.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Bilim-Teknik-Uzay-Evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilim-Teknik-Uzay-Evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2025 Salı

Maalesef Türkiye tel tel dökülüyor. (21 Ocak 2025)

 Bir gün yok ki sabah uyandığımızda bir felaket haberi duymayalım.

Ya siyasi bir felaket yaşanıyor veya fiili bir felaket.

Bu felaketlerden bazıları onarılmaz yaralar açıyor.

Ama sorumlular, fıtrat deyip geçiyor.

Daha doğrusu, sorumluluklarını gizlemek için olayı geçiştirmeye çalışıyor.

Mesela deprem.

Deprem fıtrat veya kader değildir.

Öyle olsaydı Japonya'da çok daha şiddetli depremlerde bizdeki depremlerden daha fazla insan ölür veya yaralanırdı.

Ama tam tersi oluyor.

Bizde her yeri yıkan ve binlerce insanın ölümüne sebep olan depremler yaşanırken Japonya'da çok daha şiddetli depremlerde neredeyse hiç kimse ölmüyor.

Bunun sebebi inşaat.

Bunun sebebi, siyaset.

Bunun sebebi hükümet.

Bunun sebebi belediyeler.

Bir şehirde yıllar önce depremde alınacak önlemlerle ilgili il çapındaki bir toplantıya katılmıştım.

Şehirdeki üniversiteden bir jeoloji mühendisi (sanırım doçent idi) şehirden iki fay hattı geçtiğini, bu fay hatlarının 7 ve üzerinde depremler ürettiğini anlattı.

Fay hattı geçmişte yıkıma sebep olduğundan bu bölgelerde daha sonra ev yapılmamış.

Ama o zamanki hükümetin partisinden olan belediye başkanı, buraları tekrar iskana açtırmış.

Büyük büyük apartmanlar dikiliyormuş.

Vali bunu duyunca heyecanlandı.

Hemen Ankara'ya yazalım, ilgilileri uyaralım filan dedi ve emirler verdi.

Sonuç ne mi oldu?

O binalar yapıldı.

Daha sonra fay hattındaki binalar daha da arttı.

Son depremde resimlere baktım.

O semtlerde tek bir bina ayakta kalmamış.

Şimdi bu kader mi?

Fıtrat mı? 

Kesinlikle değil.

Bu doğal afet.

Ama doğal olmayan afetler de yaşanıyor bu ülkede.

Mesela kaçak içkiden her zaman insanlar ölüyor.

Birileri "Kuruya, suluya boyuna vergi koyuyoruz. Zam yapıyoruz. Ama gene de içiyorlar." diye aklınca eğleniyordu.

Halbuki o fiyatlara ancak hükümetten nemalanan bol parası olanlar içiyor.

Garibanlar içkisini ya kendi yapıyor veya kaçak yapanlardan ucuza alıyor.

Bir ara marketlerde güvenilir alkol satılıyordu.

Millet bu alkolü alıp içki yapıyordu.

Hükümet hemen önlem aldı.

Önce bu alkole ağır vergiler getirdiler.

Sanırım sonradan da satışı yasaklandı veya kısıtlandı.

Marketlerde uzun süredir görmüyorum.

Böylece insanlar, kontrolsüz imal edilen kaçak içkilere yöneldi.

Sonuç, sürekli alkol zehirlenmesinden insan ölümleri.

Kader mi?

Değil.

Fıtrat mı?

Değil.

"E içmesinler onlar da" diyenler olabilkir.

İnsanlar ne yapıp ne yapmayacağını size mi soracak.

Bahane bulacağınıza çözüm bulun.

En azından sorumlular bulsun.

Neyse...

Bu gün de bir başka felaket haberi verildi haberlerde.

Bolu'da bir hotelde yangın çıkmış.

60'tan fazla ölü ve bir o kadar da yaralı var.

Bildiğim kadarıyla her otelin açılabilmesi onlarca izin ve ruhsat alınıyor.

Bunlardan biri de yangına karşı dayanıklılık ve yangın halinde uygulanacak tedbirlerle ilgili.

Muhtemelen bu hotel de almıştır o ruhsatları.

Ama bir işe yaramadığı ortada.

Şimdi belediye kendi sorumlulukları olmadığını söylüyor, turizm bakanlığı da suçu belediyeye yüklemeye çalışıyor.

Bina cayır cayır yanarken hiçbir ciddi söndürme ve kurtarma faaliyeti yapılmadığı anlaşılıyor.

Görüntüleri izleyince, insanların göre göre öldüğü ortada.

Demek ki, birçok kişinin sorumluluğu var.

Hotel sahibinin.

Çalışanların.

Ruhsat verenlerin.

Daha sonra denetlemeyenlerin.

Söndürme ve kurtarma çalışmalarını düzgün yürütemeyenlerin.

İmkanı varsa yardım etmeyenlerin.

Bu kadar insan ölürken kimse sorumluluktan kaçamaz.

Normal bir ülkede bu böyledir.

Bizde ise, olay ya birine yıkılır (ki bu en az sorumluluğu olan veya hiç sorumluluğu olmayan biri olur genellikle) veya fıtrat denir kapatılır.

Ölenlerin yakınlarına üç beş kuruş para verilir.

Sesleri kesilir.

Buna rağmen ses çıkarmaya devam edenler de başka yöntemlerle susturulur.

Maalesef durum bundan ibaret.

22 Ekim 2024 Salı

Yol ortasında vurdular dostumuzu.

Bu ChatGPT hakikaten çok ilginç.

Hikaye bile yazıyor.

Yine bir eski şiirimi yazıp bu şiirle ilgili kısa bir öykü yazmasını istedim.

Sonuç inanılmaz..

İşte yazdığım şiir ve yapay zekanın uydurduğu hikaye.

"Yol ortasında, 

Vurdular Aytekin'i. 

Ahmet, Aykut ve Kağan, 

Dona kaldı. 

 Kahpe kurşun! 

O kadar can arasında, 

Aytekin'in, Canını aldı."

"Aytekin, Ahmet, Aykut ve Kağan yıllardır ayrılmaz dört dosttu. Aynı mahallede büyümüşler, aynı sokaklarda koşturmuşlardı. Çocuklukları top peşinde geçmiş, gençlikleri ise beraber kahkahalarla, hayallerle dolu akşamlarla. Ne zaman bir araya gelseler, dört kişilik masalarında hep bir sandalye eksik olsa da, ruhlarında bir boşluk hissetmezlerdi. Onlar için hayatın en keyifli anları, dostluğun verdiği o sarsılmaz güven ve mutlulukla doluydu.

O gün de diğerlerinden farklı başlamamıştı. Şehrin biraz dışındaki bir kafede oturup sohbet ediyorlardı. Aralarında konuşulmamış bir huzur vardı; hayatın yükleri kısa bir süreliğine onları es geçiyor gibiydi. Ancak kimse, birkaç saat sonra her şeyin paramparça olacağını bilemezdi.

Dört arkadaş, akşamüstü eve dönmek için kalktıklarında, hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Gözlerini yoldan ayırmadan yürüdüler, şehrin sessiz sokaklarına adım attılar. Birden, duydukları tek ses, onları dünyanın gerçekliğine acı bir şekilde çekti.

Silah sesi!

Kahpe bir kurşun havayı delip geçti ve Aytekin'in bedenine saplandı. Her şey bir an içinde oldu; Aytekin yığıldı kaldı, gözlerinde şaşkınlık, acı ve kabullenememe vardı. Ahmet, Aykut ve Kağan, donakaldılar. Dünyanın sesleri, rüzgarın uğultusu, sokak lambasının cılız ışığı bir anda silinmiş gibiydi. Tek duyulan, Aytekin'in yere düşüşüyle yankılanan ölüm sessizliğiydi.

Ahmet’in aklına ne yapması gerektiği gelmedi. Gözleri boşluğa kilitlenmişti. Kağan'ın elleri titredi, ama yerinden kımıldayamadı. Aykut, Aytekin’in yanında diz çökmek istedi, ama sanki bir kuvvet onu geriye çekiyor, hareketsiz bırakıyordu.

Kurşun, o kadar insan arasında, dostluklarının kalbini bulmuştu. Kader sanki özellikle seçmiş gibi, Aytekin’in canını almıştı. Geriye, donmuş suratlar, gözyaşı dökemeyecek kadar şokta olan üç arkadaş kalmıştı.

O gün, dostluklarının bir parçası da Aytekin’le beraber gömüldü. Ve ne zaman bir araya gelseler, eksik sandalye artık gözlerine batmaya başladı. Sessizliğin içinde, Aytekin’in hayaletiyle beraber oturdular. Ve her seferinde, o talihsiz anı düşündüler: Bir kahpe kurşun, dört dostun kaderini bir daha asla aynı olmayacak şekilde değiştirmişti."

21 Ekim 2024 Pazartesi

ChatGPT, psikolojik analiz bile yapıyor.

Yıllar önce not defterime bazı şeyler yazmışım.

Bir şiiri andırsa da daha çok serbest bir yazı görünümünde.

Ne zaman ve neden yazdığımı tam hatırlamıyorum.

Bunu görünce kopyalayıp chatHPT'ye yazdım.

Bir sürü yorum yapmış.

Adeta psikolojik bir analiz yapmış.

Yapay zekanın (bir yazılımın) göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede bunları yazabilmesi çok ilginç.

Doğruluğu veya yanlışlığı önemli değil.

Bu yazılım işi ucu olmayan bir şey.

İnsanı korkutuyor.

Yazdığım yazı ve chatGPT'nin yorumu aşağıdadır.

Okuyunca muhtemelen siz de şaşıracaksınız.


Yazdığım metin:

"Kapıdan gir. 

Sağda banyo, tuvalet. 

Karşıda çıplak bir masa. 

Üzerinde kirli iki bardak. 

Yarısı dolu bir sürahi. 

Naylon poşetler. 

Yırtık kağıtlar. 

Çamurlu botlar. 

Git birkaç adım. 

Sonra sağa dön.

İki tek yatak. 

Solda kimse yok. 

Sağda ben varım. 

Uyuyorum. 

Sakın uyandırma."

ChatGPT'nin yorumu şöyle:

Bu parçanın güçlü bir atmosferi var; yalın ama yoğun bir anlatımla iç mekanın yalnızlığı ve kimsesizliği betimlenmiş. Kurguladığınız bu sahne, hem fiziksel hem de ruhsal bir boşluk, belki de bir yorgunluk hissi taşıyor. Betimlenen ayrıntılar — kirli bardaklar, yırtık kağıtlar, çamurlu botlar — yaşamın dağınıklığını, bir boş vermişliği ya da tükenmişliği simgeliyor.

Şiirin sonunda, "Sakın uyandırma" ifadesi ise bu yalnızlık ve yorgunlukla gelen bir kaçış arzusu gibi. Sanki hem fiziken hem ruhen dinlenme ve geri çekilme hali var. Yatakta uyuyan "ben" imgesi, hayata karşı bir teslimiyet, hatta bir tür kırılganlık hissi veriyor.

Bu metin bir hikaye başlangıcı veya bir kısa film sahnesi gibi bile kullanılabilir. Sessizlik ve durağanlığın ön planda olduğu bir ortamda geçiyor, ki bu da bir tür derinlik katıyor.

17 Ocak 2016 Pazar

Evrenin ve varoluşun sırları, teorik fizik, kara delik, karanlık madde, antimadde nedir ve cenaze nasıl yıkanır?



Evrenin ve varoluşun sırları, teorik fizik, kara delik, karanlık madde, antimadde nedir ve cenaze nasıl yıkanır?

Bir süredir teorik fizik ilgimi çekmeye başladı. Bu sebeple gerek internetten, gerek televizyonlardaki bazı programlardan, gerekse dergi ve basılı yayınlardan konu ile ilgili hususları takip etmeye başladım. Öğrendiğim şeyler beni oldukça şaşırttı. Kafam biraz karışmış durumda. Öğrendiklerimin bazılarını burada paylaşıyorum. Sizin de kafanızın biraz da olsa karışması dileğiyle.....

1. Evren, büyük patlama (big bang) denilen süreçte oluşmaya başlamadan önce sadece 1 santimetre küpün milyon, milyon, milyon (yani trilyon)'da biri kadarmış. Bu şu demek: Evren başlangıçta bir atomdan veya bir canlı hücreden daha küçükmüş. Yani neredeyse yokmuş. Buna göre denilebilir ki evren yoktan var olmuş. Bunu ben demiyorum, bir ABD'li prof'tan dinlediğim budur.
2. Evren bu durumdayken saniyenin milyon, milyon, milyon (yani trilyon)'da biri kadar bir zamanda patlayarak bu günkü evreni oluşturacak ilk yapıyı ortaya çıkarmış. Yani neredeyse ''an'' diyebileceğimiz zamandan bile kısa bir sürede. Yani ''ol'' denince oluvermiş gibi.
3. Yeni oluşan bu yapı ilk olarak hidrojen atomlarından teşekkül ederken zamanla bu atomun yapısındaki değişikliklerle diğer elementler oluşmuş. Yani evren başlangıçta tek bir elementten oluşuyormuş. Hidrojenden....
4. Evren ilk oluştuğunda ortama bir düzen değil kaos hakimmiş.
5. Zamanla, madde ve antimadde şeklinde iki yapı ortaya çıkmış. Antimaddeler ve maddeler birbirleriyle temas ettikçe birbirlerini yok etmişler. Yani eski temel fizik kurallarından biri olan ''var olan hiç bir şey yok olamaz'' kuralına aykırı hareket etmişler. Anti madde maddeden daha az olduğundan kalan maddeler evrenin oluşumu ve bugüne kadar gelen yapıyı ortaya çıkarması için gerekli malzemeleri sağlamışlar.
6. Başlangıçta sonsuz denebilecek kadar çok gaz bulutlarından oluşan bu kaos ortamında, evrenin bu günkü şekliyle oluşumunu çekim kuvveti sağlamış. Birbiriyle çarpışıp birleşen moleküller daha büyük kütleler oluşturdukça diğer küçük parçaları çekerek gök cisimlerinin oluşmasını sağlamışlar.

7. Diğer şaşırtıcı bir şey ise kara delikler. Evrenimizin merkezinde sayısı tam bilinmeyen bazı kara delikler olduğu sanılıyor. Bunlardan bizim güneş sistemimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinin merkezinde de 2 tane varmış. Bu kara deliklerin çok büyük çekim kuvvetleri olduğundan, yakınlarına gelen gezegenleri, yıldızları ve hatta galaksileri bile yutarlarken öte yandan galaksiler ve evrenin belli bir düzen içinde kalmalarını, yani dağılıp birbirlerine karışmamalarını da bu çekim kuvveti sağlıyormuş.
8. Bir anlaşılması zor şey de karanlık madde dedikleri şey. Şu an, bizim çevremiz de dahil her yerde, bizim duyu organlarımızla ve hatta ölçme cihazlarıyla hissedemediğimiz bir karanlık madde olduğu neredeyse tüm teorik fizikçilerin inandığı ve hesaplamalarını yaptığı bir konu.
9. Buraya kadar anlattıklarım ilginç diyorsanız acele etmeyin. Esas ilginç konulara yeni geliyorum. Bu karanlık madde iç içe geçmiş olan paralel evrenleri oluşturan madde olabilirmiş. Şimdi paralel yapı söyleminden dolayı dikkat kesilmiş olabilirsiniz ama bunun o yapıyla alakası yok.
10. Teorik fizikçilere göre evren tek değil. Bu konuda çeşitli fikirlere bölünmüş olsalar da en popüler fikir aynı anda aynı ortamda milyonlar hatta milyarlarca paralel evren olabileceği iddiasıdır. Karanlık madde de bu evrenleri oluşturan maddelermiş. Biz bunu göremesek te ortaya çıkardığı çekim kuvvetini ölçerek tespit edebilirmişiz. Onlar da bunu ölçmüşler.
11. Bundan sonrasını kafası çok karışanlar okumaya bilir. Çünkü anlaması oldukça zor. Mesela; her insan önüne birden fazla seçenek çıktığında, bunlardan birini seçtiğinde aslında seçenek sayısı kadar bölünme ortaya çıkarak o kadar yeni evren oluşuyormuş. Örnek verecek olursak; bir delikanlı karşısından gelen iki genç kızdan biri ile konuşma konusunda zihninde muhakeme yaptığında ve farz edelim Ayşe ile konuşmaya karar verdiğinde evren ikiye bölünüp Fatma ile konuşma seçeneğini tercih ettiği başka bir evren ortaya çıkıyormuş. Yani delikanlı bu evrende Ayşe ile evlenip 9 çocuk yaparken diğer evrende belki de Fatma'nın çocuğu olmadığından çocuksuz bir yaşam sürebilirmiş.
12.Bu kadar saçmalık yeter diyenlere güle güle. Devam edenlere daha söyleyeceklerim var.

13. Bunlara inanmayanlara bunları ispatlamak  o kadar zor değilmiş. Nasıl mı? Anlatıyorum, takip edin lütfen.
14. Şu anda dünya ile Ay arasındaki boşluk Güneş sistemi içindeki mesafelerle kıyaslandığında çok kısa bir mesafe. Bir örnekle açıklayayım. Dünya'dan kalkan bir roket Ay'a aynı gün içinde gidebilirken bize en yakın gezegen olan Mars'a 150-300 gün arasında bir sürede (şimdiye kadar gönderilen roketlerin ulaştıkları süreler bu arada seyrediyor) gidebiliyor. Güneşe en uzak gezegen olan Plüto ise dünyanın güneşe olan uzaklığının 40 katı kadar güneşten uzaktır. Yani Güneş'i İzmir'e koysak, Dünya'yı Salihi'ye, Pluto'yu ise Moğolistan civarında bir yere koymamız gerekir. Bu sebeple bu gezegene gitmek 8-9 yıl sürüyormuş. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Güneş sistemi, Evren'in geneli gibi, çok az maddeden ama çok büyük boşluktan oluşmaktadır. Güneş etrafında dönen tüm gezegenler Dünya ile Ay arasına sığabilmekte ve hatta boş yer biler kalmaktadır. Tüm gezegenleri toplayıp Güneşe atsak güneş çok fazla büyümez. Yani güneş sistemindeki güneş ve etrafında dolaşan gezegenler, içinde dolaştıkları boşluğa göre çok önemsiz bir yer kaplamaktadırlar. 
15. Bu kadarla kalmayarak devam ediyorum. Aynen güneş sisteminde olduğu gibi, maddeyi oluşturan proton ve nötron'dan müteşekkil çekirdek ile etrafında dolaşan elektronlar arasındaki mesafe de çok büyükmüş. Ne kadar büyük olduğunu şöyle anlatalım. Eğer elektronları aradaki boşluğu alarak çekirdeğe yapıştırırsak Dünya bir futbol topundan daha küçük oluyor. Anlaşıldığı gibi evren ve güneş sistemi gibi atomlar da daha çok boşluktan oluşuyor. Bir de atomun çekirdeğindeki proton ve nötron arasındaki boşluğu, daha da ileri giderek bu proton ve nötronları oluşturan quarklar arasındaki boşluğu kapatırsak dünya rahatça cebe sığacak kadar küçülüyor. Şimdi bunu güneş sistemi, galaksiler ve evren boyutunda uygularsak aslında madde ihmal edilebilecek kadar az evrende. Var olan yapı büyük bir boşluk. Yani tüm evren, benim çalışma odama (Çalışma odan oldukça küçük olmasına rağmen.) sığar ve bana da yer kalır. Ve bu boşlukta farklı frekans yapılarında birbiri içinde milyonlarca ve hatta milyarlarca evrenin aynı anda var olması mümkün (müş.).
16. Yine bir yabancı bilim adamı şunu söyledi: ''Evren yoktan var olmuş ve aslında bizim şimdiye kadar anladığımız anlamda var bile değildir.'' Ne demek istiyor? Acaba araştıra araştıra İbnül Arabi'nin dediği gibi ''Hiçbir şey yoktur. Sadece Tanrı vardır. Tanrıdan ayrı veya onun dışında hiçbir şey yoktur. Var olan her şey tanrının görüntüsüdür ama tanrı bu görüntüden daha aşkındır.'' mı demek istiyor? Ya da Spinoza'yı mı doğruluyor? Pananteistlerin yüzyıllarca önce söyledikleri doğru muymuş?. Ben anlamadım. Anlayan varsa bana da anlatırsa sevinirim.

17. Son bir şey söyleyip mevzuyu kapatacağım. Biz şu anda yaptığımız şeyleri neye göre yapıyoruz? Bana böyle bir soru sorulsaydı kısaca şöyle cevap verirdim: Geçmişte yaşadıklarımızdan çıkardığımız dersler ve bu günkü ihtiyaçlarımıza göre. Ama bu da yanlışmış. Fizikçiler şu anın gerçekte olmadığını, bu anın sadece bizim algımızın yarattığı bir yanılsama olduğunu iddia ediyorlar. İsterseniz biraz açıklayayım. Zaman geçmiş ve gelecek dahil bir bütünden oluşuyor. İp gibi uzun bir yolu düşünün. Biz bu yolun o anda ayaklarımızın bastığı bölümünü algılıyoruz. Ama arkamızda da önümüzde de yol var. Önümüzdeki yol biz yürüdükçe var olmuyor. Yani yarın, şu anda var. Biz yarını sadece dünyanın dönüşü sonucu algılıyoruz. Buraya kadar olanlar saçma mı geldi. Durun.... Hemen karar vermeyin... Dahası da var....Bu anı böyle düşününce, bu anda olanlar da sadece geçmişe ve bu ana bağlı olmuyor. Gelecek te bu anın nasıl olacağını belirliyor. Yani yolun devamı olduğuna göre bu anda üzerinde bulunduğumuz yer önümüzdeki yola da bağlı ve önümüzdeki yol da şu anda nerede olduğumuzu ve ileride nereye gideceğimizi belirliyor. Buna saçma demeyin hemen. Adamlar bunu laboratuvar ortamında ispatlamışlar. 
18. İsviçre'de yapılan Cern deneyini çoğunuz duymuşsunuzdur. Burada dağın altına kazılan bir tünelde atom altı parçacıklar (yani; protoni nötron, elektron veya quark gibi daha küçük parçacıklar) çarpıştırılarak deneyler yapılıyor. Bu kapsamda yapılan bir deneyde bir cama doğru bu parçacıklardan biri gönderiliyor ve bu parçacığın daha cama çarpmadan önce camın öte tarafından çıktığı gözlemleniyor. Yani gelecek şimdiden ve yakın gelecekten önce oluyor. İlginç olan bu parçacık daha önce camın öte tarafından çıkan parçacığın yolunu takip ederek cama çarpıyor. Yani gelecek şimdiyi belirliyor.
19. Bunlar şimdilik fizikçiler arasında en çok tartışılan konular. İddialar ve bunlardan ispat edilenler akıl almaz şeyler. Mesela yine Cern deneyine katılan bir profesör şunu söyledi: ''Evren yoktan var olmuş. Madde ve enerji ile ilgili şimdiye kadar bildiklerimizin hemen hemen hepsi geçersiz olabilir. Enerjinin korunumu yasası da bunlardan biri. Belki de madde ve enerji diye iki şey yok. Bunlar aslında aynı şey olduklarından birbirlerine dönüşebilir.'' Son söylediğinin üzerine atlayıp ''Tabii ki öyle. Petrol maddesini yakınca ısı enerjisi elde ederiz. Madde enerjiye dönüşüyor.'' diye zıplamayın. Şimdi söyleyeceklerimi dinleyip öyle karar verin. Adam diyor ki; ''Çarpışma deneyi bize gösterdi ki enerjiye de kütle kazandırmak mümkün. Yani enerjiden de madde elde edilebilir.'' Bu şu anlama geliyor. O yaktığınız petrol maddesinden elde ettiğiniz ısı ve ışık enerjisi var ya, onu uygun bir işlemle tekrar petrol maddesi haline getirebiliriz. Veya güneşli bir günde dışarı çıkıp güneş ışınlarının getirdiği ısı ve ışıktan madde elde edilebiliriz. Bu ne maddesi olur onu bilemem....Hadi bakalım.... Çıkın işin içinden.
20. Konu çok uzadı. Sözlerime ülkemizden güncel bir konu ile, benim yukarıda anlattıklarımı bile kısmen anladığım halde anlayamadığım bir konu ile devam edelim. Evrenin büyüklüğü karşısında bir insanın bir hiç olduğu aşikarken ve aslında Evrenin de boşluktan ibaret sanal bir gerçeklik olduğu iddia edilirken kendini evrenden de büyük gören dünya liderimizin bir sözünü duyunca aklım tepemden çıkıp gitti. ''Her Müslüman ölü yıkamasını öğrenmelidir.'' Ne diyor bu adam? Anlayan varsa beri gelsin.
21. Benim bu yazıyı okuyacaklar açısından en çok merak ettiğim konu ise ateist arkadaşların bu yazıyı okuyunca nasıl bir tavır alacakları. Çünkü ateistler; ''Tanrı yoktur.'' derken teorik fizikçiler onları kat kat aşıyor. ''Saçmalamayın kardeşim... Aslında hiçbir şey yoktur...'' diyorlar.

Saygılar sunarım.


17.1.2016. Mehmet Çanlı