.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

8 Eylül 2024 Pazar

Bu topluma ne oluyor?

 Bu gün Ankara'da sakin sakin yürürken, bir bağırtı ile irkildim.

Adamın biri boğuk bir sesle bağırıyordu.

Ne dediğini anlamaya çalıştım ama tam olarak anlayamadım.

Bazen "Bırakın beni, atlayacağım." , bazen de "Ölmek istiyorum." diye anladığım şeyler söylüyordu.

Ama yine de duyduklarımın bunlar olduğuna emin olamadım.

Çünkü adamın sesi sanki sarhoş veya uyuşturucu ilaçların etkisinde olan birinin bağırması gibi anlaşılmaz bir şekilde çıkıyordu.

Merakla sesin geldiği tarafa yöneldim.

Adamın birinin bir apartmanın üst katlarındaki pencereden bağırdığını gördüm.

Adam bir ayağını pencereden dışarı çıkarmış, diğer ayağı ise iç taraftaydı.

Ama sanki, yanlışlıkla düşmemek için de pencerenin iki tarafını sıkı sıkı tutuyordu.

Hemen 155 veya 112'yi aramak aklıma geldi.

Fakat içeriden birinin adamla konuştuğunu ama fiziki bir müdahalede bulunmadığını fak ettim.

Yan apartmana baktığımda, birkaç kişinin pencereye çıkmış ve adamı seyretmekte olduklarını gördüm.

Sonra diğer apartmanın arka tarafından bir kadın yürüyerek geldi ve o da adamı seyretmeye başladı.

Yolda sesi duyan başkaları da adamın bulunduğu apartmana yaklaşıp aynı şeyi yaptı.

İlginçtir, hiç kimsede herhangi bir heyecan ve endişe belirtisi yoktu.

Sanki bir film izliyorlarmış gibi dikkatle adamı seyrediyorlardı.

Bir ara bir apartman penceresindeki yaşlı bir adam, alt katındaki pencereye çıkan ve gürültünün sebebini anlamaya çalışan bir kadına durum hakkında bilgi verdi.

Kadın, adamı dinledikten sonra "Haaa..." dedi ve o da olayı seyretmeye koyuldu.

Şaşırıp kaldım.

Acaba bilmediğim bir durum mu var?" diye merak ettim.

Bu yüzden ne 155'i ne de 112'yi aramadım.

Ben de durup adamı seyrettim.

İçine çekildiğim saçma sapan ruh halinin etkisine girmiş gibiydim.

Bir adam aşağıya atlayacağını söz ve hareketleri ile belli ediyor, biz de acaba ne zaman atlar diye merakla bekliyorduk.

Bir ara olayı videoya çekmeyi düşündüm.

Sonra vazgeçtim.

Bir süre heyecanla adamın atlamasını bekledik ama adam atlamadı.

Bir süre donuk donuk aşağıya doğru baktı.

Sonra pencereden içeriye şaşkın şaşkın baktı.

En sonunda da dışarıda kendisini merakla seyredenleri uzun uzun süzdü.

Sanırım kendisini ipleyen hiç kimsenin olmadığını, herkesin atlamasını beklediğini görünce hayal kırıklığına uğradı.

Çünkü, ne kimse adama yapma, atlama filan diyor ne de herhangi başka bir şey söylüyordu.

Umursamaz bir sessizlik ve "hadi atla da işimize gücümüze bakalım" der gibi bakan insanlardan başka bir şey görünmüyordu.

Adam ne yapacağına karar vermek için düşünüyormuş gibi bir süre sessiz durdu.

Sonra, "Ulan, sizin için mi intihar edeceğim? Lanet olsun." der gibi kafasını iki yana sallayıp içeri girdi ve pencereyi kapattı.

Bunu gören seyircilerin bazıları, ilginç bir şekilde suratlarını buruşturdular.

Bazıları da "Madem pencereye çıktın, neden atlamıyorsun." der gibi başlarını salladılar.

İçeri giren adam sert bir şekilde pencereyi kapattı ve perdeyi çekti.

Seyirciler de homurdanarak dağıldılar.

Kimi penceresini kapatıp evine girdi.

Kimi yoluna devam etti.

Bunu görünce hayret ettim.

Millet tuhaf bir ruh haline bürünmüş anlaşılan.

Ne kadar kötü şeyler olursa olsun umursamıyor.

Heyecanlı bir şey görürüm diye seyrediyor sadece.

Ama hiçbir eylemde bulunmuyor.

En kötüsü de, ben de onlardan pek farklı davranmadım.

Topluma uyuverdim sessizce.

Allah sonumuzu hayır etsin.


7 Eylül 2024 Cumartesi

Teğmenlerin kılıç çekme töreninden neden rahatsız oluyorlar?

 Televizyon kanallarını seyrediyor, sosyal medyada dolaşıyorum.

Bazı tipler "Teğmenler neden kılıç çekti?" "Bu disiplinsizlik. Bu yasal değil." vb. bir sürü saçma sapan söz edip birilerine yalakalık yapmak için gencecik insanların hayatlarıyla oynanması için yırtınıp duruyor.

Teğmenler, okuldan çıkınca istihkaklarını alırlar.

Bunların bazıları şunlardır: "Arazide kalırken kullanabileceği bir kampet, bir hurç, resmi törenlerde kullanılan bazı kıyafetler."

Bunun yanında teğmenlere okuldan mezun olunca "bir tabanca ve bir kılıç" verilir.

Bunlar teğmenlerin beylik diye ifade edilen kendilerinin kullanımına verilen silahlardır.

Bu konu teğmen için önemlidir.

Çünkü bu istihkaklar, artık öğrenci değil ordunun komuta kademesinin çarklarından biri olduğunun göstergesidir.

Bu sebeple yıllardır, teğmenler resmi tören sona erince bir komutla bir noktaya doğru toplanır ve kılıçlarını çekerler.

Bu bir gelenektir.

Kılıç da teğmenin beylik bir silahıdır ve onu taşıması/kullanması yasal olarak hakkıdır.

Şimdi bazı yavşaklar hep bir ağızdan teğmenler neden kılıç çekti diye bağırıp duruyor.

Size ne kardeşim.

Bir yerinize mi battı.

Onlarca yıllık bir geleneği sizin gibi kıtibiyozlar için terk mi edeceklerdi.

Eğer dürüst biri olsaydınız, kılıç taşımaya yasal olarak yetkisi olmayan birinin minberde kılıçla poz vermesine bir şey söylerdiniz.

"O kılıç kimin, kimden aldın, taşıma yetkin var mı, yasal yetkin var mı" diye sorardınız.

Sormadıysanız, kılıç taşımaya yasal olarak yetkisi olanlara laf söylemek size düşmez.

Gidin daha önemli konularla ilgilenin.

Memleket Acayip İnsanlarla Dolu

Teğmenler uzun yıllardan beri yapılan ve artık bir gelenek haline gelen kılıç çekme töreni yaptılar ve ortalık karıştı.

Ne kadar sorumsuz tip varsa; yarın Irak'a, Suriye'ye Doğu'ya gidecek ve teröristlere karşı ülkenin birlik ve bütünlüğünü sağlamak için vücudunu siper edecek olan teğmenleri linç etmek için inanılmaz bir yaygara başlattı.

Bu konuda daha önce de yazılar yazdım.

Bu ilk defa yapılan bir şey değil.

Yıllardır kılıç çekme töreni yapılıyor.

Bu güne kadar bu konuda hiç kimse herhangi bir şey söylemedi.

Yani sorun, geleneksel kılıç çekme töreni değil.

Peki, daha önce sorun olmayan tören bu yıl neden sorun haline getirildi.

Bunun sebebi, teğmenlerin söylediklerinde aranmalı.

Bu kadar yavşağı rahatsız eden şey söylenenlerdedir.

Peki ne söylemiş teğmenler.

Öncelikle "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." demişler.

Kimin askeri olacaklardı?

"Keşke Yunan galip gelseydi!" diyen meymenetsiz gibi Trikopis'in askeri mi olacaklardı?

Bu slogan, bu ülkenin anayasası ve yasalarına göre kurulan ve faaliyet gösteren hiçbir kurumu rahatsız etmez, edemez. 

Aksine mutlu eder.

Sadece Atatürk adını duyunca abdesti bozulan bazı dış mihrakların etki ajanları rahatsız olur bu sözden.

Vatanını ve milletini seven Türk vatandaşları değil.

Teğmenler bundan sonra da şu metni okumuşlar:

"And içeriz ki; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak."

Teğmenlerden rahatsız olan ve linç edilmeleri için ağızlarından salyalar akarak saçmalayanlar acaba bu metinden mi rahatsız oldular?

Bu metinde onları rahatsız eden nedir?

Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığından mı rahatsızlar?

Ülkenin bölünmez bütünlüğüne mi karşılar?

Aziz vatanın bir karış toprağına bile el uzatacakların karşısında teğmenlerin durma kararlılığından mı rahatsızlar?

Ülkenin bağımsızlığının, bölünmez bütünlüğünün, topraklarının korunmasının sağlanması için eğitilip yetiştirilen insanların bu görevleri kabul edip benimsemelerinden mi ürktüler?

Ürktüler ise neden ürktüler?

Ülkenin bağımsızlığının ortadan kalkması için birileri ile anlaşmaları mı var?

Ülkenin bölünmesi konusunda birileri ile gizli anlaşmaları mı var?

Ülkenin bazı kısımlarını başka bir devlete vermek için pazarlık mı yaptılar?

Bu kadar bağırıp çağırmanın sebebi bunlar değilse nedir?

Teğmenlerin Kılıç Çekme Töreni, Kimin Abdestinin Bozulmasına Sebep Oldu?

 30 Ağustos günü teğmenler, Kara Harp Okulu'nda yapılan resmi diploma töreninden sonra, onlarca yıldır hep yapılan ve gelenek haline gelen kılıç çekme töreni yaptılar.

Bu sırada ayrıca, hep bir ağızdan Atatürk'ün ilkelerine ve anayasanın ilk dört maddesine bağlı olduklarını ifade eden bir and okudular.

Bu görüntüler sosyal medyada paylaşılınca büyük bir tartışma başladı.

Ne kadar abdestinden şüphesi olan kişi varsa, hep bir ağızdan teğmenlerin linç edilmesi için yaygara kopardılar.

Buna bazı siyasiler de katılınca, mutad bir olay büyük bir olay halinde dönüştürüldü.

Nitekim Savunma Bakanlığı, bu yaygaranın baskısı altında kaldığından teğmenler konusunda araştırma başladığını açıkladı.

Neyi araştıracaklarını söylemediler ama yaygaracıları sakinleştirmek için böyle söylemiş olmalılar.

Ben dahil bir çok emekli subay, kılıç çekme olayının daha AKP diye bir parti yokken de yapıldığını, bu olayın hükümete karşı bir tepki olarak organize edildiği iddialarının saçma ve asılsız olduğunu, teğmenlerin söylediklerinin de yasalara ve anayasaya uygun olduğunu söyleyip durdu ama malum çevreler (Küçük bir azınlık olmalarına rağmen kendilerini halkın geniş kesimleri diye lanse etmeye bayılıyorlar.), zırvalamayı bir türlü bırakmadılar.

Aksine gün geçtikçe daha da yüksek perdeden bağırıp çağırdılar.

Bunun nedeni konusunda bazı yorumlar yapıldı.

Ama gerçek neden bu gün gördüğüm bir paylaşımdan anlaşıldı.

Paylaşımda "Öğrencileri kendi görüşümüze göre seçsek de o okuldan istediğimiz türde insan yetişmiyor. Sistemi değiştireceksek, eski okulları kapatıp yenilerini kurmak lazımmış. Bunu yeni anladık." diyor.

Yani bağırıp çağıran güruh, bunun hükümete karşı bir mesaj olmadığını gayet iyi biliyor.

Kılıç çekmenin geleneksel bir şey olduğunu da biliyor.

Rahatsız oldukları şey, kendi kafalarında subay yetiştirildiğini sandıkları Harp Okulu'ndan, vatansever, milliyetçi, Atatürkçü, Cumhuriyetçi subay yetiştiğini görmek.

Onları delirten şey, Harbiye'den mezun olanların hala yerleşmiş geleneklere bağlı olduklarını görmek.

Gerisi laf-ı güzaf.

Göz boyama.

Hırsız olacaksanız, büyük hırsız olun.

1997 yılında küçük çocukların baklava çaldıkları için 9'ar ay hapis cezasına çarptırıldıklarını yaşı müsait olan herkes hatırlıyordur.

O zamanlar bu olay, günlerce televizyon ekranlarından tartışılmıştı.

Böyle küçük suçlar işleyip aylarca ve hatta bazen yıllarca hapis yatan başka insanlar da tanıyanlar vardır mutlaka.

Ama nedense büyük hırsızlar, çok büyük paralar çalanlar, büyük dolandırıcılar, kara para aklamakla suçlanan büyük servet sahibi insanlar pek hapis yatmıyor.

Tutuklansalar bile kısa süre içinde serbest kalıyorlar.

Bu günlerde bunun güncel bir örneğini yaşıyoruz.

Hesapsız para harcayan bir genç çift, sosyal medyada yaptıkları paylaşımlardan sonra herkesin dikkatini çekmişti.

Yaptıkları işe ve ailelerinden para kalıp kalmadığına bakanlar, bu kadar bol para harcayacak kadar kazanmalarının mümkün olmadığını anlamışlardı.

Nitekim bir süre sonra emniyet birimleri de bunun farkına varmış ve çifti takibe almışlar.

Bunun sonucunda da kara para akladıkları iddiasıyla çift hakkında dava açılmıştı.

Savcılık araştırması sonucunda davaya bakan mahkeme de çifti tutuklama kararı vermişti.

Çift sosyal medyada çok tanınan şahsiyetler olduklarından bu tutuklama büyük ses getirmişti.

Basın uzun süre çiftin nasıl para kazandıkları hakkında yorum yaptı.

Böylece kamuoyunda, çiftin büyük bir ceza alacağı beklentisi hakim oldu.

Bir süre sonra büyük bir sürpriz yaşandı.

Bayan zanlı serbest bırakıldı.

Bu olay üzerine bayanın sosyal medya hesaplarını takip edenlerde bir patlama yaşanmış.

Basın ve sosyal medyada kadının itirafçı olduğundan, kendini kurtardığından, işin yükünün kocasına kaldığından bahsedildi.

Ama işin böyle olmadığı anlaşıldı.

Çünkü bir süre sonra koca da serbest bırakıldı.

Bugünlerde birçok basın ve yayın organı ile sosyal medyada bu konu tartışılıyor.

Adalet duygusunun yara aldığına vurgu yapılıyor.

Zenginlerin fakirler gibi hapis yatmadığını söyleyenler oluyor.

Ben bunları seyredince, insanların buna neden bu kadar hayret ettiklerine şaşıyorum.

Eğer fakirlik, açlık veya başka bir mecburiyet yüzünden hırsızlık yaparsanız hapı yutarsınız.

Çünkü küçük çaldığınızdan sadece kendi karnınızı doyurursunuz.

Ama büyük hırsız olursanız öyle mi?

Sizinle beraber bir sürü insanın cebi para görür.

Uzun süre büyük paralar çalmak mümkün değil çünkü.

Birileri bunu fark eder ve ensenize biner.

Ensenize binmemeleri için onlara da verirsiniz çaldıklarınızdan.

Böylece, size göz yumak ve hatta arka çıkan bir kitle oluşur.

Siz hapse girerseniz onlar da para kazanamaz.

Hapse girmenizin bir tehlikesi daha var.

Ya ağzınızı açıp konuşmaya başlarsanız...

Onlar da sıkıntıya girer.

Bu yüzden, büyük hırsızlar kolay kolay hapse girmez.

Girseler de orada fazla kalmaz.

Çünkü onların koruyucuları vardır.

Ayrıca, paraları bol olduğundan en iyi avukatları tutarlar.

Bu yüzden size tavsiyem:

Hırsızlık yapmayın.

Başkasının hakkını çalmak en büyük şerefsizliktir.

Ama şerefsiz olmanın sizin için bir önemi yoksa, yani mutlaka hırsız olacaksanız, küçük hırsız olmayın.

Büyük hırsız olun.

6 Eylül 2024 Cuma

OVP, açıklandı, zamlar gelmeye başladı.

 Dün televizyonlarda hükümetin orta vadeli ekonomik planının açıklandığından bahsediliyordu.

Baktım, enflasyon bu ay itibarı ile %51'de düştüğü, önümüzdeki yıllarda hızla %7'lere kadar düşeceği iddia ediliyor, içimden "Eyvah!" dedim.

Şimdi bunu duyan hemen zamları yapıştırır diye düşündüğümden böyle dedim.

Nitekim yanılmamışım.

Biraz önce bakkala gittim.

Sigara alacaktım.

Alacağım sigaranın paket fiyatı 76 lira idi.

Bakkala bozuklu konusunda yardımcı olmak için 100 lira ve bir lira verdim.

Bakkal bana bakıp "Bir lirayı neden verdin abi?" diye sordu.

"Sigara 76 lira ya, bozukluk arama diye verdim." dedim.

Bakkal gülümsedi.

"Gerek yok abi, sigaraya zam geldi bugün. Bir paket sigara 80 lira oldu." dedi.

"Eyvah ki ne eyvah... Bir gün bile sabredemediler. Akşam plan sabah zam açıklandı desene." diye söylendim.

Bakkal "Aynen öyle abi. Alıştık artık. Gerisi gelmez inşallah." diye cevap verdi.

Derin bir of çekip "İnşallah." dedim ve bakkaldan çıktım.

Bence ne plan yaparsanız yapın, açıklamayın.

Siz konuştukça işler tersine gidiyor.

Sessiz kalın.

Belki daha iyi olur.

Otoriter Rejimle Yönetilen Geri Kalmış Ülkelerde Lider Tapınmacılığı

 

Mısır'ın darbeci eski genelkurmay başkanı Türkiye'ye geldi.

Kendisi darbeden sonraki uyduruk seçimlerle cumhurbaşkanı oldu.

Seçimle iktidara gelen İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütünün cumhurbaşkanı da yargılanıp idam edildi.

Bunun üzerine bizim hükümet, en küçüğünden en büyüğüne kadar Sisi'ye demediğini bırakmadı.

Darbeci dediler.

Katil dediler.

Daha birçok şey dediler.

Doğal olarak Sisi ve destekçileri de boş durmadı.

Onlar da bizimkilere demediklerini bırakmadılar.

Ama gün geldi, devran döndü.

Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'da bir sürü gelişme oldu.

Libya'da ilginç olaylar yaşandı.

Bir baktılar ki Mısır ve Türkiye'nin ortak çıkarları var.

Önce gizli görüşmeler yapıldı.

Sonra bazı uluslararası toplantılarda beraber görüntü verildi.

İsrail tehdidi ise işleri tamamen değiştirdi.

Sisi, Türkiye'yi ziyaret etti.

Bu ziyaret sırasında bir sürü antlaşma imzalandı.

Buraya kadar gelişmeler normal diyebilirsiniz.

Ama bu gün sosyal medyada, Mısır basınında yayınlandığı söylenen bir karikatür çok farklı bir şey.

Sisi Firavun (Bu Mısırlılarda bizdeki gibi kötü bir anlama gelmiyor, aksine olumlu bir anlamı car.) olmuş, askerleri dimdik dizilmiş, bizim Cumhurbaşkanı Firavun'un önünde eğiliyor.

Halbuki durum böyle değil.

Sisi'nin o kadar hakaretten sonra Türkiye'ye gelmesine bakılırsa tam tersi bile söylenebilir.

Nitekim, bizdeki yandaşlar da Sisi'nin gelişine bu perspektiften bakıyorlar.

Yani, iki tarafta da durum aynı.

Otoriter rejimlerde tek adam hata yapmaz.

Güçlüdür.

Herkes onun önünde eğilir.

O zekasıyla bunu sağlamıştır.

Daha bir sürü hikaye.

Ama bu hikayelerin gerçekle bir ilgisi yoktur.

İç kamuoyu için, bunun bir önemi de yoktur.

Liderin gücü halkın gözüne sokulsun yeter.


Yabancı Ülkelerden Gelip Harp Okulu'nda Okuyan Teğmenler 30 Ağustos'ta Hükümete Ne Mesaj Verdiler?

 30 Ağustos günü tören sonrasında teğmenlerin kılıç çekip bir araya toplanması, nedense çok ses getirdi.

Halbuki, ben mezun olurken de aynı şeyi yapmıştık.

Demek ki, 36-37 yıldır aynı gelenek devam ediyor.

Bizden önce de var olan bir gelenek bu.

Ama nedense, bilen bilmeyen, gördüklerinden bir mesaj çıkarıp abdesti bozulan bozulmayşan herkes ahkam kesip duruyor.

Yok efendim resmi tören bittikten sonra bu ikinci bir törenmiş.

Yok efendim bu disiplinsizlikmiş.

Yok efendim bilmemneymiş.

Kardeşim onlarca yıldır uygulanan bu gelenek şimdiye kadar disiplinsizlik değildi de bu gün mü disiplinsizlik oldu.

Konuşanlar acaba o okulda okuyup o törene hiç çıktılar mı?

Bırakın bir askeri okuldan mezun olmayı, teğmenlere çamur atanlardan herhangi bir bahaneyle askerlik yapmayan veya kısa dönem 20 günlük askerlik yapmayan kaç kişi var?

Bir de utanmadan bu faaliyetin hükümete karşı bir mesaj olduğunu iddia ediyorlar.

Bazıları da, faaliyete neden 300 kişi katıldı gibi sorular sorup sanki bunu bir grup yapmış gibi göstermeye çalışıyorlar.

İnternette olayın geniş açıdan çekilmiş videoları var.

Tüm teğmenlerin katıldığı açıkça görülüyor.

Daha da önemlisi, kılıç çekme törenine başka ülkelerden gelip Kara Harp Okulu'nda okumuş olan yabancı teğmenler de katılmış.

Tabi, askerlikten bihaber tiplerin üniforma farklılıklarından haberi olmasını beklememek lazım.

Ama bilenler için söylüyorum.

Videolara iyi bakın.

Kılıç çekme töreninde Afrikalı, Balkan ülkelerinden ve Asya ülkelerinden teğmenler de var.

Onlar da mı hükümete mesaj gönderiyorlar?

Onların bizim hükümetimizle ne alıp veremedikleri olabilir?

Bence artık saçmalamayı bırakın.

Önümüzdeki yıl cepheye gidecek genç subaylarımızı yıpratmayın.

Onlar ateş altına gidecekler.

Millete ve devlete sevgisi ve güveni olmayan birinin yapacağı şey değil savaşmak.

Yürek ister, inanç ister, güven ister.

Bunlara zarar vermeyin.

Masa örtüsünü beline dolayıp kefenimizle geldik soytarılığına benzemez çünkü.

Teğmenlerin açıklamasından tolumun hangi kesimleri rahatsız olmuş?

 Elbette bana sorarsanız Atatürk alerjisi olanlar.

Elbette meydanı boş bulunca kabadayılık yapan ama beyinlerinin içinde bir yerde asker darbe yapacak endişesi bulunan tırsıklar.

Ama burada bahsetmek istediğim konu bu değil.

Adalet Bakanı, "Teğmenlerin açıklaması, toplumun geniş kesimlerini rahatsız etti." demiş.

Hangi geniş kesimleriymiş onlar söylememiş.

Toplumun geniş kesimleri Atatürk'e saygı duymalarından mı rahatsız olmuş.

Anayasanın ilk üç maddesinde açıklanan hususlara bağlı olduklarını açıklamasından mı rahatsız olmuş.

Sayın bakan, laf-ı güzaf etmiş.

Belki de toplumun midesi geniş kesimlerinden bahsetmiştir.

Bel yarıçapı fazla yemek yediği için (göbek yüzünden) genişleyenlerden bahsetmiştir belki de.

Ya da nesebi geniş olanlar rahatsız olmuştur.

Türk milletinin geniş kesimlerinin rahatsız olduğu filan yok.

Ama sayın bakandan rahatsız olan çok.

Adalet bakanları eskiden pek konuşmazlardı.

Konuştukları zaman da genel konularla ilgili dikkatli ifadeler kullanırlardı.

Çünkü adaleti sağlayan hukuk sistemi ile ilgili bir iş yaptıklarının bilincindeydiler.

Olur olmaz konularda çenebazlık yaparlarsa, bazı savcıların kullanılan ifadeleri emir telakki edip dava açmaları mümkün çünkü.

Ama bizim bakan nedense buna hiç dikkat etmiyor.

Hukukla ilgili konularda her topa dalması yetmemiş gibi simdi de kendiyle hiç alakası olmayan bir konuda konuşuyor.

Bence iyi yapmıyor.

Enflasyon düşüyor ama ne pahasına?

 Bu gün yapılan açıklamalara göre yıllık enflasyon düşmeye devam ediyormuş.

Şu anda %51 seviyesindeymiş.

2025 yılında %17,5, 2026 yılında %9,7 ve 2026 yılında %7 seviyesine gerileyecekmiş.

Bu yıl gerçekleşen rakamlar daha önce Merkez Bankası'nın yaptığı planlar/tahminlerle örtüşmüyormuş.

Merkez Bankası enflasyon tahminleri daha düşükmüş.

Bence sorun değil.

Bu açıklanan rakamlar da oldukça iyimser bir tablo çiziyor.

Birçok çevrenin bu tür rakamlara inanmayıp kendi araştırmalarından buldukları rakamlara da değinmeyeceğim.

Resmi kurumların açıklamalarını doğruymuş gibi kabul edeceğim.

Ama bu durumda bile rakamlar beni rahatlatmıyor.

Ekonomi büyüyor mu?

Hayır.

Aksine küçülüyor.

Bu da, ülkenin fakirleştiğini gösteriyor.

Enflasyon ile büyüme aynı şey değil.

Fiyat artış hızı yavaşlarken büyüme hızı da azalmış hatta geriye doğru giderek azalmış.

Bu sonuç, uygulanan ekonomik politikadan kaynaklanıyor.

Şimşek, enflasyonun talep fazlalığından kaynaklandığı varsayımıyla bir plan yaptı.

Milleti fukaralaaştırınca talep düştü.

Talep düşünce de enflasyon yavaşladı.

Yani, enflasyondaki düşüşün sebebi, hükümetin gösterdiği olağan üstü bir başarıdan değil, kimsede harcayacak para bırakmamalarından kaynaklanıyor.

Emekliye zam çok düşük yapıldı.

Emekli açlık sınırında yaşıyor.

Biraz daha fazla olsa da memura da düşük zam yapıldı.

Memur karnını doyuruyor.

Çiftçi çöktü.

Ziraat Bankası kredileri kesildi.

Onlarda da fazla para yok.

Sonuçta kimse bir şey alamıyor.

Böyle bir politika, uzun vadede hiçbir başarı sağlamaz.

Bu, bazı zayıflama reçetelerine benziyor.

Hani, bir sürü yemek türünün yenmesinin yasak olduğu, serbest olanların da çok az yenilebildiği rejim reçeteleri var ya, işte ondan bahsediyorum.

Bu reçeteyi uygulayanlar, gerçekten de hızla kilo veriyor.

Ama yeterli gıda alamadıklarından ve sadece belli türlerdeki gıdaları tükettiklerinden vücutları da zayıflıyor.

Dirençleri kayboluyor.

Güç kaybediyorlar.

Yürürken bile zorlanıyorlar.

Bunun bir sürü organ üzerinde yarattığı kötü sonuçlar da oluyor.

Peki, bu şekilde zayıflamak işe yarıyor mu?

Kısa vadede evet, uzun vadede hayır.

Hatta uzun vadede, bu tür bir rejimle kilo verenler eskisinden bile şişman oluyorlar. 

Çünkü uzun süre vücut aç kalınca, beyne de daha az yakıt gidiyor.

Beyne bütün organlar, açlığın yarattığı sorunları iletiyor.

Rejim sona erip kişi tekrar normale dönünce, beyin yeniden aç kalma ihtimaline göre daha fazla yağ depolamanması gerektiğini düşünüyor.

Ki, yeni bir açlık döneminde, yağları kullanarak vücudun ihtiyaçlarını daha uzun sürdürebilsin.

Bizim ekonomi politikası da böyle.

Şimdi talep o kadar kısıldı ki...

İnsanlar o kadar parasız kalıp hiçbir şey alamaz hale geldi ki...

Para politikası gevşediği an muhtemelen bir talep patlaması yaşanacak.

Üretim aynı hızla artmayacağı için de enflasyonda büyük bir patlama yaşanacak.

Benden söylemesi...