.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

12 Kasım 2024 Salı

Alfabe değişikliği yüzünden, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz.

"Alfabe değişikliği yüzünden, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz." sözünü duymayan yoktur.

Bu söz, Arap alfabesi yerine Latin Alfabesi kökenli yeni Türk alfabesinin kabul edilmesine karşı olanlar tarafından söyleniyor.

Bu konu çok tartışıldığından, konu hakkında herhangi bir şey söylemeyeceğim.

Aslında söylenen söz doğru.

Ama Arap alfabesini bıraktığımız için değil kullandığımız için doğru.

Keşke hiç kullanmasaydık.

Değiştirmek zorunda da kalmazdık.

Biz tarih boyunca bir sürü alfabe değiştirmişiz.

Göktürk alfabesi diye bilinen kendi alfabemizi bırakıp Arap, Kiril, Latin alfabelerini almışız.

Bu hatayı ilk yapan atalarımız bizi bu yola sürüklemiş.

Gül gibi kendi alfabemiz varken, Müslümanlığı dil ve alfabe ile bir zannedip Arap alfabesini alan atalarımız, tarihimizden kopmamıza sebep olmuş.

Yani Alfabe konusundaki ilk hata burada yapılmış.

Kiril alfabesi Rusların dayatması ama Latin alfabesi bu hatanın doğrudan veya dolaylı bir sonucu.

Bunun sonucunda atalarımızın mezar taşlarını okuyamaz hale gelmişiz.

Yalnız, yanlış anlamayın.

Okuyamadıklarımız Müslüman olduktan sonraki atalarımızın mezar taşlarını değil.

O dönemde yazılan mezar taşlarını, bu gün okuyabilen binlerce insan var.

Hatta Latin alfabesine geçmeden önce, Arap alfabesini kullandığımız dönemde mezar taşlarını okuyabilen insan sayısından çok daha fazla insan var bu gün.

Okuyamadığımız mezar taşları, kendi alfabemizle yazılan mezar taşları.

Örneğin 2. Göktürk İmparatorluğu'nun baş veziri Bilge Tonyukuk, ölmeden önce kendisi için bir anıt mezar ve mezar taşı yaptırmış.

O öldükten sonra bu taş anıt mezarına dikilmiş.

Onun damadı ve 2. Göktürk İmparatorluğu'nun en büyük hakanlarından olan Bilge Kağan, kayın pederinin örneğini takip ederek kardeşi Kültigin ölünce ona bir anıt mezar yaptırmış ve bu anıt mezara bir taş diktirerek kardeşinin hayat hikayesini yazdırmış.

Bilge Kağan öldüğünde de oğlu onun için benzer bir anıt mezar yaptırıp mezar taşı diktirmiş.

Bu taşlardan 1300'lü yıllarda Moğollara ait eserlerde bahsedilmiş ama taşlar dünya çapında ilk defa 1721 yılında fark edilmiş.

Bu taşların üzerinde yazılan alfabe bilinmediğinden okunması 1800'lerin sonunda gerçekleşmiş.

Ama atalarımızın mezar taşlarını okuyan Türkler değildir.

Maalesef değildir.

Bu konu hakkında Rus, Fin ve Danimarkalı bilim adamları çalışmıştır.

Yazıları ilk defa çözen ve okuyan, Danimarkalı dil bilimci Vilhelm Thomsen olmuştur.

Biz kendi alfabemizi bırakıp Arap alfabesini alınca kendi dedelerimizin mezar taşlarını okuyamamış, bu taşlarda ne yazdığını bir yabancıdan öğrenmişiz.

Türklerin yaptığı en büyük hata, kendi alfabelerini bırakıp Arap alfabesini kullanmaya başlamaları olmuştur.

Üstelik Arap alfabesi, Türkçe'ye hiç de uygun olmayan bir alfabedir.

Bu sebeple, değiştirilmesi ve yerine Latin alfabesinin kullanılması konusu daha Osmanlı döneminde tartışılmaya başlanmıştır.

Muhtemelen "neden Latin alfabesi yerine Göktürk alfabesi almayı akıl etmemişler" diye düşünüyorsunuzdur.

Çünkü bu alfabe kullanılmadığından unutulmuş ve terk ettiğimiz haliyle taşlarda kalmıştır.

Eğer Arap alfabesini almamış olsaydık, o alfabe tarihi süreç içinde daha da gelişecek ve tüm Türk topluluklarının ortak alfabesi olacaktı.

Herkes de bu yazıyı, dolayısıyla, atalarımızın mezar taşlarını okuyabilecekti.

Arap alfabesini almak, Türk dili ve kültürü açısından çok büyük bir hata olmuştur.

11 Kasım 2024 Pazartesi

Londra'nın kapkaççıları.

 2008-2010 yılları arasında Londra'da iki yıl görev yaptım.

Bizim elçiliğin çok yakınında Modern Londra'nın ilk planını yapan bir adamın heykeli vardı.

1666 yılında meydana gelen ve Londra'nın büyük bir kısmının yanıp kül olmasına sebep olan Büyük Londra Yangını'ndan sonra Kral şehrin planlanması için bu adamı görevlendirmiş.

Adam da Avrupa'nın büyük başkentlerinin imar planlarını inceleyerek Lonra'nın yeniden inşasında kullanılacak planı yapmış.

Bu yazıda bahsettiğim adamdan veya yaptığı plandan bahsetmeyeceğim.

Yangın öncesindeki Londra'dan bahsedeceğim.

Çünkü yangının kendiliğinden çıkmadığı, Londra'daki suç ortamını bir türlü düzeltemeyen kral tarafından kasten çıkarıldığına dair iddialar var.

O zamanın Londra'sı dar ve pis sokakları ile akşamları kimsenin gezmeye cesaret edemeyeceği bir şehirmiş.

Çok sayıda işsiz güçsüz insan sokaklarda yaşıyormuş.

Bunun bir sonucu olarak da suç oranları çok yüksekmiş.

En yaygın suç ise kapkaççılık ve gaspmış.

Kral bunu önlemek için çok sert kanunlar çıkarmış.

Kapkaç veya gasp yapan biri yakalanınca hızla yargılanıp aynı gün asılıyormuş.

Fakat buna rağmen, gasp ve kapkaç olaylarında hiçbir azalma olmamış.

Çünkü ceza ağır olsa da çok az suçlu yakalanabiliyormuş.

Bir gün içinde yüzlerce gasp ve kapkaç yapılmasına rağmen suçlular nadiren yakalanabiliyormuş.

Ceza ağır olsa da yakalanma riski çok düşük olduğundan cezalar caydırıcı olmamış.

Suçluların yakalanamamasının sebebi, polisin yetersizliğinden ziyade Londra'nın iç içe girmiş evleri, çöplüğe dönmüş dar sokakları, harabeleri, evden eve geçmeyi sağlayan tünelleri filanmış.

Bu yerleşim şeklinin, yeni yollar açılarak düzeltilemeyeceğini anlayan kral, şehri tamamen yakıp yeniden inşa etmeyi ve bu yeni inşaatı yaparken suçluların saklanmasını imkansız hale getirmeyi düşünerek adamlarına gizlice yangın çıkartmış.

Söndürme işlerini de dolaylı olarak engellemiş.

Yangında birçok suçlu yanarak ölmüş.

Kaçıp kurtulanlar ise çalacak birşey kalmadığından başka şehirlere gitmiş.

Kalmakta ısrar edenler ise kontrolü daha kolay olacak şekilde planlanan yeni şehirde kapkaç ve gasp olaylarından sonra kısa sürede yakalanıp idam edilmeye başlanmış.

Böylece suç oranları azalmış.

Benim bu hikayeden çıkardığım iki sonuç oldu.

1. Eğer bir şeyi tedbir alarak düzeltmek mümkün değilse, onu kaldırıp atmak ve yerine yenisini koymak daha rasyoneldir.

2. Cezanın ağırlığı suçluları caydırmaz. Suçluları caydıran muhakkak yakalanacaklarını anlamalarıdır. Ödül büyükse ve yakalanma ihtimali düşükse, ceza ne kadar ağır olursa olsun suç işleyenleri caydırmak mümkün değildir.

9 Kasım 2024 Cumartesi

Kim Müslüman kim kafir belli değil.

Tarikat ve cemaatler eskiden beri var.

Son 20 küsur yıldır bunların versiyonları ve yan kolları da ortaya çıktı.

Bazıları youtube kanallarında yayın yaparken bazıları televizyon kanalları bile kurdu.

Bu sayede hepsinin iç yüzünü daha iyi tanımak mümkün oldu.

Tanıyınca da irkildik.

Üzüldük.

Dehşete kapıldık.

Çünkü din adına konuşanların türlü türlü sapıklıkları ortaya çıktı.

Hatta bir sürü kadını makyajlı yüzleri ve dekolte kıyafetleri ile televizyonlara çıkaran sözde hocalar bile oldu.

Kadınlara kedicik dediler.

Kedicikler din kisvesi altında dine aykırı şekilde yarı çıplak ekranlarda dans ettiler.

Göbek attılar.

Sadece bu da değil.

Tarikat kuran kurslarında bir sürü çocuk taciz ve tecavüzü çıktı.

"Küçüğün rızası varmış." veya "Bir kereden bir şey olmaz." diyen ahlaksızları dinlerken kulaklarımıza inanamadık.

Müritlerini kadın erkek ayırmadan badeleyen ve böylece cezbeye girip yanmaktan kurtaran tarikat şeyhleri varmış.

Basına düşünce öğrendik.

Kulaklarımıza inanamadık.

"Bunlar marjinaller, diğerlerinde sorun yok." diyenler olabilir.

Ama öyle değil.

Hepsinde bir sapıklık var.

Örneğin çok taraftarı olan bir tarikatın kurucusunun yazdıkları ve müritlerine anlattıklarını inceleyelim.

Bahse konu bu adam, sözde 1. Dünya Savaşı sırasında muharebelere katılmış.

Bir muharebede Rus askerlerinin tüfekleri ile ateş etmesi sonucu üç mermi bu şahsa gelmiş ama kendisine işlememiş.

Onu yaralayamamış veya öldürememiş.

Mübarek, kurşun geçirmez bir zatmış.

Ne büyük bir zat, ne ermiş kişi değil mi?

Ama bunda bir terslik var gibi.

Peygamberimiz, Uhud savaşında, o zamanın ilkel silahları olan mızraklar veya oklar karşısında bu şahıs kadar korunaklı değildi.

Bu savaşta peygamberimiz, bu ilkel silahlardan biri ile yaralanmış.

Kanı toprağa akmış.

Şimdi bu iki olayı karşılaştıralım.

Peygamberimiz ilkel bir silahla bile yaralanırken, yani silah işlemez biri değilken, bu adam modern bir silah olan ve bazıları saniyede 1000 metre hızla giden kurşunlardan yaralanmamış. 

Etkilenmemiş. 

Adeta kurşun geçirmezmiş.

Bu da, onun Allah karşısında ne kadar değerli bir konuma sahip olduğunu gösteriyormuş.

Eğer peygamberden daha büyük mucizeler gösteriyorsa bu adam kimdir?

Nedir?

Allah ile peygamber arasında bir konuma mı sahiptir?

Peygamberden daha üstün müdür?

Cevap, olayın vehametini gösterecektir.

Bir başka şahıs da Büyük Taarruz'un Türk ordusunun cesaret, metanet, yetenek ve kahramanlığı ile değil de bilmem hangi hocaların okuduğu dualarla kazanıldığını söylüyor.

Bu da Peygamberimizin kendi yaşamında davranışları ile sergilediği İslam anlayışına ters değil mi?

Peygamberimiz Bedir savaşı öncesinde savaşmak yerine dua etmiyor.

Askerlerini, kafasındaki taktiğe göre yerleştiriyor.

Hatta bir Müslüman, bu düzeni kendi düşüncesine göre mi yoksa Allah öyle emrettiği için mi aldırdığını sorduğunda; kendi düşüncesine göre düzen aldırdığını söylüyor.

O Müslüman, askerlikten anlayan biri olduğundan aldırdığı düzenin uygun olmadığını söylüyor.

Peygamberimiz de düzeni onun aldırmasını söylüyor.

Yani İslam'ın peygamberi bile dua ile savaş kazanamayacağını biliyor ve stratejiye, taktiğe ve askerlik sanatına saygı duyarak bu konuda uzman olanlara görev veriyor. 

Böylece savaşı kazanıyor.

Ama bizimkiler dua ile savaş kazanıyor.

Bu hem dine hakarettir hem de Türk ordusunun kahramanlığına.

Bir de efsanevi bulut hikayesi var.

Sözde Çanakkale muharebeleri esnasında bir bulut alçalmış ve bir İngiliz taburunu yok etmiş.

Masal bile olamayacak kadar saçma bir şey ama inananı var.

Halbuki böyle bir olay ne İngiliz kayıtlarında ne de Osmanlı kayıtlarında yok.

Kimin ne kadar askeri yaralandı veya hayatını kaybetti kayıtlarda belli.

Bu kayıpların nerede ve nasıl yaşandığı da belli.

Bunlar arasında bulutun yuttuğu İngilizlere dair kayıt yok.

Ama bizde böyle bir hikaye uydurmuşlar.

Türk askerine inanmadıklarından mı yoksa kasıtlı olarak Türk askerinin kahramanlığını küçük göstermek için mi uydurmuşlar bilmiyorum.

Ama şunu biliyorum.

Nedense bu bulutlar, şıhlar, ermişler filan hep kazandığımız muharebelerde ortaya çıkıyor.

Çanakkale'den bir sene önce Balkanlarda tüm ordularımız yenilirken ortada yoklar.

Tüm Balkanları kaybederken ortada yoklar.

93 Harbi'nde de ortada yoklar.

Çünkü bu iki savaş, Türk ordusunun tarihte yaşadığı belki de en büyük iki hezimet.

Yenilgi olunca sorumlu Türk ordusu ve Türk askeri ama zafer olunca sebep bulut, ermiş, evliya filan.

İnsan sövmemek için kendini zor tutuyor.

Bir örnek de daha yakın bir tarihten verelim.

Bir tarikatın lideri, Kıbrıs Savaşı'nda odasına kapanmış.

Eline bir sopa alıp silah gibi omzuna koymuş.

Bir müddet sonra da kan ter içinde odadan çıkıp evine gitmiş.

Biraz sonra radyodan Türk ordusunun Beşparmak Dağlarını aldığını duymuşlar.

Ne diyeceğimi bilemiyorum.

Ya bi isktirin gidin....

Desteksiz yalanlar atmayın.

Eğer doğru söylüyorsanız bunu ispatlamak için fırsat çok.

Bu gün İsrail Gazze'de binlerce Müslümanı öldürüyor.

Bunların bir kısmı da çocuk.

Madem bu kadar gücünüz var, bir mevziye girin de çocukları katleden İsrail uçaklarını düşürün.

Bunu öncelikle Atmosferden çıkmadan parçalanan ABD uzay mekiğini kendi şeyhlerinin veya tarikat büyüklerinden birinin düşürdüğünü iddia eden tarikattan bekliyorum.

Yapabiliyorsanız hemen yapın.

Yapamıyorsanız da çenenizi kapatın.

Saçma sapan yalanlar uydurmayı bırakın.

Yeri geldiğinde, kendinizden olmayan herkese kafir diyorsunuz ama siz de az gavur değilsiniz.

Çünkü Allah'ın kanunlarına aykırı şeyler yapabildiğinizi iddia ediyorsunuz.

Yer çekim kanunu, Allah'ın koyduğu bir kanundur.

Bu kanunu iplemeden uçtuğunu söyleyen sahtekardır.

Hız, momentum vb. konularındaki kanunlar da Allah'ın koyduğu kanunlardır.

Allah'ın kanunlarını reddedene ne denir?

ABD ile Türkiye arasındaki en büyük fark nedir?

 ABD çok büyük bir devlet.

Dünyanın en güçlü devleti.

Ekonomide bir numara.

Silahlı güçte de, yumuşak güçte de öyle.

ABD Hristiyan Avrupalıların kurduğu bir ülke.

Federal bir yapısı var.

Yani neredeyse hiçbir konuda bize pek benzemiyor.

Ama benzerlikleri de yok değil.

O da bizim gibi NATO ülkesi.

Demokratik bir rejimi var.

Üstelik bizim de bir süre önce geçtiğimiz başkanlık sistemi ile yönetiliyor.

Arayan daha bir sürü benzerlik bulabilir.

Ama yine de bizden çok farklı bir ülke.

En büyük farklılık ise devletin yapısı ve yönetim biçimi.

Bakmayın onun da bizim de başkanlık sistemi ile yönetildiğine.

Veya, onların da bizim gibi demokrasi ile yönetildiğine.

İki sistem arasında dağlar kadar fark var.

Bizde, Türk tipi başkanlık sistemi ile, bütün güç tek adama verilmiş durumda.

ABD'de ise tam ve kesin bir güçler ayrılığı var.

Başkan her şeyin başı değil.

Sınırsız bir gücü yok.

Sadece yürütmenin başı.

Yasama ve yargıya karışamıyor.

Hatta bu iki erk, kendisini denetliyor.

Bizde başkan, her şeyin başı.

Hatta kanun bile yapıyor.

Astığı astık kestiği kestik.

Bunu son ABD seçiminde de gördük.

Seçim oldu ama iktidar devletin bütün kaynaklarını seçimi kazanmak için kafasına göre kullanamadı.

Çünkü kullanamaz.

Seçim sırasında bazı iş adamları, sanatçılar ve sporcular Trump'u desteklediler.

Hem de açık açık.

Bizde böyle bir şey olsa, hükümet onları telef ederdi.

Aynı şey Kamala Harris için de geçerliydi.

Çok sayıda sanatçı, sporcu, bilim adamı, iş adamı da onu destekledi.

Korkmadan, çekinmeden ve açık açık.

Seçimi Trump kazandı.

Ama Harrıs'i destekleyen hiç kimse başına bir iş gelecek diye korkmuyor.

Neden?

Çünkü seçimi kim kazanırsa kazansın, devleti babasının çiftliği gibi yönetemez ABD'de.

Rakiplerini ezemez.

Rakibini destekleyenlerin malına el koyamaz.

Önünü kesemez.

Devlet ihalelerinden dışlayamaz.

Keyfe keder kanunlar çıkarıp onları yargı önüne koyamaz.

Öte yandan, kendine destek olanlara da hulufe dağıtır gibi devletin kaynaklarını dağıtamaz.

Yandaş bir medya havuzu kurmak için devlet kaynakları ile medya kuruluşlarını kendi taraftarlarına aldıramaz.

Devlet kurumlarının verdiği reklamları, havuz medyaya verdiremez.

Hesap sorar parlemento.

Yargıçlar da hesap sorar.

Daha da önemlisi, halk hesap sorar.

Basın hesap sorar.

Kamuoyu da bunu destekler.

Bizdeki gibi, hükümetin yolsuzluklarından hesap soranları ve protesto edenleri hiç kimse vatan haini ilan etmeye cesaret edemez.

Bu yüzden ABD'de zenginler kendi yetenekleri ile zengin olurken bizde her hükümet kendi zenginlerini yaratır.

Bunu da, milletin parasıyla (vergileriyle) yapar.

Eski zenginler de hükümet değişince malını, mülkünü, zenginliğini kaybeder.

İnanmayan geçmişe bir baksın.

20 küsur yıl öncenin zenginleri ile bu günün zenginleri aynı mı?

Değil.

Bu değişim doğal bir sürecin sonucu mu?

Yani yeni zenginler kendi kabiliyetleri ile mi zengin oldular?

Veya eski zenginler yaptıkları ticari hatalar yüzünden mi fakirleştiler?

Hayır.

Bu yüzden ABD güçlü bir devlet, biz ise üç kuruşa muhtaç bir devletiz.


8 Kasım 2024 Cuma

Kardeşin, evlenene kadar kardeşindir.

 Bu gün üç arkadaş buluştuk.

Birini okul yıllarından beri tanırım.

Diğerini 1993 yılından beri tanıyorum.

1993'ten beri tanıdığım benden iki yaş büyük.

Yani abim sayılır.

Bunu samimi olarak söylüyorum.

Çünkü operasyonlarda beraberdik.

Sonra o yaralandı ve sınıf değiştirdi.

Bu yüzden bir süre görüşemedik.

Ancak tekrar görüştüğümüzde sanki daha dün görüşmüş gibi samimiydik.

Kumpas davaları sırasında daha sık görüşmeye başladık.

Beraber bazı işler yaptık.

Deli dolu, biraz çılgın ama yüzde yüz güvenebileceğim biri.

Görevdeyken gayet samimi davranıp kumpaslara maruz kaldığımda beni görünce yolunu değiştiren bazı arkadaşlarımla kıyas kabul etmez.

İşi düşünce köpeğimi uyutmayan ama başım dara gelince dedikodumu yapmaktan başka bir maharet göstermeyen tanıdıklarımla kıyaslamıyorum bile.

Kan akrabalığım olan fakat zor durumdayken uzaktan seyreden ve hatta ellerini ovuşturan kişilerle de karşılaştırmak mümkün değil.

Ve hatta insanın öz kardeşinden bile daha yakın.

Kardeşlik anan baban ölene kadar.

Evlenince karılar ve kocalar giriyor hayatlara.

Dolayısıyla kardeşlik de ikinci plana düşüyor.

Hele de bu dışarıdan gelenler çiğ tiplerse, kardeşlik de sona eriyor duygusal olarak.

Her ne kadar kağıt üzerinde devam etse de.

Bu akşam sohbet ederken kendimi çok mutlu hissettim.

Öz kardeşlerimle muhabbet eder gibiydik.

Ortak hatıralardan bahsettik.

Güldük.

Eğlendik.

Tekrar görüşmek üzere ayrıldık.

Ananızın ve babanızın size verdikleri kardeşleri seçme imkanınız yok.

Ama arkadaşlarınızı kendiniz seçersiniz.

Eğer doğru kıstaslarla seçmişseniz, yeni kardeşlerinizi de seçmişsinizdir.

Doğal olarak, seçtiğiniz şeyler seçemediklerinizden daha iyi olur.

7 Kasım 2024 Perşembe

Milletin kimseye güveni kalmamış.

 Bu gün bir markete girdim.

Loto oynadım.

Bozuk para ne bende ne markette olmadığından 30 kuruş borçlu kaldım.

Bir dahaki sefere veririm dedim.

Marketçi, oyuna ortak olurum artık dedi.

Ben şans oyunlarında ortak kabul etmediğimi söyledim.

Adam "İnşallah size çıkar da ben ortak olmasam da olur. Hep birilerinin adamlarına değil de normal bir vatandaşa çıktığını görmüş oluruz." dedi.

Adam loto oynatıyor.

Lotonun çekilişinin dürüstçe yapılmadığına inanıyor.

Milletin kimseye güveni kalmamış.

Haksız da değiller hani.

Tansiyon ilacı kullananlar, dikkat! Sakın yeşil çay içmeyin.

 Yüksek tansiyon bizim aile hastalığımız.

Doğal olarak bende de var.

Bu sebeple ilaç kullanıyorum.

Bu gün de her gün olduğu gibi uyanır uyanmaz ilacımı içtim.

Bir şeyler atıştırıp okula gittim.

Son derste kendimi biraz tuhaf hissetmeye başladım.

Ders bitip de sınıftan çıktığımda burnumda nezle olmuş gibi bir akıntı hissettim.

Elimle burnuma dokunduğunda burnumun kanadığını fark ettim.

Cebimden kağıt mendil çıkarıp burnuma götürdüm.

Ama mendil yeterli olmadı.

Burnum çeşme gibi kan akıtıyordu.

Lavaboya gidip soğuk su ile burnumu yıkadım.

Buna rağmen kan akmaya devam etti.

Bunun üzerine burnumun kanayan kısmına kağıt mendil ile tampon yaptım ve revirin yolunu tuttum.

Revire gidip durumu söyleyince beni hemen bir sedyeye oturttular.

Tansiyon hastalığımın olup olmadığını sordular.

Evet var ama tansiyon ilacı kullanıyorum dedim.

Tansiyonumu ölçtüler.

Korkunç yüksekti.

Bana yeşil çay içip içmediğimi sordular.

Akşam ve sabah birer tane içmiştim.

Ne alakası olduğunu sordum.

Meğer yeşil çay, tansiyon ilaçlarındaki etkin maddeyi etkisiz hale getiriyormuş.

Dolayısıyla tansiyon ilacı işe yaramıyormuş.

Tansiyonu görünce beni hemen ambulansla Gata acile götürdüler.

Kan tahlili, EKG, film filan bir sürü kontrol yaptılar.

Tansiyonumu tekrar ölçtüler.

Tansiyon kabul edilebilir sınırlara düşmüştü.

EKG, film ve tahlillerde de bir sorun çıkmadı.

Suçlu ispatlanmış oldu: Yeşil çay.

Siz de tansiyon ilacı kullanıyorsanız, sakın yeşil çay içmeyin.

50 yaşından sonra akıllanıyor insan.

Eskiden daha duygusal biriydim.

İnsanları kırmamaya çalışırdım.

Akrabaları gözetmeye ve ilişkileri iyi tutmaya da uğraşırdım.

50 küsur yıldan sonra anladım ki yanlış yapıyormuşum.

Artık insanlara hak ettikleri gibi davranmaya başladım.

İyiyi hak ediyorlarsa iyi, kötüyü hak ediyorlarsa kötü.

En önemlisi de bu kişilerin kim olduklarının hiçbir önemi yok.

İster pek tanımadığım biri olsun ister en yakın akrabam olsun.

Hayatımı zorlaştıran, sorun çıkaran hiç kimseyi çekmiyorum.

Kafam rahatlamaya başladı.

Tüm sorunlardan ve sorun yaratanlardan kurtulunca her şey daha iyi olacak gibi.

Tahmin ettiğimiz gibi Trump seçimi kazandı.

 Donald Trump, ABD seçimlerini, bir dönem arayla tekrar kazandı.

Dün yazdığım yazıda da Trump kazanacak gibi görünüyor diye yazmıştım.

Biden, bunak bir başkan imajı vermekle kalmamış, ABD ekonomisinde de işleri yoluna koyamamıştı.

Bu yüzden onun aday gösterdiği Harris'in kaybetmesi sürpriz olmadı.

Amerikan toplumu, kapitalist bir düzende yaşamaya alışmış.

Para yoksa, oy da yok.

Elbette tek sebep bu değil.

ABD başkan adaylarından kadın olup da kazanan yok.

Harris de bu kaderden kurtulamadı.

Pederşahi ve erkek egemen bir toplum ABD.

Tv dizilerine bakmayın.

Onlar küçük bir azınlığı yansıtıyor.

Bireysel silahlanmada dünyada lider olan bir toplumda kadın adayın kazanma şansı düşük.

Harris sadece kadın değil, siyah tenli birisi.

ABD'de ırkçı eğilimler sanılandan daha güçlü.

Obama ilk melez siyah tenli başkandı.

Şartlar uygun olduğundan kazanmıştı.

Harris hem kadın, hem siyah tenli hem de şartlar uygun değildi.

Öte yandan Gazze olayları da etkili oldu sanırım.

Gazze'deki soykırıma destek olan yönetimde görev aldığından buna karşı olanlardan oy alamadı Harris.

Örneğin, genellikle demokratlara oy veren Müslümanlar bu yüzden Trump'u destekledi.

Harris'i bir sürü artist ve aktör destekledi.

Ama para desteği yapmadılar.

Sözde destek verdiler.

Trump'u ise Twitter'in sahibi destekledi.

Yüklü bir bağış yapmakla kalmayıp, twitter'de destek mesajları paylaştı.

Bir sürü şey bir araya geldi ve Trump kazandı.

Şimdi herkesin aklındaki soru Trump yönetiminin uluslararası politikada nasıl bir yön takip edeceği.

Gazze'de tavrı ne olacak?

Ukrayna'da tavrı ne olacak?

İraİsrail atışmasında tavrı ne olacak?

En önemlisi de Türkiye ile ilişkileri nasıl olacak?

Muhtemelen tüm bu konularda bir değişim yaşanacak.

Belki hemen değil ama zamanla Biden'in yarattığı sorunlarda değişiklik yaşanacak.

Bekleyip göreceğiz.

6 Kasım 2024 Çarşamba

Ankara'ya kış geliyor. Bu kış çok sert geçecek.

 Kış, Ankara'da kendini hissettirmeye başladı.

Birçok kişi, bu kışın çok soğuk geçeceğini söylüyor.

Kimi buna ayvanın bol olmasını, kimisi de palamutun bol olmasını kanıt olarak gösteriyor.

Söylentiye göre ayva bol olduğu yılların kışı çok sert olurmuş ve bu yıl ayva bolmuş.

Diğer bir söylentiye göre de palamut balığı bol olduğu yıllar kış sert geçermiş.

Bu yıl palamut hem bol hem de iri palamutlar.

Meteoroloji ile ilgili kişiler de kışın sert geçeceğini söylüyor.

Bunlar diğerlerine göre daha bilimsel.

Ama hepsi kış sert geçecek derken havanın soğuk olacağından bahsediyor.

Halbuki kışın sert geçeceğini gösteren başka belirtiler de var.

Geçen ay, bazı akşamlar kaloriferi yaktım.

Sabah olur olmaz da söndürdüm.

Bu gün doğal gaz faturası gelmiş.

Bakımca gözlerim fal taşı gibi açıldı.

Aylık gaz ücreti 700 küsur lira gelmiş.

Daha kış gelmeden bu fiyatlar geliyorsa, ısının eksiye düşeceği dönemlerde vay halimize.

Kim bilir kaç bin lira fatura gelecek.

Dışarıda dondurucu bir soğuk varken ceplerimizde ateşler yanacak.

Bu kış asıl bu yüzden çok sert geçecek.

Hükümet yalan dolan TUİK rakamları ile memur ve emekliye yıl başında çok düşük bir zam yaparsa, asıl cıngar o zaman kopacak.

Çünkü Ankara, memur ve emekli kenti.