.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2025 Perşembe

Millet aç, aç!

Bu gün şehir dışından bir arkadaşım geldi.

Balgat'ta buluşmaya karar verdik.

Ben erken gittiğimden cadde üzerinde biraz gezindim.

Balgat ana caddesi üzerinde bir sürü lokanta var.

Kafe var.

Neredeyse hepsi bomboş.

Bir ciğerci ve biftekçide biraz müşteri vardı.

Ama diğerlerinde ya hiç kimse yok, ya bir iki kişi var.

Halbuki daha önceleri günün hangi saatinde, haftanın hangi gününde gidersem gideyim, lokanta ve kafeler insan dolu olurdu.

Bahsettiğim iki yerde ise boş masa bulmak zor olurdu.

Artık insanlar dışarıda yemek yemiyor.

Ankara memur ve emekli şehri.

Memurda ancak geçinecek kadar para var.

Bu yüzden eskisi gibi lokantaya gitmiyor.

Evinde yiyor.

Emekli ise, açlık sınırında.

Bırakın lokantayı, evinde bile artık her istediğini yiyemiyor.

Allah sonumuzu hayır etsin.

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.

21 Ocak 2025 Salı

En iyi üniversitelerden mezun olsanız bile artık iş bulmanız çok zor. (21 Ocak 2025)

 Avrupa ve Amerika'da MIT ve Harvard gibi prestijli üniversitelerden mezun olanların bile en az yüzde 25'inin mezun olduktan sonra iş bulamadığını, bu okullardan mezun olan ve bir işte çalışanların da önemli bir kısmının işten çıkarıldığını anlatan bir haber okudum.

Anlaşılan, bunun en büyük sebebi ekonomik daralma filan değil.

Yapay zeka.

İşten çıkarılan şirketlerin yöneticilerin yaptığı açıklamalara göre birçok bilgisayar ve yazılım mühendisinin haftalarca çalışıp yapabildiği işleri, yapay zeka birkaç dakikada yapabiliyormuş.

Bu sebeple, yazılımcı ve bilgisayar mühendislerine artık eskisi kadar ihtiyaç duyulmuyormuş.

Öte yandan, yapay zeka büyük mali tasarruf da sağlıyormuş.

Nitekim bu işten çıkarmaların arttığı ve yeni işe almaların azaldığı şirketlerin çoğu teknoloji şirketleri veya yoğun teknoloji kullanan şirketlermiş.

Amazon, mobil telefon şirketleri, sosyal medya şirketleri filan işe alımlarda büyük azaltmalara gitmişler.

Henüz bu furya Türkiye'ye ulaşmadı.

Ama er veya geç ulaşacak.

Bunun için hükümetin acilen tedbir alması şart.

Zaten işsizlik oranlarında dünya rekorları kıran bir ülkeyiz.

Bu furya gelince rekor üstüne rekor kırmamız kaçınılmaz.

Şimdiden çareler düşünmek gerek.

Londra'da yaşadığım dönemde İngiliz hükümeti sürekli olarak istihdamı arttırmak için yeni işler üretmek üzerinde çalışıyordu.

Bizde de bu yönde çalışmalar yapılması şart.

Hem yeni iş kolları bulunmaya çalışılmalı hem de işsizliğe sebep olan yapay zeka kullanılarak yeni iş imkanları yaratmak için çaba gösterilmeli.

Sadece sanayi ve ticaret alanında değil, eğitim, hizmetler ve tarım/hayvancılık alanları da dikkate alınmalı.

Devlet bunun için bir çalışma grubu teşkil etmeli.

Sivil sektörlerle de işbirliğine gidilmeli.

Yoksa yoğun işsizlik kapıda.

İşsizlik olunca da fakirlik ve sosyal hareketler kaçınılmaz.

Benden söylemesi.

8 Ocak 2025 Çarşamba

Simit hesabı ve asgari ücretin yeterliliği [8 Ocak 2025]

 AKP 2001 yılında kurulduğunda şimdiki Cumhurbaşkanımız, meydanlarda ve ekranlarda simit ve çay fiyati üzerinden asgari ücret hesabı yapıyor ve halkın geçinemediğini, hükümetin halkı açlığa mahkum ettiğini söylüyordu.

O hesaba göre çocuklu bir ailenin günde üç öğün birer simit yiyip birer çay içtiği farz edilirse, asgari ücretin ancak bunu karşıladığını söylüyordu.

Bunun ardından da "Vatandaş ev kirasını nasıl ödeyecek? Elektrik parasını nasıl ödeyecek? Su parasını nasıl ödeyecek?" diye bağırıyor ve bunun sorumlusunun uzun süredir ülkeyi yönetenler olduğunu haykırıyordu.

Bu gün aynı hesabı yapmıyor.

Ama sosyal medyada bu hesabı yapanların videoları var.

Durum 2001-2002'den daha kötü.

Ama Cumhurbaşkanımız, halkı enflasyona ezdirmediğini iddia ediyor.

Türkiye'de ekonominin çok geliştiğini iddia ediyor.

Emeklinin ezilmediğini iddia ediyor.

Belki de haklı.

Hükümetimiz halkı kimseye ezdirmiyor.

Çünkü kendi eziyor.

Fiyat artışlarına karşı tepkisiz hale mi geldik? [8.01.2025]

 Bu ay doğal gaz faturası geldi.

3800 lira.

Sakın yüksek demeyin.

Bana çok düşük geldi.

Bu rakama sevindim.

Çünkü en az 7-8000 lira gelir diye düşünüyordum.

Sonra biraz düşündüm.

Aslında az bir ücret değil.

Ama fiyat artışlarına ve her şey için bir avuç para ödemeye o kadar alıştık ki her şey bize normal geliyor artık.



4 Ocak 2025 Cumartesi

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in Büyük Başarısı

 Malum, ekonomimiz çok kötü. 

Uzun bir süredir kötüydü zaten.

Ama genel seçim öncesi ekonominin durumunun gözlerindeki ışıltıdan belli olacağını söyleyen tuhaf maliye bakanı Nebati ve en temel ekonomi kavramlarını bilmeyen ve hatta tam tersinin doğru olduğunu söyleyen ama buna rağmen ekonomist olduğunu iddia eden şahıs sayesinde iyice dibe vurmuştu.

Nas mas ayağına faiz oranlarını enflasyonun çok altında tutan, bu yüzden ekonominin dolarize olmasına, Türk lirasının ise pul olmasına sebep olan şahıs, seçimde de hazinenin kapılarını ardına kadar açtığından ülke iflas etmişti.

Bunun üzerine, istemeye istemeye Londra'daki tefecilerin simsarı olduğu söylenen (bunu hem muhalefet hem iktidar değişik zamanlarda iddia etti) Mehmet Şimşek bir kurtarıcı olarak ülkeye davet edildi.

Nedendir bilinmez. bizde herhangi bir hükümet ne zaman ülke ekonomisinin içine sıçsa dışarıdan (ama Türkiye vatandaşı olan) birini çağırır zaten.

Ecevit hükümeti Amerika'dan çağırmıştı, bu hükümet İngiltere'den çağırdı.

Ama değişen bir şey olmadı.

İlki gibi ve hatta ondan çok daha acımasız şekilde (çünkü ekonomi Ecevit dönemindeki krizden çok daha kötü durumdaydı) hemen tasarruf tedbirlerine girişti.

Ama Şimşek'in tasarrufu, hükümete ve devlet kurumlarına değil halka yönelikti.

Memur zamları çok düşük verildi.

Emekli ise ölmeyecek kadar az bir paraya mahkum edildi.

Herkesten ve hatta her şeyden vergi alındı.

Bu vergiler elbette sıradan insanların cebinden çıktı.

Zenginlerin, özellikle de hükümetin zenginlerinin cebinden çıkan bir şey olmadı.

Çünkü vergiler KDV, ÖTV ve MTV gibi sıradan insanların ödediği kalemlerden alındı.

Hatta tarihte örneği görülmedik şekilde ödenen MTV'ler tekrar alındı.

Yani her araç için tek bir yıl içinde aynı vergiyi iki kere ödedik.

Şimşek, emeklinin, memurun, asgari ücretlinin canına okudu.

Milletin cebindeki parayı son kuruşuna kadar aldı.

Böylece hazineyi ve döviz rezervlerini eksiden çıkarmayı başardı.

Hükümet yaşasın diye millet öldürüldü.

En azından can çekişir hale getirildi.

Bu gün bu durum büyük bir başarı olarak sunuluyor.

Hatta kimse inanmasa bile enflasyonun bile hızla düştüğü söyleniyor.

Memur ve emekli maaş zammı öncesinde aylık zam abra kadabra ile yüzde bire iniveriyor.

Herkes mutlu.

Herkes neşeli.

Herkes umutlu.

Ben bile neredeyse mutlu ve umutlu hale geliyordum.

Ama bir televizyon kanalında haberleri dinlerken birden bire yıkılıverdim.

Mehmet Şimşek ekonomiyi düzelttim diye konuşup duruyor ya....

Hani dezenflasyon sürecine girdik, enflasyonu düşürdük filan diyor ya....

Haberi duyunca bunların palavra olduğunu anladım.

Meğer Mehmet Şimşek bakan olduğunda enflasyon %39 küsurmuş.

Şimdi ise hükümet %44'lere indiğini iddia ediyor.

Bu rakama da inanan yok ama farz edelim %44 doğru olsun.

Ama %39 olan enflasyonun düşerek %44'e nasıl ulaştığını anlayamadım.

Yahu ya bizi iyice salaklaştırdılar.

Veya bu herifler hesap kitap bilmiyor.

Hatta sayı saymayı bile bilmiyorlar.

1'den 100'e kadar saymalarını tavsiye ediyorum.

39'mu yoksa 44'mü daha önce geliyor, bir baksınlar.

O zaman, belki anlarlar.


Hükümetimizin bu yılı emekli yılı ilan etmesini yanlış anlamışız. [04.01.2025]

 Hükümetimizin bu yılı emekli yılı ilan etmesini yanlış anlamışız.

Malum, hükümet bu yılı emekli yılı ilan etmişti.

Emeklimizi ezdirmeyeceğiz filan demişlerdi.

Biz de bunu, açlık sınırı ile fakirlik sınırı arasında yaşamaya mahkum edilen emeklinin ekonomik durumunu düzeltecekler şeklinde anlamıştık.

Meğer yanlış anlamışız.

Adamlar emekli yılı derken emeklinin son yılı demek istemişler herhalde.

Açlıktan öldürmeye niyetliymişler emekliyi.

Ezdirmeyiz demeleri de başka manadaymış.

Meğer kendileri ezeceklermiş.

Ama unuttukları bir şey var.

16 milyon emekli var bu ülkede.

Emekli partisi bile var.

Emekliler kendi partilerine oy verse, ana muhalefet partisi olurlar.

Ana muhalefet iktidar olur.

İktidara ne olur, onu da siz tahmin edin.


9 Aralık 2024 Pazartesi

Suriyeliler giderse, vasıfsız iş gücü gerektiren işleri kim yapacak?

Bu islerden hiç anlamam. 

Ne sanayiciyim nede bir ticarethanem var. 

Babam esnaf ve çiftçiydi. 

Yıllar önce o da tarlada çalışacak adam bulamamaktan yakınırdı. Ama bir çaresi bulunurdu her şeyin.

Şimdi de bulunur.

Makineleşme ve otomasyon bir çare olabilir.

Olur da bulunamazsa Almanya'nın bir zamanlar yabancı isçi alması gibi, ihtiyaç belirlenir ve en uygun ülkeden kayıtlı kuyudatlı isçi getirtilir. 

Milyonlarca mülteciyi 5-10 bin isçi ihtiyacı için tutmak pek mantıklı gelmiyor bana. 

Bence mülteciler bir an önce ülkelerine dönmeli.

Devlet bunun için bir planlama yapmalı ve dönenlere yardımcı olmalı.

Bunu daha önce de söylüyordum.

Mülteciler ülkesine gitmeli dediğimde "Türkler çalışmıyor, tarladaki urunu kaldıramayız, ahırdaki ineklere bakamayız." diyen tanıdıklarım bana şiddetle karşı çıkıyorlardı.

Mültecilere verdikleri ücreti sordum.

Adamları, karın tokluğuna çalıştırıyormuş. 

Üstelik çalıştırdıkları yasal bir durumu olan Suriyeli mülteciler değil gayri yasal olan yasa dışı Afgan göçmenlermiş.

O paraya çalışmaz tabi Türk vatandaşları. 

Ancak, yasadışı göçmen çalışır.

Kendini sömürmelerine ses çıkaramaz çünkü.

Bahsettiğim arkadaşlardan biri, ineklerine bakan Afgan'ın tüm dişlerini yaptırmış. 

Parasını da cebinden ödemiş.

Özelde yaptırdığından, bayağı bir para tutmuş.

Ama Afganlı adam, bir iki gün sonra arazi olmuş. Ortadan kaybolmuş. 

Arkadaş ve eşi ağlayıp duruyormuş.

Beter olsunlar diyemedim ama hatanın onlarda olduğunu söyledim.

Şimdi ara da bulasın Afgan'ı. 

Kaydı yok, kuyudatı yok. 

Elbette vasıfsız veya vasıflı isçi ihtiyacını sıfıra indirmek mümkün değil.

Ama ihtiyacı cok azaltıp kalan ihtiyaç için de iyi ücret verilirse Türk isçi bulunabilir. 

Bizim köyde zeytin hala elle toplanıyor. 

Bu yüzden cok isçi gerekiyor. 

İspanya'da makinelerle topladıklarını gördüm. 

Ayni isi 2-3 kişi yapıyor. 

Hatta bir tarım kanalında gördüm, Amerikalılardı sanırım, zeytinleri sık ve sıra halinde ekmişler. 

Çalı gibi bırakmışlar ağaçları budama ile, ağaç olmasına izin vermemişler. 

Tek bir kişi bir makine ile topluyor zeytinleri. 

Her alanda mümkün olmayabilir ama bazı alanlarda makineleşme isçi ihtiyacını azaltabilir.

Çare bulmak için her yolu denemek lazım.

23 Kasım 2024 Cumartesi

Araba alıyorsanız şunu bilin: Devlet sizi soyuyor.

 Bu gün bir iki markanın bayiine gittim.

Araba fiyatları bir milyon küsur liradan başlıyor.

Ufacık, kıytırık arabalar 1 milyon civarında.

Aynı arabaları Avrupa'da alsan, dörtte bir fiyatına.

Ben İngiltere'de yaşadım.

Bizdeki en kıytırık arabanın fiyatına, İngiltere'de Mersedes alırsınız.

Avrupa bizi bu yüzden kıskanıyor olabilir.

Avrupa hükümetleri, vatandaşından bu kadar yüksek vergi alamaz.

Almaya kalksa, halk isyan eder.

Bu yüzden Avrupa, daha doğrusu Avrupa devletlerinin hükümetleri bizi kıskanıyor olabilir.

Halkı değil.

Halbuki, o ülkeler de vergi alıyor.

O ülkelerin de üretici firmaları ve bayileri kar ediyor.

Arada bu kadar fark olmasının tek bir sebebi var: Aşırı yüksek vergiler.

Devlet, satılan her arabadan, maliyetinden ve üzerine konulan karla satış fiyatından fazla para kazanıyor.

Bunun tek bir açıklaması olabilir:

Devlet milleti soyuyor.

13 Kasım 2024 Çarşamba

Parayla saadet olmaz mı?

Şarkılarımıza kadar girmiş bir söz vardır: "Parayla saadet olmaz." 

Belki eskiden öyledir.

Ama şimdi bu sözün hiçbir anlamı yok.

Günlük yaşamın her alanında paraya ihtiyaç var.

Araba almak için para lazım.

Güzel kıyafetler almak için para lazım.

İyi yemekler yemek, sağlıklı beslenmek için para lazım.

Sağlığınız bozulduğunda iyi bir şekilde tedavi olabilmek için para lazım.

Çocuklarınızı yeterli şekilde besleyip büyütmek için para lazım.

Okutmak için de para lazım.

Yani her şey için para lazım.

Evet, belki parası olduğu halde mutlu olamayanlar vardır.

Yani para ile her zaman saadet olmuyordur.

Ama parasız, sadece saadet değil, hiçbir şey olmaz.

Bu sebeple, yeterli paranızın olması, olmamasından daha iyidir.

2 Kasım 2024 Cumartesi

Hayat gerçekten pahalı be kardeşim.

 Bu gün sabah evden çıktım.

Bir banka bana sormadan BES hesabı açmış.

Banka şubesine gidip bu da nereden çıktı dedim.

Biz bilmeyiz, BES'çiler bilir deyip bir numara verdiler.

Numarayı arayıp bir sürü uğraştım.

Sonunda BES hesabını iptal ettirdim.

O sırada bir arkadaşım aradı.

Nerede olduğumu sordu.

Söyledim.

"Oralarda oyalan, geliyorum." dedi.

Ağırlıklı olarak orta gelirli insanların yaşadığı bir semtin mütevazi bir kafesine oturdum.

Bir çay söyledim.

Arkadaşın gelmesi uzadı, bir çay daha söyledim.

Arkadaş telefon edip geldiğini söyleyince hesabı istedim.

İki küçük çay 40 liraymış.

Kızılay'da olsa daha pahalı olurdu.

Panora'da filan ise daha da pahalı.

Ama burada da çok ucuz değil.

Buradaki insanların gelir düzeyi de çay fiyatı gibi normalden daha düşük.

Arkadaşın yanına gittik.

Ayrancı'ya indik.

Bir kafeye oturduk.

Oradaki küçük çay fiyatı 30 liraydı.

İnsan bu duruma şaşırıyor.

Aynı şehirde her yerde aynı çaya farklı bir fiyat biçiyorlar.

Çay dediğin de dünyanın en maliyetsiz içeceği.

Su ve bir tutam çaydan onlarca bardak çıkıyor.

Ama en ucuz yerde 20 lira.

Oradan Kızılay'a indim.

Birkaç yere uğradıktan sonra Tunalı'ya çıktım.

Arkadaşlarla buluşacaktık ama buluşma saatine daha çok vardı.

Bir yere oturup kahve aldım.

Karton kutuda.

Fiyat 70 lira.

Bardağın boyutuna göre fiyat değişiyor.

Şimdi birileri çıkıp "Niye kafede içiyorsun? Oturup evinde iç." derse bildiğim en ağır küfürü ederim.

Çünkü böyle konuşanlara hep aynısını yapıyorum.

Ben eskiden beri kafelerde çay veya kahve içerdim.

Aldığım maaşa göre fiyatların hiç bu kadar yüksek olduğunu hatırlamıyorum.

Eskiden içebiliyorken şimdi neden çoğu insanın içemediğini sorguluyorum sadece.

Netse....

Buluşma saati gelince kafeden kalkıp buluşacağımız lokantaya gittim.

Arkadaşlarla oturup yedik, içtik.

Kişi başı ödediğimiz hesabı söylemeyeceğim.

Ama ucuz değildi.

Akşam eve arkadaş bıraktı.

Taksiye, dolmuşa veya otobüse ücret ödemedim.

Eve gelince gün boyunca harcadığım parayı hesapladım.

Aylık maaşımın yüzde 3'ü civarındaydı.

Bir ayda 30 gün olduğu hesabıyla bile benim her gün dışarı çıkmam mümkün görünmüyor.

Çünkü daha evin yiyecek ve içecek giderleri var.

Çocukların okul masrafları var.

Telefon, internet, elektrik, doğalgaz ücretleri var.

Var oğlu var.

Artık lüks tüketim imkanı yok.

Hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz sadece.

Tüketim malzemelerinin fiyatı her gün artıyor.

Ama enflasyon TUİK'te nedense düşük çıkıyor.

Böylece maaşlara zam çok az yapılıyor.

Bir de benim gibi emekliyseniz haliniz harap.

Çünkü emekliye memur kadar bile zam yapılmıyor.

Emekli maaşlarının çalışan maaşına oranı iyice azaldı.

Ama maliye bakanına bakarsanız, enflasyon düşüyor.

Ekonomi toparlanıyor.

Ama sayın bakanın dikkatten kaçırdığı bir şey var.

Ekonomi toparlanırken, vatandaş dağılıyor.

Fakirleşiyor.

Tüketemiyor.

Fiyatlar da artıyor maalesef.

Size nasıl görünüyor bilmem ama hayat gerçekten çok pahalı be kardeşim.



27 Ekim 2024 Pazar

Ankara'da yaşayanlar, biliyor musunuz? Ulus'ta her şey daha ucuz.

 Bu gün mahalleden bir arkadaş telefon etti.

Ulus'taki Hâl'e gidiyormuş.

Balık alacakmış.

Bana gelmek isteyip istemediğimi sordu.

Ulus'a çoktan beri gitmedim.

Sadece balık almak için gitmenin mantıklı bir şey olduğunu sanmıyordum.

Bizim semtteki balıkçıya göre biraz daha ucuz olsa da otobüs ücreti ve içeceğimiz çay filan derken balığın daha pahalıya geleceğini düşünüyordum.

Buna rağmen, bir değişiklik olur diye gitmeye karar verdim.

Gençlik Parkı'nın önünde otobüsten indik.

Yeni inşa edilmiş olan caminin yanından geçerek bir çarşıya girdik.

Aman Allahım....

Çarşı insan kaynıyor.

Daha çok kırsaldan yeni göç etmiş kişiler veya düşük gelir seviyesine sahip kenar mahallelerde yaşayan insanlar olduğu kanaatine vardığım yüzlerce, hatta binlerce insan çarşıyı doldurmuştu.

Çarşıda hemen her şey satılıyordu.

Fiyatlar ise inanılmaz ucuzdu.

Çarşıyı boydan boya geçtik.

Merdivenlerden çıkıp Hâl'in önüne geldik.

Önce Hâl'in karşısındaki Sulu Han'a girip gezdik.

Alt katta birer çay içtikten sonra dışarıya çıktık.

Hâl'in yanında Kahvaltı Pazarı diye bir yer vardı.

İçeri girip fiyatlara baktık.

Peynirden zeytine tüm kahvaltılıklar vardı.

Üstelik çeşit bol ve fiyatlar marketlere göre daha düşüktü.

Sonra Hâl'e girdik.

Bir sürü balıkçı ve önlerinde kuyruğa girmiş insanlar vardı.

Bir tur attık.

Balık fiyatlarının dükkanların hepsinde aynı olduğunu gördük.

Balıklar da çok taze görünüyordu.

Hâl'de sadece balık satılmıyor.

Etten sakatata ve hatta yumurtaya kadar birçok gıda maddesi satan dükkanlar var.

Balık fiyatları ucuz olduğundan yeterince balık aldık.

Yumurtalar da markete göre oldukça ucuzdu.

Bir koli de yumurta aldık.

Başka ıvır zıvır da aldıktan sonra dışarı çıkıp otobüse bindik ve mahalleye geldik.

Eğer gıdadan giyime ve ev eşyasına kadar ihtiyacınız olan her şey için daha az para harcamak istiyorsanız, Ulus'a gitmenizi tavsiye ederim.

Ulus'ta her şey daha ucuz.


5 Aralık 2023 Salı

Beyaz eşya servislerinin yaptığı soygun.

 Dün akşam kalorifer kombisi arıza verdi.

Kapattım.

Bu gün servisi aradım.

İki kişi geldi.

Kombinin kapağını sökmek için 2 vidayı söktüler.

Plastik bir tüp var, içi tortu toplamış.

Biri parçayı aliyle çekip söktü ve çeşmede iki dakikada yıkayıp temizledi.

Su basıncı az olduğundan hava tankına hava bastı.

Kapattı.

Kombi sorunsuz çalışıyordu.

Ama sorun bundan sonra yaşandı.

20 dakikalık iş için 800 lira para istedi.

Verdik mecburen.

Artık soygun böyle yapılıyor demek ki....

23 Eylül 2023 Cumartesi

İki defa ödenecek motorlu araç vergisini ödemeyenlere ne olacak?

 Bizim ülkemizde insanlar neden devlete pek güvenmez acaba?

Neden çok az kimse vatandaşlık görevlerini hakkıyla yerine getirir?

Bunu bir örnekle açıklayayım.

Hükümet, seçimde tüm parayı harcayınca kasada para kalmadı.

Her zaman yaptığı gibi para toplamak için milletin cebine el atmaya karar verdi.

Bunun için motorlu taşıtlar vergisinin iki kez ödenmesine karar verdi.

Haberlerde söylediklerine göre bu vergiyi ödeyenlerin sayısı çok azmış.

Çoğu insan ödememiş.

Hatta birileri bu vergilerin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmış.

Eğer mahkeme uygulamayı anayasaya aykırı bulur da iptal ederse vergiyi ödemeyenlerden vergi almayacakmış.

Peki ödeyenlere ne olacak?

Onlara paraları geri verilmeyecek ve üzerine bir bardak soğuk su için denecekmiş.

Kendi alacağı bir kuruşu aylar, hatta yıllarca araştırıp alan devlet, vatandaşın alacağının üzerine yatacakmış.

Yani vatandaşlık görevini yapmayana ceza verilmezken yapanlar cezalandırılacakmış. 

Devlet suç işlemeyi, vergi ödememeyi, vatandaşın görevlerini yapmaktan kaçmasını özendiriyor resmen.

Üstelik bu tek örnek de değil.

Çoğu insan ve şirket vergilerini vakti geçse de yıl sonuna kadar ödemiyor.

Neden?

Çünkü hemen hemen her yıl sonunda vergi affı gelir bu ülkede.

Vergisini ödemeyenin vergi faiz ve cezaları iptal edilir.

O da yetmez vergi indirimi yapılır.

Üstelik kuşa dönen borç, vadelendirilir.

Her yıl, vergisini düzenli ve zamanında ödeyen vatandaş cezalandırılır.

Enayi yerine konulur.

Ödemeyen de ödüllendirilir.

Bu durum ülkedeki durumu tarif eden https://foundationoffunystories.blogspot.com/2023/09/bizde-calsan-sler.html bağlantısındaki fıkra gibi.

Bizde çalışanı, görevini aksatmadan yapanı mutlaka cezalandırırlar.

25 Ağustos 2023 Cuma

Hayır kurumu olarak kurulan vakıflar ve hırsızlığa kılıf olarak kurulan vakıflar.

 Bir televizyon kanalında vakıflarla ilgili bir program yapılıyor.

Alttaki antet şöyle: Türkiye'de İslami değerlere ve vakıflara düşman bir kitle var.

Tamamen art niyetle söylenmiş bir söz ve gerçekleri tam yansıtmıyor.

Vakıf nedir?

Bir grup insan bir araya gelip bir yapı kurar.

Bu yapı, kuruluş amacına uygun olarak faaliyet gösterir.

Yapının gelirleri de kurucuların vakfettiği para veya mülklerden karşılanır.

Bu tür vakıflara hiç kimse karşı çıkmıyor.

Ama birileri vakıf adı altında bir teşkilat kurup, devletten veya belediyelerden milyonlarca lirayı buraya akıtıyor ve bahse konu geliri kendilerine veya yandaşlarına akıtıyorsa, böyle bir kurum adı vakıf bile olsa hırsızlık teşkilatından başka bir şey değildir.

İnsanların karşı çıktığı vakıf budur.

Adı vakıf diye her kuruluşu hayır kurumu sanmamak lazım.

Vakıflar bu gün olduğu gibi geçmişte de hayır için kurulduğu gibi hırsızlık için de kurulmuştur.

Örneğin Ayanları ele alalım.

Devlet adına vergi toplayan bu şahıslar bir süre sonra bulundukları bölgelerdeki malları üzerlerine geçirmek için bir yol aramışlar.

Fakat Osmanlıda özel mülkiyet olmadığından bunu yapmaları mümkün olmamış.

Bunun üzerine, toprak düzeninin yasal zorunluluklarını baypas edip devlete ait toprakları üzerlerine geçirmek için bir yol aramış ve bulmuşlar.

Bu yol neymiş biliyor musunuz?

Vakıf kurmak.

Sistem şöyle işliyormuş.

Bir bölgedeki ayan bir vakıf kuruyormuş.

Vakfa da devlete ait işlenmeyen arazilerden binlerce dönümü kılıfına uydurarak vakfettiriyormuş.

"E ne var bunda? Sonuçta hayır işi." diyebilirsiniz.

Kazın ayağı öyle değil.

Bu ayanlar, vakıfların mütevelli heyetlerine kardeşlerini ve çocuklarını koyuyor, tüzüğünü (nizamnamesini) de vakfın tüm gelirini kendi ailelerine aktaracak şekilde yazıyorlarmış.

Böylece tapu olmadan devletin topraklarını üzerlerine geçiriyorlarmış.

Hem de yasaya uydurarak.

Türkiye'de doktora yapan bir Japon tarafından Karaosmanoğluları hakkında yazılan kitabı okumanızı ve devlet arazilerine nasıl konulduğunu görmenizi tavsiye ederim.

Günümüzde de durum pek değişmedi.

Bazı vakıflar hayır kurumu, bazıları da hırsızlığı yasal kılıfa sokmak için kullanılan suç organizasyonu.

Hangi vakfın hangi gruba girdiğini anlamak da gayet kolay.

Eğer vakfın gelir kaynaklarını kurucuları vakfetmiş ve gelir onlara değil kuruluş amacına göre harcanıyorsa hayır kurumudur.

Eğer vakıf, kurucularının vakfettiği kaynaklarla değil devlet veya belediye imkanları ile kurulmuş, mütevelli heyeti belli bir gruba mensup insanlardan oluşuyor ve gelirler hayır için değil yandaşlara peşkeş için harcanıyorsa, o vakıf değil, yasal görünümlü suç örgütüdür.

Türkiye nitelikli insan gücünü kaybediyor.

Kanada nitelikli insanlara eğer turist vizesiyle ülkeye girseler bile is bulurlarsa çalışma izni vermeye başlamış.

Aranan insanlar genellikle ara eleman, nitelikli isçi, teknisyen ve mühendislermiş.

Bunu duyan Türkler akın akın Kanada'ya gidiyormuş.

Nitelikli insanlarımızı dışarıya kapatıyoruz.

Onların yerine niteliksiz göçmenleri ülkemize alıyoruz.

Sonra çoban bulamıyorduk, Afganlılar sayesinde koyunlarımıza çoban buluyoruz diye abuk subuk konuşanlar çıkıyor.

Hatta bir bakan bile babasının yasadışı göçmenleri çoban olarak çalıştırdığını söyledi.

Bir bakan, suçu önlemesi gereken en baştaki kişilerden biri, babasının suç işlediğini söyledi.

Sırf yasadışı göçmenleri savunmak için.

Ama, sanayiden inşaata kadar birçok alanda kıtlığı çekilen kendi nitelikli insan gücümüzün ülke dışına gitmesini umursamıyor.


22 Ağustos 2023 Salı

Demokratik rejimler mi yoksa otoriter rejimler mi daha hızlı kalkınır?

Bu gün oldukça kalkınmış olan bazı Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri az veya çok otoriter rejimler tarafından kuruldu ve yönetildi. 

Daha önce Batı'nın demokratik oluşu ve ekonomik olarak kalkınmış oluşu birbirinin sonucu olarak görülüyordu. 

Yani bir ülkenin kalkınabilmesi için demokratik olması gerektiğine dair yaygın bir inanç vardı.

Fakat daha sonra, bazı Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ve özellikle de Güney Kore'nin çok hızlı kalkınması sonucu demokrasi ve kalkınma ilişkisi sorgulanmaya başladı. 

Son zamanlarda Çin'in inanılmaz yükselişi, bu tartışmaları daha da artırdı. 

Ahlaki olarak çürümemiş, liyakati ön planda tutan, merkezi planlamayı esas alan ama kapitalist bir ekonomi uygulayan otoriter rejime sahip ülkelerin demokratik ülkelere göre daha hızlı kalkındığını iddia edenler ortaya çıktı. 

Ama öte yandan ekonomik kalkınma mı insani/demokratik gelişme mi önemli sorusu da ortaya çıktı.

Bence her kültür kendi modelini uygularsa başarılı olur. 

Her ülke için uygun olan değişmez bir model yoktur.

Bir ülkede basari sağlayan bir uygulama aynen uygulandığında başka bir ülkede başarısız olabilir. 

Dahası, her model her ülkede uygulanamayabilir. 

Bu sadece ekonomide değil savaşlarda bile böyle. 

Örneğin Hindistan bağımsızlığını Hint kültürüne uyan pasifist bir mücadele ile kazanırken savasci bir kültüre sahip olan biz Türkler bağımsızlığımızı savaşarak kazandık.

9 Ağustos 2023 Çarşamba

Bu kış gıda kıtlığı yaşanabilir.

 Rusya, Ukrayna'nın Romanya sınırına yakın bölgesinde bulunan bir buğday silosunu vurdu. Ukrayna yüzbinlerce ton buğdayın zayi olduğunu açıkladı.

Rusya, Türkiye aracılığı ile kabul ettiği ve Rusya ile Ukrayna'dan tahıl ihracına izin veren anlaşmanın süresini uzatmayı reddetti.

Bu hafta Türkiye'de bir buğday silosunda meydana gelen patlamada büyük miktarda tahıl zayi oldu.

Bu yıl Ege Bölgesi'nde tam çiçekler tohur tutacağı sırada yağan yoğun yağmur sebebiyle zeytin ağaçları çiçeklerini döktü. Gördüğüm kadarıyla bu sene zeytin rekoltesinde ve buna bağlı olarak zeytinyağı rekoltesinde çok keskin bir düşüş yaşanacak.

Yine gördüğüm kadarıyla iklimdeki istikrarsızlık sebebiyle Ege Bölgesi'nde domates tarlalarında verim çok düşük çıkacak gibi görünüyor. Kurutmalık domates yapan yok gibi.

Gerek Ukrayna Savaşı, gerek küresel iklim değişikliği sebebiyle bu kış gıda kıtlığı yaşanması muhtemel gibi görünüyor.

En azından gıda fiyatlarında enflasyonun çok büyük olacağı kesin gibi.

Zeytin yağı şimdiden 350 liraya çıktı. 

Allah yardımcımız olsun.

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Korona Salgını Sonrası'nda Herşey Değişecek mi?

Internet ortaminda gordugum kadariyla bazi akademisyenler ve politikacilar da dahil bircok kisi salgindan sonra dunyanin degisecegini ve yeni bir dunya kurulacagini yaziyor. Bu iddialara iki itirazim var. Birincisi degisimin salgindan sonra meydana gelecegi onermesine. Sanki salgin sirasinda her sey degismemis gibi dusunmek bana sacma geliyor. Salgin oncesini goz onune getirin. 3/4 aydir hersey degismedi mi? Tum dunya evlerine kapandi mesela. Saglik ve tarim en onemli sektor oldu simdiden. Dukkanlar ve kafeler kapandi ama internet uzerinden ve telefonla alisveris patladi. Market zincirleri karlari patlama yapti. Suriye'de savas durdu. Çin basta olmak uzere bircok bolgede hava kirliligi azaldi. Toplu tasima sistemi coktu. Herkes kendi arabasini kullaniyor. Savasları dualariyla kazandiran, duai veya okunmus su vb. ile hastalari iyilestiren tarikat liderleri salgin konusunda fetva vermeye doktorlar yetkili dedi. Bunlardan biri omreye gidenleri ve camilerin gec kapatilmasini elestirdi. Uzatmaya gerek yok. Zaten hersey degisiyor. Degisim salgin sonrasinda ortaya cikacak bir sey degil, surekli bir olay. Bir filozofun dedigi gibi degisim kanunu disinda her sey her an degisiyor. Bahsettigi degisim kanunu da; "Her sey degismeye mahkumdur." cumlesinden olusuyor. Gelelim ikinci itirazima. Her sey degisse bile daha once hic gormedigimiz bir dunya ortaya cikmayacak. Degisim surekli olduguna gore yarin sadece bugunun yeni bir safhaya evrilmesi olacak. Yarin da evlerde yasayacagiz. Arabalara binecegiz. Yani bu gun var olan hersey yarin da varolacak. Degisim hic gormedigimiz bir dunyaya uyanmak gibi olmayacak. Kelimenin anlamindan da anlasilacagi gibi sadece varolan seyler degisecek. Hic varolmayan seyler olmayacak. Ustelik degisimin daha iyi olacagini dusunenler de, daha kotu olacagini dusunenler de yaniliyor. Hayat ongörülemez bir karmaşadan ibarettir. Yarinin nasil olacagini ongormek mumkun degildir. Gozle gorulmeyecek kadar kucuk bir virusun kendi yapisi icinde hic de onemli olmayan bir mutasyonu (degisimi) tum dunyayi bir anda degistirdigine gore hayata ve evrene bir duzen degil kaos hakim demektir. Bu yuzden hayal aleminde yasamanin manasi yok. Degisime adapte olarak yasamaya devam edecegiz. Buyuk devrimler degil kucuk kucuk cok sayida evrim (adaptasyon) sayesinde hayatta kalacagiz. Ayni salginda oldugu gibi. Bu gun insanoglu uzaya gidecek kadar yuksek bir teknolojiye ulasti ama hayatta kalmak icin yapabildigimiz tek sey üç kuruşluk alalade bir maske takmak ve evde oturmaktan ibaret.

27 Ekim 2017 Cuma

İktidar ve İktidarsızlık

Türklerde İktidar ve İktidarsızlığın Sebepleri: Arkan sağlamsa güç kazanır, arkana dikkat etmezsen sırtından bıçaklanırsın.

     Türk tarihinin başlangıcından beri Türk devletlerinde iktidar olgusu, her zaman diğer devletlere göre oldukça farklı olmuştur. Örneğin Türk İmparatorluklarının ilki olan Hun imparatorluğunun büyük hakanı Mete, yaptığı bir askeri darbe ile babasını kendi askerlerine oklatıp öldürterek iktidara gelmiştir. Okuduğum kaynaklar, darbenin ortaya çıkması ve halk tarafından kabul görmesinin temelinde Mete’nin babasının Çinli genç karısıyla oldukça iyi vakit geçirirken ülkede ekonominin giderek bozulması ve Hunların ekonomik, siyasi ve kültürel olarak Çin’in bir sömürgesi haline gelmeye başlamasıdır diye yazıyorlar. Ayrıca Hunların arasına; başta din adamı, danışman ve tüccarlar olmak üzere çok sayıda Çinli göçmen de gelmiş. Bu durum da doğal olarak halkta ve seçkinlerde bir rahatsızlık yaratmış.
     Peki, kimdi bu darbeyi yapanlar? Neden darbe yapmışlardır? Darbeyi planlayanların en başında gelen kişi Mete’nin kendisidir. Çünkü babası, genç bir Çinli kadınla evlenince o kadından olan oğlunu veliaht ilan edeceği dedikoduları ortalıkta dolaşmaya başlamıştır. Bu durum Mete’nin gelecekteki hakanlığının ortadan kalkması demektir. Bu sebeple Mete, babasına karşı harekete geçmeye karar vermiş ve kendisi gibi bu durumdan mağdur olanları hemen çevresine toplayabilmiştir. Ülkeyi Çinlileştiren ve ekonomiyi umursamayan babasını halk satmakta bir mahzur görmemiş ve Mete ve adamlarını desteklemiştir.
     Diğer Türk devlet ve imparatorluklarındaki iktidarlar da genellikle iç sorunlardan dolayı ortadan kalkmış ve bu iktidarı, daima, iktidara en yakın olan kişiler ortadan kaldırmıştır.  Mesela Hindistan’da kurulan Delhi Sultanlığı gibi Türk devletlerinin hakanlarının neredeyse yarısından fazlası, orduyu ve seçkin sınıfları yanına alan kendi çocukları tarafından tahttan indirilmiştir. Bu durum diğer Türk devletlerinde de değişmemiştir. Timur, ordu komutanı olduğu hanı ekarte edip yerine geçmiş, Memluk Türk devletleri kurulurken iktidardaki kişi daima kendine en yakın ordu komutanları tarafından iktidardan indirilmiştir. Bu durum Yavuz Sultan Selim’in babasını tahttan indirmesinde de görülmektedir.
   Buradan da şu sonuç çıkmaktadır. Türk devletlerinde iktidar olanlar en fazla kendi yakın çevrelerine, özellikle de kendilerine en yakın olup zaman içinde bu konumunu kaybedenlere veya kaybetme endişesi yaşayanlara dikkat etmelidir. Buna en çok dikkat etmeleri gereken zaman ise ülkede istikrarın ve ekonominin bozulduğu dönemlerdir. Ekonomik sıkıntıların en önemlisi ise develüasyon ve enflasyondur. Çünkü başarılı olan bütün askeri darbelerde, isyanlarda ve saray darbelerinde esas sebebin, paranın değer kaybı ve buna bağlı olarak hayat pahalılığı olduğu görülmektedir. Bu iki husus olmadığında da zaman zaman darbe veya isyan girişimleri olmuş ancak bunlar pek başarılı olamamışlardır. Demek ki Türk devletlerinde iktidarda olanlar, en yakınlarındakilere ve özellikle de artık eski konumlarını kaybetmiş olanlara enflasyon ve devalüasyon olduğu dönemlerde çok daha fazla dikkat etmelidirler.
     Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan iktidar değişikliklerinde de açıkça görülmektedir. İmparatorluğun en heybetli padişahı olan Kanuni devrinde bile, ekonomik sorunlar ve özellikle de paranın değer kaybı sebebiyle birçok isyan ortaya çıkmıştır. Anadolu isyanlardan yangın yerine dönmüştür. Bu şartlarda iktidarının güvende olmadığını anladığından olsa gerek, Kanuni ancak kendi çocuklarını boğdurarak iktidarını devam ettirebilmiştir.
   Ancak her padişah onun kadar hırslı ve dirayetli olamamış ve bunun sonucunda Osmanlı Sultanlarının üçte biri askeri müdahaleler sonucu tahttan indirilmiştir. Görünürde başka birçok sebep olduğu ileri sürülse de gerçekte bu iktidar değişikliklerine daima; ekonomik darboğazlar, paranın değer kaybetmesi, yoğun göçlerin yarattığı problemler, yönetimde ortaya çıkan yolsuzluklar ve baskılar, kaybedilen savaşlar, doğal afetlerin yarattığı yıkımlar, başkentte ortaya çıkan yiyecek sıkıntısı vb. hususlar uygun ortam hazırlamıştır. Ama iktidar değişikliklerinde enflasyon ve devalüasyon hep temel itici güç olmuştur. (Bu maddelerden şu anda sanırım bir tek büyük doğal afetimiz yok. İnşallah olmaz ama başkentte açlık dâhil diğerleri mevcut. Açlık sorununu herkes hissetmeyebilir ama hisseden bir kesim var ve bu kesim sayıca her geçen gün çoğalıyorlar. Nereden mi biliyorum? Geçen yıl Kızılay’a indiğimde her 10-15 dakikada bir, biri önümü kesip, ‘’açım, yardım edin’’ derken şu sıralarda bu 8-10 dakikaya düştü. Hele genellikle Collins mağazasının önünde veya metro girişinde duran bir kadın var, evlere şenlik. ‘’Vallahi billahi açım, açlıktan geberiyorum! Ölüyorum aaabi..’’  diye bağıra bağıra dileniyor hep. Bu gün yerinde yoktu. Başına bir şey filan gelmemiştir inşallah. Açlıktan öldüğünü sanmam, çünkü açım diye bağırsa da oldukça kilolu ve her geçen gün daha fazla kilo alıyor Biraz da saf bir kadın. Sanırım birileri onu dilendirip, para kazanıyor.)
     Ekonomik durum, özellikle de devalüasyon ve enflasyon iktidarlar için o kadar önemlidir ki ülkede istikrar bozulsa da ekonomi sağlamsa iktidarlar bu sorunun üstesinden gelebilmelerine rağmen enflasyon ve devalüasyon yüksek olduğunda aynı beceriyi hiçbir zaman gösterememişlerdir. Ekonomik bozulma iktidarı değiştirmeye, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Mesela İnönü 2. Dünya Savaşı’nı çok başarılı bir şekilde atlatmış olmasına rağmen insanların aklında çocuklarının savaşta ölmediği değil yiyecek karneleri ve gıda kıtlığı kalmış, bunun sonucunda da 1950 seçimlerinde iktidarı kaybetmiştir. Gerçi bu ona has bir durum değildir. İngiltere’yi savaştan zaferle çıkaran Chirchill de savaş sonrasında yapılan seçimlerde hezimete uğrayarak iktidardan düşmüştür. İnsanlar zafere değil, çektikleri ekonomik sıkıntılara göre oy vermişlerdir.
     Menderes, ilk iki döneminde boçlanmaya dayalı hızlı büyüme sayesinde hiçbir iktidar sorunu yaşamazken üçüncü döneminde dış borçları ödemede yaşanmaya başlayan sıkıntı, kuraklık sebebiyle tarım üretiminin düşmesi gibi sebepler sonucu kendi partisi içindeki kişilerle bile sorun yaşamaya başlamış ancak durumu doğru olarak idrak edip uygun önlemleri almadığı için bir askeri darbeyle iktidardan düşmüştür.
     İnceleyenler, 1970 muhtırası ve 1980 darbesi öncesinde de yine enflasyon ve develüasyonun çıldırmış durumda olduğunu göreceklerdir. Bu durum aynı dönemde sadece darbelere değil, seçimlerde sandığa da yansımıştır. Ecevit ne zaman iktidara gelse darboğazlar, enflasyon ve devalüasyon sebebiyle iktidarı kaybetmiştir. 1980 sonrasında da bu durum devem etmiş ve Özal’ın ANAP’ı ekonominin bozulması sebebiyle erimiştir.
    Çiller’in ve Erbakan’ın iktidarlarının sona ermesinin altında da esas olarak enflasyon ve devalüasyon vardır. Ecevit-Bahçeli ve Yılmaz hükümeti de ekonomik krizle yıkılmıştır. Bu üç parti ekonomik bozguna paralel olarak seçimlerde de bozguna uğramış ve bunlardan DSP ve ANAP bu seçimlerde neredeyse tarihten silinmişlerdir. İlginç bir şekilde bu dönemde yine Ecevit’e ilk darbeyi, aynı eski Türk devletlerinde olduğu gibi, oğlum dediği söylenen kişi ve ABD’den apar topar getirtip bakan yaptığı kişi vurmuştur.
   Tüm bunlar göstermektedir ki bu ülke, siyasi ve sosyal istikrarsızlıkları bile bir yere kadar kaldırmaktadır ama ekonomik istikrarsızlık durumunda hükumetlere tahammül edememektedir. Bu durumda ilk önce iktidarda olanların en yakınındaki kişiler iktidara darbe vurmak için muhalefetle yarış halinde davranmaktadır.
   Enflasyon ve devalüasyondan sonra iktidarların devrilmesine sebep olan ikinci şey de göç olgusudur. İç göç ve dışarıdan ülkeye yapılan kitlesel göçler her zaman iktidarların sonunu hazırlayan bir faktör olmuştur. Balkan Savaşı’ndan sonra savaştan kaçanların yarattığı travma sebebiyle iktidar darbeyle yıkılmış, DP döneminde köyden kente göçün yarattığı sorunlar hükümetin yıkılmasına katkıda bulunmuş, 1990’lı yıllardaki doğudan batıya göç muhtemelen dönemin hükümetlerini zorlayan bir husus olmuştur.  Bu söylediklerimi pek makul bulmayanlar olabilir ama onlara göçün ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu şu basit örnekle gösterebilirim. Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’da bazı göçebe kavimlerin, canları sıkılıp tası tarağı toplayarak Batı’ya doğru göç etmesi Avrupa düzenini çok uzun bir süre allak bullak etmeye yetmiş ve hatta bu göç hareketi dünya üzerinde kurulmuş en büyük imparatorluklardan biri olan Roma İmparatorluğu’nu yıkmıştır.
   Şimdi bu yazıyı okuyanlardan bazıları; ‘’Bu kadar şeyi niye anlatıyorsun?’’ diye soruyor olabilir. Anlatayım. Bu gün biraz dolaştım. Bazı iş yerlerindeki tanıdıklarıma ve bazı bankalara uğradım. İş yerlerindekilerin tamamı ağır bir ekonomik sorun yaşandığını ve işlerin zor olduğunu söylediler. Bankacılar ise daha da moral bozucu şeyler anlattılar. Söylediklerine göre dolar çıldırmış. Yukarıya doğru hızla çıkıyormuş. Ama bu bile iyi günlerimizmiş. Ocak ayında, doların resmen patlayacağına dair kuvvetli bir beklenti varmış.
  Tabi bu duyduklarım beni çok üzdü. Ülke insanı gibi kendim de ekonomik sıkıntılarla karşılaşabileceğim için açıkçası endişelendim. Ama açıkçası kendime çok ta dert etmedim. Ben ekonomik bir çöküş durumunda biraz sıkıntı yaşasam da, mevcut konumumda pek fazla değişiklik olmaz diye düşünüyorum. Sonuçta şimdi de emekli bir adamım, o zaman da bu durumun değişeceğini sanmıyorum. Yani benim çocukların darbe, seçim veya referandum yapıp benim emekli konumumu elimden alacaklarını sanmıyorum.
   Ancak, eğer ben iktidarda olan biri olsaydım çok fazla endişe eder ve hemen etrafıma daha dikkatli bakmaya başlardım. Çünkü Türk tarihinde iktidarları düşüren her şey bu gün var. Göç sorunu desek etraf Suriyelilerden geçilmiyor. Enflasyon desek, hükümet her yıl enflasyonu düşük göstermek için endeksi değiştirse bile, haftalık gıda alışverişimden enflasyonun resmi rakamların en az iki katı olduğunu biliyorum. İstikrasızlık desek, memleket korku tünelinden daha heyecanlı. Bir gün bir yerde bomba patlıyor, ertesi gün doğudan şehit haberi, bir başka gün yüzlerce memura operasyon yapılıyor. Hatta olmayacak zamanda ve olmayacak saatte darbeler bile yapılıyor.
    Aynı durum dış dünya ile ilişkilerimizde de görülüyor. Hükümetimiz her gün bir başkası ile kanlı bıçaklı veya kanka oluyor. Bir gün ABD’nin büyük Ortadoğu projesinin taşeronu, ertesi gün bir bakıyorsunuz İsrail’e ‘’one minute’’ deyip Arap aşığı olmuşlar ve İslam birliğinden ve Türkiye’nin bu birliğin lideri olacağından dem vuruyorlar. Bir sonraki gün ise Arapların yarısıyla kavga edip İsrail ile can ciğer kuzu sarması durumları. Ama bu da uzun sürmüyor ve hemen ABD’nin kucağından kalkıp Rus’un kucağına oturma çabası içine giriliyor, Rus uçağı askerlerimizi bombalayınca da birden bire Turan ülküsü hatırlanıyor.  Bu, daldan dala konma manevraları şimdiye kadar durumu idare etmiş olabilir, ama şimdi durum çok daha vahim. İktidar düşürenlerin en acımasızı olan, paranın değer kaybı yani devalüasyon her geçen gün hızla büyüyen bir canavara dönmek üzere. Avrupa ve ABD’nin de bunu daha da kötüleştirmek için bize ekonomik manipülasyonlar yapmaya başladıkları konuşuluyor. Bir de Trump’un başkanlık görevini Obama’dan aldıktan sonrası için yapılan kâbus gibi senaryolar var. Trump gelir gelmez dolar yarış atı gibi şaha kalkacak diyorlar.
     Bir iktidar her şeye rağmen ayakta kalabilir ama bu canavarın büyümesini durduramazsa iktidarda kalamaz. Böyle bir durumda bırakın masa örtüsüyle sokağa çıkıp bu yola kefenle çıktık diyen maskaraları, iktidara en yakın kişiler bile terk ediverir treni birden bire. Hatta iktidarda olanlar, genellikle ilk darbeyi en yakınlarından yer.
    Zaten ben hayatım boyunca yabancılardan kimseye zarar geldiğini de görmedim. Her ağacın kurdu kendi içinde yaşar. Onun için ben iktidarda olsam etrafıma çok dikkat ederdim. Özellikle de bir zamanlar bana çok yakın olup eski konumunu kaybemiş ve şimdi biraz uzaklaşmış olanlara.

Saygılar sunarım.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

12 Eylül 2014 Cuma

Telefon bankacılığı mı, yoksa telefonda işkence mi?


Bir ay kadar önce kullandığım banka kartlarından birini kaybettim. Hemen bankanın ilgili telefonunu arayarak durumu bildirdim. Bana yeni kartımın adresime gönderileceğini söylediler. Ben; tatilde olduğumu, eve Ağustos sonunda döneceğimi bildirdim ama bir şey söylemediler.
Söylediğim gibi eve Ağustos sonunda döndüm. Yolda olduğum sırada cep telefonumdan beni tanımadığım bir numara aramış. Eve gelip cevapsız aramayı görünce acil birşey için biri aramış olabilir diye bu numarayı aradım. Telefona çıkan kişi; gece vakti aradığım için kısa bir fırça çektikten sonra kendisinin kurye olduğunu ve banka kartımı belirtilen adrese getirdiğini ancak o adreste artık oturmadığımı öğrendiğini, bu sebeple aradığını söyledi. Bunun üzerine kendisine yeni adresimi yazdırdım.
Fakat kart yine gelmedi. Bunun yerine bankadan; yeni adresimi bir baka şubesine giderek veya internetten değiştirmemi bildiren bir mesaj aldım. Bu sırada para çekmek için bankaya gidiyordum. Bankaya gidince şubedeki memura adres değişikliğini yaptırdım. Ancak kartım yine gelmedi. Bunun üzerine bankanın numarasını aradım. Yaklaşık 10 dakika bekledikten sonra biri karşıma çıktı. Durumu anlatınca beni başka bir görevliye yönlendireceğini söyledi. Bunun üzerine ben yine telefonda beklemeye başladım.
Tüm görevlilerin meşgul olduğunu ve lütfen beklememi söyleyen ve bunu her 45 saniyede bir tekrarlayan bir duyuru ile müzik dinlemeye başladım. 10 dakika, 15 dakika derken daha fazla beklemeye başladım.
Okadar uzun süre bekledim ki artık dinlediğim müzikten kulağım çınlamaya ve kulak bölgem ısınmaya başladı. Ama ben yılmayıp beklemeye devam ettim. 45 dakika geçtikten sonra telefonu diğer kulağımı da kullanarak nöbetleşe dinlemeyi akıl ettim. Ama ne fayda. Görevlilerin telefonları bir türlü boşalıp benimle konuşmadılar. Ama inat edip dinlemeye devam ettim. O kadar bekledim ki telefonun şarjı bitti.
Telefonu şarja koyup kurye şirketini aradım. Beni elektronik bir mesaj sesi karşıladı ve bir internet sitesine yönlendirdi. Bilgisayarı açıp bu siteye bağlandım. Ama burada, adresimin değişmesi gerektiği ve bunun için banka şubesine gitmeyi veya internet bankacılığı vasıtasıyla adresi değiştirmem gerektiğinden başka bir şey yazmıyordu. Bu siteye durumu anlatan, bankadaki hesabımı kapatacağımı ve bunun sorumluluğunun telefon bankacılığı ile kurye hizmetinin yetersizliğinden kaynaklandığını bankaya bildireceğimi belirten bir mesaj attım.
Sonra da internet bankacılığından hesabıma girerek orada yazan tüm eski adreslerimi sildim. Yeni adresimi iki defa yazdım.
İlginçtir uzun süredir gelmeyen kartım hemen ertesi gün geldi.
Şimdi merak ediyorum. Bu telefon bakacılığı ne işe yarıyor. Bir email ve bir internet işlemi ile bu kadar kolay halledilebilen bu iş telefon kullanınca neden bir işkenceye dönüşüyor. Eğer bunu düzeltemiyorlarsa bu hizmeti kapatmaları daha iyi değil mi?
Herhangi bir bankacılık işlemi için telefon bankacılığı kullanmayı düşünüyorsanız hemen vazgeçin. Sanki tam siz aradığınız anda bütün Türkiye bu numaraları arıyor ve size bir türlü sıra gelmiyor. En iyisi internet ama telefon etmektense bir şubeye gidip sıra beklemek bile daha iyi.
Hiç olmazsa sağlığınız bozulmaz.

Saygılarımla.