiyorum.

Bu konudaki fikrim meşhur türküdeki ile aynı:


"Münkir münafığın huyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını

Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Mezarına götürenin
İmamın da avradını


Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefenin diken iğnenin
Dikenin de avradını"


Yalnız bir şeye dikkat edilmesi lazım.
Bu pezevenk, sağlığında annesinin yanına defnedilmeyi istediğini söylüyormuş.
Bunu orada görüntüde defnedip gizlice Türkiye'ye getirebilirler.
Anasının yanına gömebilirler.
Ya da orada gömüp etleri çürüdükten sonra kemiklerini gizlice getirip anasının yanına gömebilirler.
Buna engel olmak lazım.
Kimin köpeğiyse onun bahçesinde gömülü kalması daha uygun olur.