.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

20 Haziran 2018 Çarşamba

Tansu Çiller: 1995-2018.

1995 Irak operasyonundan dönmüştük.

Tansu Çiller Silopi'ye geldi. 

Krem bir takım elbise giymiş, boynunda güzel bir fular ve ayağında elbise ile uyumlu renkte bir bot vardı. 

Birliğin en ön sırasında üçüncü kişiydim. 

En sağda Özel Kuvvetler Komutanı, Yanında bizim tabur komutanı, onun yanında da tim komutanı olarak ben vardım. 

Kuvvet Komutanı ve Tabur Komutanının elini sıktıktan sonra benim karşıma geldi. 

1 Metre yakınıma kadar yaklaştı ve elini uzattı. 

Çok güzel bir kadındı. 

Beyaz tenliydi ve göz altlarında yüzüne çok yakışan çiller vardı. 

Tam ben de elimi uzatmış ve elim eline değecekken araya girip kadını konuşma yapacağı kürsüye doğru götürdüler.

Böylece elim havada kalmış oldu. 

Konuşma yapıp yürüyerek binaya doğru giderken kazan dairesinde görev yapan ve biraz saf biri olan bir asker kalabalığın arasından sıyrılıp Çiller'i kucakladı ve ''Ablaaammm!'' diye bağırdı. 

Herkes şok oldu. 

Çiller önce biraz korktu sanırım. 

Çünkü beti benzi attı. 

Sonra kendini toparladı ve askerin başını okşayıp ''Nasılsın ablam?'' dedi. 

Askerle yan yana fotoğraf çektirdi veya gazeteciler fırsattan istifade fotoğraf çektiler. 

Asker Çiller'i saran kollarını çekince krem takım elbisenin ceketinde askerin beş parmağının izi duruyordu. 

Çünkü asker kömürden simsiyah hale gelmiş durumdaydı. 

Çiller ceketinin mahvolduğunu fark etti ama bozuntuya vermedi. 

Eliyle kömür tozlarını bile silkelemedi. 

Hiçbir şey olmamış gibi ağır ağır yürüyerek binaya doğru gitti.

AKP'nin İstanbul mitingine katılan Çiller'in resimlerini gazetelerde görünce bu olay aklıma geldi. 

Kadın çok yaşlanmış. 

Zaman hiç kimseye müsamahakar davranmıyor.

12 Haziran 2018 Salı

Seçimlerde Partilerin Son Durumu...

Bu secimde cok surpriz sonuclar cikarsa sasirmam. 
Evimin bulundugu semt secimlerde chp nin birinci parti olarak ciktigi bir yer. 
AKP ikinci, MHP ucuncu ve HDP dorduncu parti. 
Sohbet ettigim veya sohbetlerine kulak misafiri oldugum kisilerin soyledikleri cok karmasik. 
Anladigim kadariyla Muharrem Ince halk uzerinde etkili olmus. 
Cunku daha once MHP'ye ve AKP'ye oy verdim diyen bazi kisiler bile onu begendigini soyluyor.
Saadetciler parti ikinci turda kimi desteklerse ona oy veririz ama birinci turda kendi adayimiza oy veririz diyorlar. 
En ilginc olan ise IYI Parti. 
CHP'de dahil daha once diger partilere oy verdigini soyleyen bazi kisiler IYI Parti'ye oy vereceklerini soyluyor. 
Milletvekilliginde IYI Partiye baskanlikta Ince'ye veya milletvekilliginde CHP ye baskanlikta Aksenere oy verecegini soyleyenler de var. 
Aksener'in kadinlarin sempatisini kismen de olsa topladigi goruluyor. 
MHP tahmin edildigi kadar cok oy kaybetmeyebilir. 
Cunku daha once AKP'ye oy verdigini soyleyen bazi kisiler MHP'ye oy vereceklerini soyluyor. 
Erbakan'in partisi de halkin ilgisini cekmis gibi gorunuyor. 
Oylarini katlarlarsa surpriz olmaz. 
Bir tek HDP'liler renk vermiyorlar. 
Iktidarin aldigi en buyuk elestiriler yolsuzluk iddialari, hayat pahaliligi, adam kayirma vb. hususlar.
Suriyelilerin ulkeye alinmasi konusunda da rahatsizlik var ama bu iki farkli yonde. 
Bir grup alinmalarina tamamen karsi. 
Ama icinde AKPlilerin de bulundugu daha buyuk bir grup suriyelilerin turkiye ye alinmasina karsi olmamakla birlikte gocmen veya multeci kamplarinda toplanmayip her yere dagilmalarina karsi. 
CHP yi elestirenler HDP ile ilgili koruyucu soylemleri oldugunu ileri suruyor. 
MHP hakkinda fikirler bolunmus durumda. 
Cok olumsuz konusanlar da var olumlu konusanlar da. 
Ama cogunluk D.Bahceli'nin AKPyi bilincli olarak bir cikmaza soktugunu soyluyor. 
Anladigim kadariyla son yillarda ilk defa secmenin kafasi bu kadar karisik. 
Son gunlerde kimin performansi yuksek olursa o oyunu artirabilir. 
Ama bu degerlendirme elbette ki Turkiye genelini yansitmiyor. 
Sadece bir semtin bir bolumundeki gozlemlerim. 
Konusanlar ise siradan insanlar. 
Yani oy verecek olan kisiler.

24 Nisan 2018 Salı

Dikkat! Düşman dinliyor....

Aşırı gizlilik gizlilik ihlaline yol açar. Çalıştığım yıllarda her zaman, evraklara verilen gizlilik derecelerine itiraz ettim. Nedendir tam olarak bilemiyorum ama bizdeki yazışmalarda her evrakın mutlaka bir gizlilik derecesi olurdu. Hiçbir gizliliği olmayan evraka bile en azından Hizmete Özel damgası vurulurdu. Bu sebeple gizli evrakların emniyeti konusunda bir ciddiyetsizlik vardı. Bunun mahsurlarını ben dahil birçok kişi acı tecrübelerle yaşamak zorunda kaldık. Lojmana giren herkese küçük bir dosya içinde lojmanla ilgili evraklar verilir. Bazı işgüzarlar bu evraklara bile hizmete özel damgası vuruyordu. Kumpas dönemlerinde evi aranan bir subayın evinde, oturduğu lojman dairesinin krokisi (odaların, mutfağın ve banyo vb. nin neresi olduğunu gösteren basit çizim) bulunmuş. Savcı bu kroki üzerinde Hizmete Özel damgasını görünce bunu resmi evrak varsayarak suç delili diye dosyaya koymuş. Benzer şekilde bir talimnamenin istihbarat eki de gizli belge varsayılarak suç unsuru olarak kabul edilmiş. Bu kişiler tutuklu olarak yargılandılar. Halbuki bizim talimnamelerin çoğu ABD talimnamelerinin tercümelerinden başka bir şey değil. İlginçtir ABD askeri talimnamelerinin numarasını google'a yazıp aratınca internet ortamında bulmak mümkün. Mesela FM 101-5-1/MCRP 5-2A yazın, harekat konularını anlatan bu talimnameye hemen ulaşırsınız. Bunlar ABD Kara Kuvvetlerinin bilgisi dahilinde yayımlanıyor. Bizde KKT 101-5'i kışla dışına çıkarırsanız başınız belaya girer. Bu aşırı gizlilik takıntısı saçmalığı yüzlerce kişiyi mağdur etmesine rağmen hala durumda bir değişiklik yok. Halbuki sadece gerçekten gizli olması gereken şeylere gizlilik derecesi verilse bu şeylerin dışarıya sızması veya başkalarınca ulaşılması daha zor olacak. Ataşe görevinde ve sonrasında üst kademelerdeki bazı kişilere bu konuyu söyledim. Bazısı haklısın dedi, bazısı da sadece gülümsedi. Halbuki yabancılar bizde 50 tane kilit altında veya kozmik odalarda saklanan bilgileri resmi internet sitelerinde açık açık yayınlıyorlar. Örneğin MOD UK (Ministry of Defence, United Kingdom) sayfasından İngiliz ordusunda kaç adet tank olduğunu öğrenebilirsiniz. İngiliz Savunma Bakanlığı resmi internet sitesi olan bu sayfadan orduda kaç subay, astsubay ve er olduğunu da öğrenmek mümkün. Ben görev gereği incelediğimde personelin kaç para maaş aldığının bile yazıldığını gördüm. İngiltere her yıl Green Paper veya White Paper ismiyle o yıl takip edilecek savunma politikalarını, silahlanma politikalarını ve buna benzer birçok politikasını kitapçık halinde bastırıp yayımlıyor. Ataşelere de birer adet gönderiyor. Bir defasında Genelkurmay benden, İngiliz Kara Kuvvetlerinin teşkilat yapısı, teçhizat, silah ve malzeme durumu, eğitim sistemi vb. bilgileri öğrenebildiğim kadarıyla göndermemi istedi. Savunma Bakanlığından irtibat subayını aradım. Bir kitap ile bazı küçük kitapçıklar gönderdi. Ataşeliğin kitaplığına bakınca gönderdiklerinin orada da olduğunu gördüm. Tercüme edip Türkiye'ye gönderdim. Bir ara Genelkurmaydan biri çok detaylı bilgi gönderdiğimi, bu bilgiye nasıl ulaştığımı sordu. Güldüm. Bir defasında da İngiliz Kara Kuvvetleri'nde uygulanan yıllık eğitim programını öğrenebilir misin diye sordular. Savunma Bakanlığı'na gittim. Kara Kuvvetleri'nin operasyonel komutanlığının (Orada Kara Kuvvetleri Komutanı Savunma Bakanı ve Hükumetin danışmanı gibi. Kara Kuvvetleri birlikleri harekata yönelik ayrı bir yapı altında görev yapıyor. Bu yapının başında da bir orgeneral var.) harekat şubesinden biri gelip bana anlattı. Ama çok uzun bir konu olduğundan not almak ta uzun sürecek gibiydi. Adam bana ''Not almama gerek yok. Sana bizim eğitim programını göndereyim.'' dedi. Kurye ile filan gönderir diye düşünüyordum. Ertesi gün beni arayıp email adresime gönderdiğini söyledi. Bizde böyle bir şeyin mümkün olmadığını bildiğimden çok şaşırdım. İngiltere için gizli olmayan bilgilerin bizde neden gizli olduğunu da sorgulamadan edemedim. Peki hangisi daha doğru. Bizde gizli olduğu iddia edilen bazı evraklar ve sahte belgelerle neredeyse ordunun subay kadrosunun yarısı tasfiye edilirken İngiltere'de gizli bilgi sızdığını hiç duymadım. Üstelik bizde bu kadar gizlenen şeyler aslında gerçekten gizlenmiyor da. Çoğu şey Türkiye'de gizli. Ama dışarıda bu bilgiler ortada dolaşıyor. Bunu bir örnekle anlatayım. Bir gün, uluslararası yayın yapan bir savunma dergisi yetkilisi randevu alıp yanıma geldi. Benden, dergide yayınlamak için Türk Silahlı Kuvvetleri'nin silah mevcutlarını istedi. Dalga geçiyor zannettim. Bunlar gizlidir filan dedim. Genelkurmay buna izin vermez dedim. Ama adam ''Biz iki yıl önce yayınladık ama?'' deyince şaşırdım. Nasıl ulaştınız diye sordum. Derginin bir görevlisi Ankara'ya gitti. Oradan evraklarla döndü deyince inanamadım. Adam bana, bizim bilgilerin yayımlandığı derginin soft halini gösterdi. Şaşırdığımı görünce de ''Ne var ki bunda? Biz Çin'den bile bu bilgileri alıyoruz. Her yıl dünya ordularının silahları hakkında özel bir sayı yayınlıyoruz. Geçen yıl Türkiye nedense bilgileri vermedi. O yüzden sizinle görüşmeye geldim.'' dedi. Ankara'yı aradım. Yok öyle bir şey. Kim vermiş filan dediler ama üzerine de düşmediler. Böyle bir bilgiyi Türkiye'de yayımlasalar mahkemelerden kurtulamazlar ama demek ki bizim bilgiler İngiltere'de gizli değilmiş. İngilizler mi yoksa biz mi doğru yapıyoruz, siz karar verin.

22 Nisan 2018 Pazar

Satranç'ta yeni hamleler: Kim şah çekti, kim mat olacak?

Şah çekip mutlu bir şekilde koltuğuna yaslanmıştı ki ki rakip oyuncu onun hiç beklemediği bir hareketle hem mattan kurtuldu ve hem de şah çekti. 
Meğer rakibin yapabileceği bir hamle daha varmış. 
Bunu gören oyuncumuzun birden bire keyfi kaçtı.
Tüm mutluluğu sona erdi.
Hevesi kursağında kaldığı için bir iki defa yutkundu.
Ama yapabileceği bir şey yoktu. 
Bu duruma düşmesine çok sinirlendi ve rakiplerine saldırmaya başladı. 
Halbuki bu basit bir satranç müsabakasını acımasız bir poker oyunu haline çeviren kendisiydi. 
İlk hamleyi de o yaptı. 
Herhalde başka hiç kimse oyun bilmiyor veya bilse bile oynamaya cesaret edemez diye düşünüyordu.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı.
Resmen oyun kurarken oyuna düşmüştü.
Ne yapacağını şaşırdı.
''Bu ahlaksızlık!'' dedi ama aynı şeyi, hem de kötü amaçlarla ilk önce kendisi yapmıştı.
Bunun saçma olduğunu anlamış olmalı ki bu defa da ''Bu FETÖ'nün bir oyunu!'' dedi.
Çünkü kendisinin akıl edemediği şeyi akıl edecek kadar zeki rakipleri olmadığını düşünüyordu.
Onlar böyle bir şey düşünemeyeceğine göre bunu olsa olsa FETÖ düşünüp rakiplerine akıl vermiş olmalıydı.
Ama her şeyi FETÖ'ye bağlamak ta artık bayatlamış bir numara haline gelmişti.
Bu sebeple pek işe yarayacak gibi durmuyordu.
Belki de en doğru şey tufaya düştüğünü kabul etmekti.
Satranç bir strateji oyunudur.
Bazen kendine fazla güvenmek en büyük stratejik hatadır.
Rakibi küçük görmek ölümcül sonuçlar doğurur.
Burada yapılacak şey, çamura yatmayı bırakıp tekrar oyuna odaklanmak olmalı.
Çünkü oyundan kaçmak mümkün değil.
Kaçan hükmen mağlup sayılacak.
Hem bu oyunu kuran sen değil miydin?
Madem oyunu sen kurdun oyna o zaman. 
Eğer sinirlerine hakim olup yapabileceğin başka bir hamle var mı diye düşünmezsen oyun şimdiden 1-0 oldu demektir.
Onun için önce rakibine bak.
Kendisini tebrik et.
Sonra oyunu bir daha incele.
Varsa bir hamle, yap.
Yoksa yeni bir oyuna başlamanın tam zamanıdır.
Eğer tüm partiyi kaybetmek istemiyorsan tabii ki.....


(Not: Arkadaşlar satranç oynuyor. 
Ben seyirciyim.  
Bu yazıyı seyrettiğim bir oyun hakkında yazdım.
uzaktan satranç oynuyorum. 
Yazdıklarımın günlük siyasetle alakası yok.
Sakın yanlış anlaşılmasın.)

21 Nisan 2018 Cumartesi

Suudi Arabistan'da neler oluyor?

Afrin harekatı, doların rekor kıran yükselişi, erken seçim kararı derken bu hengame içinde içinde kimsenin dikkatini çekmiyor ama Suudi Arabistan'da çok ilginç gelişmeler yaşanıyor. 
Bu gelişmelerin pek dikkat çekmemesi, oldukça sıradan şeyler olduğundan kaynaklanıyor olabilir. 
Ama her şey basit ve sıradan adımlarla başlar. 
Küçükken eve ilk defa radyosu da olan bir teyp girdiğinde evde ne kadar çok değişime sebep olduğunu gayet net hatırlıyorum. 
Bu sebeple, son günlerde Suudi Arabistan'da sinema salonu açılması, kadınların açık alanlarda yürüyüş vb. sporlar yapmaya başlaması veya kadınların araba kullanmasına izin verilmesi gibi basit ve pek dikkat çekmeyen olaylarla ilgili haberleri okuyunca bu durum dikkatimi çekti. 
Sanırım yakın bir zamanda Arabistan merkezli yeni bir değişim dalgasına şahit olacağız. 
Bu sadece bir tahmin.
Ama doğru bir tahmin olduğuna dair sağlam dayanaklarım var. 
Çok yakında, Arabistan'da başlayacak teni gelişmelerle tüm Ortadoğu tamamen değişik bir yer haline gelebilir. 
Bunların basında kısa haberler halinde geçiştirilen Arabistan'daki saray darbesinin ardından başlaması da oldukça dikkat çekici. 
Yakında ne olacağını gösteren yeni gelişmeleri de görürüz diye düşünüyorum.
Saygılar sunarım.

15 Nisan 2018 Pazar

Suriye'de kim kaybediyor?

Esat'ı ve rejimini hiç sevmem ama Amerika'nın cani her istediğinde yanına emperyalist eskisi iki_üç devleti alıp birilerini bombaladığı bir dünya Esat Suriyesinden de kötü bir dünyadır. 
Peki yarin sıra kimde? 
Birileri bir yerlerde kimyasal silah kullandı, günlerce kimin attığını tartştık. 
Simdi ABD Suriye'yi bombaladı.
Herkes Trumph ne dedi, Putin ne dedi onu tartışıyor. 
Ama olan bu saldırlarılarda ölenlere oluyor. 
Sadece Türkiye'de çatışmalardan kaçan 3-3.5 milyon Suriyeli olması da cabası.
Bir ülkede her şeye bir kişi veya bir grup karar veriyorsa o ülkede zulüm vardır. 
Ayni şekilde, dünyada her şeye bir devlet veya bir grup devlet karar veriyorsa o zaman zulüm dünyaya hakim olmuş demektir. 
Maalesef Suriye'de zulüm var ama zulüm dünyaya da hakim olmuş durumda. 
Bu zulmü yapan ise kendini dünyadan ve her şeyden önemli gören 3-5 tane manyak. 
Bu manyaklar birbiriyle didişirken olan sıradan insanlara oluyor.
Şu anda Suriye'de de görünürde Esat, Putin ve Trumph kavga ediyor, ama nedense ölenler sıradan insanlar oluyor.
Bu üçü ise konforlu odalarında viski, votka veya acı kahvelerini yudumluyor. 
Bence artık sıradan insanların meydanlara çıkıp bu tur adamları alaşağı etmesi lazım. 
Niye biz oluyoruz, eger mutlaka birileri ölecekse siz olun demesi şart.
Çünkü her savaşta sıradan insanlar ölüyor.
Suriye'de de sıradan insanlar kaybediyor.

8 Şubat 2018 Perşembe

Pyitaht Abdülhamit

Abdülhamit'i anlatan bir dizi var. 
Bir bölümünü biraz seyrettim ve bu kadar da saçmalık olmaz diyerek bir daha seyretmedim. 
Abdülhamit'i ne fütursuzca karalayanlara, ne de kutsal bir kişi seviyesine çıkaranlara katılmıyorum. 
O yüzden dizideki Abdülhamit karakterinin tamamen uydurma olduğunu ve gerçekle alakası olmadığını söylemeye gerek duymuyorum. 
Dizide işlenen Prens Sebahattin karakteri de tamamen uydurma. 
Ben Prens Sebahattin'in fikirlerini de siyasi duruşunu da beğenmem. 
Ama adamın hakkını da yememek lazım. 
Dizideki şebek gibi gösterilmeye çalışılan Prens Sebahattin Le Play ekolünün takipçisi önemli bir sosyolog diye biliyorum. 
Bu gün kendisini böyle şebek gibi göstermeye çalışan siyasi çevrelerin de tarihi açıdan siyasi atası sayılır.
Dizide dikkatimi çeken bir husus ta Abdülhamit karşıtları hep dış güçlerin adamı ve ülkedeki bazı kötü niyetli Ecnebi azınlıkla işbirliği yapan çıkarcı kişiler gibi gösterilmesi. 
Halbuki Abdülhamit'in en yakın adamları arasında Ermeniler dahil birçok ecnebi bulunduğundan hiç bahsedilmiyor. 
Mesela Bogos Nubar Paşa'yı ben izlediğim bölümde hiç görmedim. 
O Bogos Nubar Paşa ki kendisi Abdülhamit tarafından paşa yapılmış ve 1. Dünya Savaşı sonrasında Paris Barış Konferansı'na bir Ermeni heyetiyle giderek Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermenilere baskı ve kırım yaptığını iddia etmiş ve Sivas dahil Anadolu'nun yarısını, Adana Bölgesi ve Trabzon'dan iki denize çıkacak şekilde kurulacak Ermeni devletine isteyen adamdır. 
Bu devlet kurulunca 20 yıl süreyle bir büyük devletin himayesinde kalmasını da istemeyi unutmamıştır. 
Çünkü gayet iyi bilmektedir ki istediği toprakların tamamındaki Ermeni Nüfusu toplam Nüfusun ihmal edilebilecek kadar küçük bir kısmını oluşturmaktadır. 
Herhalde 20 yıl içinde bu topraklar üzerinde yaşayan Türkleri, bu gün Karabağ'da yaptıkları gibi öldürebileceklerini hesaplamış olmalıdır ki bunu yapana kadar bir büyük devletin kendisini korumasını istemiştir. 
Diziye dönersek, şahsi kanaatim çöpten ibaret olduğu yönündedir.

5 Şubat 2018 Pazartesi

Ben iyiyim. (Tiyatro)

Geçen hafta İnternet'ten Ankara Devlet Tiyatrolarında oynanan oyunları inceledim. Niyetim bir oyuna gitmekti. Ankara’da tiyatronun bu kadar ilgi gördüğünü bilmediğimden, oyunları inceleyince çok şaşırdım. Çünkü hafta sonu için oyunların çoğunda yer kalmamıştı. Cumartesi akşamı saat 08.00’da başlayan ‘’İyiyim.’’ İsimli oyunda yer olduğunu görünce hiç düşünmeden internet üzerinden bu oyuna bilet aldım.
Oyun, Kızılay’daki Ziraat Sahnesi’ndeydi. Adresi; Kocatepe Mahallesi, Mithatpaşa Cd. No:64, 06420 Çankaya/Ankara olarak belirtilmişti. Konumunu haritadan inceleyince Meşrutiyet Caddesi’nin Mithat Paşa Caddesi ile kesiştiği yerde, solda olduğunu gördüm. Cumartesi akşamı dolmuşla Kızılay’a gittim. Güvenpark’tan 8-10 dakika kadar yürüyerek tiyatro binasına geldim ve internet çıktısını göstererek girişteki gişeden biletlerimi aldım. 

Oyuna daha yarım saat vardı. Bu sebeple biraz etrafa bakındım. Kocatepe Camii’nin hemen altında olan tiyatro binasının yanında gayet güzel lokantalar vardı. Yani bu bölgede akşam yemeği yemek ve sonra da tiyatroya gitmek mümkün. Etrafta kafeterya göremedim ama tiyatronun içinde çay-kahve satışı yapılıyor. Erken giderseniz içerde çay-kahve içip oyun başlayana kadar sohbet edebilirsiniz.

Oyun başlamadan önce tiyatro binasına girdim. Biletimi kontrol ettirdikten sonra iki kat alttaki salona gittim. Salon biraz küçük ve ilk bakışta basık gibi geliyor ama güzel bir atmosferi var. Büyük salonlara göre daha sıcak ve samimi geldi bana. Sinema salonlarında pek göremeyeceğiniz şekilde, iyi giyimli ve nazik hanımefendiler izleyicilere yerlerini bulmak konusunda yardımcı oluyorlar.



Konum ve salon hakkında bu bilgileri verdikten sonra biraz da oyundan bahsedelim. İyiyim oyununun yazarı Hüseyin Alp TAHMAZ, yönetmeni ise Volkan ÖZGÖMEÇ. Zeynep Hürol tarafından oynanan tek kişilik bir oyun. İnternetteki tanıtımında ; ‘’ İyiyim, hayatına girmiş erkekler tarafından ablukaya alınmış bir kadının hikâyesi. Babası, erkek kardeşi, patronu ve kocası arasında sıkışıp kalmış Ayşe, geçmişte ailece yaşadıkları acı bir olayın izini de üzerinde taşımaktadır. Tüm bu acıların etkisiyle hayatını sürdüren Ayşe büyük bir hata yaparak, gelecek umudunu da yok eder. Ve onun için ‘İyiyim’ sözcüğü gerçek anlamını yitirmiştir artık.’’ şeklinde özet bir bilgi verildiği için oyun hakkında çok fazla bir bilgim yoktu.

Bazı tiyatrolarda olduğu gibi sahneye bir perde çekilmemişti. Sahne çok kalabalık değildi. Bir masa ve koltuklardan başka bir şey olmadığından dikkat dağıtacak bir şey yoktu. Önce müzik başladı ve ardından elinde alışveriş torbası olan, kulağında cep telefonuyla annesiyle konuşan 40’lı yaşlarda, balıketi (oyunda kendi ifadesi böyle) bir kadın sahneye girdi. Oyun başlayınca, orta yaşa gelmiş yalnız bir kadının bunalımlarının işlendiği sıkıcı bir oyun herhalde diye düşündüm. Bu önyargı sebebiyle olsa gerek oyunun başlarında sıkılmaya başladım. Fakat oyun devam ettikçe yavaş yavaş her şey aydınlanmaya başladı ve oldukça ilgi çekici bir hale gelmeye başladı.

Bazı ipuçlarından, oyunun başlangıcından çok farklı bir yöne doğru gitmeye başladığı anlaşılıyordu. Ancak sonu beklenmedik bir şekilde çok ilginç ve şok ediciydi. Bir saat süren oyunun ardından tiyatrodan çıkarken iyi ki gelmişim dedim. Tiyatro izlemekten hoşlanan, tek kişilik oyunlarla bir sorunu olmayan ve uzun oyunlardan sıkılan herkese tavsiye ederim.


28 Ocak 2018 Pazar

Rusya basınında Türk Ordusu hakkında çıkan yorumlar hakkındaki görüşlerim.



Rus basınında yer alan ''Türk Ordusunun Muharebe Kabiliyeti Düşük'' başlıklı yazıyla ilgili bir arkadaşım facebook'ta yaptığı bir paylaşımda fikrimi sordu. Ben de aşağıda sunulan görüşlerimi yazdım. İlginizi çekebilir diye düşündüğümden burada da yayımlıyorum.

Bu kadar yıldır art arda gelen darbelerden sonra ordunun muharebe kabiliyeti hiç zarar görmedi demek isterdim ama yalan söylemek istemem. Ancak, Türk ordusunun ölüsü bile kara sınırımız olan tüm komşularımızın ordularını ve bu arada zaman zaman farklı yabancı ülkeler tarafından desteklenen terör örgütlerini yenmeye muktedirdir. Şu anda ordunun öldüğünü söylemek de büyük bir haksızlık olur. Savaş konusunda çoğu kimse tarih ve bu tarihin yarattığı kültür olayını dikkate almaz. Ama ben, kişisel tecrübeme dayanarak kültürün her şeyde olduğu gibi savaşta da en önemli unsur olduğunu düşünüyorum. Çünkü böyle bir kültüre sahip olmayan Peşmergeler dahil değişik unsurlar ve devletlerin silahlı güçlerini tanıma fırsatım oldu. Türk milletinin askerlik ve savaş kültürü o yorumu yapan Rus arkadaşın hiçbir zaman anlayamayacağı kadar zengin ve köklüdür. Bir örnek verecek olursak Ruslar bu günkü başkentlerinin kuzeyindeki ormanlık alanlarda ilkel bir yaşam sürerken bizim atalarımız yüzbinlerce askeri olan düzenli ordular kurmuş ve dünyanın en eski medeniyetlerinden birini ve aynı zamanda en eski ordularını kuran Çinlilerle yüzlerce defa savaşıp yenmişlerdi. İran, Hint, Avrupa yönlerinde ilerledikçe bu bölgelerdeki savaş kültürünü de özümsemiş ve bir zamanlar dünyanın en mükemmel ordularını kurmuşlardı. Ruslar 900'lü yıllara kadar tarih sahnesinde yoktur. Hatta ilk kurulan Rus Knezlikleri (Beylikleri) de Ruslar tarafından kurulmamıştır. Bu arkadaşlar çok ilkel ve beceriksiz olduklarından kendilerini yönetsin diye İsveç-Norveç bölgesindeki İskandinav kökenli asilzadelerden kendilerine yönetici getirmişlerdir. Hatta Rus ismi bile Rus dediğimiz insanları temsil eden bir kelime değildir. O dönemin Slavları İskandinavyalılara Russi diyormuş. Oradan getirdikleri kişilerin kurduğu beyliklere de Rusya veya Russia demişler. 900-1000 yılları arasında bir ara bu Russileri, yani İskandinav kökenli asilzadeleri, biz kendi kendimizi idare edebiliriz diye memleketlerine göndermişler. Fakat 2-3 yıl içinde hepsi birbirine girip de knezlikler dağılınca gönderdikleri adamlara heyetler yollayıp, gelin bizi yönetin diye yalvar yakar geri getirmişler. Bu yüzden Slav kökenli Rus Çarı bile bulmak çok zordur. Türk kökenli çar bile idare etmiştir Rusları. Çarlık yıkılmadan önceki dönemle ilgili okuduğum bazı yazılarda Rusya sarayında Rusça'nın konuşulmadığını, Almanca ve Fransızcanın daha yaygın olduğunu öğrenince çok şaşırmış, bunun üzerine Rusya tarihi üzerine birkaç kitap okumuştum. (Akdes Nimet Kurat'ın Türkiye ve Rusya isimli kitabını tavsiye ederim.) Rusların tarihteki en önemli başarısı Marks'ın sosyalizm teorisini teoriden pratiğe geçirdikleri Bolşevik devrimdir. Ama ne ilginçtir ki bu devrimi yapan üç kişi arasında da Slav yoktur. Lenin Tatar, Troçki Yahudi, Stalin ise Gürcüdür.
Biraz konudan sapmış gibi oldum ama demek istediğim şeyle bu anlattıklarım bağlantılı. Ruslar tarih boyunca kazandıkları bütün savaşları, Türkler, Almanlar veya İngilizler gibi özgün bir stratejik başarı sayesinde değil aşırı güç kullanarak kazanmışlardır. Hatta bu konuda Ruslar şöyle der: ''Niceliğin, kendisi de bir niteliktir.'' Bu mantıkla düşünen bir arkadaşın böyle yorum yapması normaldir ve kendi mantığına göre de doğru ve haklıdır. Çeçenistan savaşında bunun en bariz örneğini gördük. Rus ordusu Çeçen savaşçıları bulup etkisiz hale getiremediğinden bütün şehirleri havadan ve karadan attığı yüz binlerce bomba ve mermi ile yıktı. Çeçenistan yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca teslim oldu.

Tabii ki kendisi hakkındaki iddia veya gözlemleri dikkate alıp kendisini yeniden gözden geçirenler daha hızlı ilerlerler. Bu sebeple bu tür iddiaları da ordumuzun incelemesi lazım. Bu sadece bir propaganda veya çok bilmiş bir adamın uydurmaları mı yoksa gerçeklik payı var mı bakması lazım. Çünkü Osmanlı Ordusu, bizden daha iyisi yok ve olamaz dediği için geri kaldı. 4. Murat döneminde yazılan en önemli eserlerden biri olan Koçi Bey Risalesi'ni okuyunca bunu daha iyi anlamak mümkün. Osmanlı ordusu Avrupa ordularından geri kalmaya başlamış. Bunun farkına varan Osmanlı yöneticileri, bunun Avrupalıların kendilerinden ileri gittiklerinden değil de kendilerinin eski mükemmel sistemlerinin bozulmasından kaynaklanmış olduğunu düşünerek bazı reformlarla eski sistemleri yeniden uygulamaya çalışmışlar. Ama sonuç hüsran olmuş. Neticede 3. Selim gerçeği kabul etmiş. Alınan yenilgilerin Osmanlı sisteminin bozulmasından değil de Avrupalıların çok hızlı gelişmesinden kaynaklandığını kabul etmiş ve reformlara bu mantıkla yeni bir yön vermiş. Bu günkü ordu, 3. Selim'in, bu kabul edilmesi zor şeyi, yani Avrupalıların sistemlerinin Osmanlı sisteminden daha iyi ve ileri olduğunu kabul etmesi ile başlayan uzun bir sürecin sonucunda ortaya çıkmış bir ordudur. 1914 yılı öncesinde Alman Genelkurmay Başkanı Moltke, İmparator'un Osmanlı ile ittifak yapma fikrine karşı çıkmış, Osmanlı ordusunun savaşma kabiliyeti olmadığını, bu yüzden Almanya'ya yük olmaktan başka bir işe yaramayacağını söylemiştir. Ama sonuç onun iddiasının tam tersi olmuştur. 1. Dünya Savaşı'nda İtilaf ve İttifak Devletlerinin tamamında orduda isyanlar çıkmış, hatta Rusya, Almanya ve Avusturya'da bu isyanlar sebebiyle rejimler değişmiş olmasına rağmen Osmanlı ordusu savaşın sonuna kadar tek bir isyan dahi çıkmadan gücünün sonuna kadar devlete sadakatle hizmet etmiş ve savaşmıştır.

13 Ocak 2018 Cumartesi

Milli Mücadele’de bugün (12 Ocak).



1919:
Sadrazam Tevfik Paşa Padişah’a istifasını sundu. Tevfik Paşa, ertesi gün saraya daha yakın kişilerden oluşan bir hükümet kuracaktır.
İngilizler Kars’a gelerek tahkim edilmiş mevkilere yerleştiler.
İngiliz Karadeniz Orduları Komutanı General Milne, İstanbul’a yerleşti. Aynı gün İngiltere hükümetine; Türklerin Kafkasya’dan çekilmeyi, hasadı da birlikte götürmek için geciktirdiğini söyledi. İstanbul’u işgal etmek, Çanakkale istihkâmlarını tahrip etmek için izin istedi ve Türklere çok sert bir ders vermek gerektiğini söyledi.
Samsun’daki 1000 Alman askeri İstanbul’a gönderildi.
Paris Barış Konferansı’nın hazırlık toplantısı Versailles Sarayı’nda yapıldı.
Hükümet şehit çocukları ile göçmen ve mültecilerin durumunu çözümlemek amacıyla bir komisyon kurdu. Ülkede böyle 100.000 kişinin bulunduğu tahmin edilmektedir.
1920:
Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı açıldı. Açılışa 168 milletvekilinden 72’si katıldı. Padişah Meclis’i 21 Aralık 1918’de kapattığından ülke 1 yıl 21 gündür kararnamelerle idare ediliyordu.
Senato’da Damat Ferit Paşa’nın Senato’yu kendi adamlarıyla doldurduğu iddia edildi. Damat Ferit Paşa, atamaların padişah tarafından yapıldığını söyleyerek kendini savundu.
İngiltere Bakanlar Kurulu, Başbakan Lloyd George ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un karşı çıkmasına rağmen İstanbul’un Türklerde bırakılmasına ve padişahlık merkezi olarak kabul edilmesine karar verildi.
Antep’te kurtuluş mücadelesi başladı.
Kastamonu’da binlerce kişinin katıldığı bir miting yapıldı. Mitingde ‘'İstanbul Türk’tür, Türk kalacak!’’ sloganları atıldı ve İtilaf Devletlerine bu yönde telgraflar çekildi.
Paris Barış Konferansı Azerbaycan Hükümeti’ni tanıdı.
İngiltere’nin Anadolu çevresi ile bağlantı ve haberleşme için görevlendirdiği Wortsh Alkinson ülkesine gönderdiği raporda ‘’Eğer Türkiye’nin herhangi bir yeri Yunanistan’a verilirse Türkiye alt üst olur ve bütün Hristiyanlar katledilir.’’ dedi.
Sivas’ta yayınlanan İradei Milliye Gazetesi’nde Türkiye barışı ve Avrupa siyaseti başlıklı yazı: Dünyanın kanına susamış Clemenceau ve Lloyd George’un menfaatçi adımlarıyla Osmanlı memleketleri tedricen istila edilmiştir. İngiltere İslam âleminin kanatlarını kıracağını ve Türkiye’nin ortadan kaldırılacağını ümit etmiştir. İslam âlemi milli birlik etrafında toplanmak kabiliyetini idrak etmiştir. ‘’Keskin kılıç kullananlar, yanlış hamle yapmaktan sakınmalıdır.’’



1921:
1. İnönü Muharebesi’nde Yunan ordusu geri çekildiğinden Türk ordusu takip harekâtına başladı.
Çerkez Ethem kuvvetlerinden 500-600 kişi Kütahya’da Batı Cephesi birlikleriyle çarpıştı.
10 gün önce tutuklanan Yeni Dünya Gazetesi’nin sahibi Arif Oruç’un Ankara İstiklal Mahkemesi’nde sorgulanmasına başlandı. Oruç, Komünist olduğunu, barıştan sonra sınıflar arasında adalet sağlanması gerektiğini söyledi. Yeni Dünya Gazetesi resmi Türkiye Komünist Fırkası’nın yayın organı idi.
İngiliz Genel Karargâhından Savaş Bakanlığı’na gönderilen raporda; Kemalistlerin, doğu halklarını batılılara karşı birleştirme amacını güttüğü, Mustafa Kemal’in birkaç oyunu birden oynamak istediği bildirildi.
Halil Paşa, Karahan’la görüştükten sonra Berlin’de bulunan Enver Paşa’ya bir telgraf çekti. Telgrafta; Karahan’ın onun Moskova’ya gelmesini istediğini, ancak Türkiye’nin içişlerine müdahale etmemek için Türkiye’ye gönderilmesine karışmadığını, emrine de kuvvet verilmeyeceğini bildirdi.
1922:
Trabzon’da iskele kâhyalığı sırasında yolsuzluk yaptığı ve Enver Paşa’yı yurda sokmaya çalıştığı iddiasıyla aranan Yahya Kâhya teslim oldu. 5 Haziran’da serbest kalacak olan Yahya Kâhya 3 Temmuz’da siyasi bir cinayetle ortadan kaldırılacaktır.
Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefet eden Milli Savunma Bakanı Refet Bey ve Bayındırlık Bakanı Rauf Bey’in istifaları mecliste açıklandı.
Cannes’da Yunan Başbakanı Gunaris, Lloyd George ve Lord Curzon ile İngiltere’nin 30 Aralık’ta müttefiklere sunduğu yeni barış planını görüştü. Lloyd George ona; Trakya’nın bir bölümünü ve İzmir’i kaybetmeye hazır olmasını söyledi.


(Kaynak: Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt:I, II, III, IV, TTK Basımevi, Ankara, 1996.)