.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Tarih Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Şubat 2025 Çarşamba

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

(E) Kur.Alb.Dr. Mehmet ÇANLI'nın anlatımıyla Kurtuluş Savaşı. Moderatör:...

23 Aralık 2024 Pazartesi

Dürzilere bu adı veren bir Türk'müş.

 Londra'da karşı binada oturan çift ile ara sıra sohbet ediyordum.

Lübnan'lıydılar.

Baba Dürzi olduklarını söylediler.

İyi insanlardı.

Hiçbir kötülklerini görmedim.

Dürzileri çocukluğumdan beri radyo ve televizyon haberlerinden duyardım ama haklarında fazla bir şey bilmezdim.

Canpolat ailesi hakkında haberler duyardım hep, bu isimden dolayı Türk olduklarını sanırdım küçükken.

Ama komşularım Arapça konuşuyorlardı.

Dürzi olmalarına rağmen Dürzilik hakkında pek fazla bir şey bilmiyorlardı.

Ya da bana anlatmıyorlardı.

Ne zaman Dürzilikle ilgili bir soru sorsam, kendilerinin uzun süredir Londra'da yaşadıklarını, Dürzilikle ilgili fazla bilgileri olmadığını söylerlerdi.

Türkiye'ye döndükten sonra bir ara kim bu Dürziler diye araştırdım.

Mısır kökenli bir inançmış.

909-1171 yılları arasında yaşayan Şii mezhebinden kişilerin yönettiği Fatimiler dönemine dayanıyormuş ortaya çıkışları.

10. yüzyılda 6'ncı Fatimi halifesi Ebu Ali el-Mansur el Hakim bi-Emr'Allah bin el Aziz billah'ın Allah'ın bu dünyada vücut bulmuş hali olduğu iddiası ile ortaya çıkmasıyla bu inancın temelleri atılır. İlk başlarda iddia daha makul bir şekilde ortaya atılmış, daha sonra açıkça ifade edilmiştir. Hakim'in veziri olan Hamza İbn Ali ibn Ahmet El-Hakim'in Allah adına yöneticilik yaptığı söylenerek inancın temelleri atılmıştır.

Bu inancı yaymaya çalışmaları halkın tepkisini çekmiş ama onlar yollarına devam etmişlerdir. Hakim, Hamza'yı Şii inancında olduğu gibi kendisinden sonraki en önemli kişi olarak imam tayin etmiştir. Bu ikili inancı yaymaları için birçok yere dailer göndermişlerdir.

Ancak Dürzi adı bu ikisinden neşet etmemiştir. İsim, Türk olduğu iddia edilen bir başka kişiden alınmıştır. Bu kişi, o sırada İran tarafından Mısır'a gelmiş, önce dai olmuş ve sonra da imam tayin edilmek için çalışan Muhammed bin İsmail Neştekin/Anuştekin ed-Derezi'dir. Derezi, halkın tepkisini çekerek 1020 yılında öldürülmüştür. 

Bunun üzerine yeni dini yayma işine ara verilmiş fakat Hamza bir süre sonra tekrar faaliyete geçmiştir. El Hakim 1021 yılında bir dağda kaybolunca (muhtemelen öldürülmüş veya kazaen ölmüştür) Hamza inzivaya çekilmiştir.

Hakim'den sonra gelen halife bu inançtan olanlara baskı uygulayınca da inanç sahipleri inançlarını gizleyerek varlıklarını sürdürmeye başlamışlardır. Bu günkü Dürzilerin Mısır'daki Dürzilerin baskılardan kaçarak Lübnan bölgesine kaçmaları sonucu ortaya çıktığı veya dailerin çabasıyla Lübnan bölgesindeki İsmaililerin bu inancı kabul etmesiyle oluşan topluluğun devamı olduğu iddia edilmektedir.

Bu tartışmalara girmeyeceğim. Çünkü asıl maksadım Dürzileri anlatmak değil. Asıl amacım, Dürzi isminin bir Türkten geldiğini göstermek.

Bunu okuyanların çoğu "Bu da nereden çıktı. Mısır nire, Türk coğrafyası nire?" diye itiraz edeceklerdir. Bu durum, bize okullarda tarih okutulurken genellikle Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar üzerinden tarih anlatılmasıdır. Halbuki Selçuklulardan çok daha önce Mısır'da bir Türk devleti kurulmuştur. Bu devlet, Mısır ve Türkiye sınırlarına kadar olan Levant (Ürdün, İsrail, Filistin, Lübnan ve Suriye toprakları) topraklarını yönetmiştir.

Bu devletin adı Tolunoğulları Devleti'dir. Devleti kuran köle asker olarak bölgeye getirilen Türklerdir. Yani daha çok bilinen isimleri ile Memlüklerdir. 868 yılında kurulan devlet, 905 yılında yine Abbasi halifesine bağlı bir Türk ordusuna komuta eden ve kendisi de bir Türk olan Muhammed bin Süleyman tarafından yıkılmıştır.

Fakat bir süre devam eden Abbasi hakimiyetinin ardından yine bir Türk devleti kurulmuş ve aynı bölgeye hakim olmuştur.

Bu devletin adı İhşidiler veya Akşitler olarak kayıtlarda geçmektedir. Bu devleti kuranlar da köle asker olarak bölgeye getirilen Türklerdir. Yani daha çok bilinen isimleri ile Memlüklerdir. 935 yılında kurulan devlet 969 yılında Fatimiler tarafından yıkılmıştır.

Biz hep 1071'de Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı hikayelerini okuduğumuzdan Mısır ve Ortadoğu'da bu tarihten çok önce, hatta Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşundan bile daha önce Türk devletleri kurulduğunu pek bilmeyiz. Ama Anadolu'nun Türklerin eline geçmesi Ortadoğu ve Mısır'ın Türklerin eline geçmesinden çok daha sonradır.

Bir yerde bir ulusun devlet kurabilmesi belli bir çoğunluğa ulaşmasını gerektirir. Bu yeterli çoğunluk Mısır ve Suriye'de daha 868 yılında oluşmuştur. Bundan sonra da devam etmiştir. Mısır ve Levant, Fatimilerden sonra da kesintisiz olarak Zengi Türk Devleti, Eyyübiler, Memlükler (gerçek adı Türkiye Devletidir), Osmanlılar sayesinde 1918'e kadar devam etmiştir. Yani Mısır ve Levant'ın Türklüğü Anadolu'nun Türklüğünden çok daha eskidir.

Türk nüfus devletler kuracak kadar çok ve etkinse dini ve sosyal hareketlere yön verecek kadar etkin olması da normaldir. Bu yüzden Dürzilere adını veren kişinin Türk olmasına da şaşmamak gerekir. Bazıları onun İran'dan gelmiş olması sebebiyle Fars kökenli olabileceğini iddia etmektedir. Ama bence Türk olma ihtimali daha yüksektir. Nitekim adı da Türk olduğunu göstermektedir.



21 Kasım 2024 Perşembe

Ben de Osmanlıya padişah olsam, ilk iş olarak bütün kardeşlerimi öldürtürdüm.

Osmanlı'da kardeş katli ve bunun Fatih Sultan Mehmet tarafından yasal hale getirilmesi zaman zaman değişik mecralarda tartışılmaktadır.

Bu durum, bazılarınca eleştirilmekte ve hatta lanetlenmektedir.

Bazıları ise bunu desteklemese bile değişik gerekçeler öne sürerek bir zorunluluk olduğunu savunmaktadır.

Ne yalan söyleyeyim, ben de yakın zamana kadar kardeş katli ve Fatih'in bunu yasal hale getiren kanunnamesini eleştirmekte ve insani bulmamaktaydım.

Ancak, kardeşlerimle miras bölüşümü sürecinde yaşadıklarımdan sonra bu fikrim değişti.

Bu süreçte miras bölüşümü ile ilgili neredeyse her ailede benzer sorunlar yaşandığını da öğrenmiş oldum.

Fikirlerimi değiştiren de üç kuruş mal için kardeşler arasında çok sert tartışmalar ve kavgalar yaşandığını görmem oldu.

Bazıları medyaya da yansıyan miras kavgaları yüzünden birbirini vuran kardeşler, yeğenler, kuzenler ile ilgili haberler durumun vehametini daha iyi anlamama sebep oldu.

Miras bölüşme yüzünden aileler bölünmekte, insanlar ölmekte ve çoğu zaman miras da heba olmaktadır.

Kardeş kavgalarını fırsat bilen bazı uyanıklar, mirası ucuz fiyata kapatabilmekte ve kardeş kavgaları hiç kimseye fayda sağlamamaktadır.

Aynı durumu Osmanlı şehzadeleri açısından ele alalım.

Paylaşılacak toprak öyle üç beş dönüm değil, milyonlarca kilometre kare.

Hazine, ağzına kadar altın ve gümüş dolu.

Saltanat en üst seviyede.

Sadece bir ailenin değil, bir imparatorluğun başına geçmek söz konusu.

Dünya çapında etki yaratan biri olacaksınız.

Eğer kardeş katli olmasa yaşanacak kavganın boyutunu düşünün.

Bu kavgada ölecek yüzbinlerce insanı düşünün.

Devletin parçalanması ve dış düşmanların saldırısı sonucunda yıkılması ihtimalini düşünün.

Osmanlı'da kardeş katli çok da mantıksız bir şey değil.

Mevcut seçenekler arasında kötünün iyisi.

Bu sebeple artık, Osmanlı'da kardeş katli uygulamasını ve Fatih'in bunu yasallaştırmasını eleştirmeyi bıraktım.

Bence doğru bir uygulama.

Uygulamanın tek kötü yanı; sadece kardeşlerin değil, onların erkek çocuklarının da öldürülmesi gibi görünüyor.

Ama günümüzdeki miras kavgalarına kardeş çocuklarının da katıldığını ve hatta bunların kardeşlerden daha çok ortalığı karıştırdığını gördüğümden, bunu da o kadar yadırgamıyorum.

Atalarımız, hiçbir şeyi boş yere yapmamış.

Ben de Osmanlıya padişah olsam, ilk iş bütün kardeşlerimi öldürtürdüm.

12 Kasım 2024 Salı

Osmanlı hanedanının yurt dışına sürülmesi bir hata mıydı?

 Bu gün, o hanedan mensuplarının bazılarının Türkiye'ye gelip bu ülkenin kurucusu hakkında hakaret içerir şekilde konuşmasını görünce, hata olduğunu düşünüyorum.

1. Dünya Savaşı'nda yenilen bütün devletlerin rejimi değişti.

Alman imparatoru ve ailesi Holanda'ya kaçtı.

Avusturya-Macaristan İmparatoru da öyle.

Bulgar kralı da.

Bizim Vahdettin'in yurt dışına kaçması da olağan bir şey.

Neden onun kaçmasına bazı denyolar üzülüyor anlamış değilim.

Acaba onun bokunda boncuk mu vardı?

Dönemin en şanssız hanedanı ise Rus çar ailesi olmuştur.

Onlar yurt dışına kaçamamış, yurt dışına sürülmemiş, kurşuna dizilmişlerdir.

Bu olay şimdi korkunç görünüyor olabilir ama imparatorluk ve krallıklarda bu tür katliamlar vakayı adiyedendir.

Krallar ve imparatorlar, her yerde iktidar için yakın akrabalarını ve kardeşlerini öldürtmüşlerdir.

Bu konuda en ileri giden belki de Osmanlı hanedanı olmuştur.

İlk siyasi cinayet, daha devletin kuruluş yıllarında Osman Bey tarafından gerçekleştirilmiştir.

Kardeş katli Fatih zamanında kanun çıkarılarak yasallaştırılmıştır.

Gerekçe, devletin ve milletin bekası için bunun zorunlu olduğu şeklinde açıklanmıştır.

Bu kanundan sonra iktidarı ele geçiren her şehzade, ilk iş olarak katliam yapmıştır.

Erkek kardeşlerini, onların çocuklarını ve hatta yeni doğmuş kundaktaki bebekleri bile boğdurmuştur.

Şimdi hanedanın en pespayeleri, mal mülk derdine düşmüş, sağda solda Atatürk niye onları yurt dışına sürdü diye hakarete varan ifadeler kullanıyor.

Bence Atatürk hanedanı sürmekle hata yapmış.

İktidara gelen şehzade, yani yeni padişah, devletin ve milletin bütünlüğü için Osmanlı hanedanının diğer erkek üyelerine ne yaptıysa aynısını uygulasaydı, bu gün bu kepaze tipleri görmeyecektik.


Alfabe değişikliği yüzünden, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz.

"Alfabe değişikliği yüzünden, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz." sözünü duymayan yoktur.

Bu söz, Arap alfabesi yerine Latin Alfabesi kökenli yeni Türk alfabesinin kabul edilmesine karşı olanlar tarafından söyleniyor.

Bu konu çok tartışıldığından, konu hakkında herhangi bir şey söylemeyeceğim.

Aslında söylenen söz doğru.

Ama Arap alfabesini bıraktığımız için değil kullandığımız için doğru.

Keşke hiç kullanmasaydık.

Değiştirmek zorunda da kalmazdık.

Biz tarih boyunca bir sürü alfabe değiştirmişiz.

Göktürk alfabesi diye bilinen kendi alfabemizi bırakıp Arap, Kiril, Latin alfabelerini almışız.

Bu hatayı ilk yapan atalarımız bizi bu yola sürüklemiş.

Gül gibi kendi alfabemiz varken, Müslümanlığı dil ve alfabe ile bir zannedip Arap alfabesini alan atalarımız, tarihimizden kopmamıza sebep olmuş.

Yani Alfabe konusundaki ilk hata burada yapılmış.

Kiril alfabesi Rusların dayatması ama Latin alfabesi bu hatanın doğrudan veya dolaylı bir sonucu.

Bunun sonucunda atalarımızın mezar taşlarını okuyamaz hale gelmişiz.

Yalnız, yanlış anlamayın.

Okuyamadıklarımız Müslüman olduktan sonraki atalarımızın mezar taşlarını değil.

O dönemde yazılan mezar taşlarını, bu gün okuyabilen binlerce insan var.

Hatta Latin alfabesine geçmeden önce, Arap alfabesini kullandığımız dönemde mezar taşlarını okuyabilen insan sayısından çok daha fazla insan var bu gün.

Okuyamadığımız mezar taşları, kendi alfabemizle yazılan mezar taşları.

Örneğin 2. Göktürk İmparatorluğu'nun baş veziri Bilge Tonyukuk, ölmeden önce kendisi için bir anıt mezar ve mezar taşı yaptırmış.

O öldükten sonra bu taş anıt mezarına dikilmiş.

Onun damadı ve 2. Göktürk İmparatorluğu'nun en büyük hakanlarından olan Bilge Kağan, kayın pederinin örneğini takip ederek kardeşi Kültigin ölünce ona bir anıt mezar yaptırmış ve bu anıt mezara bir taş diktirerek kardeşinin hayat hikayesini yazdırmış.

Bilge Kağan öldüğünde de oğlu onun için benzer bir anıt mezar yaptırıp mezar taşı diktirmiş.

Bu taşlardan 1300'lü yıllarda Moğollara ait eserlerde bahsedilmiş ama taşlar dünya çapında ilk defa 1721 yılında fark edilmiş.

Bu taşların üzerinde yazılan alfabe bilinmediğinden okunması 1800'lerin sonunda gerçekleşmiş.

Ama atalarımızın mezar taşlarını okuyan Türkler değildir.

Maalesef değildir.

Bu konu hakkında Rus, Fin ve Danimarkalı bilim adamları çalışmıştır.

Yazıları ilk defa çözen ve okuyan, Danimarkalı dil bilimci Vilhelm Thomsen olmuştur.

Biz kendi alfabemizi bırakıp Arap alfabesini alınca kendi dedelerimizin mezar taşlarını okuyamamış, bu taşlarda ne yazdığını bir yabancıdan öğrenmişiz.

Türklerin yaptığı en büyük hata, kendi alfabelerini bırakıp Arap alfabesini kullanmaya başlamaları olmuştur.

Üstelik Arap alfabesi, Türkçe'ye hiç de uygun olmayan bir alfabedir.

Bu sebeple, değiştirilmesi ve yerine Latin alfabesinin kullanılması konusu daha Osmanlı döneminde tartışılmaya başlanmıştır.

Muhtemelen "neden Latin alfabesi yerine Göktürk alfabesi almayı akıl etmemişler" diye düşünüyorsunuzdur.

Çünkü bu alfabe kullanılmadığından unutulmuş ve terk ettiğimiz haliyle taşlarda kalmıştır.

Eğer Arap alfabesini almamış olsaydık, o alfabe tarihi süreç içinde daha da gelişecek ve tüm Türk topluluklarının ortak alfabesi olacaktı.

Herkes de bu yazıyı, dolayısıyla, atalarımızın mezar taşlarını okuyabilecekti.

Arap alfabesini almak, Türk dili ve kültürü açısından çok büyük bir hata olmuştur.

29 Ekim 2024 Salı

Lozan bir zafer mi yoksa bir hezimet mi?

 Bu soru, benim duyduğum en salakça sorulardan biri?

Neye göre hezimet, neye göre zafer?

Lozan'ın alternatifi nedir?

Sevr Antlaşması değil mi?

Sevr haritası ve koşullarını alıp masaya koyun, yanına da Lozan sınırlarını ve koşullarını koyun, hangisi iyi bakın.

Sorunun saçmalığını hemen anlarsınız.

Bu soru 50'lerde dillendirilmeye başlandı ama 70'lerden sonra sıkça soruluyor.

Cumhuriyet ve hatta devlet düşmanları onun kurucularına doğrudan saldıramadıklarından bu soruyu ortaya atarak dolaylı bir strateji uyguluyorlar.

Soruyu soruş şekilleri bile hezimet olduğunu ima eder şekilde.

Kendileri Vahdettin'i parlatmaya, o olmazsa yerine 2. Abdülhamit'i parlatmaya çalışıyorlar.

Halbuki Abdülhamit çok önceleri ölmüştü.

Ama bir İngiliz gemisine binerek yaptıklarının hesabını vermekten korktuğundan rezil bir şekilde yurt dışına kaçan birini parlatmak o kadar kolay değil.

Bu yüzden geride daha başarılı birini öne sürüyorlar.

Ama Vahdettin ve hükümetinin imzaladığı anlaşmayı, yani Sevr'i hiç gündeme getirmiyorlar.

Sanki Osmanlı Kanuni devrindeki gücünde ve sınırlarındaydı da Atatürk ve arkadaşları gelip onu yıktı gibi anlatıyorlar.

Bu da bir ucube düşünce sistemini ortaya çıkarmaktadır.

Hepsinin temelinde ölüyü gömmek yerine diriltme hayali kurmak yatmaktadır.

Frankeştayn filmini seyretmeyen yoktur.

Ölüleri diriltemezsiniz.

Ola ki diriltmeyi başarırsanız da bir ucube yaratmış olursunuz.


23 Mayıs 2024 Perşembe

Türklerin müşrik olduğunu söyleyen Arap şeyhi.

 Osmanlı İmparatorluğu 1856 Islahat Fermanı ile vatandaşlarının eşit olduğunu ilan etti.

Ayni zamanda kölelik kaldırıldı.

Mekke Reisul Uleması Şeyh Cemal, yapılan reformlar ve köleliğin kaldırılması ile ilgili bir fetva yayınladı.

Fetva şöyleydi:

"Üseranın (esirlerin) men'i (yasaklanması) maddesi şer'i şerife (kutsal şeriata) aykırıdır ve bundan başka ezan-i terkle yerinden top atılmak ve taife-i nisvan (kadın tayfası, kadınlar) açık gezmek ve nikâhının feshi nisvan yedinde olmak (kadınlara boşanma hakkı tanımak) gibi şeriatı muharraraya mugayir teklifleri olmakla Türkler müşriklerdir. Demleri hederdir ve evlatlarını esir etmek helaldir."
Bu fetva üzerine Osmanlıya karşı gaza (kutsal savaş) ilan edilmiştir.
İsyan bir yıl kadar suren bir caba sonucu bastırılmıştır.
Şeyhülislam "Mekkeli şeyhin iddiaları iftiradır" diye bir fetva yayınlamıştır.
Osmanlı Hicaz'ın siyah köle yasağından muaf olduğunu ilan etmek zorunda kalmıştır.
Sonuç:
1. Dünya Savaşındaki Arap isyanı, Arapların Osmanlıya ilk isyanı değildir.
Daha önce de Osmanlıya birçok kez isyan etmişlerdir.
Hatta yukarıda da anlattığımız gibi kölelik kaldırıldı diye bile isyan etmişlerdir.
Bu isyanlarına gerekçe olarak, Türklerin müşrik olduğunu, bu sebeple kanlarını akıtmanın ve esir edilmelerinin dinen helal olduğunu ilan etmişlerdir.
Aynı iddiaları neredeyse her isyanda ileri sürmüşlerdir.
Arap isyanı yoktur diyenlere, biraz tarih okumalarını tavsiye ediyorum.
Evet Arap isyanı vardır.
Tek bir Arap isyanı yoktur, birçok Arap isyanı vardır.
Bu isyanların en sonuncusu da 1. Dünya Savaşı'nda İngilizlerle işbirliği içinde yaptıkları isyandır.