İlkokuldan itibaren, birçok okulda okudum. Hala da fırsat buldukça okumaya devam ediyorum. Çocuk sahibi olunca, onları da küçük yaşlarından itibaren okula gönderdim. Tüm bu süreç boyunca ülkemizde eğitim adına yapılanlardan ve tartışılanlardan çıkardığım sonuç şudur: Eğitim sistemimizin iki temel sorunu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi eğitim sorunudur. İkincisi ise sistem sorunudur. Yani hem ne öğretileceği hem de nasıl öğretileceği konusunda sorun yaşanmaktadır.
Muhtemelen bu ülkeyi yönetenler
de benim gibi bu iki konunun büyük bir sorun teşkil ettiğini düşünüyor
olacaklar ki, kendimi bildim bileli ülkemizde eğitim sistemi sürekli olarak
değiştirilmektedir. Bu değişim o kadar sık yaşanmaktadır ki, neredeyse her
hükümet kurulduğunda ve hatta aynı hükümet döneminde milli eğitim bakanı
değiştiğinde bu iki konuda değişiklikler yapılmaktadır.
Değişim iyidir.
Değişim ile sorunum yok.
Ama değişim ileriye doğru
olmalıdır.
Değişim gelişmeyi de beraberinde
getirmelidir.
Fakat maalesef bizde durum böyle
işlememektedir.
Her gelen hükümet ve her yeni
milli eğitim bakanı eski sistemi yerden yere vurmakta ve büyük laflar ederek
yeni bir sistem ortaya atmaktadır. Ancak, yeni sistemin de sapır sapır
döküldüğünü görmek için çok fazla beklemeye gerek kalmamaktadır.
Peki, neden böyle olmaktadır?
Ben bu soruya kendi mesleki
tecrübelerimden yola çıkarak bir cevap bulmaya çalışacağım.
Silahlı Kuvvetlerde yeni bir
harekât öncesinde, ne yapılacağına karar verebilmek için durum muhakemesi
denilen bir karar verme usulü takip edilir. Bu usulde ilk olarak vazife tahlili
ile işe başlanır. Bu tahlilin amacı, yapılacak harekât ile başarılması istenen
vazifenin ne olduğunu açık ve tam bir şekilde ortaya koyabilmektir.
Vazife tahlili, durum
muhakemesinin en önemli aşamasıdır. Çünkü vazife doğru bir şekilde tespit
edilmezse, ondan sonra yapılacak muhakemeler sonucunda varılacak karar da doğru
olmayacaktır.
Eğitim konusunda hükümetlerin
nasıl hareket ettiklerine bakınca, dakika bir gol bir misali daha işe başlarken
bu konuda hata yapıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü vazife doğru bir şekilde ortaya
konulamamaktadır.
Bunu nereden mi çıkarıyorum?
Anlatayım…
Durum muhakemesinde vazife bir
kişinin sözüne göre tespit edilmez. Vazifenin tespiti için bir tahlil yapılır.
Bu tahlilde önce maksat ortaya konur.
Bundan sonra, bu maksadı gerçekleştirmek için yerine getirilmesi gereken
açık ve kapalı görevler tespit edilir. Bu görevler detaylı bir değerlendirmeye tabi
tutulur. Bunun sonucunda da vazife açık, kısa ve net bir şekilde ortaya
konulur.
Peki, eğitim konusunda bu iş
böyle mi yürütülmektedir?
Maalesef hayır.
Bunun böyle olduğunu anlamak için
derin tahliller yapmaya da gerek yok.
Örneğin gazetelerde ateist imamın
imamlıktan atılması sebebiyle diyaneti mahkemeye verdiği haberleri okudum bir
zamanlar.
Din adamı yetiştiren bir okuldan
mezun olan biri dinsiz oluyorsa, eğitimin maksada hizmet etmediğini söylemek
için çok konuşmanın gereği yok.
Eğitim ciddiyetle ele alınmalı,
maksat ve hedef tespit edilmeli, eğitim de ona göre planlanmalı ve icra
edilmelidir.
Kişisel kanaatler, dini veya
siyasi görüşlerin etkisinde kalmadan, ülkenin ihtiyacına göre bir sistem
kurulmalıdır.
Okullar da bu ihtiyacı
karşılayacak şekilde planlanmalıdır.
Örneğin, ülkenin bilimsel ve
teknolojik açıdan gelişmesi isteniyorsa, fen, kimya ve matematik ağırlıklı
eğitim veren liseler kurulmalıdır.
Yani öncelikler, ihtiyaçlara ve
hedeflere göre seçilmelidir.
Bunu sıradan insanların bile
artık anladığını biliyorum. Sorun yöneticilerin anlamamakta ısrar etmesinden
kaynaklanıyor.
Bugün kızımla taksiye bindik.
Dershaneye gideceğimizi söyledik.
Taksi şoförü hemen kızıma sordu:
“Size kodlama dersi veriliyor mu
okulda?”
Ne demek istediğini ne kızım ne
de ben anlamadığımız için adama sordum:
“Kodlama dersi derken, ne demek
istiyorsun?”
Adam cevap verdi.
“Ya, hani şu bilgisayarları
çalıştıran kod sistemleri var ya? Onu soruyorum.”
Adam bilgisayar kullanımı ve
programcılıkla ilgili ders görüyor musunuz demek istiyormuş.
Ben bunu duyunca şaşırdım.
Kızım ise her zamanki
soğukkanlılığıyla cevap verdi.
“Hayır. Öyle bir dersimiz yok.”
Taksi şoförü yüzünü buruşturdu.
Üzgün bir ifadeyle konuşmaya
başladı:
“Çok yazık!... Hâlbuki her şey
bilgisayarla çalışır hale geldi. Bu arabanın bile bir beyni var. 10-15 seneye
kadar her şeyi bilgisayarlar yönetecek. Robotlar yapılacak. Bizim okullarımızda
bu konuda ders verilmemesi çok kötü. Bu eğitim sistemiyle dünyanın en geri ülkesi
haline geleceğiz.”
Ne diyeceğimi bilemedim.
Çünkü taksi şoförü, sakalı ve takkesiyle
tam bir hacı dayıydı.
Hani klasik önyargılarla bakınca,
adamın din dersi görüyor musunuz diye soracağını sanırsınız.
Ben konuyu değiştirip başka
şeyler konuşmaya başladım ve adamın konuşmalarından; namazında, niyazında
dindar bir adam olduğunu öğrendim. Kendisi ilkokul mezunuymuş, okuyamadığına
hala hayıflanıyormuş.
İlkokul mezunu ve eğitimle hiç
ilgisi olmayan bir taksi şoförü bile bu kadar mantıklı değerlendirmeler
yaparken, kelli felli eğitim bakanları ve bakanlık personelinin bir türlü olayın
ciddiyetini kavrayamamaları çok üzücü.
Çünkü böyle olunca, eğitim
sistemimiz ne olursa olsun, eğitimin kendisi daha en baştan başarısızlığa
mahkûm ediliyor.
Vazife, doğru bir şekilde tespit
edilmiyor.
Eğitimin maksadı, doğru dürüst ortaya
konulmuyor.
Maksat belirlenmeden ve vazife
tespit edilmeden sistem kurulmaya çalışılıyor.
Ne yapılacağı ve niçin yapılacağı
belirlenmeden, nasıl yapılacağına karar veriliyor.
Böyle yapılınca da doğal olarak
hiçbir sistem işe yaramıyor.
Eğitim, hedefi belli olmayan bir
gemi gibi, hiçbir yere gidemiyor.