.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

22 Ekim 2024 Salı

Yol ortasında vurdular dostumuzu.

Bu ChatGPT hakikaten çok ilginç.

Hikaye bile yazıyor.

Yine bir eski şiirimi yazıp bu şiirle ilgili kısa bir öykü yazmasını istedim.

Sonuç inanılmaz..

İşte yazdığım şiir ve yapay zekanın uydurduğu hikaye.

"Yol ortasında, 

Vurdular Aytekin'i. 

Ahmet, Aykut ve Kağan, 

Dona kaldı. 

 Kahpe kurşun! 

O kadar can arasında, 

Aytekin'in, Canını aldı."

"Aytekin, Ahmet, Aykut ve Kağan yıllardır ayrılmaz dört dosttu. Aynı mahallede büyümüşler, aynı sokaklarda koşturmuşlardı. Çocuklukları top peşinde geçmiş, gençlikleri ise beraber kahkahalarla, hayallerle dolu akşamlarla. Ne zaman bir araya gelseler, dört kişilik masalarında hep bir sandalye eksik olsa da, ruhlarında bir boşluk hissetmezlerdi. Onlar için hayatın en keyifli anları, dostluğun verdiği o sarsılmaz güven ve mutlulukla doluydu.

O gün de diğerlerinden farklı başlamamıştı. Şehrin biraz dışındaki bir kafede oturup sohbet ediyorlardı. Aralarında konuşulmamış bir huzur vardı; hayatın yükleri kısa bir süreliğine onları es geçiyor gibiydi. Ancak kimse, birkaç saat sonra her şeyin paramparça olacağını bilemezdi.

Dört arkadaş, akşamüstü eve dönmek için kalktıklarında, hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Gözlerini yoldan ayırmadan yürüdüler, şehrin sessiz sokaklarına adım attılar. Birden, duydukları tek ses, onları dünyanın gerçekliğine acı bir şekilde çekti.

Silah sesi!

Kahpe bir kurşun havayı delip geçti ve Aytekin'in bedenine saplandı. Her şey bir an içinde oldu; Aytekin yığıldı kaldı, gözlerinde şaşkınlık, acı ve kabullenememe vardı. Ahmet, Aykut ve Kağan, donakaldılar. Dünyanın sesleri, rüzgarın uğultusu, sokak lambasının cılız ışığı bir anda silinmiş gibiydi. Tek duyulan, Aytekin'in yere düşüşüyle yankılanan ölüm sessizliğiydi.

Ahmet’in aklına ne yapması gerektiği gelmedi. Gözleri boşluğa kilitlenmişti. Kağan'ın elleri titredi, ama yerinden kımıldayamadı. Aykut, Aytekin’in yanında diz çökmek istedi, ama sanki bir kuvvet onu geriye çekiyor, hareketsiz bırakıyordu.

Kurşun, o kadar insan arasında, dostluklarının kalbini bulmuştu. Kader sanki özellikle seçmiş gibi, Aytekin’in canını almıştı. Geriye, donmuş suratlar, gözyaşı dökemeyecek kadar şokta olan üç arkadaş kalmıştı.

O gün, dostluklarının bir parçası da Aytekin’le beraber gömüldü. Ve ne zaman bir araya gelseler, eksik sandalye artık gözlerine batmaya başladı. Sessizliğin içinde, Aytekin’in hayaletiyle beraber oturdular. Ve her seferinde, o talihsiz anı düşündüler: Bir kahpe kurşun, dört dostun kaderini bir daha asla aynı olmayacak şekilde değiştirmişti."

Gizemli olaylar.

 ChatGPT'ye eski bir şiirimi yazdım ve bu şiirden kısa bir hikaye yazmasını istedim.

Sonuç şaşırtıcıydı.

Şiir şöyle:

"Kapıdan gir.
Sağda banyo, tuvalet.
Karşıda çıplak bir masa.
Üzerinde kirli iki bardak.
Yarısı dolu bir sürahi.
Naylon poşetler.
Yırtık kağıtlar.
Çamurlu botlar.
Git birkaç adım.
Sonra sağa dön.
İki tek yatak.
Solda kimse yok.
Sağda ben varım.
Uyuyorum.
Sakın uyandırma."

Öyküyü aşağıda paylaşıyorum.

"Kapıdan girdim. Yıllardır kullanılmayan evlerin kokusu çarptı burnuma: hafif bir rutubet, toz ve eski eşya. Sağımda banyo, tuvalet kapısı aralıktı. İçerideki ışık loştu, sanki yılların kiri lambanın üzerine çökmüş, ışığını boğmuştu. Karşımda çıplak bir masa vardı, üzerinde iki kirli bardak duruyordu. Birinin kenarında kurumuş dudak izleri, diğerinin dibinde birkaç damla su. Sürahi yarısına kadar doluydu, suyun üzerindeki toz tabakası kimsenin ona dokunmadığını haykırıyordu.

Masanın kenarına tıkıştırılmış naylon poşetler, yırtık kağıtlar ve yere atılmış çamurlu botlar vardı. Kimse yoktu ama burası boş değildi. Bir şey, belki de bir anı, odada asılı duruyordu. Birkaç adım attım, ayak seslerim tozlu zeminde yankılandı. Sonra sağa döndüm.

İki tek yatak gördüm. Soldaki boştu, yıpranmış yorgan düzensizce toplanmıştı. Sağa baktım. Orada bir beden vardı, büzülmüş, derin uykuda gibi. Yüzü yastığın içine gömülmüş, nefes alış verişi neredeyse duyulmazdı. Zaman durmuş gibiydi.

Yaklaştım. Bir adım daha atmamla eski parkeler gıcırdadı. Adımlarımın sesi rahatsız edici bir yankı bıraktı odada, uyuyan kişi hafifçe kıpırdandı.

Donup kaldım. O bendim. Ya da bana çok benzeyen biriydi. Ama bu mümkün değildi. Nasıl olur da aynı odada, aynı yatakta, uyuyan ben olabilirdim? Nefesim hızlandı, düşüncelerim birbirine karıştı.

Kaçmak istedim, ama kapı çok uzaktı. Gözlerimi uyuyan bedenin üzerine dikmiş, hareketsizce duruyordum. Yaklaşmamam gerektiğini biliyordum, sanki yaklaşsam işler daha da garipleşecek, belki de hiçbir şey asla aynı olmayacaktı.

Bir iç ses yankılandı zihnimde. "Sakın uyandırma."

O an anladım. Burası gerçek dünyanın ötesindeydi. Zamanın ve anlamın durduğu bir yerdeydim. Uyuyanı uyandırırsam, belki de her şey sonsuza dek değişecekti.

Geri adım attım, sessizce. Kapıya yöneldim. Çıkarken başımı çevirmedim. Ama içimde derin bir huzursuzluk vardı. O uyuyan kişi, ben olsam bile, kimdi gerçekten?

Belki de bu sorunun cevabını hiç öğrenmeyecektim."

PKK'nın siyasi uzantısı kilit parti konumuna mı geldi?

 Görünen o ki kilit parti konumuna gelmiş.

Öyle olmasa Özgür Özel HDP eş başkanlığı yapmış olan Selahattin Demirtaş'ı ziyaret etmek için hapishanenin yolunu tutunca Türkiye'nin en milliyetçi partisinin lideri Devlet Bahçeli oyunu bir adım daha ileri taşıyarak PKK terör örgütü lideri teröristbaşı Abdullah Öcalan'ı mecliste konuşma yapmaya davet etmezdi.

Bahçeli ne demek istiyor?

Türkiye'nin en milliyetçi partisinin lideri Abdullah Öcalan'ın meclis kürsüsüne gelip örgütün kapandığını ilan etmesini söylemiş.

Gazi meclisin kürsüsünün anlamını anlamamış herhalde.

Bu milletin bölünüp yok olmasını önlemek için ölümü göze alarak yolsuz Anadolu topraklarında gerek at sırtında gerek yürüyerek, demiryolu olan bölgelerde ise trenle Ankara'ya toplanan insanların kurduğu mecliste bu ülkeyi bölmek isteyen eli kanlı bir teröristin konuşmasını istemek olsa olsa bölücülerin söyleyebileceği bir şeydir.

Milliyetçilerin değil.

Peki sayın Bahçeli söylediklerinin saçmalığının farkında değil mi?

Muhtemelen farkındadır.

Peki buna rağmen neden böyle bir şey söyledi.

Bence bunun altında bir çapanoğlu vardır.

Ya son günlerde bin bir türlü skandal ile çalkalanan ve artık yönetilemediği anlaşılan ülkemizde dikkatleri başka yerlere çekmek için bir konu değiştirme çabasıdır yaptığı yada Erdoğan'ı yeniden seçtirmek için yapılan planın açılış hamleleridir bu sözler.

Hükümet ve içinde olduğu ittifak grubunun halk desteğini kaybettiği ortada.

Ülkenin durumunun bu kadar kötü olduğunun henüz çok da fazla farkedilmediği bir dönemde yapılan yerel seçimlerde hükümet grubunun halkın güvenini kaybettiği ortaya çıktı.

Muhtemelen şu anda hükümete güven çok daha düşük bir seviyededir.

Yeni skandallarla bu durum çok daha vahim hale gelmekteydi.

Bu yüzden Bahçeli gündem değiştirmeye çalışıyor olabilir.

Erdoğan'ın tekrar seçilmesi hikayesi ise başka bir durum.

Mevcut anayasaya göre Erdoğan'ın değil seçilmesi aday olması bile mümkün değil.

Zaten bunun için, 20 küsur yıldır iktidarda olan AKP, şimdi anayasanın değiştirilmesi gerektiği sonucuna varabildi.

Anayasanın değişmesi ise muhalefetin desteğine bağlı.

Bu yüzden Erdoğan muhalefete gül dalı uzattı seçimden sonra.

Normalleşme adı altında işbirliği zemini aramaya başladı.

Ancak bu hamle tutmadı.

Bu durumda başka destek lazım hükümet için.

Bunun için de PKK'nın partisine muhtaçlar.

Hal böyle olunca, seçim döneminde CHP'yi HDP yani PKK ile işbirliği yapmakla suçlamalarına ve vatan haini olmakla itham etmelerine rağmen şimdi açıkça ihanet olarak yorumlanabilecek sözleri söylemekten çkinmiyorlar.

Bunda CHP liderinin Demirtaş ziyareti de etkili olmuş olabilir.

Madem muhalefet PKK terör örgütünün siyasi uzantısı ile temasa geçiyor, hükümet koalisyonu da boklu değneğin öbür tarafı, sadece boklu değil aynı zamanda gırtlağa kadar kana bulanmış ucuna, yani PKK'nın kurucusuna, terörist başına el atıyor.

Eğer bunlar değilse, o zaman daha vahim bir durum var demektir.

Ya para için ABD ile anlaştılar ve söylenenleri yapıyorlardır.

Ya başka bir halt vardır.

Sebep ne olursa olsun, bu hamlenin bu memlekete hayır getirmesi mümkün değildir.

Biz canımızla kanımızla savaşıp PKK'nın bu ülkeyi bölmesini önlemek için hayatımızı ortaya koyarken, siyasetçiler yine masada ülkeyi satmaya mı hazırlanıyor acaba?

Osmanlı tarihinde de hep aynı şey anlatılır ya: Savaşı kazandık ama masada kaybettik.

Sanırım aynı durum tekrarlanıyor.

Bu birilerinin planı.

Yeni bir şey de değil.

PKK'nın ilk terör saldırılarını yaptığı 1984 yılından bu güne kadar yaşananlara bir bakın isterseniz.

Ne zaman PKK yok olmanın eşiğine gelse, hep siyasetçiler tarafından atılan adımlarla yok olmaktan kurtulmuş ve yeniden güçlenmiştir.

Acaba siyasetçiler PKK terör örgütünün yok olmasını istememekte midir?

Yoksa sadece hizmet ettikleri dış odakların emirlerini mi yerine getirmektedirler?


Fethullah Gülen, nereye gömülecek?

 Fetö terör örgütünün kurucusu ve lideri vatan haini Fethullah Gülen öldü.

Bu gün neredeyse tüm televizyonlarda nereye gömüleceği, namazına kimlerin katılacağı tartışılıyor.

Ben, bu şerefsizin nereye gömüleceğini, namazını kimin kıldıracağını ve cenazeye kimlerin katılacağını filan merak etmiyorum.

Bu konudaki fikrim meşhur türküdeki ile aynı:


"Münkir münafığın huyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını

Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Mezarına götürenin
İmamın da avradını


Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefenin diken iğnenin
Dikenin de avradını"


Yalnız bir şeye dikkat edilmesi lazım.
Bu pezevenk, sağlığında annesinin yanına defnedilmeyi istediğini söylüyormuş.
Bunu orada görüntüde defnedip gizlice Türkiye'ye getirebilirler.
Anasının yanına gömebilirler.
Ya da orada gömüp etleri çürüdükten sonra kemiklerini gizlice getirip anasının yanına gömebilirler.
Buna engel olmak lazım.
Kimin köpeğiyse onun bahçesinde gömülü kalması daha uygun olur.

Fethullah Gülen ölmüş: Ateşi bol olsun.

 Bu gün Fethullah Gülen'in öldüğü haberi geldi Amerika'dan.

Bunun üzerine, yakın bir geçmişte kapısında sıraya girip "Hoca efendi..." diye yalakalık yapanlar, en büyük bedduaları etmeye başladılar.

Televizyon kanallarında, eskiden ona övgüler düzenler, onun sadece bu dünyada yaptığı kötülükleri anlatmakla kalmayıp öbür dünyada da cehenneme gideceğini anlatıp durdular.

Pekiii...

O şerefsiz bu gün herkesin ifade ettiği kötülükleri ve ihanetleri yaparken ona yardım edenler, yolunu açanlar, "dön gel, seni çok özledik" diyenlere ne olacak?

Onlar cennete gidecek herhalde...

Ben kendimi bildim bileli bu herifi sevmezdim.

Kendimi bildim bileli diyorum çünkü ben daha küçük bir çocukken bizim orada vaizdi ve adını duyardım.

Bu gün de gönül rahatlığı ile canı cehenneme diyorum. 

Keşke ölüp de çekmesi gereken cezadan kaçmasaydı.

Türkiye'ye getirilip yargılansa ve hapse girseydi.

Ama artık olan oldu.

Lanet herif geberip gitti.

Arkasından ancak şunları söylemek mümkün:

"Ne kendi etti rahat.

Ne alem buldu huzur.

Yıkılıp gitti cihandan.

Dayansın ehli kubur."

Yani kısaca, artık mezarlıktakiler düşünsün pezevengi.

21 Ekim 2024 Pazartesi

ChatGPT, psikolojik analiz bile yapıyor.

Yıllar önce not defterime bazı şeyler yazmışım.

Bir şiiri andırsa da daha çok serbest bir yazı görünümünde.

Ne zaman ve neden yazdığımı tam hatırlamıyorum.

Bunu görünce kopyalayıp chatHPT'ye yazdım.

Bir sürü yorum yapmış.

Adeta psikolojik bir analiz yapmış.

Yapay zekanın (bir yazılımın) göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede bunları yazabilmesi çok ilginç.

Doğruluğu veya yanlışlığı önemli değil.

Bu yazılım işi ucu olmayan bir şey.

İnsanı korkutuyor.

Yazdığım yazı ve chatGPT'nin yorumu aşağıdadır.

Okuyunca muhtemelen siz de şaşıracaksınız.


Yazdığım metin:

"Kapıdan gir. 

Sağda banyo, tuvalet. 

Karşıda çıplak bir masa. 

Üzerinde kirli iki bardak. 

Yarısı dolu bir sürahi. 

Naylon poşetler. 

Yırtık kağıtlar. 

Çamurlu botlar. 

Git birkaç adım. 

Sonra sağa dön.

İki tek yatak. 

Solda kimse yok. 

Sağda ben varım. 

Uyuyorum. 

Sakın uyandırma."

ChatGPT'nin yorumu şöyle:

Bu parçanın güçlü bir atmosferi var; yalın ama yoğun bir anlatımla iç mekanın yalnızlığı ve kimsesizliği betimlenmiş. Kurguladığınız bu sahne, hem fiziksel hem de ruhsal bir boşluk, belki de bir yorgunluk hissi taşıyor. Betimlenen ayrıntılar — kirli bardaklar, yırtık kağıtlar, çamurlu botlar — yaşamın dağınıklığını, bir boş vermişliği ya da tükenmişliği simgeliyor.

Şiirin sonunda, "Sakın uyandırma" ifadesi ise bu yalnızlık ve yorgunlukla gelen bir kaçış arzusu gibi. Sanki hem fiziken hem ruhen dinlenme ve geri çekilme hali var. Yatakta uyuyan "ben" imgesi, hayata karşı bir teslimiyet, hatta bir tür kırılganlık hissi veriyor.

Bu metin bir hikaye başlangıcı veya bir kısa film sahnesi gibi bile kullanılabilir. Sessizlik ve durağanlığın ön planda olduğu bir ortamda geçiyor, ki bu da bir tür derinlik katıyor.

20 Ekim 2024 Pazar

Türkiye'yi 2 küsur liraya muhtaç hale getirdiler.

 Kredi kartlarının 100 bin liradan fazla limiti olanlarından 750 lira alınacağı ilan edilince haklı olarak millet kıyameti kopardı.

Çünkü vergi kazançtan alınır.

Borçlanma kapasitesinden vergi alındığının dünyada örneği yok.

Hükümet bu itirazları dikkate aldı.

Ama bu kararı iptal etmek yerine 2025 yılına erteledi.

Hükümet bile yaptığını savunamazken bazı televizyonlara çıkan yalakalar, yine yalakalıkta sınır tanımadı.

Fakat yaptıkları yalakalık aslında hükümeti aleyhine bir ifade içeriyor.

Nasıl mı?

Anlatayım.

Yalakanın biri 750 lirayı 365'e bölmüş ve ödenecek verginin günlük 2.055 liraya denk geldiğini bulmuş. Arkadaş kurnaz ya, bunun üzerinden hükümeti aklamaya ve bu haksız vergiye karşı çıkanları karalamaya çalışmış.

Şöyle bir şeyler demiş muhterem:

"Günlük 2.055 lira için mi bu kadar gürültü çıkarıyorsunuz?"

Yani demek istiyor ki, ülkenin paraya ihtiyacı var. Siz 2.055 lira vermemek için bağırıp çağırıyorsunuz.

Siz nasıl vatandaşsınız?

Halbuki aynı muhterem, televizyonlarda çıktığı her programda Türkiye'nin ne kadar güçlendiğinden, Avrupa'nın bizi kıskandığından filan bahsediyor.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Madem ülke çok güçlendi, bu vergi nedir?

Hükümet ülkeyi 2.055 liraya muhtaç hale getirdi mi demek istiyor?

Yoksa "Merdi kıpti, şecaat arz ederken sirkatin söyler." sözünde olduğu gibi yalakalık yapmaya çalışırken ortalığı s..p sıvıyor mu?

Ben bu zatın twitter paylaşımına şu mealde bir yorum yazdım:

"Ne yani, hükümet ülkeyi 2.055 liraya muhtaç hale getirdi mi demek istiyorsun? Yazık olmuş ülkeye. Eskiden Demirel ülkenin 50 cent'e muhtaç olduğunu söylemişti. Şimdi durum çok daha kötü herhalde. Çünkü 50 cent 2.055 liraya göre çok para."

Bunu yazmakta haksız mıyım?

Türkiye'ye ne oldu böyle?

 Herhangi bir gün yok ki sabah uyandığımızda şok edici bir haber duymayalım.

Diyarbakır'ın bir köyünde küçük bir kız çocuğu organize bir cinayete kurban gitti.

Daha buna yeterince üzülemeden bir bebeğe Tekirdağ'da tecavüz edildiği ortaya çıktı.

Sonra bir polisi suç makinesi bir serseri başka bir polisin silahı ile şehit etti.

Bu günlerde ise çok daha vahşice, şerefsizce işlenen cinayetlerin haberi ile sarsıldık.

Bir doktorun lideri olduğu bir çete yeni doğan çocukları öldürüyormuş.

Para için yapıyorlarmış bunu.

Çetenin ismini de "yenidoğan çetesi" koymuşlar.

İnsanlarımız iyice yoldan çıktılar.

Her türlü suç ve sapıklık kol geziyor.

Birileri altın nesil yetiştireceğim diye milyonlarca vatan evladını zehirlemişti.

Diğer birileri de dindar nesil yetiştireceğim diye toplumu sadece dinden değil insanlıktan da uzaklaştırdılar.

Bunlar, diyanete diğer bakanlıklardan bütçe verdiler.

Dindar nesil yetiştirsin diye.

Diyanet de parayı, cemaati olmayan cami yapımına, diyanet işleri başkanı ve müftülere lüks araba almaya harcadı.

Sonuç ateizm patladı.

Deizm onu da geçti.

En kötüsü de ortalık katil, sapık, cani, uyuşturucu müptelası baş belası tiplerle doldu.

Acaba dindar nesil yerine öncelikle ahlaklı bir toplum yetiştirmeye mi önem verilmeliydi?

19 Ekim 2024 Cumartesi

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'i Üzmemek Lazım.

 Mehmet Şimşek'e çok üzülüyorum.

Adam gece gündüz bizim cebimizdeki parayı nasıl alacağım diye düşünüp duruyor.

Kolay değil tabii.....

Zaten sabit gelirlilere üç kuruş para veriyorlar, bu geliri geri almak için sürekli olarak bir şeyler yapmak gerekiyor.

Bunun için de yaratıcılık lazım.

Adamcağız da bunu yapabilmek için gece gündüz mesai yapıyor tabii ki.

Halbuki bunu kolay bir yolu var.

Memura, işçiye ve emekliye hiç maaş vermezsin, olur biter.

Böylece hem devletin giderleri azalır, hem de bu kadar düşünmezsiniz.

Devletin kasası da dolar.

Sabit gelirliler olarak biz de artık dağa, bayıra çıkarız.

Ot yeriz.

Varsa meyve yeriz.

Hiçbir şey bulamazsak da aç kalırız.

Malum, toplum olarak biraz kilo problemimiz.

Aç kalarak rejim yapmış oluruz.

Kilo vermiş oluruz.

Dağda bayırda yürürken de harcadığımız enerji kaslarımızı geliştirir belki.

Çünkü bu sayede spor yapmış oluruz.

Bunu yapmadığımız için Mehmet Şimşek, hazinedeki batağı kapatmak için gece gündüz çalışıyor.

Kafa patlatıyor.

Her gün yeni bir vergi buluyor.

Örneğin bu günlerde eğer kredi kartı aidatınız belli bir limitin üstündeyse vergi vermemiz gerektiğini tespit etmiş.

Gelirden vergi olur da borçlanma kapasitesinden vergi almayı sanırım ilk defa kendisi icat ediyor.

Adamı boşuna yalvar yakar İngiltere'den getirmemişler.

Adam, büyük bir yetenek.

Sadece bu da değil.

Mesela  evi olup kiraya verenler kiranın %20'sini devlete verecekmiş.

Bazı densizler bundan şikayetçi oluyor tabii ki.

Ama çözüm kolay.

Mehter marşı yürüyüşümüz var bizim.

İki adım ileri, bir adım geri gitmek şeklindeki bu yürüyüş yeni vergiler için de uygun bir taktik.

Önce bu vergilerin hemen alınacağını söylediler.

Sonra da bunlar hepsinin 2025'ten sonra uygulanacağını duyurdular.

Lütfettiler.

Bunun üzerine herkeste (en azından bendea) derin bir rahatlama oldu doğal olarak.

Günlük düşünüp günlük yaşadığımızdan, bu günü kurtardığımızı anlayınca hemen sesimizi kesiyoruz.

Ama hükümeti de anlamak lazım.

Türkiye’yi dünya devleti yapmak kolay değil.

Reis 1100 odalı sarayda yaşıyormuş.

Bunun masrafının karşılanması lazım.

Sakın bunun israf olduğunu söylemeyin.

İtibardan tasarruf olmaz.

Bürokratlar mercedes ve audiye binmesin, daha ucuz arabalara binsin filan da demeyin.

Adamlar sizin için çalışıyor.

En lüks arabaya binmeyi hak ediyorlar.

Diyanet bütçesi 8 milyar filan diyenler var.

Zındık onlar. Nasılsa bu dünyamız çile dolu.

Diyanet yoğun çalışarak en azından öbür dünyamızı kurtaracak.

Bu da parayla olur.

Bedavaya cennet mi istiyorsunuz? 

Devlet ihaleleri alanlara filan hiç girmeyeceğim.

Devlete çok para lazım yani.

Bunu da Mehmet Şimşek yapacak.

Adam Mevlana mı ki haktan alıp halka dağıtsın.

O bir maliye bakanı.

Elbette ki halktan alıp muktedirlere dağıtacak.

Aç mı kalsın adamlar?

Bu yüzden çenenizi kapatıp ne isterlerse yapın.

Mehmetçik üzülmesin.

Hükümetimiz üzülmesin.

Biz, nasıl olsa çile çekip duruyoruz.

Hiç olmazsa bu ülkede de mutlu bir kitle olsun.

Bu kitle küçük de olsa en azından birileri bu ülkede mutlu yaşıyor diye düşünerek biz de mutlu oluruz.

Hem Avrupa’nın da bizi kıskanması lazım.

Avrupa’daki işçi, memur, emekli filanın bizi kıskanmayacağı ortada.

Adamlar yaz tatilinde Antalya’ya geliyor.

Biz şehir dışına çıkarken bile on kere düşünüyoruz.

Hiç olmazsa Avrupa yönetici sınıfları ve burjuvası bizim yönetici sınıfı ve burjuvayı kıskansın. 

Ne olur... Çok rica ediyorum....

Mehmet Şimşek'i üzmeyin...

En azından enflasyonun sebep, faizin sonuç olduğunu biliyor.

O giderse meydan, bunun tersinin doğru olduğunu sananlara kalacak.