.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

27 Ekim 2017 Cuma

İktidar ve İktidarsızlık

Türklerde İktidar ve İktidarsızlığın Sebepleri: Arkan sağlamsa güç kazanır, arkana dikkat etmezsen sırtından bıçaklanırsın.

     Türk tarihinin başlangıcından beri Türk devletlerinde iktidar olgusu, her zaman diğer devletlere göre oldukça farklı olmuştur. Örneğin Türk İmparatorluklarının ilki olan Hun imparatorluğunun büyük hakanı Mete, yaptığı bir askeri darbe ile babasını kendi askerlerine oklatıp öldürterek iktidara gelmiştir. Okuduğum kaynaklar, darbenin ortaya çıkması ve halk tarafından kabul görmesinin temelinde Mete’nin babasının Çinli genç karısıyla oldukça iyi vakit geçirirken ülkede ekonominin giderek bozulması ve Hunların ekonomik, siyasi ve kültürel olarak Çin’in bir sömürgesi haline gelmeye başlamasıdır diye yazıyorlar. Ayrıca Hunların arasına; başta din adamı, danışman ve tüccarlar olmak üzere çok sayıda Çinli göçmen de gelmiş. Bu durum da doğal olarak halkta ve seçkinlerde bir rahatsızlık yaratmış.
     Peki, kimdi bu darbeyi yapanlar? Neden darbe yapmışlardır? Darbeyi planlayanların en başında gelen kişi Mete’nin kendisidir. Çünkü babası, genç bir Çinli kadınla evlenince o kadından olan oğlunu veliaht ilan edeceği dedikoduları ortalıkta dolaşmaya başlamıştır. Bu durum Mete’nin gelecekteki hakanlığının ortadan kalkması demektir. Bu sebeple Mete, babasına karşı harekete geçmeye karar vermiş ve kendisi gibi bu durumdan mağdur olanları hemen çevresine toplayabilmiştir. Ülkeyi Çinlileştiren ve ekonomiyi umursamayan babasını halk satmakta bir mahzur görmemiş ve Mete ve adamlarını desteklemiştir.
     Diğer Türk devlet ve imparatorluklarındaki iktidarlar da genellikle iç sorunlardan dolayı ortadan kalkmış ve bu iktidarı, daima, iktidara en yakın olan kişiler ortadan kaldırmıştır.  Mesela Hindistan’da kurulan Delhi Sultanlığı gibi Türk devletlerinin hakanlarının neredeyse yarısından fazlası, orduyu ve seçkin sınıfları yanına alan kendi çocukları tarafından tahttan indirilmiştir. Bu durum diğer Türk devletlerinde de değişmemiştir. Timur, ordu komutanı olduğu hanı ekarte edip yerine geçmiş, Memluk Türk devletleri kurulurken iktidardaki kişi daima kendine en yakın ordu komutanları tarafından iktidardan indirilmiştir. Bu durum Yavuz Sultan Selim’in babasını tahttan indirmesinde de görülmektedir.
   Buradan da şu sonuç çıkmaktadır. Türk devletlerinde iktidar olanlar en fazla kendi yakın çevrelerine, özellikle de kendilerine en yakın olup zaman içinde bu konumunu kaybedenlere veya kaybetme endişesi yaşayanlara dikkat etmelidir. Buna en çok dikkat etmeleri gereken zaman ise ülkede istikrarın ve ekonominin bozulduğu dönemlerdir. Ekonomik sıkıntıların en önemlisi ise develüasyon ve enflasyondur. Çünkü başarılı olan bütün askeri darbelerde, isyanlarda ve saray darbelerinde esas sebebin, paranın değer kaybı ve buna bağlı olarak hayat pahalılığı olduğu görülmektedir. Bu iki husus olmadığında da zaman zaman darbe veya isyan girişimleri olmuş ancak bunlar pek başarılı olamamışlardır. Demek ki Türk devletlerinde iktidarda olanlar, en yakınlarındakilere ve özellikle de artık eski konumlarını kaybetmiş olanlara enflasyon ve devalüasyon olduğu dönemlerde çok daha fazla dikkat etmelidirler.
     Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan iktidar değişikliklerinde de açıkça görülmektedir. İmparatorluğun en heybetli padişahı olan Kanuni devrinde bile, ekonomik sorunlar ve özellikle de paranın değer kaybı sebebiyle birçok isyan ortaya çıkmıştır. Anadolu isyanlardan yangın yerine dönmüştür. Bu şartlarda iktidarının güvende olmadığını anladığından olsa gerek, Kanuni ancak kendi çocuklarını boğdurarak iktidarını devam ettirebilmiştir.
   Ancak her padişah onun kadar hırslı ve dirayetli olamamış ve bunun sonucunda Osmanlı Sultanlarının üçte biri askeri müdahaleler sonucu tahttan indirilmiştir. Görünürde başka birçok sebep olduğu ileri sürülse de gerçekte bu iktidar değişikliklerine daima; ekonomik darboğazlar, paranın değer kaybetmesi, yoğun göçlerin yarattığı problemler, yönetimde ortaya çıkan yolsuzluklar ve baskılar, kaybedilen savaşlar, doğal afetlerin yarattığı yıkımlar, başkentte ortaya çıkan yiyecek sıkıntısı vb. hususlar uygun ortam hazırlamıştır. Ama iktidar değişikliklerinde enflasyon ve devalüasyon hep temel itici güç olmuştur. (Bu maddelerden şu anda sanırım bir tek büyük doğal afetimiz yok. İnşallah olmaz ama başkentte açlık dâhil diğerleri mevcut. Açlık sorununu herkes hissetmeyebilir ama hisseden bir kesim var ve bu kesim sayıca her geçen gün çoğalıyorlar. Nereden mi biliyorum? Geçen yıl Kızılay’a indiğimde her 10-15 dakikada bir, biri önümü kesip, ‘’açım, yardım edin’’ derken şu sıralarda bu 8-10 dakikaya düştü. Hele genellikle Collins mağazasının önünde veya metro girişinde duran bir kadın var, evlere şenlik. ‘’Vallahi billahi açım, açlıktan geberiyorum! Ölüyorum aaabi..’’  diye bağıra bağıra dileniyor hep. Bu gün yerinde yoktu. Başına bir şey filan gelmemiştir inşallah. Açlıktan öldüğünü sanmam, çünkü açım diye bağırsa da oldukça kilolu ve her geçen gün daha fazla kilo alıyor Biraz da saf bir kadın. Sanırım birileri onu dilendirip, para kazanıyor.)
     Ekonomik durum, özellikle de devalüasyon ve enflasyon iktidarlar için o kadar önemlidir ki ülkede istikrar bozulsa da ekonomi sağlamsa iktidarlar bu sorunun üstesinden gelebilmelerine rağmen enflasyon ve devalüasyon yüksek olduğunda aynı beceriyi hiçbir zaman gösterememişlerdir. Ekonomik bozulma iktidarı değiştirmeye, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Mesela İnönü 2. Dünya Savaşı’nı çok başarılı bir şekilde atlatmış olmasına rağmen insanların aklında çocuklarının savaşta ölmediği değil yiyecek karneleri ve gıda kıtlığı kalmış, bunun sonucunda da 1950 seçimlerinde iktidarı kaybetmiştir. Gerçi bu ona has bir durum değildir. İngiltere’yi savaştan zaferle çıkaran Chirchill de savaş sonrasında yapılan seçimlerde hezimete uğrayarak iktidardan düşmüştür. İnsanlar zafere değil, çektikleri ekonomik sıkıntılara göre oy vermişlerdir.
     Menderes, ilk iki döneminde boçlanmaya dayalı hızlı büyüme sayesinde hiçbir iktidar sorunu yaşamazken üçüncü döneminde dış borçları ödemede yaşanmaya başlayan sıkıntı, kuraklık sebebiyle tarım üretiminin düşmesi gibi sebepler sonucu kendi partisi içindeki kişilerle bile sorun yaşamaya başlamış ancak durumu doğru olarak idrak edip uygun önlemleri almadığı için bir askeri darbeyle iktidardan düşmüştür.
     İnceleyenler, 1970 muhtırası ve 1980 darbesi öncesinde de yine enflasyon ve develüasyonun çıldırmış durumda olduğunu göreceklerdir. Bu durum aynı dönemde sadece darbelere değil, seçimlerde sandığa da yansımıştır. Ecevit ne zaman iktidara gelse darboğazlar, enflasyon ve devalüasyon sebebiyle iktidarı kaybetmiştir. 1980 sonrasında da bu durum devem etmiş ve Özal’ın ANAP’ı ekonominin bozulması sebebiyle erimiştir.
    Çiller’in ve Erbakan’ın iktidarlarının sona ermesinin altında da esas olarak enflasyon ve devalüasyon vardır. Ecevit-Bahçeli ve Yılmaz hükümeti de ekonomik krizle yıkılmıştır. Bu üç parti ekonomik bozguna paralel olarak seçimlerde de bozguna uğramış ve bunlardan DSP ve ANAP bu seçimlerde neredeyse tarihten silinmişlerdir. İlginç bir şekilde bu dönemde yine Ecevit’e ilk darbeyi, aynı eski Türk devletlerinde olduğu gibi, oğlum dediği söylenen kişi ve ABD’den apar topar getirtip bakan yaptığı kişi vurmuştur.
   Tüm bunlar göstermektedir ki bu ülke, siyasi ve sosyal istikrarsızlıkları bile bir yere kadar kaldırmaktadır ama ekonomik istikrarsızlık durumunda hükumetlere tahammül edememektedir. Bu durumda ilk önce iktidarda olanların en yakınındaki kişiler iktidara darbe vurmak için muhalefetle yarış halinde davranmaktadır.
   Enflasyon ve devalüasyondan sonra iktidarların devrilmesine sebep olan ikinci şey de göç olgusudur. İç göç ve dışarıdan ülkeye yapılan kitlesel göçler her zaman iktidarların sonunu hazırlayan bir faktör olmuştur. Balkan Savaşı’ndan sonra savaştan kaçanların yarattığı travma sebebiyle iktidar darbeyle yıkılmış, DP döneminde köyden kente göçün yarattığı sorunlar hükümetin yıkılmasına katkıda bulunmuş, 1990’lı yıllardaki doğudan batıya göç muhtemelen dönemin hükümetlerini zorlayan bir husus olmuştur.  Bu söylediklerimi pek makul bulmayanlar olabilir ama onlara göçün ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu şu basit örnekle gösterebilirim. Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’da bazı göçebe kavimlerin, canları sıkılıp tası tarağı toplayarak Batı’ya doğru göç etmesi Avrupa düzenini çok uzun bir süre allak bullak etmeye yetmiş ve hatta bu göç hareketi dünya üzerinde kurulmuş en büyük imparatorluklardan biri olan Roma İmparatorluğu’nu yıkmıştır.
   Şimdi bu yazıyı okuyanlardan bazıları; ‘’Bu kadar şeyi niye anlatıyorsun?’’ diye soruyor olabilir. Anlatayım. Bu gün biraz dolaştım. Bazı iş yerlerindeki tanıdıklarıma ve bazı bankalara uğradım. İş yerlerindekilerin tamamı ağır bir ekonomik sorun yaşandığını ve işlerin zor olduğunu söylediler. Bankacılar ise daha da moral bozucu şeyler anlattılar. Söylediklerine göre dolar çıldırmış. Yukarıya doğru hızla çıkıyormuş. Ama bu bile iyi günlerimizmiş. Ocak ayında, doların resmen patlayacağına dair kuvvetli bir beklenti varmış.
  Tabi bu duyduklarım beni çok üzdü. Ülke insanı gibi kendim de ekonomik sıkıntılarla karşılaşabileceğim için açıkçası endişelendim. Ama açıkçası kendime çok ta dert etmedim. Ben ekonomik bir çöküş durumunda biraz sıkıntı yaşasam da, mevcut konumumda pek fazla değişiklik olmaz diye düşünüyorum. Sonuçta şimdi de emekli bir adamım, o zaman da bu durumun değişeceğini sanmıyorum. Yani benim çocukların darbe, seçim veya referandum yapıp benim emekli konumumu elimden alacaklarını sanmıyorum.
   Ancak, eğer ben iktidarda olan biri olsaydım çok fazla endişe eder ve hemen etrafıma daha dikkatli bakmaya başlardım. Çünkü Türk tarihinde iktidarları düşüren her şey bu gün var. Göç sorunu desek etraf Suriyelilerden geçilmiyor. Enflasyon desek, hükümet her yıl enflasyonu düşük göstermek için endeksi değiştirse bile, haftalık gıda alışverişimden enflasyonun resmi rakamların en az iki katı olduğunu biliyorum. İstikrasızlık desek, memleket korku tünelinden daha heyecanlı. Bir gün bir yerde bomba patlıyor, ertesi gün doğudan şehit haberi, bir başka gün yüzlerce memura operasyon yapılıyor. Hatta olmayacak zamanda ve olmayacak saatte darbeler bile yapılıyor.
    Aynı durum dış dünya ile ilişkilerimizde de görülüyor. Hükümetimiz her gün bir başkası ile kanlı bıçaklı veya kanka oluyor. Bir gün ABD’nin büyük Ortadoğu projesinin taşeronu, ertesi gün bir bakıyorsunuz İsrail’e ‘’one minute’’ deyip Arap aşığı olmuşlar ve İslam birliğinden ve Türkiye’nin bu birliğin lideri olacağından dem vuruyorlar. Bir sonraki gün ise Arapların yarısıyla kavga edip İsrail ile can ciğer kuzu sarması durumları. Ama bu da uzun sürmüyor ve hemen ABD’nin kucağından kalkıp Rus’un kucağına oturma çabası içine giriliyor, Rus uçağı askerlerimizi bombalayınca da birden bire Turan ülküsü hatırlanıyor.  Bu, daldan dala konma manevraları şimdiye kadar durumu idare etmiş olabilir, ama şimdi durum çok daha vahim. İktidar düşürenlerin en acımasızı olan, paranın değer kaybı yani devalüasyon her geçen gün hızla büyüyen bir canavara dönmek üzere. Avrupa ve ABD’nin de bunu daha da kötüleştirmek için bize ekonomik manipülasyonlar yapmaya başladıkları konuşuluyor. Bir de Trump’un başkanlık görevini Obama’dan aldıktan sonrası için yapılan kâbus gibi senaryolar var. Trump gelir gelmez dolar yarış atı gibi şaha kalkacak diyorlar.
     Bir iktidar her şeye rağmen ayakta kalabilir ama bu canavarın büyümesini durduramazsa iktidarda kalamaz. Böyle bir durumda bırakın masa örtüsüyle sokağa çıkıp bu yola kefenle çıktık diyen maskaraları, iktidara en yakın kişiler bile terk ediverir treni birden bire. Hatta iktidarda olanlar, genellikle ilk darbeyi en yakınlarından yer.
    Zaten ben hayatım boyunca yabancılardan kimseye zarar geldiğini de görmedim. Her ağacın kurdu kendi içinde yaşar. Onun için ben iktidarda olsam etrafıma çok dikkat ederdim. Özellikle de bir zamanlar bana çok yakın olup eski konumunu kaybemiş ve şimdi biraz uzaklaşmış olanlara.

Saygılar sunarım.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder