.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Dinler-Tarikatlar-Cemaatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dinler-Tarikatlar-Cemaatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2013 Pazartesi

Fethullah Gülen Cemaati neden rahatsız, Başbakan Erdoğan ve Hükümet neden rahatsız? (Derin savaş. Derin devlet, derin cemaat.)


Şimdi devletin önemli makamlarına yükselecek memuriyet kadroları için bir sınav açıldığını düşünün. Sınav sonunda 20 kişi işe alınacak. Sınav sonuçlarına göre en yüksek not alan 40 kişi ise mülakata çağrılıp bunlardan 20'si mülakatta elenecek.
Hükumet doğal olarak kendi kadrolarından en azından 3-5 kişiyi bu kadrolara almak istiyor diyelim. Sınav oluyor ve bir bakıyorlar ki bu 3-5 kişi ilk 40'a girememiş. Halbuki bu 3-5 kişinin hep iyi notlar alan kişiler olduğunu biliyorlar ve en az yarısının ilk 40'a gireceğini düşünüyorlar.
Notlara bakınca görüyorlar ki bu adaylar gerçekten de çok yüksek notlar almışlar. Ancak ilk 40 kişi o kadar yüksek notlar almışlar ki bu 3-5 kişi ilk 40'a girememiş.
Bir değil iki değil hep aynı şey tekrarlanınca hükümet çevreleri bu durumdan kıllanıyorlar. İlk 40 kişiyi incelemeye alıyorlar. Ulaştıkları sonuç kendilerini hayrete düşürüyor. Çünkü bu ilk 40 kişinin tamamı genellikle cemaatin adamları çıkıyor.
Durum böyle olunca daha da kıllanıyorlar ve araştırmaya başlıyorlar.
Ulaştıkları sonuçlar bunları korkutuyor. Bir şeyler yapmak gereğini hissediyorlar. Çünkü cemaatin tüm devlet kurumlarına sadece kendi adamlarını yerleştirmek için bir düzen kurmuş olduğunu görüyorlar. Eğer bu düzen engellenmezse tüm devlet cemaat kontrolüne geçecek, bu arada kendi adamlarını işe alamayan hükumetinde prestiji ortadan kalkacak.
Tespit ettikleri durum şu:
Eğer bir işe 20 kişi alınacaksa, cemaat en az 50 kişiyi dershaneler vasıtasıyla sıkı bir kursa alıyormuş. Bu 50 kişiden sadece 20 kişi bu işe girmek için gönüllü olan veya seçilen kişiler oluyormuş. Sıkı kursa alınan 50 kişi genellikle mülakata katılmak için gereken ilk 40 kişilik kotaya girecek şekilde en yüksek notları alıyormuş.
Sıra mülakata geldiğinde, sadece bu işe girecek olan 20 kişi mülakata hazırlanıyorlarmış. Diğer 20 kişi ya seçilmemek için bilerek mülakatta hata yapıyor veya mülakata hiç girmiyormuş.
Cemaat bu şekilde kendi adamları dışında hiçbir adayın mülakat kotasına girmesine izin vermiyor ve kendi adamlarının tamamını işe sokuyormuş.
Bu sistem çok iyi işliyor,  cemaat dışında zeki gençler çok nadiren tam not alarak bu kotalara girebiliyormuş.
Bu tezgahı öğrenen başbakan ve bakanlar uzun süredir bunu önlemek için tedbirler geliştirmeye çalışıyorlarmış. Mülakatta nota bakmadan sırf bu tezgahı bozmak için adayları elemek dahil birçok tedbir uygulamışlar. Ancak bu dershane düzeni kırılmadıkça bunun tamamen önlenmesinin mümkün olmadığını görmüşler.
Onun için de dershaneleri ortadan kaldırmaya karar vermişler. Bu konuyu o kadar önemsiyorlarmış ki artık bu karardan kesinlikle dönmeyeceklermiş. Çünkü, kendileri halk oyu ile seçilip iktidar oldukları halde bazı konularda muktedir olamamalarını bir türlü hazmedemiyorlarmış.
Başta hükümet var gözükürken devletin bütün kademelerine cemaatin hükmetmeye çalışmasını kabul etmek mümkün değilmiş.
Başbakan cemaate karşı meydan okumakta kararlıymış.
Kontrollü bir dil kullanması sadece taktik bir seçenekmiş. Yoksa bu hesaplaşmadan vaz geçmek gibi bir niyeti yokmuş.
Cemaat te bu kararlılığı öğrendiğinden giderek artan şekilde saldırıya geçmiş. Bu saldırı bu kadarla da kalmayacakmış. Hükumet ile cemaat arasındaki olay artık tam bir meydan savaşına dönüşmüş. Biri baş eğmedikçe bu savaş sona ermeyecekmiş.
Hükumetin baş eğeceği yokmuş. Bu sebeple artık cemaat sürekli ve sınırsız bir savaşa doğru mücadelesini geliştiriyormuş.
Yani bu iş daha bitmedi.
Önümüzdeki günler daha sıkı çatışmalara gebe.
İzleyip göreceğiz.
Peki ben ne mi düşünüyorum?
Ben bunun herkese hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılar sunarım.




19 Kasım 2013 Salı

AKP - Fethullah Gülen Cemaati Savaşlarında Son Meydan Muharebesi:Dershaneler cephesi. Dershaneler neden kapatılıyor?


Hükumet ve Cemaat Savaşları: Dershaneler neden kapatılıyor? Sürekli savaş ve sınırsız savaş. Asimetrik savaş (harp). Dolaylı savaş. Dolaylı strateji. Politika ve din. Cemaatler. Fethullah Gülen. Tayyip Erdoğan. Bülent Arınç. Abdullah Gül.Mustafa Sarıgül. Devlet Bahçeli. Kemal Kılıçdaroğlu.


Hükumet - Cemaat Savaşlarında Son Meydan Muharebesi:Dershaneler cephesi.
Dershaneler neden kapatılıyor? 

Daha önce 9'uncu ayın 23'ünde ''Son zamanlarda neler oluyor?'' başlıklı yazımda bu konudan bahsetmiştim ama son günlerde ortaya çıkan gelişmelerden sonra bu konuda birkaç söz daha söyleme ihtiyacı hissettim.
Konu cemaat Hükumet çatışması.

Bu konu gazetelerde ortaya sürüldüğü gibi yeni bir konu değil aslında. Geçen yıl cemaat çevrelerine takılan biri ile görüşmüştüm. Onun o zaman söylediğine göre hükumetle çekişme en az iki sene önceden başlamış. Hükumet kendini yeterince güçlü gördüğünden çok fazla gündeme getirmeden cemaate tam saha pres yaparak yüklenmeye başlamış. Bir hastahanede hademe kadrosuna adam alırken bile cemaatle bir bağlantısı olan kişileri devlet memurluklarına almamakla başlamışlar işe. Bunu da açık etmeden sanki sebep başvuru yapan kişinin yetersizliği imiş gibi göstermişler. Cemaat bir süre sonra bu tür taş koymalardan, hükumetin tavrının idrakine varmış.

Bu kişi ve yine cemaatle irtibatlı diğer bazı kişilerden başka bilgiler de öğrendim. Cemaat, hükumet ve AKP hakkında derinden ve gizli bir çalışma başlatmış. AKP milletvekillerinden cemaat ile bağlantılı olanlar aracılığıyla hükumet ile arayı bulmaya çalışmışlar önce. Bu bir sonuç vermeyince bu milletvekilleri kendileri gibi memnuniyetsizlerle görüşmeye başlamışlar. Bir kulis grubu gibi gizli gizli görüşüyorlarmış. Fakat başbakanın tek adam tavrı ve her şeyi kendi elinde toplaması yüzünden bir başarı elde edememişler.
Bundan sonra mücadele, satranç oyunu gibi karşılıklı hamleler şeklinde gelişmiş. Mesela Cemaat lideri Mavi Marmara olayında destek olmamış başbakana. MİT Müsteşarını yemeye çalışmışlar. Polis istihbaratındaki adamları ile özel hayata ait gizli kayıtlar yapmaya başlamışlar. Tabii başbakan da karşı hamleler yapmış. Devlete alınacak memurlarda daha eleyici olmuş, polis istihbarat kadrosunu tamamen değiştirmiş. Mit müsteşarının arkasında durmuş ve bunun hesabını soracağını hissettirmiş.

Kapalı kapılar ardında devam eden bu savaş ne kadar gizlense de artık su yüzüne çıkmaya başlayınca daha da açık adımlar atılmaya başlamış. Mesela Cemaat gezi eylemlerini el altından desteklemiş.Cemaat lideri de gezi eylemcilerine karşı ılımlı bir dil kullanarak başbakana mesaj göndermiş.
Başbakan akıllı adam. Bu cemaatin en hassas noktasının dershaneler olduğunu tespit etmiş. Bu dershanelerden hem çok büyük paralar kazanıyorlar ve hem de kendilerine zeki gençleri devşirerek güçleniyorlarmış.

Başbakan, cemaate öldürücü bir darbe vurup elini ayağını kırmak istediğinden dershaneleri kapatma kararı almış. Bu, cemaatte bir panik havası yaratsa da başlangıçta bunun sadece bir söylem, bir mesaj olduğunu düşünmüşler. Fakat işler ciddileşince hükumetle köprüleri, artık daha açık bir şekilde atmaya başlamışlar.
Bu kapsamda siyaset ve iş çevrelerinde arayışa başlamışlar. Önce MHP'li Meral Akşener'i destekleyip partinin başına geçirmeyi ve AKP'nin gücünü kırmayı düşünmüşler. Ancak Akşener bu işe pek sıcak bakmamış. Cemaat içinden de MHP'ye soğuk bakılıyormuş. Bunda MHP'nin fazla erkek görünümlü bir parti olması, milliyetçiliği vb. ile birlikte MHP'yi destekleyen bir başka cemaat ile olan çekişmeler etkili olmuş.
Süleymancılar ismiyle bilinen bir başka cemaat MHP'yi destekliyormuş. Bu cemaatin Türkiye çapında %4'ten fazla oyu varmış. Bu cemaat F tipi cemaat ile hiç geçinemeyen bir cemaatmiş. Genelde daha kırsal alanlarda örgütlenen bu cemaat para gücü az olsa da oy gücü olarak F tipi cemaatten güçlüymüş. F tipi cemaat en fazla %2-3 oy potansiyeline sahipmiş. Bunlar da genellikle okumuş yazmış ve şehirde yaşayan tipler olduğundan oy verirken blok olarak davranmayabiliyormuş. Ancak F tipinin para ve basın gücü ile uluslararası bağlantıları bu cemaate göre çok güçlüymüş.

Neyse! Gelelim konumuza. Bu savaşta, cemaat uygun işbirlikçi olarak Mustafa Sarıgül'de karar kılmış. Kapalı kapılar ardında uzun görüşmeler yapılmış. İş dünyasından da müttefikler aramaya başlamışlar ve hükumetle sorunları olan Koç grubunu bulmuşlar. Koç grubu bu yıl Türkçe olimpiyatlarına ana sponsor, Sarıgül de olimpiyatların daimi müdavimi olmuş. Bu üçlü, gezi olaylarını da açık veya el altından desteklemişler.

Cemaat ne yaptıysa hükumeti dize getirememiş. Hükumetin dershaneleri kapatması giderek kesinleşince, kavga artık iyice sertleşmiş. Cemaat lideri geçen gün Başbakanımızı; dolaylı yoldan Firavun ve Nemrut'a benzeterek saldırılarında son noktaya gelmiş. Cemaat kendi elemanlarından Twitter grupları kurarak İnternet'te bu konuda kamuoyu oluşturmaya başlamış. Hatta CHP'li milletvekillerine bile sahte isimle (fake) adreslerle destek için mesaj atmışlar.

Hükumet ise hala bu konuyu söylem boyutuna getirmemiş. Ancak eylemlerine de kararlı biçimde devam ediyormuş.Bazen saygı mesajları, bazen ara bulucular, dolaylı görüşmeler vb ile cemaati oyalayıp darbeyi vurmaya ve bu arada ''hükumet cemaatlerle geçinemiyor'' izlenimi vermemeye çalışıyorlarmış.
Şimdilik hükümet bu işten galip çıkıyor gibi görünüyormuş. Ancak cemaat bukalemun gibi her kılığa girebildiğinden son bir toparlanma ile kendilerine bir darbe vurabilir diye de tedbiri elden bırakmıyorlarmış.

Yani özet olarak dershaneler konusu öyle göründüğü gibi salt bu dershanelerle ilgili bir konu değilmiş.
Bu birkaç yıl önce başlayıp giderek şiddetlenen bir savaşın sadece su üstünde görünen yüzüymüş.

Görünen o ki, bu savaş henüz bitmedi. Çünkü kimse pes etmiş değil.
Sanırım önümüzdeki günlerde artık top tüfek gürültüleri daha da duyulur hale gelecek.
Bunun ilk işaretleri de STV ve Zaman gazetesinde verilmeye başladı bile.

Bakalım neler olacak?

Ben hayırlısı ne ise o olsun diyorum.

Saygılar sunarım.




13 Ekim 2013 Pazar

Türkiye'deki Fethullah Gülen Cemaati Okulları Kime Hizmet Ediyor?


Hükümet, tartışmalı paketi açıkladıktan sonra herkes destek veya eleştiri mesajları içeren açıklamalarda bulundu. Bu arada, son moda cemaat demokrasisi (Cemaokrasi)  rejiminin gereği olarak meşhur cemaatimiz de açıklamalarda bulundu. Zaten artık devleti kendi kontrollerinde bir cihaz olarak gördüklerinden olsa gerek her devlet meselesinde açıklama yapmaktan hiçbir zaman geri duymuyorlar. Zaten bu açıklamalara alışan ve kendi yönünü çizmek için bir işaret bekleyen çevreler için bu açıklama gelmez veya gecikirse anormal gelmeye başladı.
Dedim ya, bayağı bir cemaokratik devlet olduk. Mesela genelkurmay başkanı artık askeri konularda bile fikrini söylemeye korkmakta (Örneğin askerliğin kısaltılması konusunda Genelkurmay ne dedi duyan veya anlayan var mı?), sivil idare nasıl uygun görürse, karar sivil idarecilerin kararı goygoyculuğu yapmakta ama kime hizmet ettiği belirsiz, resmi bir örgütlenme yapısı olmayan, vergi kaçırıyor mu, suç oluşturabilecek bir programı varmı belli olmayan ve kesinlikle hiçbir organ tarafından denetlenemeyen bir cemaat sanki devletin asıl ve tek sahipleri imiş gibi her devlet meselesinde açıklamalar yapmakta ve dahası bunlar büyük bir önemle ciddiye alınmaktadır.
 Nitekim cemaat yetkililerinden (ne konuda yetkili bilmiyorum ama Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı sıfatı ile tanınıyor) birisi bir gazeteciye yeni paket ile ilgili bazı hususlarda, özellikle de Kürtçe eğitim konusunda bazı demeçlerde bulunmuş ve bu gazete tarafından bu büyük bir olay olarak yansıtılmış.
Röprotajın bir kısmını değiştirmeden özet olarak aşağıda sunuyorum.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Uşak, Güneydoğu'daki Gülen cemaati okullarında mevzuat değişikliği ardından Kürtçe eğitim de verilmesi hakkında 'işin tabii seyri gereğidir' dedi.
Uşak, Hizmet Hareketi'nin yurt dışındaki okullarında yerel dilde de eğitim yaptığını hatırlattı ve "Türkiye'de de mevzuat değişikliği yapıldıktan sonra Kürtçe eğitim yapılması işin tabii seyri gereğidir" dedi.
Güneydoğu'da da pek çok okulu bünyesinde barındıran cemaatin "Kürtçe eğitimini bölgeye göre değil, talebe bağlı sağlacağını düşündüğünü" belirten Uşak, eğitimin sadece özel okullarla sınırlı kalmaması gerektiğinin altını çizerek "Türk vatandaşları ana dillerini nasıl öğreniyorsa Kürt vatandaşların da, Laz, Abaza, Çerkes vatandaşların da ana dillerini devletin finanse ettiği okullarda öğrenmesi sağlanmalı" dedi.
"Gülen cemaati, Kürtçe eğitim vermeye hazır mı?" sorusuna verdiği "Ben hazır olduğunu düşünüyorum, özel okullar hepsinden daha önce hazır" sözlerini hatırlattığımız Cemal Uşak, gelişmelere dair şöyle konuştu:
 "Ben bunu genel bir mantıkla ve muhakeme yürüterek söyledim. Irak Kürdistanı'nda Hizmet Hareketi'nin okullarında Kürtçe eğitim yapılıyor. Ayrıca, başka ülkelerdeki eğitim kurumlarında da söz konusu ülkelerin yerel dillerinde eğitim yapılmakta iken Türkiye'de de mevzuat değişikliği yapıldıktan sonra Kürtçe eğitim yapılması işin tabii seyri gereğidir, diye düşünüyorum."
 Kürtçe eğitim için Hizmet okullarında hazırlıkların başlayıp başlamadığını sorduğumuz Uşak, "şu an için hazırlıkların söz konusu olmadığını" belirtirken, gelişmelerin Başbakan Erdoğan'ın da açıkladığı üzere Bakanlar Kurulu'nun yapacağı düzenlemeye bağlı olduğunu söyledi.
 GYV Başkanı Mustafa Yeşil'in T24'e verdiği söyleşide dile getirdiği "İstanbul’da da Kürtçe dili tercihli yapılabilir" sözleri hatırlatılıp, cemaat bünyesindeki okullarda Kürtçe eğitimin Güneydoğu ile mi sınırlı kalacağını, yoksa talebe göre farklı şehir ve bölgelerde de verilip verilmeyeceğini sorusu üzerine Uşak, "Mantık, talep edilen her yerde bunun yapılabilmesini gerektirir. Dünyanın en büyük Kürt kenti İstanbul, burada da talep gelmesi tabiidir" dedi.
"Paketteki haliyle getirilecek mevzuatı yeterli görmüyorum. Ben bir an önce, Türk vatandaşları ana dillerini nasıl öğreniyorsa Kürt vatandaşların da, Laz, Abaza, Çerkes vatandaşların da ana dillerini devletin finanse ettiği okullarda öğrenmesinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Paketteki önerinin kamuoyunu hazırlamak için ilk adım olduğunu düşünüyorum ve devamının geleceğini ümit ediyorum."
Ben bunu dudaklarımı ısırarak okudum. Bu şahıs kendi kafasına göre Irak Kürdistanı gibi uydurma tanımlar kullanarak Türkiye’nin bir kısmının da Türkiye Kürdistanı olduğunu ima etmekte, yani ülkemize yeni bir coğrafi tanımlama kazandırmakta, Kürtçe ile yetinmeyip daha bir çok dilde eğitimden bahsetmekte ve hatta hızını alamayıp İstanbul’a en büyük Kürt şehri diyerek bölücülerin (PKK ve taraftarlarının) bile söylemeye utanacağı abes kelimeleri rahatça kullanmakta ve bunu çok normal bir şeymiş edasıyla ifade etmektedir.
Elbette bu konuşmanın bu yönleri de kabul edilemez densizliklerdir bana göre. Ama ben burada başka bir konuyu vurgulamak istiyorum.
Kürtçe eğitimin özel okullarda serbest bırakılması açıklanınca çoğu insanın aldatılarak ‘’eh kim kuracak bu okulları da bu eğitimi verecek, Kürtçe dil okulları girişimleri nasıl fiyaskoyla bittiyse bu da etkisiz bir taviz.'' diye düşünmesi sağlanmıştı.
Ama pandoranın kapağı açılınca içinden çok farklı bir şey çıkmaya başladı….
Demek ki yeni özel okul kurulmasına ihtiyaç yokmuş. Cemaat okulları bu görevi gönüllü olarak üzerine alacakmış anlaşılan.
Her yıl Türkçe olimpiyatları yaparak milletin gözünü boyayan cemaatin gerçek niyeti demek ki farklıymış. ‘’Dünyaya Türkçe öğretiyoruz.’’ derken aslında bu tiyatroyu, çoğunluğu milliyetçi vatansever insanlar olan Türk halkını kandırarak kendi okullarına ekonomik destek sağlamak yani sömürmek için tezgâhlıyorlarmış.
Arkadaş, sen dünyaya Türkçe öğretmeden önce kendi ülkenin vatandaşlarına Türkçe öğretsene. Sen ülkede iki dilli ve hatta çok dilli bir yapının temellerine harç taşıyarak Türkçe’nin yaygınlaşmasına zarar vermesene.
Bu paket ten bir şey olmaz diyenlere sesleniyorum!....
Yanılıyorsunuz.
Bu paketten bir şey olacak, hem de tahmin etmediğiniz kadar kötü bir şeyler.
Ve bunlar yavaş yavaş çıkmaya başladı bile…
Özel okul lafı sizi kandırmasın.
Hükümet bu kanunu çıkaracak, cemaat te bu işin taşeronluğunu yapacak, başka okula filan da gerek kalmayacak.
Cemaat, başkalarının taşeronluğunu yapmak konusunda oldukça tecrübeli zaten….
Tüm Türkiye’de yaygın bir okul ağları da var.
Şimdi, cemaat dershaneleri kapanınca onlar da yeni özel okullara dönüşecek ve okul ağı daha da büyüyecek.
Yeni bir yatırıma, yeni bir okula da gerek yok…
Bu eğitim çok kısa bir zamanda yaygınlaşabilir.
Hükümet kanunuyla ve cemaat okuluyla…
Ne demiş atalarımız: ‘’Çingene çalar Kürt oynar.’’
Anlaşılan bu konuda: ‘’Hükümet çalıyor, cemaat ise oynayacak.
Sanırım PKK ve BDP’de (düğünlerde aslında kendileri oynamaktan pek anlamayan ve el çırparak oynuyor görünen beleşçiler gibi) bunların etrafında halka yapıp alkış tutacak.
Oh ne ala!
Herkes mutlu….
Herkes eğleniyor….
Benim se duyduğum gürültüden uykularım kaçıyor.
Ama milletimizin kulaklarına tıkaç, gözüne siyah bez takılmış.
Makarnayı, hem de yoğutlu olarak yemiş.
Bedava kömürü de sobaya ağzına kadar doldurmuş, sıcaktan mayışmış.
Maşallah horul horul uyuyor.
Uyutuluyor!.....

Saygılar sunarım. 




23 Eylül 2013 Pazartesi

Son zamanlarda neler oluyor?


Gezi olayları sırasında herkes kendi görüşüne göre bir şeyler söyledi, bir şeyler yaptı. Olayların içinde olunca bazı şeyler insanın gözünden kaçabiliyor ancak zaman geçip o anlardan uzaklaşınca olaylara değişik açılardan da bakılabiliyor.
Ben şimdi olayların başladığı günden bu güne kadar duyduklarım ve gördüklerim bazı şeyleri anlatarak bunlardan hangi sonuçları çıkardığımı anlatacağım.
Birinci olarak başbakan ve hükümet çevrelerinin davranışlarını yorumlamak istiyorum. Başbakan başlangıçta bu olayı biraz küçümsedi ve hatta bunlarda nereden çıktı diyerek aşağılamaya kalktı. Olay biraz büyümeye ve ciddileşmeye başlayınca meydan okuma yoluna gitti. Çapulcular, ayyaşlar vb söylemler kullandı. Olay biraz daha büyüyünce benim yüzde ellim var edebiyatına ve mitinglere başladı. Baktı ki iş çok ciddi, mesaj alınmıştır, gençler lütfen evlerine dönsün diye rica etmeye başladı, ardından bu da fayda etmeyince bu yürüyenler hep radikal gruplar, dış mihraklar bu olayı kışkırtıyor, bunlar faiz lobisinin işleri demeye başladı. Valiyi eylemcilere gönderip onları canım cicimle kandırmaya çalıştı. Baktı ki işler çığırından çıkıyor, Taksim'i gaza boğdu. Her türlü sert önlemi kullandı ve yaz tatilinin başlamasıyla da olaylar yatışınca derin bir nefes aldı.
Hükümet çevrelerine yakın kesimlerden ve emniyet mensuplarından duyduğuma göre söylenen şu; direkten döndük. Peki hangi direkten dönmüşler? Anladığım kadarıyla Mursi'nin başına gelenler kendi başlarına gelecek sanmışlar. Çok korkmuş ve endişelenmişler. Yaz tatili süresince alınan bilgiler, köşe yazarları değerlendirmeleri gibi yayınlar sebebiyle Eylül ayında okullar açılınca yeni bir eylem dalgası beklentisi içine girmişler. Burada kendilerini daha çok endişelendiren bir konu da Fettullah'çıların tavrı olmuş. Başbakan'ın evinde bulunan böceği Fettullahçı polisler koymuş, emniyet istihbarattaki fettullahçılar da değişik telefon ve görüntü kayıtları yapmış deniyor. Bunların internette yayımlanmasından korkuluyormuş. Cemaatçilerin elinde AKP milletvekillerine ve yöneticilerine ait birçok kaset olduğu dedikodusu yapılıyor. Eylül ayında direniş olur ve uygun ortam oluşursa şimdiye kadar yaptıkları ses ve görüntü kayıtlarından uygun gördüklerini uygun zamanda yayımlayacaklarmış. Başbakan bunun üzerine yaz ortasında emniyet istihbaratçılarının çoğunu görevlerinden aldırarak başka görevlere atandırmış.
Fettullah Gülen Gezi eylemcileri hakkında çok ihtiyatlı, hatta koruyucu bir dil kullanıyormuş. Diyorlar ki cemaat el altından eylemcilere destek veriyormuş. Cemaatle hükümet bir süre önce köprüleri atmışlar ancak şu anda kılıçları çekip bir birlerine hücuma geçmişler. Cemaat hükümetin ve özellikle başbakanın tavırlarından uzun süredir rahatsızmış. Hükümet en alt seviyede memur alımlarında bile cemaatin adamlarını işe almama yönünde tavır sergiliyormuş.Cemaat-hükümet çatışmasının diğer bir yönü de dershanelerin kapatılması konusuymuş. Türkiyede yaygın dershane ağı olan cemaatin bu sayede gençler üzerinde etkili olduğu, eğitim kurumlarına kendi taraftarlarını daha çok sokabildiği, zeki gençleri burada tespit ederek devşirdiği, yanipersonel ve para kazandığı, cemaatin gücünün bu dershanelerden kaynaklandığını değerlendiren hükümetin cemaatin bu gücünü kırmak için dershaneleri kapatmak istediği konuşuluyor ve bu davranışlar hükümetin cemaate saldırısı olarak değerlendiriliyormuş. Cemaat bir süredir karşı atak için hazırlık yapıyormuş.
Cemaat harekete geçmek için uzun süredir başbakan'a alternatif olacak bir siyasi lider adayı arıyormuş. MHP içinde yapılan konsultasyonlar ve sondajlardan çok sonuç alınamamış. Cemaatin alt kadroları MHP'ye soğuk bakıyorlarmış. Ayrıca cemaatin en büyük rakibi olan Süleymancılar MHP'yi desteklediğinden onlarla aynı grup içinde olmak istenmemesi de MHP konusunda olumsuz tavırda etkili olmuş.
Uzun istişarelerden sonra Fettullahçılar Mustafa Sarıgül üzerinde anlaşmışlar. Plan gereği Sarığül CHP'ye girecek, İstanbul Belediye başkanlığına aday olacak ve seçilecek, buradan da CHP'nin başına geçip başbakan olacak ve Ülkeyi cemaatle çatışmadan yönetecekmiş. Fettullahçılar Başta Koç grubu olmak üzere bazı  iş çevreleri ile de bir işbirliği arayışı içindeymiş. Koç grubu ile de fikir birliğine varmışlar. Koç üniversitesi yıl sonu ödevlerinin teslim tarihini, öğrenciler eylemlere rahatça katılabilsin diye ertelemiş. Divan hotel olayı başta olmak üzere Koç grubunun eylemcilere verdiği destek zaten her yerde yazıldı. Bunları duydum ama bunlarla ilgili emareler açık bir şekilde ortada olmasaydı buraya yazmazdım. Şimdi emareleri sıralayayım. Fettullahçılar bu yaz Türkçe olimpiyatları düzenlediler. Bilin bakalım, bu yarışmalar boyunca salondan ayrılmayan, başpehlivan gibi basının karşısına geçip pozlar veren, cemaati öven demeçler veren politikacı kim: Tabii ki Sarıgül. Peki Türkçe olimpiyatlarının ana sponsoru kimmiş? Ben Koç grubuymuş diye duydum! Peki; Koç grubundan bazı kişiler ve cemaatten bazı kişilerle Sarıgül'ün sık sık gizlice toplantılar yaptığını duydunuz mu? Ben duydum. Yani buradan şu sonucu çıkarabilir miyiz: Biz çok masumane şekilde protestolarımızı yaparken bizim terimiz ve kanımız üzerinden acaba başka savaşlar, başka hesaplar, başka iktidar ve güç mücadeleleri mi yapılıyor? Bilmem ama bana olası geliyor.
Gelelim gezi protestoları esnasında gördüğüm diğer olaylara. Türk televizyonları süreklü olarak, PKK flamaları taşıyan, veya yüzleri kapalı, aşırı sol eğilimli örgütlerin flamalarını takan küçük grupları görüntülüyorlardı. CNN ve BBC ile Türkiye'de hala muhalefet yapabilen bir-iki Tv. yi seyretmesem olayların radikal gruplar tarafından yapıldığını zandecektim. Fakat öyle olmadığını biliyorum. Peki neden böyle yayınlar yapılıyor? Neden başbakan ve hükümete yakın çevreler hep aynı şeyi söylüyorlardı. Bence bunun iki sebebi var. Birincisi bu eylemleri haklı ve demokratik bir direniş görüntüsünden çıkararak radikal grupların ve terör örgütlerinin yaptığı, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğüne karşı yapılmış, ülkenin istikrarını bozmaya çalışanların tezgahladığı eylemler olarak göstermek için. Yani protestoların meşru ve demokratik olmadığını ispat etmeye çalışmak. İkinci maksat ta şu olabilir:Basın yayın organlarından durum hakkında sağlıklı bilgi alamayan halkın çoğunluğunu gösteriler aleyhine kışkırtmak ve bu radikal gruplarla alakası olmayıp ta orada bulunan kimselerde şüphe yaratarak ''acaba başkalarının amacına hizmet mi ediyorum'' sorusunun oluşmasını sağlamak, dolayısıyla yürüyen, protesto eden topluluğu bölmek ve zayıflatmak.
Gördüğüm diğer bir olayda şudur ki İşçi Partisi örgütleri ve televizyonları bu süreçte çok örgütlü ve canla başla çalıştılar. Bir de Türkiye Gençlik birliğini burada saymam gerekir. Herkese şunu gösterdiler ; örgütlü hareket ederse küçük bir grup büyüklüğü ile kıyaslanamayacak etkiler bırakabilir. Bunlar halkı bilgilendirme, eylemleri organize etmek konusunda bence çok başarılıydılar. Sanırım İşçi Partisi taraftarlarını ve oy oranını artırmıştır. 
Bu süreçte diğer bir önemli olay da uluslar arası kamuoyu ve bunu sağlayan uluslar arası yayın yapan basın ile örgütlerin tavırları. Bunlar hükümetin uluslararası arenada sıkışmasında büyük rol oynadılar. Bu yüzden de başta başbakan olmak üzere hükümeti ve taraftarlarını çok kızdırdılar. Onun için sık sık bu olayların dış mihraklar tarafından kışkırtıldığını savundular. Ama bence Silahlı Kuvvetler mensupları aleyhinde açılan davalarda benzer desteği mahkemelere ve hükümete verince buna Türk Ordusu aleyhine provokasyonlar dış mihraklar tarafından düzenleniyor dendiği zaman ses çıkarmadıklarından çok ta inandırıcı görünmediler. Yani onların lehine yabancı basında yayın yapılınca ''bizi yabancılar bile takdir ediyor, bir tek muhalefet bizi anlamıyor'' derken, kendi aleyhlerinde yayın yapılınca ''Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen dış güçlerin provakosyonu'' demelerine ben inanmadım, aklı başında kimsenin de bunu akla uygun bulduğunu sanmıyorum.
Son olarak bir husus daha dikkatimi çekti. Bir toplumsal olay olunca adını duyurmak isteyen radikal gruplar ve terör örgütleri bundan yararlanma yoluna gidiyorlar. Ve hükümet bunları kendi propagandası için kullanmaya çalıştıkça bunların propagandasını yapmış oldu. 

Sonuç olarak şu neticelere ulaştım.
1. Hükümet ve onun büzüktaşları meydanın o kadar da boş olmadığını, herşeyin güllük gülistanlık olmadığını gördüler. Bu durum onları endişelendirdi, hatta biraz da korkuttu. 
2. Hükümetle sıkıntıları olan; cemaatler, iş çevreleri, radikal gruplar vb. herkes halkın gücünü gördü ve bunu kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalıştı. Bunlarla alakası olmayan, sadece hükümetin politikalarından ve uygulamalarından rahatsızlık duyan geniş halk kesimleri bu gruplarla bir arada ve sanki işbirliği içindeymiş gibi göründü. Bu da hükümete propaganda imkanı verirken bu grupların da adını duyurmasını sağladı. Herkesle işbirliği yapılabilir diye düşünenler varsa onlara bir Tv filminde duyduğum şu cümle ile cevap vermek istiyorum: (Şeytanla işbirliği yapmayı düşünüyorsan uyman gereken tek bir kural vardır'' Şeytanla işbirliği yapılmaz, çünkü hep o kazanır, sen kaybedersin.'') Bu tür grupları enterne etmek veya uzaklaştırmak için tedbir almak gerekir. Mesela elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri dışında bir sembol taşıyanlara tepki gösterilebilir. Çatışma ve kavga riski varsa hiç olmazsa bunlarla grup arasına bir mesafe konulabilir.
3.Halk kendi başına da bir şeyler yapabileceğini gördü ve insanlara bir güven duygusu geldi.
4. Hükümet bundan sonra, ne Türkiye'ye ne de Dünya'ya demokrasi havarisi rolü yapamaz. Yapsa da kimse inanmaz. Halkın iradesine saygı sözünü dilinden düşürmeyenlerin halka neler yaptıklarını herkes gördü.
5. Bir de benim Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini inceleyince gördüğüm bir durum var. Bu millet aynı kişileri uzun süre başında görmek istemiyor. Anladığım kadarıyla bu sürede kırılma noktası da 10 yıl civarında. İster başbakan olsun, isterse başvezir. Bu çok farketmiyor galiba.


Saygılar sunarım.