Bir süredir Gültekin Avcı tarafından; İran ve onun
istihbarat teşkilatları hakkında değişik yazılar yayımlanmaktadır.
Hem İstihbarat konularına hem de İran ile ilgili konulara
dair kişisel bir ilgim olduğundan bu yazılar özellikle dikkatimi çekti. Çünkü,
çalışma hayatımın belirli dönemlerinde (bu teşkilatların elemanlarını görmesem
de) bunların faaliyetlerinden dolayı varlıklarını şahsen hissettiğim zamanlar
olmuştu.
Peki, nedir bu İran istihbaratı?
Ben bunlarla nerede karşılaştım?
Ne yazık ki biz (biz derken Türk halkını kastediyorum, belli
bir grup veya kurumu değil) bu istihbarat teşkilatı hakkında bilgileri genelde
ABD yetkililerinin kamuoyuna yaptığı açıklamalardan öğrenmek zorunda kalıyoruz.
Çünkü bu teşkilat bölgede istihbarat açısından en büyük iki
aktör olan CIA ve MOSSAD’ı bile tedirgin etmektedir. Bu sebeple hem bölge
ülkelerinin istihbarat teşkilatlarını uyarmak, hem de İran’a ‘’sizi takip
ediyoruz, faaliyetlerinizden de haberimiz var’’ mesajı vermek için zaman zaman (İsrail
doğrudan açıklama yapmıyor çünkü İran’a kendi aleyhinde kullanacağı bir koz
vermek istemiyor.) ABD’li yetkililer basına çeşitli demeçler vermektedirler.
Örneğin; 2012 yılı Aralık ayında, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) İran
İstihbarat Teşkilatı'nı Ortadoğu'nun en güçlü servisi olarak tanımlarken,
Pentagon kaynakları tarafından İran'ın aktif 30 bin istihbarat personeli olduğu
söyleniyordu.
Şimdi, gerek bu ve benzeri açık kaynaklardan öğrendiğimiz
genel bilgilerden, gerekse yukarıda adını zikrettiğim yazarın yazılarından, kısaca
İran istihbarat teşkilatı hakkında bilgi verelim.
İran çok eski bir tarihi ve kültürel mirasa, köklü bir
devlet geleneğine sahiptir. İşte bu mirasın gereği olarak İran, en eski
dönemlerinden beri istihbarata çok büyük önem vermiş, tarihten gelen bu geleneksel
yapılar gelişerek 1957 senesine kadar devam etmiştir. 1957 senesinde, Şah
Muhammed Rıza, Batılı istihbarat örgütlerinin (CIA-MOSSAD) desteğiyle SAVAK ismiyle
batılı anlamda modern bir istihbarat teşkilatı kurmuştur.
Şah bu teşkilatı, komşu ülkeler ve kendi ilgi sahasındaki
devletlerden istihbarat elde etmek için kullanmakla beraber, esas itibariyle;
başta yurt dışında okuyan öğrenciler olmak üzere yurt dışındaki İranlıları
takip etmek ayrıca içerde ve dışarda bulunan muhaliflerini etkisiz hale getirmek
için kullanmıştır.
SAVAK; bu faaliyetlerinden dolayı doğal olarak, tüm rejim
muhalifi örgütlerin nefretini üzerinde toplamayı başarmıştır. Bu sebeple, Şah'ı
devirerek iktidarı ele geçiren Humeyni, ilk iş olarak SAVAK'ı lağıv etmiştir.
SAVAK hakkında duyulan nefret ve endişe o kadar büyüktü ki; servisin ileri
gelenleri yargılanarak idam edilmiş, yüksek rütbeli SAVAK ajanları 1979-81
yılları arasında neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Şah’ın istihbarat teşkilatını ortadan kaldıran molla rejimi
bu sefer benzer amaçlarla yeni bir istihbarat teşkilatı olan SAVAMA’yı kurmuştur.
Bu teşkilat kurulurken eski teşkilatın alt seviye elemanlarının çoğu
kullanılmaya devam edilirken, bunların başına rejime bağlı yeni kişiler getirilmiştir.
Tabii İran’da tek istihbarat teşkilatı SAVAK ve onun yerine
kurulan SAVAMA değildi. Başta silahlı kuvvetler olmak üzere başka bazı
teşkilatlar da vardı. Bunlar da yeni rejim anlayışına göre yeniden yapılanmış,
ayrıca yeni rejimin kurduğu bazı askeri ve güvenlik gruplarının da istihbarat
teşkilatları oluşturulmuştur.
Bu tür yeni teşkilatların en önemlisi Devrim
Muhafızları’dır. Benzerleri Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde bulunan bu yeni
yapı, klasik silahlı kuvvetlerin yanında oluşturulmuş bir ordu gibi teşkil
edilmiştir. Bu teşkilatta rejime fanatiklik derecesinde bağlı personel istihdam edilmektedir. Rejimin ve uygulanan gayri
nizami harekâtların etkili gücü olarak faaliyet gösteren bu bir nevi ikinci
ordu, (birçok batılı askeri uzmanlar tarafından emir komuta birliğini bozan ve
düzenli savaşta İran’ın başarı olasılığını azaltan bir hassasiyet olarak
görülmekle birlikte) barış zamanında kendinden beklenen görevi başarıyla
yapmaktadır. Hatta bu ordu ulaştığı personel sayısı ve etki gücü ile düzenli
orduyu gölgede bırakır duruma gelmiştir.
Bu karmaşık ve çok başlı yapı istihbarat faaliyetlerinde
verimsizliğe ve kargaşaya sebep olmuş olacak ki; 1984'te Muhammed Reyşehri'nin
başkanlığında ülkedeki güvenlik ve istihbarat birimleri örgütlenerek Vezaret-i
Ettela'at Ve Amniyet-i Kisvar-VEVAK (İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı) altında
birleştirilmiştir.
Geniş bütçesi ve devasa örgütlenmesiyle VEVAK, İran
yönetimindeki en güçlü bakanlıklardan birisi haline gelmiştir. Bu bakanlık, Ali
Hamaney'in Velayet-i Fakih Örgütü'nün rehberliğinde faaliyet göstermektedir.
Asli personeli, ya İran elçilik ve konsolosluklarında
çalışan diplomatlar veya rehberlik ve propaganda temsilcileridir. Gayriresmi
personeli arasında ise Iran Hava Yolları personeli, İranlı öğrenciler,
işadamları, gazeteciler ve bazı muhalefet mensupları bulunmaktadır.
İran Cumhurbaşkanı ve dinî liderlik te "onay"
makamı olarak baş sorumluluğu yüklenmektedir.
VEVAK, bilgi toplamanın yanında radikal gruplar ve İslâmi
Hareket Örgütleri ile irtibat sağlamaktan da sorumludur. VEVAK güdümlü
faaliyetler, iki hedef ekseninde gerçekleşmektedir:
*Rejim muhaliflerini cezalandırmak.
*İslâm Devrimi'ni ihraç etmek.
Bugün İran bu faaliyetlerini özellikle tüm Kafkasya, Güney
Asya ve Orta Doğuda yoğun olarak icra etmektedir. Zira Şii jeopolitiğini ilgilendiren
her bölge operasyon hedefi olarak seçilmektedir.
Şu ana kadar açıklamaya çalıştığımız ve bir şemsiye olan VEVAK
bünyesindeki bulunan istihbarat kurumları şunlardır:
1- SAVAMA:
Dış istihbarattan sorumlu asıl servistir. Batılı ülkelere
(Türkiye'ye) yönelik faaliyetler, Hizbullah ve diğer şeriatçı örgütlerin
faaliyetlerini yönlendirir.
2- Devrim Muhafızları (PASDARAN):
120 binin üzerinde askeri personeli olan yapı, rejim
muhaliflerini takip etmekle görevli bir istihbarat ünitesine de sahiptir. Ayrıca
"Basij" adı verilen gönüllüler de PASDARAN'ın kontrolü altındadır. 900
000’den fazla elemanı olan yapı, Şii itikadına (jeopolitiğine) uymayan
kişilerin tespiti ve ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktadırlar. Dış
operasyonlar her halükarda SAVAMA ile ortak yürütülmektedir. Yine başında bir
general bulunan PASDARAN'a bağlı "Kudüs Kuvveti" de ülke dışı
harekâtlardan sorumludur.
3- Kurtuluş Hareketleri Dairesi:
PASDARAN'ın Körfez Taburu olarak kurulmuştur. Bu yapı; PKK,
ASALA, Japon Kızıl Ordusu ve Hizbullah gibi uluslararası terör örgütlerine uzun
yıllar boyunca askerî, malî ve lojistik destek vermiştir. Bu faaliyetlerine
açık veya gizli olarak halen devam etmektedir.
4- İran Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı (J-2)
Aslında, Şah döneminde ABD sistemine göre teşkilatlanan bu yapı
daha çok klasik askeri istihbarat ile meşgul olmaktadır.
Kısaca mevcut istihbarat teşkilatları ve bunların görev ve
sorumlulukları hakkında bilgi verdikten sonra, gelelim İran istihbaratının bugünkü
faaliyetlerine….
Önce Türkiye’den başlayalım. İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç
etme, ülkemizdeki şeriatçı olduklarını iddia eden terör örgütlerini destekleme
faaliyetlerini uzun süredir yürüttüğü çok fazla kişi tarafından yazılıp
çizilmiştir. Günümüze gelecek olursak İran’ın bu ve daha geniş istihbari
faaliyetlerini genişleterek artırdığı iddia edilmektedir. Mesela; kamuoyunda,
daha önce, bazı cemaatçi polisler tarafından konulduğu da iddia edilen,
başbakanımızın evinde bulunan böceğin, bazı çevreler tarafından, İran
istihbaratı tarafından konulduğunu iddia edilmektedir. Nitekim devlet
yetkililerinin de bu yönde düşündüğünü doğrular nitelikte bazı olaylar da
meydana gelmektedir. Bazı İran vatandaşı kişilerin ülkemizin İran’a sınır bazı
illerinde ajanlık iddiasıyla tutuklanıp sorgulandıktan sonra sınır dışı
edilmesi bunun işareti olarak görülebilir. Son dönemlerde gerek Suriye gerekse tüm
Ortadoğu’da meydana gelen gelişmeler dikkate alındığında bu iddia akla yatkın bir
ihtimal gibi görünmektedir.
Komşularımızdan başlayarak, son zamanlarda tüm dünyanın
dikkatini üzerinde toplayan tüm Ortadoğu ülkelerine bakınca da bu istihbarat
örgütlerinin faaliyetlerinin dışarıdan açıkça fark edilecek kadar arttığı
görülmektedir.
Mesela; PASDARAN’ın Suriye’de savaştığı, istihbarat ve Gayri
Nizami Harp (GNH) faaliyetlerinde bulunduğu basın organlarına kadar yansımış
bir İran faaliyetidir. İran’ın Lübnan’da, Hizbullah ile ilişkisi ise eskiden
beri bilinmektedir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus ta;
İran’ın Suudi Arabistan ve bazı körfez emirliklerindeki faaliyetleridir.
Anlaşılan o ki, ABD’nin artık Şii temelli örgütlerden gelen tehdidi ikinci
plana atıp Selefi ve Sünni kökenli örgütlerden gelen tehdidi birinci sıraya
yükseltmesiyle birlikte İran ile ABD arasında imzası bulunmayan bir barış ve işbirliği
havası ortaya çıkmıştır.
İran; ABD ve Batı’nın yaptıkları icraatlarla ortaya
çıkarmakta oldukları Şii hilali oluşumunu kendi menfaatlerine hizmet ettiği
için el altından desteklemektedir. Bu yüzden Arap Baharı’nı; Suudi Arabistan ve
bazı körfez ülkelerinde bir Şii Baharı’na dönüştürmeye çalışmaktadır. Doğal
olarak bu maksatla yukarıdaki yapılardan uygun olanları bazen gizlemeye bile
gerek duymadan kullanmaya çalışmaktadır.
Nitekim tehlikeyi fark eden ve ülkesindeki iç
karışıklıklardan İran’ın sorumlu olduğunu açıklayan Suudi yetkililer,
sınırlarına komşu emirlikler ve Yemen’deki olayları yakından takip etmekte ve gerektiğinde
kendi askeri güçlerini de kullanarak müdahalelerde bulunmaktadır.
Şimdi de İran’ın uzun süredir çok etkili bir şekilde
faaliyet gösterdiği bir başka bölgeye, Irak’a,
gelelim. İran; Irak’ta bulunan şeriatçı Şii yapıların tamamı ile yakın
işbirliği halindedir. Laik Şiiler daha Arap milliyetçisi olmakla birlikte
bunlarla da yakın ilişki kurma çabası içindedir.
İran; Irak kuzeyindeki Sünni Kürt şeriatçı örgütlerinin de
baş destekçisidir. Bu durumun farkında olan Barzani yönetimi İran’ı yakından
takip etmekte, İran’a karşı Türkiye’ye, Sünni Araplara ve tüm İran karşıtı
bölge ve bölge dışı devletlerle işbirliği imkanları bulmaya çalışmaktadır.
Talabani bölgesi İran’a yakın olduğundan, daha önce İran ile işbirliği
tecrübeleri bulunduğundan ve İran’ın acımasız operasyonlarından duydukları
korkudan dolayı Talabani yönetimi (KYB) her zaman İran ile yakın ve iyi
ilişkiler içinde bulunmaya çalışmıştır.
1997-1998 yılında; PKK ile ittifak halinde bulunan KYB;
KDP’ye saldırarak Erbil dâhil büyük bir bölgeyi ele geçirmiş, Barzani ile
hareket eden Türkiye zırhlı birliklerin de kullanıldığı çatışmalarda Talabani
ve PKK güçlerini dağıtmış, kaybedilen yerlerin tamamını tekrar ele geçirmiş ve
KDP’ye teslim etmiştir. Bu çatışmalarda İran askeri birlikleri (çoğunlukla
PASDARAN) de çatışmalara Talabani’nin yanında gayri resmi olarak fiilen
katılmıştır. Yani Irak’ın kuzeyinde resmi olarak olmasa da İran ve Türk
askerleri karşı cephelerde çarpışmış, İran tarafı bu çatışmadan yenik
çıkmıştır.
İşte benim İran’ın varlığını hissettiğim yer de Irak’ın
kuzeyi olmuştur. Orada görev yaptığım süre içerisinde gerek takip ettiğim
olaylar, gerek se temasta bulunduğum KDP yetkililerinin anlattıkları İran
istihbarat teşkilatlarının yaptıkları eylemler hakkında bilgi sahibi olmamı
sağlamıştır.
Yerel yetkililerin söylediğine göre; İran hiçbir olayın kendisi
ile bağlantılı olduğunu kabul etmemiştir. Ancak olayları gören ve biraz bilgisi
olan herkes bu olayların İran’ın işi olduğunu söylemekteydi. Bahsettiğim
olaylar neydi diye merak edenler olabilir. Söyleyeyim. Irak’ın kuzeyinde,
özellikle Süleymaniye ve ona yakın bölgelerde değişik zamanlarda, yol kenarına
atılmış cesetler bulunmaktaydı.
Peki, bu cesetlerin İran ile ne alakası neydi? Bu cesetlerin tamamına yakını İran’a muhalif
ve İran çıkarlarına engel olabilecek kişilere ait cesetler idi. İşin daha belirgin
tarafı; tüm cesetler aynı şekilde canice ve bazen de işkence ile sorgulandıktan
sonra öldürülmüş. Yol kenarına da, sanki birilerine mesaj iletilmek ister gibi,
görünecek şekilde konulmuş.
Bu durum daha çok Barzani taraftarlarında olmakla birlikte herkeste
İran’a karşı belirgin bir korku ve nefrete sebep olmuş. Benim konuştuğum ve bu
konuyu ben sormadan bana anlatan yerel yetkililer; ‘’Biz Türkiye ile PKK’ya
karşı yıllarca beraber savaştık. Hiçbir zaman Türk askerinin böyle bir vahşilik
yaptığını görmedik. Türk ordusunun belli bir hukuk ve insanlık anlayışı var. Ama
İranlılarda yok. Onlar ne acır, ne hukuk dinler, ne din bilirler ne de iman. Bu
işleri bu bölgede sadece İran yapar. İran, Saddam yönetiminden ve tüm Arap örgütlerinden
daha acımasız. Affetmez, acımaz ve tehdit olarak gördüğü herkesi ortadan
kaldırmaya çalışır. Buna rağmen hiçbir cinayeti de kabul etmez, reddeder. Onun
için biz en çok buraya İran’ın hâkim olmasından korkarız. Çünkü onların rejimine
İslam deseler de İranlılar en dinsiz
adamdan daha acımasızdırlar.’’
Nitekim bu iddiaları destekleyecek şekilde haberler bize de
geliyordu. İran karşıtı değişik gruplarla birlikte birçok PJAK elebaşının da
Irak’ın kuzeyinde İran istihbaratı tarafından, genellikle boğazları kesilerek
veya telle boğularak, öldürüldüğü haberlerini alıyorduk.
Uzun lafın kısası, yukarıda da kısaca anlatmaya çalıştığımız
gibi İran’ın güçlü bir istihbarat teşkilatlanması bulunmaktadır. Dahası İran bu
gücünü hiç kimseyi umursamadan çıkarları doğrultusunda en sert şekilde ve
sonuna kadar kullanmaktadır. Bu sebeple CIA ve MOSSAD gibi tüm dünyada önem
verilen teşkilatların bile ciddiyetle dikkate almak zorunda kaldığı bir unsur
haline gelmiştir. İran, istihbarat teşkilatlarını sadece bir haber alma
teşkilatı olarak değil, operasyonel bir yetenek olarak ta kullanmaktadır. Bu
sebeple de herkes üzerinde etkili olmaktadır.
Peki MİT ne yapmaktadır?
Benim; MİT’in ne yaptığını bilmem de, biliyor olsam dahi
bunu burada açıklamam da mümkün değildir.
Ancak şu kadarını söyleyeyim.
Mehmet Eymür’den sonra MİT Operasyonlar dairesi
kapatılmıştır. Yani; MİT’in kolları koparılmış, kocaman vücudu, kocaman
kulakları olan ama rakibine tek bir yumruk atamayan bir dövüşçü gibi komik bir
hale sokulmuştur.
Bu bilgilerden sonra şu soruları soruyorum:
Acaba MİT ne zaman tekrar operasyon yapma yeteneğine
kavuşturulacaktır?
MİT ne zaman sadece haber toplayan yapısından çıkıp artık
bölgesinde ciddiye alınan bir örgüt haline gelecektir?
Saygılar sunarım.