.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Dinler-Tarikatlar-Cemaatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dinler-Tarikatlar-Cemaatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2025 Salı

Bilgisayardan (yansıdan) yapılan takdimlerde dikkat edilmesi gereken hususlar. (21 Ocak 2025)

Meslek gereği yıllardır bilgisayardan (yansıdan) takdim yapar veya ders anlatırım.

Bu konuda önemli gördüğüm hususları not alıyordum.

Bunların bir kısmına defterimde rastladım.

Burada yayınlıyorum.

"Takdimi uzatma.

Rakamlara boğma.

Bilimsel esasları tekrarlayıp durma.

Çok fazla slayt kullanma.

Slaytlar yazılardan oluşmasın.

Toplulukla temas ve irtibat kur.

İlgi azaldığında ara ver, ilgi uyandıracak bir sohbet aç veya konuşmanı bitir.

Diğer konuşmacıların zamanını çalma.

Ses tonunu iyi kullan.

Kürsünün arkasına saklanma.

Kâğıttan veya yansıdan okuma."

23 Aralık 2024 Pazartesi

Dürzilere bu adı veren bir Türk'müş.

 Londra'da karşı binada oturan çift ile ara sıra sohbet ediyordum.

Lübnan'lıydılar.

Baba Dürzi olduklarını söylediler.

İyi insanlardı.

Hiçbir kötülklerini görmedim.

Dürzileri çocukluğumdan beri radyo ve televizyon haberlerinden duyardım ama haklarında fazla bir şey bilmezdim.

Canpolat ailesi hakkında haberler duyardım hep, bu isimden dolayı Türk olduklarını sanırdım küçükken.

Ama komşularım Arapça konuşuyorlardı.

Dürzi olmalarına rağmen Dürzilik hakkında pek fazla bir şey bilmiyorlardı.

Ya da bana anlatmıyorlardı.

Ne zaman Dürzilikle ilgili bir soru sorsam, kendilerinin uzun süredir Londra'da yaşadıklarını, Dürzilikle ilgili fazla bilgileri olmadığını söylerlerdi.

Türkiye'ye döndükten sonra bir ara kim bu Dürziler diye araştırdım.

Mısır kökenli bir inançmış.

909-1171 yılları arasında yaşayan Şii mezhebinden kişilerin yönettiği Fatimiler dönemine dayanıyormuş ortaya çıkışları.

10. yüzyılda 6'ncı Fatimi halifesi Ebu Ali el-Mansur el Hakim bi-Emr'Allah bin el Aziz billah'ın Allah'ın bu dünyada vücut bulmuş hali olduğu iddiası ile ortaya çıkmasıyla bu inancın temelleri atılır. İlk başlarda iddia daha makul bir şekilde ortaya atılmış, daha sonra açıkça ifade edilmiştir. Hakim'in veziri olan Hamza İbn Ali ibn Ahmet El-Hakim'in Allah adına yöneticilik yaptığı söylenerek inancın temelleri atılmıştır.

Bu inancı yaymaya çalışmaları halkın tepkisini çekmiş ama onlar yollarına devam etmişlerdir. Hakim, Hamza'yı Şii inancında olduğu gibi kendisinden sonraki en önemli kişi olarak imam tayin etmiştir. Bu ikili inancı yaymaları için birçok yere dailer göndermişlerdir.

Ancak Dürzi adı bu ikisinden neşet etmemiştir. İsim, Türk olduğu iddia edilen bir başka kişiden alınmıştır. Bu kişi, o sırada İran tarafından Mısır'a gelmiş, önce dai olmuş ve sonra da imam tayin edilmek için çalışan Muhammed bin İsmail Neştekin/Anuştekin ed-Derezi'dir. Derezi, halkın tepkisini çekerek 1020 yılında öldürülmüştür. 

Bunun üzerine yeni dini yayma işine ara verilmiş fakat Hamza bir süre sonra tekrar faaliyete geçmiştir. El Hakim 1021 yılında bir dağda kaybolunca (muhtemelen öldürülmüş veya kazaen ölmüştür) Hamza inzivaya çekilmiştir.

Hakim'den sonra gelen halife bu inançtan olanlara baskı uygulayınca da inanç sahipleri inançlarını gizleyerek varlıklarını sürdürmeye başlamışlardır. Bu günkü Dürzilerin Mısır'daki Dürzilerin baskılardan kaçarak Lübnan bölgesine kaçmaları sonucu ortaya çıktığı veya dailerin çabasıyla Lübnan bölgesindeki İsmaililerin bu inancı kabul etmesiyle oluşan topluluğun devamı olduğu iddia edilmektedir.

Bu tartışmalara girmeyeceğim. Çünkü asıl maksadım Dürzileri anlatmak değil. Asıl amacım, Dürzi isminin bir Türkten geldiğini göstermek.

Bunu okuyanların çoğu "Bu da nereden çıktı. Mısır nire, Türk coğrafyası nire?" diye itiraz edeceklerdir. Bu durum, bize okullarda tarih okutulurken genellikle Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar üzerinden tarih anlatılmasıdır. Halbuki Selçuklulardan çok daha önce Mısır'da bir Türk devleti kurulmuştur. Bu devlet, Mısır ve Türkiye sınırlarına kadar olan Levant (Ürdün, İsrail, Filistin, Lübnan ve Suriye toprakları) topraklarını yönetmiştir.

Bu devletin adı Tolunoğulları Devleti'dir. Devleti kuran köle asker olarak bölgeye getirilen Türklerdir. Yani daha çok bilinen isimleri ile Memlüklerdir. 868 yılında kurulan devlet, 905 yılında yine Abbasi halifesine bağlı bir Türk ordusuna komuta eden ve kendisi de bir Türk olan Muhammed bin Süleyman tarafından yıkılmıştır.

Fakat bir süre devam eden Abbasi hakimiyetinin ardından yine bir Türk devleti kurulmuş ve aynı bölgeye hakim olmuştur.

Bu devletin adı İhşidiler veya Akşitler olarak kayıtlarda geçmektedir. Bu devleti kuranlar da köle asker olarak bölgeye getirilen Türklerdir. Yani daha çok bilinen isimleri ile Memlüklerdir. 935 yılında kurulan devlet 969 yılında Fatimiler tarafından yıkılmıştır.

Biz hep 1071'de Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı hikayelerini okuduğumuzdan Mısır ve Ortadoğu'da bu tarihten çok önce, hatta Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşundan bile daha önce Türk devletleri kurulduğunu pek bilmeyiz. Ama Anadolu'nun Türklerin eline geçmesi Ortadoğu ve Mısır'ın Türklerin eline geçmesinden çok daha sonradır.

Bir yerde bir ulusun devlet kurabilmesi belli bir çoğunluğa ulaşmasını gerektirir. Bu yeterli çoğunluk Mısır ve Suriye'de daha 868 yılında oluşmuştur. Bundan sonra da devam etmiştir. Mısır ve Levant, Fatimilerden sonra da kesintisiz olarak Zengi Türk Devleti, Eyyübiler, Memlükler (gerçek adı Türkiye Devletidir), Osmanlılar sayesinde 1918'e kadar devam etmiştir. Yani Mısır ve Levant'ın Türklüğü Anadolu'nun Türklüğünden çok daha eskidir.

Türk nüfus devletler kuracak kadar çok ve etkinse dini ve sosyal hareketlere yön verecek kadar etkin olması da normaldir. Bu yüzden Dürzilere adını veren kişinin Türk olmasına da şaşmamak gerekir. Bazıları onun İran'dan gelmiş olması sebebiyle Fars kökenli olabileceğini iddia etmektedir. Ama bence Türk olma ihtimali daha yüksektir. Nitekim adı da Türk olduğunu göstermektedir.



9 Kasım 2024 Cumartesi

Kim Müslüman kim kafir belli değil.

Tarikat ve cemaatler eskiden beri var.

Son 20 küsur yıldır bunların versiyonları ve yan kolları da ortaya çıktı.

Bazıları youtube kanallarında yayın yaparken bazıları televizyon kanalları bile kurdu.

Bu sayede hepsinin iç yüzünü daha iyi tanımak mümkün oldu.

Tanıyınca da irkildik.

Üzüldük.

Dehşete kapıldık.

Çünkü din adına konuşanların türlü türlü sapıklıkları ortaya çıktı.

Hatta bir sürü kadını makyajlı yüzleri ve dekolte kıyafetleri ile televizyonlara çıkaran sözde hocalar bile oldu.

Kadınlara kedicik dediler.

Kedicikler din kisvesi altında dine aykırı şekilde yarı çıplak ekranlarda dans ettiler.

Göbek attılar.

Sadece bu da değil.

Tarikat kuran kurslarında bir sürü çocuk taciz ve tecavüzü çıktı.

"Küçüğün rızası varmış." veya "Bir kereden bir şey olmaz." diyen ahlaksızları dinlerken kulaklarımıza inanamadık.

Müritlerini kadın erkek ayırmadan badeleyen ve böylece cezbeye girip yanmaktan kurtaran tarikat şeyhleri varmış.

Basına düşünce öğrendik.

Kulaklarımıza inanamadık.

"Bunlar marjinaller, diğerlerinde sorun yok." diyenler olabilir.

Ama öyle değil.

Hepsinde bir sapıklık var.

Örneğin çok taraftarı olan bir tarikatın kurucusunun yazdıkları ve müritlerine anlattıklarını inceleyelim.

Bahse konu bu adam, sözde 1. Dünya Savaşı sırasında muharebelere katılmış.

Bir muharebede Rus askerlerinin tüfekleri ile ateş etmesi sonucu üç mermi bu şahsa gelmiş ama kendisine işlememiş.

Onu yaralayamamış veya öldürememiş.

Mübarek, kurşun geçirmez bir zatmış.

Ne büyük bir zat, ne ermiş kişi değil mi?

Ama bunda bir terslik var gibi.

Peygamberimiz, Uhud savaşında, o zamanın ilkel silahları olan mızraklar veya oklar karşısında bu şahıs kadar korunaklı değildi.

Bu savaşta peygamberimiz, bu ilkel silahlardan biri ile yaralanmış.

Kanı toprağa akmış.

Şimdi bu iki olayı karşılaştıralım.

Peygamberimiz ilkel bir silahla bile yaralanırken, yani silah işlemez biri değilken, bu adam modern bir silah olan ve bazıları saniyede 1000 metre hızla giden kurşunlardan yaralanmamış. 

Etkilenmemiş. 

Adeta kurşun geçirmezmiş.

Bu da, onun Allah karşısında ne kadar değerli bir konuma sahip olduğunu gösteriyormuş.

Eğer peygamberden daha büyük mucizeler gösteriyorsa bu adam kimdir?

Nedir?

Allah ile peygamber arasında bir konuma mı sahiptir?

Peygamberden daha üstün müdür?

Cevap, olayın vehametini gösterecektir.

Bir başka şahıs da Büyük Taarruz'un Türk ordusunun cesaret, metanet, yetenek ve kahramanlığı ile değil de bilmem hangi hocaların okuduğu dualarla kazanıldığını söylüyor.

Bu da Peygamberimizin kendi yaşamında davranışları ile sergilediği İslam anlayışına ters değil mi?

Peygamberimiz Bedir savaşı öncesinde savaşmak yerine dua etmiyor.

Askerlerini, kafasındaki taktiğe göre yerleştiriyor.

Hatta bir Müslüman, bu düzeni kendi düşüncesine göre mi yoksa Allah öyle emrettiği için mi aldırdığını sorduğunda; kendi düşüncesine göre düzen aldırdığını söylüyor.

O Müslüman, askerlikten anlayan biri olduğundan aldırdığı düzenin uygun olmadığını söylüyor.

Peygamberimiz de düzeni onun aldırmasını söylüyor.

Yani İslam'ın peygamberi bile dua ile savaş kazanamayacağını biliyor ve stratejiye, taktiğe ve askerlik sanatına saygı duyarak bu konuda uzman olanlara görev veriyor. 

Böylece savaşı kazanıyor.

Ama bizimkiler dua ile savaş kazanıyor.

Bu hem dine hakarettir hem de Türk ordusunun kahramanlığına.

Bir de efsanevi bulut hikayesi var.

Sözde Çanakkale muharebeleri esnasında bir bulut alçalmış ve bir İngiliz taburunu yok etmiş.

Masal bile olamayacak kadar saçma bir şey ama inananı var.

Halbuki böyle bir olay ne İngiliz kayıtlarında ne de Osmanlı kayıtlarında yok.

Kimin ne kadar askeri yaralandı veya hayatını kaybetti kayıtlarda belli.

Bu kayıpların nerede ve nasıl yaşandığı da belli.

Bunlar arasında bulutun yuttuğu İngilizlere dair kayıt yok.

Ama bizde böyle bir hikaye uydurmuşlar.

Türk askerine inanmadıklarından mı yoksa kasıtlı olarak Türk askerinin kahramanlığını küçük göstermek için mi uydurmuşlar bilmiyorum.

Ama şunu biliyorum.

Nedense bu bulutlar, şıhlar, ermişler filan hep kazandığımız muharebelerde ortaya çıkıyor.

Çanakkale'den bir sene önce Balkanlarda tüm ordularımız yenilirken ortada yoklar.

Tüm Balkanları kaybederken ortada yoklar.

93 Harbi'nde de ortada yoklar.

Çünkü bu iki savaş, Türk ordusunun tarihte yaşadığı belki de en büyük iki hezimet.

Yenilgi olunca sorumlu Türk ordusu ve Türk askeri ama zafer olunca sebep bulut, ermiş, evliya filan.

İnsan sövmemek için kendini zor tutuyor.

Bir örnek de daha yakın bir tarihten verelim.

Bir tarikatın lideri, Kıbrıs Savaşı'nda odasına kapanmış.

Eline bir sopa alıp silah gibi omzuna koymuş.

Bir müddet sonra da kan ter içinde odadan çıkıp evine gitmiş.

Biraz sonra radyodan Türk ordusunun Beşparmak Dağlarını aldığını duymuşlar.

Ne diyeceğimi bilemiyorum.

Ya bi isktirin gidin....

Desteksiz yalanlar atmayın.

Eğer doğru söylüyorsanız bunu ispatlamak için fırsat çok.

Bu gün İsrail Gazze'de binlerce Müslümanı öldürüyor.

Bunların bir kısmı da çocuk.

Madem bu kadar gücünüz var, bir mevziye girin de çocukları katleden İsrail uçaklarını düşürün.

Bunu öncelikle Atmosferden çıkmadan parçalanan ABD uzay mekiğini kendi şeyhlerinin veya tarikat büyüklerinden birinin düşürdüğünü iddia eden tarikattan bekliyorum.

Yapabiliyorsanız hemen yapın.

Yapamıyorsanız da çenenizi kapatın.

Saçma sapan yalanlar uydurmayı bırakın.

Yeri geldiğinde, kendinizden olmayan herkese kafir diyorsunuz ama siz de az gavur değilsiniz.

Çünkü Allah'ın kanunlarına aykırı şeyler yapabildiğinizi iddia ediyorsunuz.

Yer çekim kanunu, Allah'ın koyduğu bir kanundur.

Bu kanunu iplemeden uçtuğunu söyleyen sahtekardır.

Hız, momentum vb. konularındaki kanunlar da Allah'ın koyduğu kanunlardır.

Allah'ın kanunlarını reddedene ne denir?

22 Ekim 2024 Salı

Fethullah Gülen, nereye gömülecek?

 Fetö terör örgütünün kurucusu ve lideri vatan haini Fethullah Gülen öldü.

Bu gün neredeyse tüm televizyonlarda nereye gömüleceği, namazına kimlerin katılacağı tartışılıyor.

Ben, bu şerefsizin nereye gömüleceğini, namazını kimin kıldıracağını ve cenazeye kimlerin katılacağını filan merak etmiyorum.

Bu konudaki fikrim meşhur türküdeki ile aynı:


"Münkir münafığın huyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını

Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Mezarına götürenin
İmamın da avradını


Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefenin diken iğnenin
Dikenin de avradını"


Yalnız bir şeye dikkat edilmesi lazım.
Bu pezevenk, sağlığında annesinin yanına defnedilmeyi istediğini söylüyormuş.
Bunu orada görüntüde defnedip gizlice Türkiye'ye getirebilirler.
Anasının yanına gömebilirler.
Ya da orada gömüp etleri çürüdükten sonra kemiklerini gizlice getirip anasının yanına gömebilirler.
Buna engel olmak lazım.
Kimin köpeğiyse onun bahçesinde gömülü kalması daha uygun olur.

Fethullah Gülen ölmüş: Ateşi bol olsun.

 Bu gün Fethullah Gülen'in öldüğü haberi geldi Amerika'dan.

Bunun üzerine, yakın bir geçmişte kapısında sıraya girip "Hoca efendi..." diye yalakalık yapanlar, en büyük bedduaları etmeye başladılar.

Televizyon kanallarında, eskiden ona övgüler düzenler, onun sadece bu dünyada yaptığı kötülükleri anlatmakla kalmayıp öbür dünyada da cehenneme gideceğini anlatıp durdular.

Pekiii...

O şerefsiz bu gün herkesin ifade ettiği kötülükleri ve ihanetleri yaparken ona yardım edenler, yolunu açanlar, "dön gel, seni çok özledik" diyenlere ne olacak?

Onlar cennete gidecek herhalde...

Ben kendimi bildim bileli bu herifi sevmezdim.

Kendimi bildim bileli diyorum çünkü ben daha küçük bir çocukken bizim orada vaizdi ve adını duyardım.

Bu gün de gönül rahatlığı ile canı cehenneme diyorum. 

Keşke ölüp de çekmesi gereken cezadan kaçmasaydı.

Türkiye'ye getirilip yargılansa ve hapse girseydi.

Ama artık olan oldu.

Lanet herif geberip gitti.

Arkasından ancak şunları söylemek mümkün:

"Ne kendi etti rahat.

Ne alem buldu huzur.

Yıkılıp gitti cihandan.

Dayansın ehli kubur."

Yani kısaca, artık mezarlıktakiler düşünsün pezevengi.

11 Mart 2024 Pazartesi

Dürüst olmak, en büyük en büyük ibadettir.

Diyanet, Hristiyan bir ülkenin başkentinde bulunan bir camiye bir imam atamış.
Görevine başlayan imam, evinden camiye gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu
zaman da aynı şoföre rastlıyormuş.
Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş.
İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş.
Kendi kendine "20 kuruşu geri versem mi, vermesem mi?" diye düşünüyormuş.
İçinden bir ses diyormuş ki "Çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil. Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten. Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz."
Son durağa kadar iç çatışma yaşayan imam, otobüsten inmek için yerinden kalkınca şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş.
"Bana paranın üstünü fazla vermiş siniz." demiş.
Şoför gülümsemiş ve demiş ki:
"Siz caminin yeni imamısınız değil mi..? Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum.
İslam'ı öğrenmek için. Bu yüzden bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim."
İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş.
Camiye doğru yürürken içinde tövbe ediyormuş:
"Allah'ım az daha İslam'ı 20 kuruşa satıyordum..!"

8 Ekim 2023 Pazar

Arapça İslam'ın kutsal dili midir?

Birileri, başı açık ve makyajlı sarışın bir kadın ve bir küçük kızın kuran okurken görüldüğü videoyu youtube'ta paylaşmış.

Üzerine de "Sekülerler, hadi buna da bir şey deyin. Kuran'ın (veya İslam'ın) dili Arapçadır ve evrenseldir." mealinde bir yazı yazmış.

Ama Arapçanın müşriklerin ve Hristiyan Arapların da dili olduğunu yazmamış.

Arapça kutsal bir dil değildir.

İslamin dili de değildir.

İslam dini indirilmeden binlerce yıl önceden beri, çoğu zaman putlara tapan Ortadoğulu bir kavmin dilidir.

Bu kavmin adi Arap, dili de Arapçadır.

Arapça, ister Müslüman, Hristiyan, Yahudi veya Putperest olsun, isterse de ateist, deist veya agnostik olsun Arap kökenli olan tüm insanların konuştuğu bir dildir.

Örneğin, Kuran'ı Kerim'de lanetlenen bir insan olan ve putlara tapınan Ebu Leheb de Peygamberimiz gibi Arapça konuşuyordu.

Lübnanlı Hristiyanlar da Arapça konuşmaktadır.

Dil ile dini birbirine karıştırmamak lazım.

Dil her milletin tarih boyunca geliştirdiği bir iletişim vasıtasıdır.

İslam ise bir dindir.

Sonuç olarak şunu bilmekte fayda var:

Arapça konuşmak hiç kimseyi Müslüman yapmaz.

Daha iyi Müslüman da yapmaz.

Konuşmamak da dinden çıkarmaz.

Arapların veya Arapçanın dini açıdan hiçbir üstünlüğü yoktur.

Esas olan iman ve takvadır.

Arapça değil.

Arap olmak hiç değil.

Bunu Kur'an ve hadisler de doğrulamaktadır.

"49/ EL-HUCURÂT -13- Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki ALLÂH'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada en ileri olandır. Muhakkak ki ALLÂH her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.

"Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır." Hz. Muhammed (s.a.v.)


19 Eylül 2023 Salı

Din elden gidiyor? Peki ama neden?

MAK Danışmanlık Şirketi tarafından 23 il ve 154 ilçede (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Sinop, Gümüşhane, Kars, Karaman, Karabük, Bilecik, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Yozgat ve Uşak )

5400 kişi ile yüz yüze yapılan "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Konulu" yapılan anket sonucudur...

%99'u Müslüman denilen ülkemiz insanın:

- %14'ü Allah’a inanmıyor.

- %25'i Meleklere inanmıyor.

- %24'ü Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine yani Kur’an’a inanmıyor.

- %74'ü Evindeki Kur’an-ı Kerim’i okumuyor.

- %37'si Peygambere, Hz. Muhammed(sav)’e inanmıyor.

- %45'i Kadere (Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiğine) inanmıyor.

- %27'si Öldükten sonra dirileceğine, hesaba çekileceğine inanmıyor.

-%83'ü Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini hiç okumamış.

-%85'i Cennet'e gideceği kesin olsa bile; Cennet'e gitmek için ölmeyi düşünmüyor.

-%77'si Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatını okumamış.

-%43'ü Hiç camiye gitmemiş.

-%55'i Ramazan ayında dahi oruç tutmuyor.

-%70'i Dini (İslâm) ile ilgili bilgileri öğrenmek için okumuyor.

-%78'i Namaz kılmıyor.

-%20'si Dua etmiyor.

-%10'u Günah işlediğini biliyor ve pişman bile olmuyor.

-%35'i Gusül abdesti almıyor veya bilmiyor.

Anketin yapıldığı iller, nispeten muhafazakar iller. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerle Ege ve Akdeniz sahillerindeki birçok ilde anket yapılmamış.

Yani gerçek durum bundan çok daha vahim muhtemelen.

Demek ki, her yere cami yapmakla, dindar nesil yetiştireceğiz diye nutuk atmakla dindar olunmuyor.

Diyanet, ne is yapıyor?

Devletten maaş alan binlerce din adamı neye yarıyor?

Sorgulamak şart.

Bu anketten sonra, hiç kimse %99'u Müslüman olan ülke veya %99'u Müslüman olan Türk milleti masalı anlatmasın.

Çünkü anket öyle olmadığını gösteriyor.

O eskidendi.

Nüfusun %14'ü ateist olduğunu söylemiş.

Geri kalanların da Müslüman olduğunu söylemek mümkün değil.

Muhtemelen ateist olduğunu söyleyenlerin dışında önemli oranda deist, agnostik vb. var.

Çünkü Müslüman sayılabilmeleri için inanmaları gereken şeylere inanmayan kişiler oldukça büyük oranda.

Mesela Kur'an'ı Kerim'in vahiyle indiğine ankete katılanların %24'ü inanmıyormuş.

İmanın 6 şartından en az birine (örneğin Amentünün son maddesine, kadere) inanmayanların oranı en az %45.

İslam'ın şartlarından tamamını yapmayanların (örneğin namaz kılmayanların) oranı %78.

Yani, eğer İslam'ın şartlarına uyanları esas alırsanız ankete katılanların %22'si veya imanın şartlarını esas alırsanız %55'i Müslüman olan bir ülke haline geldik.

Durum bu kadar vahim.

Bütün eğitimi Hristiyanlık üzerine olan birini Diyanet İsleri Başkanı yaparsanız ve imamlar dini anlatacağına politika yaparlarsa olacağı bu.

Her yere cami yapmakla insanlar dindar olmuyor.

Sadece İmamhatip mezunlarına işyeri açılıyor.

Öte yandan, müteahhitler de biraz para kazanıyor.

Olan biten bundan ibaret.


MAKDANİSMANLİK.ORG
www.makdanismanlik.org

20 Ağustos 2023 Pazar

Hangi fakirler hangi zenginlerden 500 sene önce cennete girecek?

Cübbeli Ahmet Hoca diye tanınan şahıs, fakirlerin zenginlerden 500 sene önce cennete gireceğini duyurmuş. 
Bunu öğrenince beni bir merak sardı anlatamam. 
Acaba hangi fakirler bu kadar önce giriyor cennete? 
Fakirlik için Hoca'nın belirlediği bir kıstas var mı? 
Hükümetin emeklilere temmuz zamlarında attığı kazıktan sonra ben dahil emeklilerin çoğu fakirlik sınırının altında maaş almaya başladı. 
Bu durumda, biz de cennete 500 yıl önce girebilecek miyiz? 
Yoksa ekmeğe bile muhtaç, kül fakir mi olmak gerekiyor? 
Hoca bu konuya açıklık getirirse büyük sevaba girer. 
Milyonlarca emekli merak içinde.

13 Ağustos 2023 Pazar

Bunların derdi din iman değil, Türk ve Türkçe düşmanlığı.

 Dini konularda uzman değilim ama bir konu bana hep tuhaf gelmiştir.

İslam dini ile ilgili Türkçe kelimeler kullandığınızda büyük bir kitle hep bir ağızdan yaptığınızın yanlış, hatta günah olduğunu söylüyor.

Örneğin "Tanrı" derseniz hemen "Allah" diye düzeltiyorlar.

"Neden?" deyince, kelimenin aslının Arapça olduğunu ve Tanrı'nın Allah'ı karşılayan bir kelime olmadığını söylüyorlar.

Hatta bu konuda epey ileri gidenler de var. 

Böyle bir tip "Allah, Tanrı'nın belasını versin." demiş.

İnsanın "Allah senin belanı versin." diyesi geliyor.

Çünkü aynı tip, "Ya rabbi!" derken gayet rahat.

Ama "Rab" kelimesi İbranice, yani Yahudi dilinde bir kelime, Arapça değil.

Olsun, bu tipler için sorun değil. 

Türkçe olmasın da hangi dilde olursa olsun, söyleyebilirsin. 

Başka dilde söylersen günah değil. 

Sadece Türkçe söylersen günah.

Öte yandan, bu gün Arapçaya kutsallık atfetmeye çalışan bu tiplerin bilmediği bir şey var.

Arapçasını kullan, Türkçesini kullanma dedikleri kelimelerin çoğu aslında Arapça da değil.

Örneğin Peygamber kelimesi Arapça değil Farsça.

Araplar "nebi veya resul" kelimesi kullanılıyor.

Biz Türkler, İslam dinini İranlılardan öğrendik.

Bu yüzden "Mevla, oruç, abdest, müslüman, hüda" ve bunlara benzer gibi dini terimlerin neredeyse tamamı Farsçadan dilimize geçmiş. 

Bu kelimelerin Arapçasını değil Farsçasını kullanıyoruz.

Ama, "nebi" yerine Farsça "peygamber" demekte sorun görmeyenler, Peygamber kelimesi yerine Türkçesi olan "yalvaç" kelimesini kullansanız vücutlarındaki bütün kan olmayan beyinlerine sıçrar.

Anlayın artık.

Konu Arapça filan değil.

Öyle olsa Farsça veya İbranice kelimelerin kullanılmasına da karşı çıkarlardı.

Bunların derdi Türk ve Türkçe düşmanlığı.


11 Ağustos 2023 Cuma

Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar vatan haini yok. Üstelik kimseden de çekinmiyorlar.

Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar vatan haini yok. 

Üstelik kimseden de çekinmiyorlar.

İhanetlerini ortaya vurdukları videolar çekiyor ve yayınlıyorlar.

Daha da tuhafı, bazı insanlar tarafından alkışlanıyorlar.

Bu tipler şimdiye kadar Atatürk düşmanı gibi görünerek kendilerini kamufle ediyorlardı.

Artık vatan haini olduklarını açıkça söylüyorlar.

Kim mi bunlar? 

Söyleyeyim? 

Sevr'in uygulanamamasına üzüldüklerini söyleyemeyen, bunun yerine "Lozan zafer mi hezimet mi?" diye saçmalayan müptezeller.

Lozan'ın gizli maddeleri olduğuna saf insanları inandırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan yalancılar.

Keşke Yunan galip gelseydi diyen Yunan seviciler.

Bu kişinin Yunan ve İngiliz istihbaratına çalıştığını, ABD istihbaratı ile de teması olduğunu ben söylesem inanmazsınız.

Kendi konuşmalarını dinleyin.

Satır aralarında hepsini itiraf ediyor.

Şimdi yeni bir müptezel çıkmış.

Keşke Hatay Fransızlarda kalsaydı anlamına gelen cümleler kuruyor.

Hatay Arap ve Kürtlerin diyor açıkça.

İnanamazsınız, adam sen ne diyorsun hain diye hukuki takibata da maruz bırakılmıyor.

Bir de din adamı kıyafeti giyiyor.

Peki ama bunlar kime veya neye güveniyor?

10 Ağustos 2023 Perşembe

Cahiliye Devri adetleri.

 DİB, "Cahiliye devrindeki gibi günaydın demeyin." diye fetva vermiş.

Benim bildiğim, cahiliye devri Arapların İslam dini henüz gelmeden önce yaşadıkları döneme deniyor.

Araplar "Günaydın" mı diyorlarmış o zaman? 

"Günaydın." Türkçe bir kelime. Hiçbir Arap günaydın demez.

Adamın Türkçe ile bir sorunu mu var da böyle saçmalıyor acaba?

Yoksa yeni bir cahiliye devrine mi giriyoruz?

Tüm eğitimi Hristiyanlık üzerine olan birini DİB yaptıklarından İslam dininin Mekke'de ortaya çıktığını bilmiyor herhalde.

9 Ağustos 2023 Çarşamba

Türkiye'de yeni bir din mi ortaya çıktı?

Uzun süredir youtube videolarında bazı kişilerin görüntülerini seyrediyor, kullandıkları bazı ifadelere "cahildir, ne dediğini bilmiyordur" diyerek gülüp geçiyordum.

Sonra, aynı şeyleri tarikat mensupları olduğu anlaşılan bazı kişilerden de duymaya başladım, youtube videolarında.

Bu gün internette gördüm ki aynı ifadeleri Diyanet İşleri Başkanı da kullanmış.

Diğerleri gibi, Diyanet İşleri Başkanı'nın da söylediği ve benim anlamakta zorlandığım ifade şu: Zamları Allah yapıyor.

Elhamdülillah Müslümanım.

Azımsanamayacak kadar dini eğitim adlığımı düşünüyorum.

Hem ailemden hem de bizim gençliğimizde hemen hemen her camide görev yapan ama artık pek nadir bulunan aklı başında din adamlarından.

Onlardan öğrendiğim bir dua var.

Amentü diye bilinir ve bize imanın, yani İslam inancına sahip olmanın şartları diye öğretirlerdi.

İnternetten bulup kopyaladım, buraya yapıştırıyorum.

Unuttuğumdan değil, yazarak vakit kaybetmemek için.

Amentü duasının okunuşu;

Amentü billahi;

ve melaiketihi 

ve kütübihi 

ve rasulihi 

vel yevmil ahiri 

ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi minallahi Teala 

vel ba subadel mevt.

Hakkun Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasulühü.

Bir kişiye Müslüman diyebilmek için veya bir kişinin Müslüman olarak kabul edilebilmesi için temel koşulların belirtildiği bu duadaki "ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi minallahi Teala" ifadesinin zamların Allah tarafından yapıldığına kaynak olarak gösterildiği kanaatindeyim.

Ancak, burada bir terslik var.

Bu ifadede, "kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine" anlamına geliyor. 

Burada Allah zamları yapıyor diye bir ifade olmadığı ortada. 

DİB ve diğerlerinin söylemeye çalıştığı şey: "Şerrihi" ifadesindeki "şer", yani "hayırlı olmayan şeyler" Allahtan geliyor. Zamlar da hayırlı bir şey değil, dolayısıyla Allah'tan gelen bir şey. Bu yüzden zamlar sebebiyle hükümeti suçlamayın. Hükümete kızmayın. 

Sapkınlık da burada başlıyor.

Ama duada Allah'tan geldiği ifade edilen diğer şey, yani hayır konusunda aynı şeyi söylemiyorlar. 

Örneğin; "Zamları Allah yapıyor." diyen insanlara, "Yolları kim yaptı, köprüleri kim yaptı veya diğer olumlu şeyleri kim yaptı?" diye sorduğunuzda; "Erduvaaaan!" diye bağırıyorlar.

Bu ifadelerden "Hayır, Erdoğan'dan; şer ise Allah'tan geliyor." anlamı çıkıyor.

Sıradan insanların yaptıkları bu büyük hatayı fark etmediklerini varsayabiliriz. 

Ama tarikat mensubu bir torba sakalı olan zatların ve hele de Diyanet İşleri Başkanı'nın (Gerçi adamın İslam'la ilgili tek bir çalışması yok, makaleleri ve akademik unvanlarını kazandığı çalışmaları Hristiyanlıkla ilgili diyorlar ama buna takılmıyorum.) buradaki sakatlığı görmemesi mümkün değil.

Acaba bu zatlar yeni bir din mi icat ettiler yoksa başka bir saikle imanın şartlarını mı değiştiriyorlar?

Bu ifadeleri "şirk" sayılmaz mı?

Bence; eğer hala Müslümanım diyorlarsa iman tazelemelerinde ve hatalarından bir an önce dönmelerinde fayda var.

Tabii ben bir din adamı değil, sıradan bir Müslüman'ım. Ne yapmaları gerektiğini aklı başında bir din adamına danışsalar daha uygun olur.



23 Aralık 2021 Perşembe

Don Kişot ve Şeytan

 Şeytan giderken Don Kişot arkasından bağırmış:

"Bir dakika bekle. Sana bir soru soracağım."

Şeytan durmuş ve:

"Sor bakalım." demiş.

"Ormanda savaş naraları atanlar, senin adamların mıydı?"

"Evet, benim adamlarımdılar."

"İyi ama 'Allah! Allah!' diye bağırıyorlardı."

"Ne sandın? Şeytan, Şeytan diye mi bağıracaklardı? Benim işim bu: Aldatmak..."

27 Aralık 2017 Çarşamba

Tımarhanede yaşıyorum.



Bazen, sanki tımarhanede yaşıyorum da bunun farkında değilim gibi hissediyorum.

Bu gün arabayla bir yere giderken radyodan dinlediğim bir reklam yine böyle hissetmeme sebep oldu.

Reklam bir bankanın reklamı.

Reklamda isim üzerinden insanlar yönlendirilerek bankanın halkın bankası ve hatta halkçı bir banka olduğu imajı yaratılmaya çalışılıyor.

Güzel bir reklam olabilirdi.

Eğer bu banka son yıllarda bazı devlet ve hükümet yetkilileri ile yaptığı milyar dolarlık yolsuzluk ve hukuksuzluktan şu anda Amerika'da yargılanan (pardon itirafçı olan) birinin işlerini gördüğü banka olarak çalışmasaydı.

Eğer bu bankanın bir görevlisinin evinde ayakkabı kutularında rüşvet paraları bulunmasaydı.

Ve eğer bu bankanın bir başka görevlisi yaptığı yolsuzluklardan dolayı şu anda ABD'de yargılanmasaydı.


Bu konu benim uzun süredir dikkatimi çekiyor.

Bu memlekette kim ne değilse kendisini o gibi göstermeye çalışıyor.

Kim neyse kendisini o değil gibi gösteriyor.

Hatta öyle olanların en büyük düşmanı gibi bile görünebiliyor.

Yolsuzlukların bankası kendisini halkın bankası olarak tanıtmaya çalışabiliyor.

Laikler ahlaksızdır diyen tarikat mensuplarının sadece ahlaksız değil aynı zamanda sapık oldukları ortaya çıkıyor.

Homoseksüeller hakkında söylemediğini bırakmayan ve hatta homoseksüel yürüyüşlerine saldıran tipler homoseksüel çıkıyor.

Delikanlı geçinen tipler nedense oğlan veya oğlancı çıkıyor.

Muhafazakarlığıyla öne çıkan bir partide önemli görevler üslenmiş biri bir erkek çocukla basılıyor.

Memleketin soyadı Türk olan en tanınan kişisi, Türk değil.

Hatta Türk düşmanı bir terör örgütünün borazanlığını yapıyor.

Bazı dindar Müslümanlar, bir bakıyorsun din değiştiriyor.

Herkese FETÖ'cü diyenler Fetö'den tutuklanabiliyor.

Yıllardır Fetö'nün dizi dibinden ayrılmayanlar şimdi herkese Fetö'cü diyor.


Bu konuyla ilgili olarak en çok kafayı yiyecek gibi olduğum bir olayı hala hatırlıyorum.

Bir zamanlar çok sık karşılaştığım biri vardı.

Bu şahıs neredeyse her adımında etraftan duyulacak şekilde besmele çeker ve her konuşmasına Allah izin verirse, Allaha şükürler olsun, Allah büyüktür gibi cümlelerle giriş yapardı.

Ben de bu kişinin çok dindar biri olduğunu düşünerek yanında dikkatli konuşurdum.

Sonra bir gün tesadüfen bir yerde rastladım.

Oturmuş kafayı çekiyordu.

Şaşırdım ve hemen yanına oturdum.

Biraz sohbet ettikten sonra bana ateist olduğunu söyledi.

Neden çok dindarmış gibi görünmeye çalıştığını sordum.

Ticaretle uğraştığını ve ticaret yaptığı kişilerin çok dindar olduğunu söyledi.

Onlara dindar görünmek için uzun süre böyle davranmış.

''Şimdi de ağzım öyle alıştı ki istemsiz olarak her yerde öyle konuşuyorum.'' dedi.


''Peki...'' dedim.

''Kişiliğine ve inancına bu kadar ters davrandığına göre  ne kadar kazanıyorsun?''

Adam mal varlığını ve aylık kazancını söyledi.

Duyduklarım karşısında çok şaşırdım.

Ve gayri ihtiyari olarak ''Maşallah!'' dedim.

Adam gülümsedi.

''Allah razı olsun. Allah size de versin inşallah. Daha iyileri sizin olsun inşallah. Daha fazla kazanç size nasip olsun inşallah.'' diye cevap verdi.

Hemen kalktım.

Gidip başka bir masaya oturdum.

Bu nasıl iştir anlayabilmiş değilim.

Anlayan varsa, anlatırsa sevinirim.

(Not: Bu bahsettiğim olay yeni değildir. 1990'lı yıllarda yaşanmıştır.)

Saygılar sunarım.

M.Ç.
27.12.2017.

29 Ekim 2017 Pazar

Fetöcüler herkesi fişlemişler: Siz hangi kategoriye giriyorsunuz?


    Fetö davalarında verilen ifadelerden artık bazı şeyler çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Mesela, Fetöcüler Milli Ordu'ya hükümetle birlikte kumpas kurdukları dönemde, silahlı kuvvetler insanları fişliyor diye bas bas bağırıyor ve hükümet, basın, liboşlar, büyük-orta-küçük dönekler, PKK'lılar ve daha ne menem tip varsa onların arkasında koro halinde bunu bir nakarat gibi tekrarlıyordu ya, meğerse Fetöcüler herkesi fişliyorlarmış.
    Fişledikleri insanlar öncelikle devlet bürokrasisinde (askeri ve sivil) çalışanlarmış. Özellikle Silahlı Kuvvetler, Polis, Jandarma ve Adalet Bakanlığı'nda herkesi fişlemişler. Fakat bununla da yetinmiyorlarmış. İş adamlarını, dernekleri, tarikatları, siyasi parti mensuplarını ve neredeyse bütün türkiye'yi kategorilere göre sınıflandırarak fişliyorlarmış.
   Bu fişlemede insanları dört kategoriye ayırıyorlarmış. Bunlar:
   1. Hizmet edenler, yani çekirdekten yetişme Fetöcüler.
   2. Hizmete hizmet edenler, yani çekirdekten Fetöcü olmayıp ta sonradan cemaate katılanlar yada cemaata katılmasalar bile gerek şahsi ikbal, gerekse başka sebeplerle Fetöcülerle doğrudan işbirliği yapanlar.
   3. Hizmete karşı olanlar.
   4. Hizmete sessiz ve tepkisiz kalanlar.

Bu sınıflandırmaya göre Fetöcüler, devlet kademelerinde eğer bir mevki için kendi personeli varsa  tayin ve terfilerde öncelikle onu terfi ettiriyorlarmış.
Eğer böyle bir kişi yoksa (Mesela Orgeneralliğe yükselecek Korgeneraller arasında Fetöcü hiç kimse yoksa) o zaman Hizmete Hizmet edenlerden birini terfi ettiriyorlarmış.
Eğer terfi edecekler arasında hizmet edenlerden de hiç kimse yoksa, o zaman hizmete sessiz kalanları terfi ettiriyorlarmış.
Hizmete Karşı olanları ise; kumpaslar, imzasız mektuplar ve internet üzerinden karalamalarla  saf dışı etmeye çalışıyorlarmış.

Bu süreçte devlet kademelerinin hükümet eliyle Fetöcülere teslim edildiğini ve gücün onlarda olduğunu gören Süleymancılar, Kurdoğlu Grubu, Menzilciler ve İstanbul'daki bazı dini gruplar gibi birçok tarikat ve cemaat Fetö'ye yaklaşarak onlarla işbirliği içine girmiş.
Özellikle Jandarma'da, Fetö kadroları terfi edeceklerin tamamını doldurmaya yetmediği için Fetöcüler boşta kalan kadroları daha çok diğer tarikatlara veriyorlarmış.
Mesela; 4 albay terfi edecekse ve Fetö'nün terfi sırasında iki albayı varsa geriye kalan 2 general kadrosuna hizmete hizmet edenlerden öncelikle diğer tarikatlara mensup olanlar terfi ettiriliyormuş.

Fakat hükümet ve Fetö arasında kavga başlayınca hizmete hizmet edenlerden ve FETÖ haricinde bir tarikata mensup olanlardan bazıları Fetö'den koparak hükümete yanaşmışlar.
Ancak bunların tamamı Fetö ile irtibatlarını kesmemişler.
15 Temmuz akşamı bu gruplar ve kişiler saat 20.00 ila 23.00 arasında olayları yakından takip ederek darbe girişiminin başarılı olup olamayacağını anlamaya çalışmışlar.
Eğer darbe başarılı olursa darbecilerin yanına katılacaklarmış.
En çok merak ettikleri ise, AKP'ye oy vermeyen kesimlerin sokağa çıkıp darbeyi destekleyip desteklemeyecekleriymiş.
Saat 23.00'da artık halkın tamamının darbeye karşı veya en azından tarafsız olduğuna ve darbenin başarısız olacağına karar vermişler.
Bunun üzerine darbecilere hücum etmeye ve sanki darbe karşıtıymışlar gibi herkesten fazla bağırmaya başlamışlar.
Bu hesapları da tutmuş.
Ertesi gün darbeye kim en çok karşı çıktı diye bakılınca bunlar ön plana çıkmış ve hükümet o yıl kimin terfi ettirileceğine bu kişilerin verdikleri listeye göre karar vermiş.
Bu sebeple terfi edenlerin önemli bir kısmı hizmete hizmet edenlerden olan tarikatların mensuplarından seçilmiş.
Bu özellikle jandarmada en üst seviyedeymiş.

Fakat Bylock olayı ve itirafçıların ifadeleri ortaya çıktıkça bu durum fark edilmeye başlanmış.
Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı 13 generalle tek tek görüşerek, Fetö ile ilişkilerinin tespit edildiğini, bu sebeple sessiz sedasız istifa etmelerini, aksi takdirde mahkemeye verilerek tutuklanacaklarını söylemiş.
Bunun ardından darbeden sonra terfi eden 13 general istifa etmiş veya emekli edilmiş.

Bu konuyu öğrenince benim kafamdaki soru işaretlerinden biri de ortadan kalkmış oldu.
Çünkü daha önce çalıştığım bir yerde, Fetöcü olduğunu kesin olarak bildiğim bir kişi ile aşırı samimi olan ve rütbesi ondan yüksek olmasına rağmen sanki daha düşükmüş gibi davranan birisi darbe sonrasında terfi ettirilince çok şaşırmıştım.
O samimi olduğu Fetöcü ise darbecilikten içeri atılmıştı.
Sonradan öğrendim ki bu şahıs, hizmete hizmet eden kategorisinden biri ve tespit edilen 13 generalden biriymiş.

Bu konuda daha birçok şey öğrenme imkanım oldu ancak konuyu fazla dağıtmamak için başlıktaki sorunun cevabına geçelim.

Şimdi kimler devleti ele geçiriyor?

Fetöcülerin, yani hizmet edenlerin çoğunun (hepsinin olmadığını hayretle duyuyorum) hapse atıldığını veya açığa alındığını düşününce geriye diğer üç kategorideki kişiler kalmış.

Hizmete karşı olanların büyük bir kısmı kumpas süreçlerinde sistem dışına atıldığından bürokraside bu grup tamamen yok olmasa da oldukça zayıfmış.

Hizmete sessiz kalanlar ise çok fazla terfi edemeseler de bu kategorideki çok sayıda kişi hala görevine devam ediyormuş.

Hizmete hizmet edenlerden tarikat veya dini grup bağlantısı olmayanların çoğu daha önceden taraf değiştirmiş olsa da bazıları darbe süreci ve sonrasında sistem dışına çıkarılmış.

Bu sebeple şu anda bürokrasi, Fetöcüler hariç meydanın kendilerine kaldığını gören diğer tarikatların hakimiyetine geçmiş.

Duyduğum dedikodulara göre bu tarikatlar arasında bir ganimet kavgası bile başlamış.

Bu kavga özellikle iç işleri bakanlığında yoğunmuş.

Hatta bu kavgadan rahatsız olan ve kendisi de İstanbul'daki bir dini gruba bağlı olan iç işleri bakanı, yeni kadrolar açarak bu kavgayı bitirmeye çalışıyormuş. Böylece tarikatlar arasında bir anlaşmaya varılarak kadrolar paylaşılmış.

Fakat bu durumun farkında olan Cumhurbaşkanı bundan çok rahatsızmış.

Bu yıl orduda ve jandarmada yapılan terfilerde de bu konu sorun olmuş.

İç işleri bakanı bir kişiyi en etkili bir konuma getirebilmek için Cumhurbaşkanı ile defalarca görüşmüş ama o, terfi ettirilen kişinin fetö bağlantısı olduğunu bildiğinden her seferinde onu tersleyerek geri göndermiş.

Bu seneki terfilerde Genelkurmay Başkanı da çok titiz davranmış ve kumpas davalarında yargılandığı için Fetöcü olmadıkları kesin olanlar ile hakkında hiçbir olumsuz bilgi tespit edilmeyenler terfi ettirilmiş.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
29-10-2017.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

28 Ekim 2017 Cumartesi

Yehova Şahitleri 4: Fethullah Gülen Cemaati ve Yehova Şahitleri İlişkisi.



Yehova Şahitlerinin, isimlerini İşaya'nın (40/10) ayetinden  alan bir Hristiyan tarikatı olduğunu, bu tarikata mensup olanların; Yehova'nın güçlü bir tanrı ve İsa Mesih'in vadedilmiş Yeni Dünya'nın kralı olacağına ve şimdi Yehova'nın uyarılarına kulak verip ona boyun eğenlerin yer yüzünde kurulacak yeni bir dünyada ebedi olarak yaşayacaklarına inandıklarını daha önceki yazılarımızda açıklamıştık.
    1870 yılında kurulan bu tarikat inançlarını yaymak için kurulduğu ilk günden itibaren tüm mensuplarını bu inanışı yayan birer vaiz olarak yetiştirmektedir. Bu sebeple tüm tarikat mensupları yaşadıkları her yerde tarikatı yaymak için canla başla çalışmaktadır.
    Yehova Şahitleri, Amerika'da kurulmuş olmasına rağmen faaliyet alanı bütün dünyadır. Her milletten şahit kazanmaya ve bütün ülkelerde örgütlenmeye özellikle önem vermektedirler. Bu şekliyle tarikat uluslararası bir yapıdadır. Dünya çapında örgütlenmeleri, mevcut devletleri, milletleri ve dinleri sapkın yapılar olarak görmelerinden ve kurtuluşa sadece kendi tarikatlarının ulaşacağına inanmalarından kaynaklanmaktadır. Sanırım bu söylediklerimin Fethullahçılarda da aynı olduğunu son zamanlarda herkes görüp öğrenme fırsatı bulmuştur.
   Diğer önemli bir benzerlik te iki tarikatında, farklı dinlere mensup olmalarına rağmen aynı kaçınılmaz sonu öngörmeleridir. Yehova Şahitleri İsa'nın gökten inerek kutsal dünya krallığını kuracağını, ancak ondan önce şeytanın dünyaya gelerek insanları kötü yola sokacağını, İsa inince bu kötü yola girmiş insanlarla savaşarak onları yok edeceğini söylerken Fetocular şeytan yerine deccal, İsa yerine de mehdi kelimesini kullanmaktadırlar. Sözüm ona Deccal Atatürk veya zaman zaman duyduğum gibi Erdoğan iken Mehdi de Fethullah Gülen'dir.
   Yehova Şahitleri, tarikat içi organizasyon ve faaliyetler açısından da Fetoculara çok benzemektedir.  Örneğin aynı Fethullahçılar gibi onlar da toplantılara ve eğitime, özellikle de tarikat içi eğitime çok önem vermektedirler. Bu sebeple, her hafta düzenli olarak toplantılar yapılmakta ve bu toplantılarda mensuplarına hem kendi inançlarının eğitimi verilmekte ve hem de tarikatlarına taraftar kazanmak için diğer insanlarla nasıl bir iletişim kurmaları gerektiği hakkında bilgiler verilmektedir. Bu dersler esnasında ve derslerde öğrendiklerini yeni tarikat adaylarına anlatmak için yapılan görüşmeler esnasında vaizler veya vaiz grupları İncil yerine başta Kitab-ı Mukaddes olmak üzere kendi inançlarını anlatan kitap ve broşürler kullanmaktadır. İlginç bir şekilde Fetöcüler de, Kur'an-ı Kerim yerine daha çok  Feto'nun vaazlarını ve kitaplarını kullanmaktadırlar.
   İki tarikatın faaliyet göstermek için kullandığı yöntemler arasında da büyük benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin Yehova Şahitleri de Fetocular gibi basın ve yayına büyük önem vermektedirler. Kuruldukları tarihten kısa süre sonra bir dergi çıkarmaya başlamaları da bunu göstermektedir.  Yehova Şahitleri, propaganda çalışmaları ile paralel olarak her yıl dünyanın en büyük şehirlerinde tüm dünyadan gelen bazı delegelerinin katılımıyla eğitim ve değerlendirme toplantıları yapmaktadırlar. Bu ve benzeri faaliyetler FETOcular tarafından da yapılmaktadır. Londra'da görev yaptığım sırada bunların bir toplantı yapacağını haber alınca, ne konuştuklarını öğrenmek için bir kişiyi bunların arasına sokarak toplantılarına katılmasını sağlamıştım. Şaşırtıcı bir şekilde, toplantıya katılanların birkaçı Türk iken kalan kısmı İngiliz ve diğer milletlerdendi.
    Bu iki tarikat arasında burada, yazıyı daha fazla uzatmamak için açıklama gereği duymadığım daha onlarca benzerlik vardır. Yehova Şahitleri ile Fethullah Gülen Cemaati birbirine o kadar çok benzemektedir ki kendi tarikatlarına, tarikat mensuplarına ve yaptıkları faaliyetlere verdikleri isimler bile aynıdır. Örneğin Yehova Şahitleri kendi mensuplarına ''hizmetçi'' veya ''hizmet eri'', faaliyetlerine de '' hizmet''  demektedirler. İlginç bir şekilde Fethullah Gülen Cemaati de üyelerinin faaliyetine hizmet, cemaatlerine hizmet hareketi, üyelerine de hizmet eri demektedir.
Ayrıca Yehova Şahitlerinin örgütlenme şekli de Fetöcülerin örgütlenme şekline çok benzemektedir. Örneğin onlar da Fethullahçılar gibi tarikat üyelerinin bir listesini tutmazlar. Yani resmi olarak kayda geçirmezler. 
    Sakın yanlış anlamayın. Ben burada, düşene bir de ben vurayım mantığıyla Fetoculara bir kulp takma niyetinde değilim. Benim Fetöcülerle ilgili yorumlarım Fetöcülerin 15 Temmuz sonrasında kamuoyunda yerden yere vurulmaya başlanmasıyla ortaya çıkmış bir durum değildir. Herkes Feto'nun yanına yaklaşıp resim çektirmeye veya elini öpmek için Pensilvanya'ya gitmeye çalışırken de ben bunların ne mal olduklarını her yerde anlatıyordum. Çünkü benim bu cemaatle ilgili duygu ve düşüncelerim, çok daha önceleri, cemaatin yeni yeni örgütlenmeye çalıştığı dönemlere kadar gitmektedir. Burada bundan kısaca bahsetmek isterim.
    Ben 1980'li yıllarda, İzmir'de (Çamdibi Semtin'de) oturan bir yakınıma gidip bir hafta kadar kalmıştım. Meğer Fethullah Gülen, o hafta cuma günü  kaldığım eve 500-600 metre mesafedeki bir camide vaaz veriyormuş. Muş diyorum çünkü o zamanlar ne Fethullah Gülen'i tanıyor, nede ne yaptığını biliyordum. 
    Mahallede arkadaş olduğum bazı çocuklar Fethullah Gülen'in o camide vaaz verdiğini, cuma namazını kılmak için o camiye gideceklerini ve benim de onlarla gelmemi söylediler ama ben eve daha yakın olan, mahalledeki camiye gittim. Akşam üzeri sokakta buluştuğum o arkadaşlarım bana, Fethullah hocayı (onların Feto hakkında kullandığı ifade buydu) anlata anlata bitiremediler. ''Şöyle derin hoca, böyle derin hoca (Bazılarının böyle manyaklara derin hoca demesi ve bazılarının da birkaç mafya bozuntusu serseriye derin devlet demesi yüzünden bu derin kelimesinden nefret ederim.), şöyle güzel vaaz verdi, böyle güzel vaaz verdi, hepimizi hüngür hüngür ağlattı'' laflarından adamı çok merak ettim ama bir iki gün sonra köye gittiğimden görmek nasip olmadı (İyi ki de olmamış.). 
    Gerçi ben  dedemden, Manisa'da Fethullah isminde çok etkili vaaz veren bir vaiz olduğunu duymuştum ama daha çok genç olduğumdan o zamanlar vaiz takip etmek gibi bir merakım yoktu. Gerçi şimdi de yok ama neyse....   Müezzin olan amcam, daha o zamanlar (1979-80 yılları) adamın ne mal olduğunu anlamış olmalı ki ; aile içindeki sohbetlerde Fethullah ismi geçince çok kızar ve ''sapık o herif, aklı olan onu dinlemez'' derdi. Ama İzmir'de Fethullah Hoca'dan bahsedildiğinde, Manisa'da sözü edilen Fethullah'ın bu Fethullah olup olmadığını bilmiyordum. Fakat bu çocukların konuşmalarından, Manisa'da sözü edilen Fethullah Hoca gibi, Fethullah Gülen'in de İzmir'de önemli bir hayran ve takipçi kitlesi olduğunu anlamıştım.
   İlginç bir tesadüftür ki aynı günlerde, Yehova Şahitleriyle de ilk defa tanıştım. Mahalledeki bir radyo-televizyon tamircisine eli yüzü düzgün, giyimi çok iyi ve çok kibar konuşan üç genç (20'li yaşlarda) gelmiş, yeni tanıştığım bir arkadaşın babası olan tamirciye hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Kapının önünde otururken içerde bu gençlerin konuşmaları dikkatimi çekince içeri girdim ve onları dinlemeye başladım. Duyduklarım, daha da merakımı celbedince tamirci amcanın sen de nereden çıktın der gibi bakışları üzerimde olmasına rağmen çekinmedim ve  kendilerine birçok soru sordum. Bu üç gençten daha çok bir tanesi konuşuyor, bazen diğer ikisi onu destekler mahiyette söze giriyordu.  O zaman bana, (Hristiyanlıktan bahsetmeden)  insanların yoldan çıktığından, bundan kurtuluş yolunu aradıklarından (ve bulduklarından),kıyametten filan bahsettiler.
    Onlar gittikten sonra kaldığım evin hemen yanındaki cami imamını bulup ''bu herifler de kim hocam'' diye sordum. Çünkü üç genç Yehova Şahidi, dükkandan çıkarken yakında cami imamıyla görüşüp ona da tebliğ yapacaklarını, o zaman dükkana tekrar uğrayıp kitap ve broşür getireceklerini söylemişlerdi. Hoca bana, (İtiraf edeyim ki uzun süre o imam kadar okuyan, kültürlü, bilgili ve uyanık başka bir cami imamına rast gelmedim) bunların Hristiyanlık ve Yahudilik karışımı bir dini inancı olan ama kendilerini Hristiyan kabul edilen sapkın bir tarikat olduğunu söyledi.
    Ayrıca, bu tarikatın İzmir ve çevresinde çok faal olduğunu, tarikat üyelerinin hemen hemen her çevre ile temas kurup propaganda yaptıklarını, hatta kendisini bile Yehova Şahidi olmaya davet ettiklerini, ancak kendisinin onlara Kur'an, incil ve Kitab-ı Mukaddes'ten örnekler vererek (imam ilahiyat fakültesi mezunuydu ve çok bilgili biriydi) iddialarının saçma olduğunu açıkladığını, bunun üzerine o kişilerin; tarikata daha yeni girdiklerini, ancak daha bilgili bir arkadaşlarını getirerek onun tezlerine karşılık verebileceklerini söylediklerini ve o hafta sonunda buluşmak için randevulaştıklarını anlattı. Tabii bu arada, bu şahısların faaliyetleri hakkında polisi bilgilendirdiğini ama polisten pek fazla ilgi görmediğini de ilave etti.
    Şimdi, tüm bu yaşadıklarım çerçevesinde düşünerek olayları mantık süzgecinden geçirince, genç bir delikanlı olarak İzmir sokaklarında bana ve hatta caminin imamına kadar ulaşabilen böyle bir organizasyonun, o sırada kendi örgütünü yaymaya ve bunun için her çevre ile temas kurmaya çalışan Fethullah Gülen ile görüşmemiş olması çok düşük bir ihtimal gibi görünmektedir. Zaten Fethullah Gülen Cemaatinin, yani namı değer Fetöcülerin,  yukarıda da kısmen bahsettiğim faaliyet alanları ve örgütlenme biçimi dikkate alındığında, Yehova Şahitleri ve bazı başka Hristiyan ve Yahudi tarikatlarıyla çok fazla benzerlikleri olduğu görülmektedir. O zamanlar İzmir'de hem Yahudi, hem de Hristiyan birçok tarikat ve organizasyon faaliyet gösteriyordu. Bu konu detaylı bir şekilde araştırılacak olursa muhtemeldir ki Fetö'nün bu tarikatlarla ilişkisi ve ne kadar etkilendiği daha net bilgiler ortaya çıkacaktır.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
28.10.2017.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Yehova Şahitleri 3: Şahitlerin Çalışma Yöntemleri.


    Yehova Şahitlerinin, isimlerini İşaya'nın (40/10) ayetinden  alan bir Hristiyan tarikatı olduğunu, bu tarikata mensup olanların; Yehova'nın güçlü bir tanrı ve İsa Mesih'in vadedilmiş Yeni Dünya'nın kralı olacağına, onun şimdi taç giymiş olarak gökte bulunduğuna, yakında yapılacak Armagedon Savaşı'nda kötü insanları (yani Yehova Şahidi olmayan herkesi) yok edeceğine ve şimdi Yehova'nın uyarılarına kulak verip ona boyun eğenlerin yer yüzünde kurulacak yeni bir dünyada ebedi olarak yaşayacaklarına inandıklarını daha önceki yazılarımızda açıklamıştık.
    1870 yılında kurulan bu tarikat inançlarını yaymak için daha kurulduğu ilk günden itibaren tüm mensuplarının bu inanışı yayan bir vaiz olması gerektiğine karar verdiğinden, Yehova Şahidi olan herkes bu tarikatın öğretilerini yaymak ve tarikata taraftar kazanmakla görevli kabul edilmektedir. Uyguladıkları öğretim ve vaaz usulü ise oldukça iptidaidir. Çünkü Yehova'nın büyük şahidi İsa'nın uyguladığı yönteme sadık kalmak gerektiğine inanmaktadırlar. Bu sebeple tarikat inançlarını başlangıçtan itibaren ev ev, dükkan dükkan gezerek bire bir konuşmak ve vaaz vermek şeklinde yaymaya çalışmaktadır.
    Bu tarikatın, insanlarla bire bir temasa geçerek taraftar kazanmaya çalışmaya verdikleri önemi anlayabilmek için daha 1955 yılında dünyanın dört bir yanına 642 bin propagandacı vaiz gönderdiğini belirtmek sanırım yeterli olacaktır. Bu çalışmalar sonucunda, daha o zaman dünya üzerinde 158 ülkede 16.044 cemaat grubu oluşturmayı başarmışlardır.
    Bu cemaatler her hafta düzenli olarak toplanarak inançlarının daha iyi öğrenilmesi ve bu öğrenilenlerin diğer insanlara daha etkili bir şekilde anlatılarak taraftar sayılarının artırılması için eğitim yapmaktadırlar. Bu çaba sonucunda 1955 yılı verilerine göre yılda 85 milyon saat propaganda yapmışlardır. Bu propagandalarda en çok önem verdikleri yöntemlerden biri ev ziyaretleri yaparak tüm aile bireylerine aynı anda propaganda yapmaktır. Böylece, aile bireylerinden birini ikna edebilirlerse tüm aileyi zamanla etki altına alabileceklerini düşünmektedirler.
    Bu propagandalar esnasında vaizler veya vaiz grupları başta Kitab-ı Mukaddes olmak üzere kendi inançlarını anlatan kitap ve broşürler de dağıtmaktadırlar. Yine 1955 yılı verilerine göre bir yılda 30 milyon Kitab-ı Mukaddes ve 85 milyon tarikatı tanıtıcı kitap dağıtmışlardır.
    Tarikatın çıkardığı süreli dergiler de dünya çapında dağıtılmaktadır. Bunlardan The Watch Tower dergisi 41 dilde, Avade dergisi 14 dilde yayın yapmaktadır. Tarikatın kendi yayınlarına göre 1920 yılından 1982 yılına kadar dünya çapında 100 ayrı dilde yazılmış 643 milyondan fazla kitap dağıtmışlardır.
    Bu propaganda çalışmaları ile paralel olarak her yıl dünyanın en büyük şehirlerinde yıl içine dağıtılmış zamanlarda tüm dünyadan gelen bazı delegelerin katılımıyla eğitim ve değerlendirme toplantıları yapmaktadırlar. Dünyanın her yerindeki faaliyetlere katılacak yetri kadar delegeleri vardır. Örneğin Avrupa'da tarikatın toplam 643.682 delegesi olduğu tespit edilmiştir.
    Tarikatın merkezi Amerika'da olduğundan bu toplantılar Amerika'daki merkez tarafından planlanmakta ve takip edilmektedir. Bu toplantılarda sürekli vaaz edilen ana tema şudur: ''İsa, şeyler sisteminin hitamında bir vaaz faaliyetinin yapılması gerektiğini gösterdi, krallığın bu iyi haberi, bütün milletlere ve bütün yerleşim yerlerinde anlatılacaktır. Bütün yeryüzünde bir krallık şehadeti verilmesi için yaşayan şahitlerin bulunması gerekmektedir.Onlar tanrının ismine şahit olmalıdırlar. Bu onları, Yehova Şahidi yapar.''
    Tarikat 1870 yılında kurulduğunda Kitab-ı Mukaddes'i inceledikleri için onlara ''Kitap Tedkikçileri'' deniliyordu. Daha sonra bu tedkikleri hakkında yazılar yazmaya başlayınca onlar kendilerine Yehova'nın Şahitleri ismini verdiler. Bu tetkikleri yazmak için The Watch Tower isimli bir dergi çıkardılar. Derginin ilk sayısı 1879 yılının Temmuz ayında çıktı. Vaaz ve yayın faaliyetlerini yaymak için şahitler 1884 yılında da Watch Tower Bible and Tract Society isimli derneği kurdular. O zamanlar şahitler, Tanrının Semavi Krallığının 1914 yılında kurulacağına inanıyorlardı. Çünkü Kitab-ı Mukaddes incelemelerinde o yıl, milletlerin, yani Yehova'nın kavmi olmayanların dünya üzerindeki zamanının sona ereceğine karar vermişlerdi.
    Bu sebeple faaliyetlerine hız verdiler. Bu zaman gelmeden dünyanın her yerinden çok sayıda insanı şakird kaydetmek, vaftiz etmek ve inançlarını onlara öğretmek istiyorlardı. Çünkü ilan edilmeye ve dünya çapında yayılmaya layık tek bir şey olduğuna, bunun da Yehova'ya şahitlik olduğuna inanıyorlardı. Bu sebeple yukarıda açıklanan ev ev gezerek yapılan vaazların yanında dünyanın her büyük şehrindeki her büyük meydanda birer Yehova Şahidi'nin her zaman nöbette bulunmasına ve gelip geçenlerden uygun görünenlere tarikatın propagandasının yapılmasına karar verdiler ve bu usulün hala devam ettiği sanılmaktadır.
    Burada ilginç bir konuyu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yehova Şahitleri kendi mensuplarına ''hizmetçi'' veya ''hizmet eri'', tarikatı yayma faaliyetlerine de '' hizmet'' demektedirler. Bu gün 15 Temmuz darbesinden sonra artık FETÖ ismiyle bir terör örgütü olarak kabul edilen Fethullah Gülen Cemaatinin de üyelerinin faaliyetine hizmet, cemaate hizmet hareketi, üyelerine de hizmet eri demeleri Yehova Şahitleri ile ne kadar benzerlikleri bulunduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ayrıca Yehova Şahitleri de Fethullahçılar gibi tarikat üyelerinin bir listesini tutmazlar, yani resmi olarak kayda geçirmezler. Bunun yerine vaaz faaliyetlerinin planını yaparlar ve sözlü olarak görevlendirilen kişiler bu faaliyetleri yaparlar.
   Fethullah Gülen Cemaatının Yehova Şahitleri ile olan benzerliğini sadece bu ortak kelimelere değil, yaşadığım bazı olaylara da dayanarak söylüyorum. Ama bu yazı yeterince uzadığı için bunu da Yehova Şahitleri 4 başlıklı bir yazıda açıklayacağım.

   Şimdilik konuyu burada kesiyorum.

   Umarım faydalı olmuştur.

   Saygılar sunarım.

   Mehmet Çanlı.
   27.10.2017.

   Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.