.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

20 Kasım 2017 Pazartesi

Ankara'da trafik sorununun sebepleri.



2007 yılında MSB Oran Lojmanlarında oturuyordum. O zaman Panora Alışveriş Merkezi yapılmış ve Park Oran konutlarının inşaatı hala devam ediyordu. Henüz Park Oran konutlarında hiç kimse yaşamamasına rağmen, Panora Alışveriş Merkezi'ne gelip giden araçlar sebebiyle, zaten oldukça işlek olan Mevlana Bulvarı'nda, günün bazı saatlerinde çok yoğun bir trafik oluyordu. Mesaiye beraber gidip geldiğim kişilerle zaman zaman, Park Oran evleri de kullanılmaya başladığı zaman trafiğin çok daha sıkıntılı olacağını ve şimdiden tedbir alınması gerektiğini konuşuyorduk.

Aradan yıllar geçti. Park Oran evlerinde uzun süredir insanlar yaşıyor. Ayrıca bölgeye büyük bir nüfusun yerleşmesine sebep olan daha birçok inşaat yapıldı ve bu binalara da insanlar taşındı. Örneğin devasa büyüklükteki One Tower binası yapıldı. Öte yandan lojmanların arka tarafına binlerce konutluk Simpaş Altınoran evleri yapıldı ve bu evlere de insanlar taşındı. Fakat nedense Ankara Belediyesi gözünün önünde ortaya çıkan bu gelişmeleri ve yaratacağı kesin olan sorunları öküzün trene baktığı gibi seyretmekten başka bir şey yapmadı. 

Doğal olarak Mevlana Bulvarı'nda trafik sorunu, özellikle de sabah ve akşam saatlerinde, dayanılmaz bir hale geldi. En nihayet yetkililer bu sorunun farkına vardılar ve bir çözüm ürettiler. Ama bu çözüm de kaş yaparken göz çıkarmak misali bir çözüm oldu. Bulvar boyunca ODTÜ Ormanı  kenarında, bölgede yaşayan insanların, beton blokların boğucu havasından kısa süre için de olsa kurtulabildiği ve spor yapma imkanı bulduğu yürüyüş parkurunu ortadan kaldırarak bu alanı yola dahil ettiler. 

Bu hamle yoldaki trafiği çok rahatlatmadı ama insanlar sabahları ve akşam üzerleri spor yapabilecekleri bölgedeki tek alanı kaybettiler. Üstelik bu ilacın bu yaraya merhem olmayacağı da ortada. Çünkü bölgede yeni yeni gökdelenler yükseliyor. Kuzu Grubun yaptığı gökdelen muhtemelen seneye kullanılmaya başlanır ve yüzlerce aile buraya taşınır. Üstelik bu gökdelenin altı alışveriş merkezi olarak yapıldığından bölgeye gelecek araç sayısı binaya taşınacak aile sayısından kat be kat fazla olacaktır. 
Öte yandan Ankara'nın orta yerinde bir ucube halinde yaşamaya devam eden ve adeta gökdelenlerin altında ezilecekmiş gibi duran Dikmen Köyü'nün hemen yanına da devasa bir bina kompleksi inşaatı  devam etmektedir. Yanına gidip saymadım ama bu bina kompleksinde de en az bin daire olduğunu tahmin ediyorum. Bu bina kompleksi de kullanılmaya başlandığı zaman bölgedeki trafiğin nasıl olacağını hayal bile edemiyorum. Ama bu binaların inşaatı son hız devam etmesine rağmen yaklaşan bu büyük soruna çare olacak herhangi bir girişime şimdiye kadar rastlamadım. Trafiğin nerede tıkandığını merak edip buna çare bulmak için bir çalışma yapan olduğunu da duymadım. 

Gerçi yapılacak çok fazla bir şey de yok gibi görünüyor. Trafik genel olarak ışıkların bulunduğu bölgelerde tıkanıyor. Yol üzerinde bir birine oldukça yakın mesafede birçok ışık olduğu için de Tapu Kadostro Yüksek Okulu kavşağından Konya yoluna kadar olan bölgede yol her zaman tıkanıyor. Bu ışıkların bulunduğu yerlere alt geçit, yani dal-çık yapılırsa belki biraz faydası olabilir. 
Bir diğer çözüm de One Tower'in arkasındaki yolu İlker'e geniş bir yol ve köprü ile bağlayarak trafiğin bir kısmını bu bölgeye yönlendirmek olabilir. Ayrıca, üzerinde Antenlerin olduğu tepedeki yollar ve Oran otobüslerinin son durağından Dikmen Caddesi'nin sonuna çıkan ara yolu genişletmek ve geliştirmek te faydalı olabilir. Ancak bölgede bulunan her boş alana arsa gözüyle bakıp üstelik bir de buralara gökdelen yapılmaya devam edilirse bu işin sonunu getirmek ve trafik dahil ortaya çıkacak yeni sorunlara çare bulmak mümkün olmaz.

Daha da önemlisi; bu plansızlık, bu ilkel zihniyet ve bu düşüncesizlik devam ettiği sürece iş işten geçtikten sonra sorunlara bulmaya çalışılan çareden de hiçbir hayır gelmez. 


Londra'da Türk Büyükelçiliği'nin karşısında büyük Londra yangınından sonra bu günkü Londra'nın nasıl inşaa edileceğini o zamanlar planlayan ve uygulamaya koyan mimarın bir heykeli var. Adamın, herhalde  bu kadar geniş yollara ve büyük parklara ne gerek var diyen rantçılara veya sığ görüşlü adamlara o zamanlar söylediği bir sözünü heykelin alt tarafına yazmışlar. Adam diyor ki, ''eğer bir şey planlıyorsak, onu en az bin sene yaşayacakmış gibi'' planlamak lazım. 

Allah Ankara'ya da bir gün bu zihniyette bir belediye başkanı nasip eder inşallah. 
Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı
20.11.2017.

19 Kasım 2017 Pazar

Ankara Büyükşehir Belediyesi Kimi veya Kimleri Koruyor?



Geçen akşam, Oran'da yürüyordum. Kaldırımın kenarında Ankara Büyükşehir Belediyesi logolu bu beton bariyerleri görünce, içeride ne var diye merak ettim ve iç tarafa baktım. İçeride gayet lüks villalar vardı.

Bu bölgenin tamamı mı böyle korunuyor diye karşı tarafta FETÖ'cü darbecilerin baskın yaptığı TRT binasına baktım ama onun önünde böyle bariyerler yoktu.

TRT'nin hemen yanında askeri lojmanlar var. Ankara'da terör örgütleri tarafından askeri personele yönelik bir çok bombalı araç saldırısı yapıldığı da malum ama lojmanların önünde de böyle bariyerler yok.

Herhalde bu villalarda çok daha önemli ve çok daha fazla saldırı tehdidi altında olan bir devlet görevlisi oturuyor diye düşündüm. İlk aklıma gelen ise; FETÖ, DEAŞ ve PKK gibi terör örgütlerinin davalarına bakan bir savcı veya hakimin burada oturduğu oldu.

Fakat sağ tarafta paylaştığım resmi çekerken benim bu bariyerlerle ilgilendiğimi gören biri yanıma geldi ve ''Çok sağlam yapılmışlar. Tank gelse geçemez.'' deyince herhalde bu adam bu bariyerin ne maksatla konulduğunu biliyor diye düşünerek kendisine sordum.

Adamın söylediğine göre burada İ. Melih Gökçek'in oğlu oturuyormuş ve bu oğul para meselelerinden kaynaklanabilecek saldırılardan korkuyormuş. Zaten bir defasında yoldan çıkan bir araba demir çiti kırarak onun evinin duvarına kadar gelmiş. Bunun üzerine babası evin karşılaşabileceği araçlı bir saldırıya karşı oğlunu korumak için bu bariyerleri koydurmuş.

Adam doğru mu söylüyor, yoksa bunlar dedikodudan mı ibaret bilmiyorum. Ama ne olursa olsun burada tuhaf olan bir şey var. İhtiyacı olan yerlerde bile böyle bariyerler yokken Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin buraya bariyer koyması kabul edilemez bir durum.

İster adamın dediği gibi İ. Melih'in oğlunu korumak için olsun, isterse bir başkasını korumak için olsun bu durum hiç normal değil.

Bir defa belediye ne zamandan beri kişisel güvenlikten sorumlu bir kurum oldu?

Belediye neden başka yerlere ve başka kişilerin evlerinin etrafına bariyer koymuyor da bu evlerin etrafına koyuyor?

Üstelik bu evlerde yaşayanlar oldukça zengin insanlar.

Sıradan apartman dairelerinin fiyatının bile çok yüksek olduğu bir semtte villada oturuyorlar.

Eğer güvenlik sorunları varsa kendileri evlerin çevresine duvar ördürebilirler.

Sonra ülkede polis var, mahkeme var.

Eğer bir tehdit varsa, bunun için emniyete veya savcılığa başvururlar.

Böyle bariyerler koyacak kadar ciddi bir tehdit varsa muhtemelen güvenlik güçleri tarafından koruma sağlanır.

Ama belediyenin kendi kafasına göre koruma işine girmesi, neresinden bakılırsa bakılsın saçma sapan bir olay.

Biz belediyeye tıkır tıkır vergi ödeyelim.

Belediye, İ. Melih oy alamıyor diye bizim semtimize çivi çakmasın.

Ama gitsin kendi görevi olmayan bir şey için bizim vergilerimizi çarçur etsin.

Böyle saçmalık olmaz.

Saygılar Sunarım.

Mehmet Çanlı
19.11.2017.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Ankara'nın Kaldırımları.





 Ankara'da yaşayan hemen herkes bir yıldır İ. Melih'in belediye başkanı olduğu Ankara Büyükşehir Belediyesinin büyük bir hizmet hamlesiyle her yerde kaldırımları yenilediğini görmüştür.

Bu kaldırım inşaatı nihayet bizim sokağa kadar geldi. Kaldırımı döşeyen işçiler ve iş makineleri her sıradan Türk vatandaşı gibi benim de ilgimi çekti ve ne yaptıklarını daha yakından görmek için yanlarına gidip biraz seyrettim.
İ. Melih'i hiç sevmedim ve hala sevmem ama bu kaldırım olayında hakkını vermek lazım. Bir defa her yerde görme engelli vatandaşlarımız da düşünülerek onların yürüyebileceği sarı tırtıklı taşlar döşenmiş.

Öte yandan döşenen diğer taşlar o kadar büyük ve kalın ki çok uzun bir süre
kırılmadan dayanacakları kesin gibi görünüyor. Ayrıca iki tonlu dama deseni de güzel bir görüntü oluşturuyor. Tek çekincem, taşların yüzeylerinin tırtıklı olmaması. Muhtemelen Ankara'nın kışında buz tutan kaldırımlarda, özellikle de yokuş yerlerde, birçok insan kayıp düşecek ve bir yerlerini incitecektir. Keşke bunu da düşünselerdi de taş yüzeyini ona göre yapsalardı.

Ama neyse.

Bu kadarı bile güzel.

Kaldırım inşaatı için her şeye rağmen olabildiğince iyi düşünülmüş ve iyi planlanmış bir proje diyebiliriz.

Ama memleketimizdeki her iyi düşünülmüş proje gibi bu projenin de uygulama aşaması tam bir rezalet.

Neden mi rezalet?

Anlatayım.


Öncelikle kaldırım döşeyen ekip yoldaki asfaltı doğru dürüst ölçmeden kesiyor ve kaldırım döşendikten sonra sağ taraftaki resimlerde de görüldüğü gibi asfaltın kenarı yarıklarla ve çukurlarla dolu bir şekilde bırakılıyor.

Evet bırakılıyor diyorum çünkü bu resimler bitmiş bir kaldırım inşaatından çekilmiş resimler.

Kaldırımı döşeyenler bu çukurları çimento veya asfaltla kapatmıyor. Belediye de bu çukurları tamir etmiyor. Bu çukurlar oldukça keskin kenarlara sahip olduğu için arabaların lastiğin yarılmasına ve kazalara sebep olabilir. Öte yandan çukurlar tam bir ayak (benim ayağıma göre ölçtüm) genişliğinde ve aceleyle yürüyen biri ayağı sıkıştırarak düşüp yaralanabilir.<


 Kaldırım inşaatı ile ilgili tek sorun bu değil. Kaldırım da itinasız ve düşüncesiz bir şekilde yarım yamalak döşeniyor. Mesela sağ taraftaki resimde görünen Türk Telekom Kablo hattının demir kapağı, görme engelliler için döşenen sarı çizgiyi kesecek şekilde bırakılmış. Ayrıca bu resimdeki demir çit boyunca bordür taşı döşenmesine rağmen çitin devrildiği bu bölgeye bordür konulmamış.





Yine sağdaki resimde görüldüğü gibi görme engelliler için döşenen sarı taşların tam ortasına bir demir kapat denk getirilmiş.
 Ama esas rezalet sağdaki demir kapakta görülüyor. Üzerine basan ağır bir kişiyi kaldıramayacak kadar zayıf olan bu demir kapak, tam görme engelliler için döşenen sarı çizginin ortasına hizalanmış. Sanki görme engelli vatandaşlarımız düşüp yaralansınlar diye tuzak kurmuşlar. Ayrıca bu kapağın bir tarafı yer seviyesinden dört parmak kadar yüksek. Bu sebeple sadece görme engelliler için değil aceleyle bir yere yetişmeye çalışan diğer insanların da ayağının takılıp düşebileceği şekilde ayarlanmış gibi.



Ben iki yıl kadar lojistik şube müdürlüğü yaptım. Dolayısıyla inşaat vb. ihalelerinin nasıl yapıldığını biraz biliyorum. Bütün ihalelerde yapılacak işin niteliğini belirten bir şartname vardır. Teklifler bu şartnameye göre verilir ve ihaleyi kazanan firma da işi bu şartnameye göre yapar. İhale tamamlanınca, yapılan inşaat bir heyet tarafından bu şartnameye göre kontrol edilir ve varsa eksikler tamamlanması için ilgili firmaya  bildirilir. Firma bu eksikleri tamamlamadan parasını alamaz.

Acaba belediyelerde bu iş farklı mı oluyor?

Farklı olmuyorsa neden böyle oluyor?

Denetleme ekibi mi gönderilmiyor, yoksa gönderilen ekip mi yapılan işi doğru dürüst denetlemiyor?

Ve en önemli soru da şu:

Bu işi yapan firma bu kadar kalitesiz ve özensiz bir iş yaptığı halde nasıl parasını alabiliyor?


Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı

15.11.2017.


Ankara'nın Dikmen'i 2: İlker ve Oran Bölgesindeki Söylentiler.




Bu gün Keklik Pınarı bölgesinden üzerinde antenler bulunan tepeye tırmanırken gördüklerimi ''Ankara'nın Dikmen'i 1; Çal Dağı'nda Gördüklerim.'' başlıklı yazımda anlatmıştım. O yazıda bahsettiğim sefalet ve kötü görüntülerin aksine tepenin Oran'a bakan kesimine geçtiğimde büyüleyici bir manzarayla karşılaştım. Mogan Gölü tüm güzelliğiyle karşımda belirince durup manzaranın resmini çektim.


 Sonra biraz sola bakınca artık Oran semtine hakim olan gökdelenleri gördüm. 200 metre arkamdaki manzara ile tamamen farklı bu görüntü karşısında memleketin ne kadar çelişkilerle ve çarpıklıklarla dolu olduğunu bir defa daha anladım. Karşımdaki gökdelenlerde 7-8 milyon liraya kadar yükselebilen fiyatlara satılan lüks dairelerin yanında hemen arkamdaki 7 yüz/ 8 yüz lira etmeyecek gecekonduların olduğunu bilmek insanı karmaşık duygular içine sokuyor.

Ama ülkenin durumu bu. Benzer bir durum, 2001-2003 yıllarında Akademide okurken, İstanbul'da 4. Levent'te de vardı. Yolun bir tarafında milyonlarla ifade edilen fiyatlara satılan daireler, öbür tarafında ise yıkık dökük binalar bulunuyordu.




 
  Bu manzarayı seyrederek ilerlerken karşıma bir güvercin sürüsü çıktı. Ankara'da boş arazi kalmadığından, henüz üzerine bir bina dikilmemiş bu tepeye yuvalanmışlar anlaşılan.

 Yürümeye devam edince Oran ve İlker otobüslerinin son durağı olan bu meydana geldim. Meydanda durup etrafıma bakınca gördüğüm bu nefes kesici manzaranın resmini çekmekten kendimi alamadım. Burada otobüs beklemek çok keyifli olmalı.



 Otobüs durağından sonra 9. Cadde'ye döndüm. Karşıma bu köpekler çıktı. Kangal'a benzeyen boz köpek pek dostça bakmadığı için biraz çekindim ama yürümeye devam edince hayvan sanki beni kaale almıyormuş gibi başka yöne doğru bakmaya başladı. Siyah olan ise gözlerini gözlerime dikip sürekli olarak beni takip etti. Aklıma OMEN filmindeki siyah köpek geldi ve irkildim. Yine de yürümeye devam ettim.




 Karşılaştığım yaşlı bir amcaya selam verip biraz sohbet ettim. Bana Bülent Arınç'ın İ. Melih Gökçek'e neden ''Ankara'yı parsel parsel sattınız.'' dediğini anlattı. Hem de göstererek. Çünkü Koza veya İpek ismiyle açılacak olan bir üniversitenin arazisini İ.Melih'in onayı ile Ankara Belediyesi FETÖ'nün ünlü zenginine hibe etmiş. Hibe edilen ve darbe sonrası inşaatı yarım kalan üniversite binası aşağıdaki resimde açık mavi binaların önündeki beyaz binalarmış. Etrafındaki gökdelenler ve daire fiyatları göz önüne alındığında bu arsanın değeri milyonlarca lira edermiş.

Diğer yüksek bina ise yeni yapılan ama inşaatı duran lüks bir yapıymış. Yaşlı amcadan duyduğum dedikoduya göre İ.Melih bu binaya da ortakmış. Ancak bina inşaatında sorunlar çıkınca ortaklıktan ayrılmış. Bunları anlatırken birden bire susan ve bana biraz şüpheyle bakmaya başlayan amcayı cesaretlendirmek için ''Başka dedikodular da var mı?'' diye sorunca amca bana kızdı. ''Ne dedikodusu kardeşim? Biz bir şey biliyoruz ki, konuşuyoruz.'' diyerek beni tersledi.


  Zaten oldukça yaşlı olduğu için zar zor konuşan amcayı daha fazla kızdırmamak için gönlünü alıcı birkaç cümle kurmak zorunda kaldım. Ondan sonra amca tekrar anlatmaya başladı. ''Biliyor musun? Ankara'nın içinde bir köy var ve hala köy haliyle yaşamaya devam ediyor.'' dedi. Sonra da aşağıdaki resimde, gökdelen inşaatı ve apartmanların ön tarafındaki tek katlı eski binaları gösterdi. Bu köyün adı Dikmen Köyü'ymüş.

Hemen yanındaki gökdelenlere rağmen bu köy neden yıkılıp yerine apartmanlar yapılmamış diye sordum. ''İ.Melih avanta alamadığı için bu köyü orada bıraktı. Zaten köy arazisi değer kazanmasın diye yıllardır Dikmen Vadisi projesini de yapmıyor.'' dedi.

Amca daha birçok şey söyledi ama doğruluğundan emin olmadığım ve başımı belaya sokabileceğini düşündüğüm için bunları yazmıyorum.


 Amcayla bir süre konuştuktan sonra geri döndüm ve Panora'ya doğru yürüdüm. Panora bölgesi, yeni yapılan bir gökdelen ve altındaki alışveriş merkezi ile birlikte tamamen ayrı bir dünya gibiydi. Buradaki insan profili de oldukça farklı görünüyordu. İnsanların arabaları, kıyafetleri, saçları, başları yani tüm görünümleri ile farklı bir yerdi.

One Tower'e kadar yürüdüm ve ünlü bir kafe zincirine girip bir kahve aldım. Oldukça uzun yürümüş ve yorulmuştum. Bir süre oturup bu gün yaşadığım şeyleri ve gördüğüm yerleri düşündüm.

Meğer şu daracık alanda bile birbirinden farklı kaç tane dünya varmış!

Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı

14.11.2017.








14 Kasım 2017 Salı

Ankara'nın Dikmen'i 1.; Çal Dağı'nda gördüklerim.



Pazar günü dişimin dolgusu düştü. Daha önce gittiğim hastahaneden randevu almak için telefonla randevu servisine ulaşmaya çalıştım ama nedendir bilmem ulaşamadım. Bunun üzerine 182'yi aradım ve Keklik Pınarı bölgesindeki diş polikliniğinden randevu aldım.

Bu gün öğlen üzeri randevu saatinde polikliniğe gittim. Film çektirip muayene olduktan sonra diş hekimi dolgu yapmak için yarın gelmemi söyledi ve bir randevu oluşturdu.

Poliklinikten çıkınca kapının önünde sigara içerken etrafı inceledim. Poliklinik Ankara'da yaşayan hemen herkesin gördüğü, üzerinde çok sayıda anten olan tepenin Dikmen Caddesi tarafındaki sırtlardaydı. Bu sırtlar ve yukarıda üzerinde çok sayıda anten bulunan tepe haritada Çal Dağı olarak geçiyor.

Daha önce hiç bu antenler bölgesini gezmemiştim. Polikliniğin önünden geçen yolun bu tepeye doğru gittiğini görünce, biraz dik te olsa, yürüyerek tepeye çıkmaya karar verdim.
Polikliniğin önünden sağa dönüp yürümeye başladım. Ankara Belediyesi yol kenarına kaldırım döşüyordu. Araçların arasından geçip yukarıya doğru tırmanmaya devam ettim.

Şaşırtıcı bir şekilde, tepeye doğru giden yolun iki tarafında 5 katlı apartmanlar vardı ve yenileri de yapılıyordu. Yolun dikliğine bakıp burada oturanların kışın arabayla aşağıya inmelerinin çok zor olduğunu düşündüm. Çünkü bu bölge Ankara'da kışın en fazla kar yağan bölge ve zemin hemen hemen her zaman buz tutuyor. Geçen kış bir defa arabamla bu bölgeye yakın bir yerden inmeye kalkmıştım. Yokuştan inene kadar bildiğim bütün duaları okumak zorunda kaldım çünkü araba aşağıya kayarak indi.

Aslında bu bölge park ve eğlence alanı yapılsa, ev yapılmaya izin verilmese, Ankara'lılar için güzel bir eğlence yeri olurdu diye düşünürken tepeye yaklaşmışım. Gördüğüm manzara oldukça üzücüydü.
İçinde oturulması mümkün olmayan ve adeta harabeye dönmüş gecekonduların bacalarından siyah dumanlar çıkıyordu. Muhtemelen lastik ve naylon yakıldığından duman sokağı kaplamış ve nefes alınmıyordu.




İnsanlar sadece böyle kötü evlerde yaşamıyor, ayrıca çok sağlıksız bir çevrede de yaşıyorlardı. Sağlıksız derken hemen yanlarındaki antenlerin yaydığı radyasyondan bahsetmiyorum. Evlerin etrafı çöp ve pislik içindeydi. Sanırım temizlik olsun diye, burada yaşayanlar tarafından çöplerin bir kısmı yakılmış ama bu daha da kötü bir görüntüye sebep olmuş.

Her şey kötüydü ama ne yalan söyleyeyim yol asfalttı ve ilginç bir şekilde bu daracık yoldaki trafik te oldukça yoğundu. Geçen arabaların bir kısmı kokoreççi minibüsü ve hurda toplamak için kullanılan eski ve bakımsız arabalardı. Fakat çok sayıda lüks araba da yolu kullanıyordu. Muhtemelen İlker tarafında veya Oran'da yapılan inşaatların müteahhitleridir diye düşündüm ama emin değilim. Belki de Dikmen'e kestirme bir geçiş olduğu için bazı insanlar bu yolu kullanmayı tercih ediyorlardır.
Neyse....

Yukarıda, sağ alttaki resimde görünen yoldan yürümeye devam ettim.

Biraz sonra hurda kağıtlarla dolu çuvalların yol kenarına dizili olduğunu gördüm. 100-150 metre ileride de her tarafları kir içinde, kapkara olmuş küçük çocuklar hurda kağıtları istifliyorlardı. Çocuklara doğru yaklaşınca, fotoğraf çektiğimi gören 7-8 yaşlarında iki çocuk bana doğru yaklaştı ve korku dolu gözlerle: ''Amca, evlerimizi yıkmaya mı geldin? Evlerimizi ne zaman yıkacaksınız?'' diye sorular sormaya başladı. Herhalde evde anne-babaları evlerin yıkılacağından bahsetmiş olacak ki çocuklar beni evlerini yıkmak için tespit çalışması yapan bir memur zannettiler. Ben ''Hayır. Sadece buradan geçiyorum. Bu yol nereye çıkıyor?'' diye sorunca rahatladılar ve otobüs durağına çıktığını söylediler.





Yürümeye devam edince şaşkınlıktan kendimi alamadım. Çünkü 1984 yılında ilk defa geldiğim ve hala yaşadığım Ankara'da şimdiye kadar böyle güzel manzarası olan bir yer görmemiştim. Ama aynı zamanda bu kadar pis ve sefalet kokan bir yer de görmedim.

Her yer çöp ve pislik içindeydi. Sanırım gecekondularda yaşayanlar çöplerden hurda mukavva ve metal toplayarak geçindiklerinden ortalık çöp artıklarıyla doluydu. Herhalde para eden şeyleri satıp para etmeyenleri yol kenarına atmışlar.

Ama kısa süre sonra yol kenarındaki çöplerin sadece gecekonducuların marifeti olmadığını anladım. Çünkü yol kenarında birçok hafriyat malzemesi vardı. Evinizde yaptırdığınız tadilatlardan artan malzemenin nereye gittiğini merak ediyorsanız buraya gelip bakmanız yeterli olacaktır.

Elbette bu sizin veya benim suçum değil. Bu işlere belediye bakıyor Ama Ankara'da uzun süredir bir belediye başkanı olmadığından durum bu hale gelmiş. İ.Melih, şehri gezip sorunları ile ilgileneceğine televizyon kurup her gece ekrana çıkmak veya twitterden millete laf yetiştirmekle meşgul olduğundan buraları görmemiş herhalde.






 
 


 

 



 

 

 

Umarım yeni belediye başkanı bu tepeye gelir, durumu görür, tepenin ne kadar güzel bir manzarası olduğunu fark eder ve buraya biraz çeki düzen verir.

Saygılar sunarım.

Yazının devamını Ankara'nın Dikmen'i 2: İlker ve Oran Bölgesindeki Söylentiler başlıklı yazımızdan okuyabilirsiniz.
Mehmet Çanlı
14.11.2017.


13 Kasım 2017 Pazartesi

İYİ Parti'nin Genel Merkez Açılışı.




İYİ Parti'nin Genel Merkez binasının açılış töreni, miting havasında gerçekleştirildi. Görünen o ki, İYİ Parti Türkiye’ye iyi gelmiş. Bunu daha partinin kurulduğu ilk günden itibaren görmeye başladık. Bir tanıdığımın söylediği gibi, Türkiye’de son yıllarda ciddi bir muhalefet eksikliği vardı ve İYİ Parti ilk defa AKP’nin karşısına çıkan gerçek bir muhalefet partisi gibi görünüyor. Bu da, onun muhalefet partisi olarak değil de iktidara aday bir parti olarak ortaya çıkmasından kaynaklanıyor.
AKP iktidarı boyunca, daima muhalefet partileri oldu. Ama hepsi savunmacı ve sadece kendi dar çevresine hitabeden partilerdi. İYİ Parti ise herkese hitap ediyor. Diğer muhalefet partileri,  Erdoğan’ın karşısında yenileceklerini daha baştan kabul eden figüranlar gibiydiler. Ama İYİ Parti, AKP’nin karşısına cesaretle çıkıyor, hiç korkmuyor ve yılmıyor. Kılıcını çekmiş ve meydan okumalara meydan okuyarak karşılık veriyor.

Kim ne derse desin, AKP Türk siyasi tarihinde modern propaganda yöntemleri de dâhil her türlü modern vasıtayı kullanmak konusunda en başarılı parti. Bir seçim öncesinde, parti teşkilatından biri ile sohbet ederken bana; günde üç defa (sabah-öğlen-akşam) anket yaptırıp genel merkezde yöneticilerin önüne koyduklarını söylendiğinde çok şaşırmıştım. Ama anlaşılan bu kadar uzun süre iktidarda kalmalarının da sebebi bu.

Ancak şimdi işleri daha önce hiç olmadığı kadar zor. Çünkü İYİ Parti, AKP’nin bütün argümanlarını ve yöntemlerini etkisiz çıkaracak gibi görünüyor. Zaten AKP de, bunu çok önceden tespit ettiği için partinin kuruluş aşamasında parti kurulmasın diye her türlü engelleme yolunu denedi. Ancak bu ters tepti. Hotellerdeki toplantılara izin verilmedi, ama açık havada toplandılar ve bunu millete duyurdular. Akşener’e FETÖ’cü dediler, Sayın Akaşener ‘’Eğer FETÖ’cü isem beni tutuklamayanr şerefsizdir.’’ diye karşılık verince bu argümanları da suya düştü.

Bunun üzerine anketlerde AKP’nin Akşener’e neden zemin kaybettiğini araştırdılar. Duyduğum kadarıyla bu anketlerde yolsuzluklarından çok fazla şikâyet aldıkları belediye başkanları da bu yüzden görevden alınmış. Daha da önemlisi Akşener ve ekibinin hem dini değerlere saygılı hem de milletin her kesiminin sevgi ve saygısını kazanmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ü daima ön planda tutmasıının merkez sağın İYİ Parti’ye kaymasına sebep olduğunu tespit etmişler.

Bu yıl 10 Kasım’da Anıtkabir ziyaretine AKP’lilerin akın etmesinin ve başta Erdoğan olmak üzere AKP ve destekçilerinin Mustafa Kemal Paşa’ya artık Atatürk demeye başlamasının sebebi de buymuş. Eğer bu doğruysa İYİ Parti ülkeye gerçekten iyi gelmiş. Onun sayesinde hem Ankara’da İ. Melih’ten kurtulduk ve hem de ilk defa bir 10 Kasım’da bazı çevrelerin sarf ettiği sözleri duyup küfretmekten karnımız ağrımadı.

İYİ Parti’nin Ankara’daki genel merkez binası açılışına ve burada Akşener’in yaptığı konuşmaya bakınca AKP’nin bu manevralarının pek te işe yaramayacağı anlaşılıyor. Bir defa bina açılışının miting gibi çok kalabalık olması, halkın partiye büyük bir ilgisinin olduğunu gösteriyor. Öte yandan Akşener’in yaptığı konuşma da, artık AKP’nin kendi çalıp kendi oynadığı zamanların sona ermek üzere olduğunu gösteriyor.

Akşener’in iyi bir hatip olması İYİ Parti için büyük bir avantaj. Ama İYİ Parti'nin en büyük avantajı liderinin kadın olması. Bu durum aynı zamanda AKP’nin de en büyük dezavantajı.  Birçok yazı ve anket değerlendirmesinde AKP seçmeninin çoğunluğunu kadınların oluşturduğunu okudum. Şimdi rakip partinin liderinin kadın olması bu durumu değiştirebilir. Üstelik Akşener sıradan bir kadın da değil. Erdoğan’da seçmenlerin hayran olduğu özelliklerin tamamına sahip bir kadın.

O da Erdoğan gibi masaya yumruğunu vurmasını biliyor.

Hem de ondan daha sert ve daha kararlı.

Onun da özgüveni çok yüksek.

Hani Erdoğan, bir hata yaptığında muhalefet partileri cılız bir şekilde onu eleştirince ‘’Biz her şeye varız. İddialarını ispat edemeyen şerefsizdir.’’ diyordu ya, Akşener bunu daha inandırıcı ve ondan daha kararlı bir şekilde söylüyor.

Muhtemelen bu sebeple diğer muhalefet parti liderlerine demediğini bırakmayan Erdoğan, Akşener hakkında açıklama yapmaktan kaçınıyor.

Çünkü hem bir kadına meydan okuyarak kadın seçmenlerin tepkisini almaktan korkuyor, hem de bir kadının ondan da kararlı bir şekilde kendisine meydan okumasından çekiniyor.

İkinci önemli konu da Akşener ve İYİ Parti’nin söylemleri ile bazı alanları sahiplenen AKP’yi bu alanlarda da zor duruma sokmuş olması. Bunu daha iyi anlayabilmek için Akşener’in yaptığı konuşmaya bakmak sanırım yeterli olacaktır.

Meral Akşener'in konuşması;  ‘’Sabrettiniz... Dişlerinizi sıktınız, sabrettiniz. Niye sabrettiniz biliyor musunuz? Türkiye’de iyi şeyler yapacağımıza, Türkiye’ye iyi geleceğimize inandınız. Allah sizden razı olsun. Sağolun.’’ şeklinde başlıyor.

Bu cümle bile AKP’yi sıkıntıya sokacak üç öge barındırıyor.

Birincisi sabır.

Diyor ki, partinin kuruluş aşamasında bize çok sıkıntılar yaşattılar ama buna rağmen biz sabrettik, azmettik ve işte meydana çıktık.

Bizi böyle ıvır zıvır şeylerle yıldıramazlar.

Bu söylemle ayrıca; parti kurucuları mağdur ama sabırlı olarak gösterilirken hükümet mağdur eden ve baskıcı olarak gösteriliyor.

Bu giriş cümlesinde diğer bir önemli vurgu da ‘’Cenabı Hakka şükrediyorum. Bugünü bizi gösterdi.’’ cümleleridir.

Burada, Allah-Şükür etmek vb. kavramların artık AKP tekelinde olmadığı ortaya konuluyor.

‘’İYİ Parti Türkiye’ye geldi. 25 Ekim’de partimiz kuruldu. 29 Ekim’de herkes iyi oldu. Kimse hastalanmadı. Meğerse bizi yönetenler turp gibi sağlıklıymış. Anlamak için İYİ Partinin kurulması gerekiyormuş.’’ bölümü de, iktidarın 15 senedir milli bayramları kutlamadığını ve milli değerlere önem vermediğini halkın gözüne sokar gibi ortaya koyuyor.

Bundan sonra kendisinden değil partiyi kuranlardan bahsederek siyasi duruşlarının bir örgüt ve kitle hareketi olduğu gösteriliyor.

Müteakiben AKP’nin cinsiyet ayrımcılığı yaptığını, hem kendisi hem de Atatürk’ün annesi üzerinden vurguluyor.

Partinin bir kadın hareketi olduğu da vurgulanıyor.

Yani AKP’nin en yumuşak yerlerine vuruyor. 

Kadınlar üzerinden ve milli değerler üzerinden AKP'yi eleştiriyor.

Konuşma şöyle devam ediyor:

‘’Cinsiyeti üzerinden yemediği hakaret kalmamış, 16 yıldır yetim Mustafa’yı büyütmüş Zübeyde Hanım’a küfredilmiş, iftiradan nasibini alanlardan biri de benim. Bu hakaret bir kadın hareketidir. Allah’ın sopası yok, İyi parti var. Kadınları keşfettiler... Hatta Atatürk'ü keşfettiler.’’

Sonra da halkın İYİ Parti’nin kuruluşu hakkındaki düşüncelerini halkın ağzından anlatıyor:

‘’Dediler ki, iyi ki varsınız, iyi ki İYİ Parti'yi kurdunuz. Türkiye’yi bölen, kavga ettiren siyaset dili yumuşuyor. Biz size şükran borçluyuz. Hele ki gençler. Dediler ki biz söz veriyoruz, size oy vereceğiz. Dedim ki yalan söylersiniz terlik atarım. Bir tanesi bağırdı, “lan aynı benim annem gibi” dedi.

İyi partiyi çok zor kurduk. Kuruculardan yer alan genç arkadaşlarımız işinden oldular. Hocalarımız üniversitelerden istifa ettiler. Bu partiyi arkadaşlarımızın böyle fedakârlıkları ile kurduk.

Bu insanlar arabasına benzini kendisi koydu, uçak ve otobüs biletini kendi aldı, Türkiye’nin dört bir yanından geldi. Bu insanları nasıl durduracaksınız? Kuruş kuruş, bu binanın bile hesabını veririz. Siz nasıl kurdunuz, ben o dönemleri bilirim.  Biz milletimizi arkamıza aldık.

Biz yeni genel merkezimizi açtık. Kurulduk, bir hafta sonra Bitlis, Ahlat, Tatvan, Adilcevaz’a gittik. Konuştular, dinledik. Projemizi dinleye dinleye oluşturacağız. 


İşsizlik birinci problem. Ben 24 yıldır aktif siyaset yapıyorum. Oralarda devasa binalar yapılmış. Emniyet binası güzel, belediye binası güzel, valilik güzel, postahane güzel…. Ama keşke oralara fabrikalar yaptırabilseydi. Devlet doyuramadığı o aileye ekmek veremediği için giyimi, gıdasını karşılamak zorundadır. O devlet iş imkânı yaratmak zorundadır. Kalkınmak için bunu yapmalısınız.
Kalkınmak için bunu yapmalısınız.

İstanbul’da sorun, Ankara’da sorun, Bitlis’te sorun büyük bir sorun var. Adalet yaralıdır, kalkınma ortadan kalmıştır. Gemicikler, şirketler… Yahu nasıl bir şeydir bu? Böyle bir şey olabilir mi? Bir baltaya sahip olamamış çocuk, dünyanın en zenginleri arasına giriyor.

2010’da FETÖ’cü oldular, 2011’de bebek katili PKK’nın başına eş oldular ne büyük bilge dediler, 2017 referandumunda Milliyetçi oldular, şimdi de Atatürkçü oldular."





 Bu konuşmayı ve Akşener'in diğer konuşmalarını dikkatli bir şekilde inceleyince İYİ Parti'nin AKP'nin bütün zayıf noktalarına oldukça isabetli yumruklar attığını göreceksiniz. İnsanların konuştuğu ama kimseye duyuramadığı bütün sıkıntılarının dile getirildiğini göreceksiniz. Böylece bir siyasi parti olarak çok doğru bir program ve tavır sergilediğini göreceksiniz.

İYİ Parti'nin bu başarılı tavrı ve tutumu anketlere de yansımış görünmektedir. Bu anketlerdeki rakamlar daha başlangıçtır. Bu şekilde devam ederse destek katlanarak artacaktır.

Bu sebeple; AKP ve Erdoğan’ın işi, iktidara geldikleri günden beri ilk defa bu kadar zor bir hale gelmiştir. Ve sanırım bu zorluk azalmayacak daha da artacaktır.

Bence göle çalınan maya tutmuştur. İYİ Parti ve söylemleri milletten bir karşılık bulmuştur.

İktidar partisi için söylenecek tek bir şey vardır.

Şimdi köpeksiz köyde değneksiz gezme zamanı geçmiştir.

Ama sanırım artık değnek filan da işe yaramayacaktır.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı

12.11.2017.

10 Kasım 2017 Cuma

Bu 10 Kasım'da yaşanan sıradışı gelişmeler.



Bu gün 10 Kasım.
Ama sıradan bir 10 Kasım değil.
Çünkü bu gün Anıtkabir olağanüstü kalabalıktı.
Ne var bunda? 
Eskiden de böyle kalabalık oluyordu diyenler olabilir.
Evet.
Ama....
Bu gün bir başkaydı.
Eskiden, kalabalık olduğu zamanlarda bile, 10 Kasım sebebiyle bazı çevreler Atatürk'e iftira ve hakaret etme yarışına girerlerdi.
Bu gün soy ismi odunu güzel yanan bir ağaç olan bir gazeteci bozuntusu gibi birkaç kendini bilmez hariç böyle bir şey olmadı.
Bu 10 Kasım'da AKP'lilerden tarikatçılara kadar, orada görmeye pek alışık olmadığımız insanlar da Anıtkabir'deydi.
Gerçi samimi dindar insanlar, Anıtkabir'e her zaman gelip dua okumuşlardır.
Zaman zaman ziyaret ettiğimde, Atatürk aleyhine konuşanların en revaçta olduğu dönemlerde bile tesettürlü veya baş örtülü kadınları çocuklarıyla Anıtkabir'de dua okurken gördüm.
Sakallı, cüpbeli adamlar bile gördüm.
Ama bu sefer hemen herkes oradaydı.
Bazıları bunu 2019 seçimlerine yoruyor.
Bazıları da İYİ Parti'nin yükselişine.
Çünkü İYİ Parti hem dini hassasiyetlere saygılı hem de Atatürk'çü bir görüntüye sahip diyorlar.
Anketlerde, bu haliyle AKP'den çok oy alacağının ortaya çıktığını iddia ediyorlar.
Bazıları da; ülkenin bir kriz yaşadığını, her krizde olduğu gibi insanların geçmişten başarılı birini hatırladığını söylüyor.
Milletin çocuğu olmayınca bile bir yatır bulup mezar başında dua ettiğini söylüyorlar.
Sebep ne olursa olsun.
Ve kim ne derse desin.
Bence olan biten çok güzel.
Bu ülkenin kurucusu olan ve hayatını bu ülkeye adayan bir insanın böyle kalabalık bir şekilde anılması her şeye rağmen çok güzel.
İnşallah bundan sonra da böyle devam eder.
Herkes farklı siyasi görüşlere sahip olabilir.
Ama unutmamak lazım ki bu ülkede yaşayan herkes, bu ülkede yaşamasını önce Allah'a sonra da ona borçlu.
Onun için Atatürk herkesten saygı görmeyi hak ediyor.
Umarım bu 10 Kasım bir dönüm noktası olur.

Onun sadece devlet kuran sıradan bir lider değil, aynı zamanda büyük bir insan olduğunu da unutmamak lazım.
Ben burada bir tanesinden bahsederek yazıma son vermek istiyorum.

Atatürk yurt gezileri kapsamında Mersin'e gitmiştir.
Şehri gezerken etraftaki büyük binalar dikkatini çeker.
O sırada ak sakallı yaşlı bir adama denk gelir ve onunla sohbet etmeye başlar.
Bir süre sonra Atatürk yaşlı adama sorar:
''Burada çok güzel binalar gördüm. Şu karşıdaki köşk kimin?''
Adam cevap verir:
'' Kirkor'un paşam.''
''Ya şu ilerideki kocaman bina kimin?''
''Yorgo'nun paşam.''
''Şu sağ taraftaki han kimin?''
''O da Solomon'un paşam.''
Atatürk duydukları karşısında üzülmüştür. Biraz da kızgındır aslında.
Kızgınlığını belli edecek kadar yüksek sesle adama sorar:
''Peki, onlar bu binaları yaparken siz ne yapıyordunuz?''
Adam birden bire canlanır ve cevap verir:
''Biz, Arnavutluk dağlarında, Çanakkale'de, Kafkasya'da ve Arap çöllerinde savaşıyorduk paşam.''
Bu cevap karşısında Atatürk ne diyeceğini bilemez.
Daha sonra hatıralarını anlatırken de; ''Hayatta cevap veremediğim tek insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur.'' diye bu olaydan hüzünlenerek bahseder.


Ülkemizin kurucusu büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, buradan tekrar saygı ve minnetle anar, onun aziz hatırası önünde saygıyla eğilirim.

Kendisine ve onunla birlikte ülkemizi kurtarmak için savaşan en üst rütbedekinden en ast rütbedekine kadar tüm askerlere ve üniformasız kuvayı milliyecilere Allah'tan rahmet dilerim.
Mekanları cennet olsun.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
10.11.2017.


9 Kasım 2017 Perşembe

Lübnan ve Suudi Arabistan'da neler oluyor?


takip ediyor musunuz, bilmiyorum.
lübnan başabakanı gittiği suudi arabistanda istifa ettiğini açıkladı. 
bir ülkenin başabakanı bir başka ülkede istifa ederse bunun anlamı ya alıkonuldu demektir ya da iltica etti demektir.
derken suudiler kendi içlerindeki, tüm islam ülkelerinde olduğu üzere hayli fazla olan, hırsız ve dolandırıcılara karşı harekete geçti. 
bu arada kendi vatandaşlarının lübnanı terk etmesini istedi. 
ben buradan LÜBNAN BAŞBAKANININ ALIKONULDUĞUNU ANLIYORUM.
ortadoğu her zaman bir sorundur ve o sorundan uzak duranlar her zaman kazançlıdır.
lübnan ve suudiler için gerçekleşen olayların bir musa (abede) yapımı olduğunu söylemeyeceğim. 

böyle şeyler kolaya kaçmaktır. 
gelinen noktada tüm suudiler ve lübnanlılar sorumludur. 
meslenin çözümü aynaya bakmalarında ve suçluyu görmelerinde saklıdır.


Güven Kaya