Bu blogta sanat, siyaset, savaş, strateji, istihbarat gibi konularda inceleme ve değerlendirme yazıları yayımlanmaktadır. Bu bloğun yazarı ayrıca http://mgmstrateji.com/index.html, https://strasam.org/ ve http://foundationoffunystories.blogspot.com adreslerinden ulaşabileceğiniz sitelerde de yazılar yazmaktadır.
11 Mart 2024 Pazartesi
Dürüst olmak, en büyük en büyük ibadettir.
8 Ekim 2023 Pazar
Arapça İslam'ın kutsal dili midir?
Birileri, başı açık ve makyajlı sarışın bir kadın ve bir küçük kızın kuran okurken görüldüğü videoyu youtube'ta paylaşmış.
Üzerine de "Sekülerler, hadi buna da bir şey deyin. Kuran'ın (veya İslam'ın) dili Arapçadır ve evrenseldir." mealinde bir yazı yazmış.
Ama Arapçanın müşriklerin ve Hristiyan Arapların da dili olduğunu yazmamış.
Arapça kutsal bir dil değildir.
İslamin dili de değildir.
İslam dini indirilmeden binlerce yıl önceden beri, çoğu zaman putlara tapan Ortadoğulu bir kavmin dilidir.
Bu kavmin adi Arap, dili de Arapçadır.
Arapça, ister Müslüman, Hristiyan, Yahudi veya Putperest olsun, isterse de ateist, deist veya agnostik olsun Arap kökenli olan tüm insanların konuştuğu bir dildir.
Örneğin, Kuran'ı Kerim'de lanetlenen bir insan olan ve putlara tapınan Ebu Leheb de Peygamberimiz gibi Arapça konuşuyordu.
Lübnanlı Hristiyanlar da Arapça konuşmaktadır.
Dil ile dini birbirine karıştırmamak lazım.
Dil her milletin tarih boyunca geliştirdiği bir iletişim vasıtasıdır.
İslam ise bir dindir.
Sonuç olarak şunu bilmekte fayda var:
Arapça konuşmak hiç kimseyi Müslüman yapmaz.
Daha iyi Müslüman da yapmaz.
Konuşmamak da dinden çıkarmaz.
Arapların veya Arapçanın dini açıdan hiçbir üstünlüğü yoktur.
Esas olan iman ve takvadır.
Arapça değil.
Arap olmak hiç değil.
Bunu Kur'an ve hadisler de doğrulamaktadır.
"49/ EL-HUCURÂT -13- Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki ALLÂH'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada en ileri olandır. Muhakkak ki ALLÂH her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.
"Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır." Hz. Muhammed (s.a.v.)
19 Eylül 2023 Salı
Din elden gidiyor? Peki ama neden?
MAK Danışmanlık Şirketi tarafından 23 il ve 154 ilçede (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Sinop, Gümüşhane, Kars, Karaman, Karabük, Bilecik, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Yozgat ve Uşak )
5400 kişi ile yüz yüze yapılan "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Konulu" yapılan anket sonucudur...
%99'u Müslüman denilen ülkemiz insanın:
- %14'ü Allah’a inanmıyor.
- %25'i Meleklere inanmıyor.
- %24'ü Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine yani Kur’an’a inanmıyor.
- %74'ü Evindeki Kur’an-ı Kerim’i okumuyor.
- %37'si Peygambere, Hz. Muhammed(sav)’e inanmıyor.
- %45'i Kadere (Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiğine) inanmıyor.
- %27'si Öldükten sonra dirileceğine, hesaba çekileceğine inanmıyor.
-%83'ü Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini hiç okumamış.
-%85'i Cennet'e gideceği kesin olsa bile; Cennet'e gitmek için ölmeyi düşünmüyor.
-%77'si Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatını okumamış.
-%43'ü Hiç camiye gitmemiş.
-%55'i Ramazan ayında dahi oruç tutmuyor.
-%70'i Dini (İslâm) ile ilgili bilgileri öğrenmek için okumuyor.
-%78'i Namaz kılmıyor.
-%20'si Dua etmiyor.
-%10'u Günah işlediğini biliyor ve pişman bile olmuyor.
-%35'i Gusül abdesti almıyor veya bilmiyor.
Anketin yapıldığı iller, nispeten muhafazakar iller. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerle Ege ve Akdeniz sahillerindeki birçok ilde anket yapılmamış.
Yani gerçek durum bundan çok daha vahim muhtemelen.
Demek ki, her yere cami yapmakla, dindar nesil yetiştireceğiz diye nutuk atmakla dindar olunmuyor.
Diyanet, ne is yapıyor?
Devletten maaş alan binlerce din adamı neye yarıyor?
Sorgulamak şart.
Bu anketten sonra, hiç kimse %99'u Müslüman olan ülke veya %99'u Müslüman olan Türk milleti masalı anlatmasın.
Çünkü anket öyle olmadığını gösteriyor.
O eskidendi.
Nüfusun %14'ü ateist olduğunu söylemiş.
Geri kalanların da Müslüman olduğunu söylemek mümkün değil.
Muhtemelen ateist olduğunu söyleyenlerin dışında önemli oranda deist, agnostik vb. var.
Çünkü Müslüman sayılabilmeleri için inanmaları gereken şeylere inanmayan kişiler oldukça büyük oranda.
Mesela Kur'an'ı Kerim'in vahiyle indiğine ankete katılanların %24'ü inanmıyormuş.
İmanın 6 şartından en az birine (örneğin Amentünün son maddesine, kadere) inanmayanların oranı en az %45.
İslam'ın şartlarından tamamını yapmayanların (örneğin namaz kılmayanların) oranı %78.
Yani, eğer İslam'ın şartlarına uyanları esas alırsanız ankete katılanların %22'si veya imanın şartlarını esas alırsanız %55'i Müslüman olan bir ülke haline geldik.
Durum bu kadar vahim.
Bütün eğitimi Hristiyanlık üzerine olan birini Diyanet İsleri Başkanı yaparsanız ve imamlar dini anlatacağına politika yaparlarsa olacağı bu.
Her yere cami yapmakla insanlar dindar olmuyor.
Sadece İmamhatip mezunlarına işyeri açılıyor.
Öte yandan, müteahhitler de biraz para kazanıyor.
Olan biten bundan ibaret.
20 Ağustos 2023 Pazar
Hangi fakirler hangi zenginlerden 500 sene önce cennete girecek?
13 Ağustos 2023 Pazar
Bunların derdi din iman değil, Türk ve Türkçe düşmanlığı.
Dini konularda uzman değilim ama bir konu bana hep tuhaf gelmiştir.
İslam dini ile ilgili Türkçe kelimeler kullandığınızda büyük bir kitle hep bir ağızdan yaptığınızın yanlış, hatta günah olduğunu söylüyor.
Örneğin "Tanrı" derseniz hemen "Allah" diye düzeltiyorlar.
"Neden?" deyince, kelimenin aslının Arapça olduğunu ve Tanrı'nın Allah'ı karşılayan bir kelime olmadığını söylüyorlar.
Hatta bu konuda epey ileri gidenler de var.
Böyle bir tip "Allah, Tanrı'nın belasını versin." demiş.
İnsanın "Allah senin belanı versin." diyesi geliyor.
Çünkü aynı tip, "Ya rabbi!" derken gayet rahat.
Ama "Rab" kelimesi İbranice, yani Yahudi dilinde bir kelime, Arapça değil.
Olsun, bu tipler için sorun değil.
Türkçe olmasın da hangi dilde olursa olsun, söyleyebilirsin.
Başka dilde söylersen günah değil.
Sadece Türkçe söylersen günah.
Öte yandan, bu gün Arapçaya kutsallık atfetmeye çalışan bu tiplerin bilmediği bir şey var.
Arapçasını kullan, Türkçesini kullanma dedikleri kelimelerin çoğu aslında Arapça da değil.
Örneğin Peygamber kelimesi Arapça değil Farsça.
Araplar "nebi veya resul" kelimesi kullanılıyor.
Biz Türkler, İslam dinini İranlılardan öğrendik.
Bu yüzden "Mevla, oruç, abdest, müslüman, hüda" ve bunlara benzer gibi dini terimlerin neredeyse tamamı Farsçadan dilimize geçmiş.
Bu kelimelerin Arapçasını değil Farsçasını kullanıyoruz.
Anlayın artık.
Konu Arapça filan değil.
Öyle olsa Farsça veya İbranice kelimelerin kullanılmasına da karşı çıkarlardı.
Bunların derdi Türk ve Türkçe düşmanlığı.
11 Ağustos 2023 Cuma
Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar vatan haini yok. Üstelik kimseden de çekinmiyorlar.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar vatan haini yok.
Üstelik kimseden de çekinmiyorlar.
İhanetlerini ortaya vurdukları videolar çekiyor ve yayınlıyorlar.
Daha da tuhafı, bazı insanlar tarafından alkışlanıyorlar.
Bu tipler şimdiye kadar Atatürk düşmanı gibi görünerek kendilerini kamufle ediyorlardı.
Artık vatan haini olduklarını açıkça söylüyorlar.
Kim mi bunlar?
Söyleyeyim?
Sevr'in uygulanamamasına üzüldüklerini söyleyemeyen, bunun yerine "Lozan zafer mi hezimet mi?" diye saçmalayan müptezeller.
Lozan'ın gizli maddeleri olduğuna saf insanları inandırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan yalancılar.
Keşke Yunan galip gelseydi diyen Yunan seviciler.
Bu kişinin Yunan ve İngiliz istihbaratına çalıştığını, ABD istihbaratı ile de teması olduğunu ben söylesem inanmazsınız.
Kendi konuşmalarını dinleyin.
Satır aralarında hepsini itiraf ediyor.
Şimdi yeni bir müptezel çıkmış.
Keşke Hatay Fransızlarda kalsaydı anlamına gelen cümleler kuruyor.
Hatay Arap ve Kürtlerin diyor açıkça.
İnanamazsınız, adam sen ne diyorsun hain diye hukuki takibata da maruz bırakılmıyor.
Bir de din adamı kıyafeti giyiyor.
Peki ama bunlar kime veya neye güveniyor?
10 Ağustos 2023 Perşembe
Cahiliye Devri adetleri.
DİB, "Cahiliye devrindeki gibi günaydın demeyin." diye fetva vermiş.
Benim bildiğim, cahiliye devri Arapların İslam dini henüz gelmeden önce yaşadıkları döneme deniyor.
Araplar "Günaydın" mı diyorlarmış o zaman?
"Günaydın." Türkçe bir kelime. Hiçbir Arap günaydın demez.
Adamın Türkçe ile bir sorunu mu var da böyle saçmalıyor acaba?
Yoksa yeni bir cahiliye devrine mi giriyoruz?
Tüm eğitimi Hristiyanlık üzerine olan birini DİB yaptıklarından İslam dininin Mekke'de ortaya çıktığını bilmiyor herhalde.
9 Ağustos 2023 Çarşamba
Türkiye'de yeni bir din mi ortaya çıktı?
Uzun süredir youtube videolarında bazı kişilerin görüntülerini seyrediyor, kullandıkları bazı ifadelere "cahildir, ne dediğini bilmiyordur" diyerek gülüp geçiyordum.
Sonra, aynı şeyleri tarikat mensupları olduğu anlaşılan bazı kişilerden de duymaya başladım, youtube videolarında.
Bu gün internette gördüm ki aynı ifadeleri Diyanet İşleri Başkanı da kullanmış.
Diğerleri gibi, Diyanet İşleri Başkanı'nın da söylediği ve benim anlamakta zorlandığım ifade şu: Zamları Allah yapıyor.
Elhamdülillah Müslümanım.
Azımsanamayacak kadar dini eğitim adlığımı düşünüyorum.
Hem ailemden hem de bizim gençliğimizde hemen hemen her camide görev yapan ama artık pek nadir bulunan aklı başında din adamlarından.
Onlardan öğrendiğim bir dua var.
Amentü diye bilinir ve bize imanın, yani İslam inancına sahip olmanın şartları diye öğretirlerdi.
İnternetten bulup kopyaladım, buraya yapıştırıyorum.
Unuttuğumdan değil, yazarak vakit kaybetmemek için.
Amentü duasının okunuşu;
Amentü billahi;
ve melaiketihi
ve kütübihi
ve rasulihi
vel yevmil ahiri
ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi minallahi Teala
vel ba subadel mevt.
Hakkun Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasulühü.
Bir kişiye Müslüman diyebilmek için veya bir kişinin Müslüman olarak kabul edilebilmesi için temel koşulların belirtildiği bu duadaki "ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi minallahi Teala" ifadesinin zamların Allah tarafından yapıldığına kaynak olarak gösterildiği kanaatindeyim.
Ancak, burada bir terslik var.
Bu ifadede, "kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine" anlamına geliyor.
Burada Allah zamları yapıyor diye bir ifade olmadığı ortada.
DİB ve diğerlerinin söylemeye çalıştığı şey: "Şerrihi" ifadesindeki "şer", yani "hayırlı olmayan şeyler" Allahtan geliyor. Zamlar da hayırlı bir şey değil, dolayısıyla Allah'tan gelen bir şey. Bu yüzden zamlar sebebiyle hükümeti suçlamayın. Hükümete kızmayın.
Sapkınlık da burada başlıyor.
Ama duada Allah'tan geldiği ifade edilen diğer şey, yani hayır konusunda aynı şeyi söylemiyorlar.
Örneğin; "Zamları Allah yapıyor." diyen insanlara, "Yolları kim yaptı, köprüleri kim yaptı veya diğer olumlu şeyleri kim yaptı?" diye sorduğunuzda; "Erduvaaaan!" diye bağırıyorlar.
Bu ifadelerden "Hayır, Erdoğan'dan; şer ise Allah'tan geliyor." anlamı çıkıyor.
Sıradan insanların yaptıkları bu büyük hatayı fark etmediklerini varsayabiliriz.
Ama tarikat mensubu bir torba sakalı olan zatların ve hele de Diyanet İşleri Başkanı'nın (Gerçi adamın İslam'la ilgili tek bir çalışması yok, makaleleri ve akademik unvanlarını kazandığı çalışmaları Hristiyanlıkla ilgili diyorlar ama buna takılmıyorum.) buradaki sakatlığı görmemesi mümkün değil.
Acaba bu zatlar yeni bir din mi icat ettiler yoksa başka bir saikle imanın şartlarını mı değiştiriyorlar?
Bu ifadeleri "şirk" sayılmaz mı?
Bence; eğer hala Müslümanım diyorlarsa iman tazelemelerinde ve hatalarından bir an önce dönmelerinde fayda var.
Tabii ben bir din adamı değil, sıradan bir Müslüman'ım. Ne yapmaları gerektiğini aklı başında bir din adamına danışsalar daha uygun olur.
23 Aralık 2021 Perşembe
Don Kişot ve Şeytan
Şeytan giderken Don Kişot arkasından bağırmış:
"Bir dakika bekle. Sana bir soru soracağım."
Şeytan durmuş ve:
"Sor bakalım." demiş.
"Ormanda savaş naraları atanlar, senin adamların mıydı?"
"Evet, benim adamlarımdılar."
"İyi ama 'Allah! Allah!' diye bağırıyorlardı."
"Ne sandın? Şeytan, Şeytan diye mi bağıracaklardı? Benim işim bu: Aldatmak..."
27 Aralık 2017 Çarşamba
Tımarhanede yaşıyorum.
Bu gün arabayla bir yere giderken radyodan dinlediğim bir reklam yine böyle hissetmeme sebep oldu.
Reklam bir bankanın reklamı.
Reklamda isim üzerinden insanlar yönlendirilerek bankanın halkın bankası ve hatta halkçı bir banka olduğu imajı yaratılmaya çalışılıyor.
Güzel bir reklam olabilirdi.
Eğer bu banka son yıllarda bazı devlet ve hükümet yetkilileri ile yaptığı milyar dolarlık yolsuzluk ve hukuksuzluktan şu anda Amerika'da yargılanan (pardon itirafçı olan) birinin işlerini gördüğü banka olarak çalışmasaydı.
Eğer bu bankanın bir görevlisinin evinde ayakkabı kutularında rüşvet paraları bulunmasaydı.
Ve eğer bu bankanın bir başka görevlisi yaptığı yolsuzluklardan dolayı şu anda ABD'de yargılanmasaydı.
Bu konu benim uzun süredir dikkatimi çekiyor.
Bu memlekette kim ne değilse kendisini o gibi göstermeye çalışıyor.
Kim neyse kendisini o değil gibi gösteriyor.
Hatta öyle olanların en büyük düşmanı gibi bile görünebiliyor.
Yolsuzlukların bankası kendisini halkın bankası olarak tanıtmaya çalışabiliyor.
Laikler ahlaksızdır diyen tarikat mensuplarının sadece ahlaksız değil aynı zamanda sapık oldukları ortaya çıkıyor.
Homoseksüeller hakkında söylemediğini bırakmayan ve hatta homoseksüel yürüyüşlerine saldıran tipler homoseksüel çıkıyor.
Delikanlı geçinen tipler nedense oğlan veya oğlancı çıkıyor.
Muhafazakarlığıyla öne çıkan bir partide önemli görevler üslenmiş biri bir erkek çocukla basılıyor.
Memleketin soyadı Türk olan en tanınan kişisi, Türk değil.
Hatta Türk düşmanı bir terör örgütünün borazanlığını yapıyor.
Bazı dindar Müslümanlar, bir bakıyorsun din değiştiriyor.
Herkese FETÖ'cü diyenler Fetö'den tutuklanabiliyor.
Yıllardır Fetö'nün dizi dibinden ayrılmayanlar şimdi herkese Fetö'cü diyor.
Bu konuyla ilgili olarak en çok kafayı yiyecek gibi olduğum bir olayı hala hatırlıyorum.
Bir zamanlar çok sık karşılaştığım biri vardı.
Bu şahıs neredeyse her adımında etraftan duyulacak şekilde besmele çeker ve her konuşmasına Allah izin verirse, Allaha şükürler olsun, Allah büyüktür gibi cümlelerle giriş yapardı.
Ben de bu kişinin çok dindar biri olduğunu düşünerek yanında dikkatli konuşurdum.
Sonra bir gün tesadüfen bir yerde rastladım.
Oturmuş kafayı çekiyordu.
Şaşırdım ve hemen yanına oturdum.
Biraz sohbet ettikten sonra bana ateist olduğunu söyledi.
Neden çok dindarmış gibi görünmeye çalıştığını sordum.
Ticaretle uğraştığını ve ticaret yaptığı kişilerin çok dindar olduğunu söyledi.
Onlara dindar görünmek için uzun süre böyle davranmış.
''Şimdi de ağzım öyle alıştı ki istemsiz olarak her yerde öyle konuşuyorum.'' dedi.
''Peki...'' dedim.
''Kişiliğine ve inancına bu kadar ters davrandığına göre ne kadar kazanıyorsun?''
Adam mal varlığını ve aylık kazancını söyledi.
Duyduklarım karşısında çok şaşırdım.
Ve gayri ihtiyari olarak ''Maşallah!'' dedim.
Adam gülümsedi.
''Allah razı olsun. Allah size de versin inşallah. Daha iyileri sizin olsun inşallah. Daha fazla kazanç size nasip olsun inşallah.'' diye cevap verdi.
Hemen kalktım.
Gidip başka bir masaya oturdum.
Bu nasıl iştir anlayabilmiş değilim.
Anlayan varsa, anlatırsa sevinirim.
(Not: Bu bahsettiğim olay yeni değildir. 1990'lı yıllarda yaşanmıştır.)
Saygılar sunarım.
M.Ç.
27.12.2017.
29 Ekim 2017 Pazar
Fetöcüler herkesi fişlemişler: Siz hangi kategoriye giriyorsunuz?
Fetö davalarında verilen ifadelerden artık bazı şeyler çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Mesela, Fetöcüler Milli Ordu'ya hükümetle birlikte kumpas kurdukları dönemde, silahlı kuvvetler insanları fişliyor diye bas bas bağırıyor ve hükümet, basın, liboşlar, büyük-orta-küçük dönekler, PKK'lılar ve daha ne menem tip varsa onların arkasında koro halinde bunu bir nakarat gibi tekrarlıyordu ya, meğerse Fetöcüler herkesi fişliyorlarmış.
Fişledikleri insanlar öncelikle devlet bürokrasisinde (askeri ve sivil) çalışanlarmış. Özellikle Silahlı Kuvvetler, Polis, Jandarma ve Adalet Bakanlığı'nda herkesi fişlemişler. Fakat bununla da yetinmiyorlarmış. İş adamlarını, dernekleri, tarikatları, siyasi parti mensuplarını ve neredeyse bütün türkiye'yi kategorilere göre sınıflandırarak fişliyorlarmış.
Bu fişlemede insanları dört kategoriye ayırıyorlarmış. Bunlar:
1. Hizmet edenler, yani çekirdekten yetişme Fetöcüler.
2. Hizmete hizmet edenler, yani çekirdekten Fetöcü olmayıp ta sonradan cemaate katılanlar yada cemaata katılmasalar bile gerek şahsi ikbal, gerekse başka sebeplerle Fetöcülerle doğrudan işbirliği yapanlar.
3. Hizmete karşı olanlar.
4. Hizmete sessiz ve tepkisiz kalanlar.
Bu sınıflandırmaya göre Fetöcüler, devlet kademelerinde eğer bir mevki için kendi personeli varsa tayin ve terfilerde öncelikle onu terfi ettiriyorlarmış.
Eğer böyle bir kişi yoksa (Mesela Orgeneralliğe yükselecek Korgeneraller arasında Fetöcü hiç kimse yoksa) o zaman Hizmete Hizmet edenlerden birini terfi ettiriyorlarmış.
Eğer terfi edecekler arasında hizmet edenlerden de hiç kimse yoksa, o zaman hizmete sessiz kalanları terfi ettiriyorlarmış.
Hizmete Karşı olanları ise; kumpaslar, imzasız mektuplar ve internet üzerinden karalamalarla saf dışı etmeye çalışıyorlarmış.
Bu süreçte devlet kademelerinin hükümet eliyle Fetöcülere teslim edildiğini ve gücün onlarda olduğunu gören Süleymancılar, Kurdoğlu Grubu, Menzilciler ve İstanbul'daki bazı dini gruplar gibi birçok tarikat ve cemaat Fetö'ye yaklaşarak onlarla işbirliği içine girmiş.
Özellikle Jandarma'da, Fetö kadroları terfi edeceklerin tamamını doldurmaya yetmediği için Fetöcüler boşta kalan kadroları daha çok diğer tarikatlara veriyorlarmış.
Mesela; 4 albay terfi edecekse ve Fetö'nün terfi sırasında iki albayı varsa geriye kalan 2 general kadrosuna hizmete hizmet edenlerden öncelikle diğer tarikatlara mensup olanlar terfi ettiriliyormuş.
Fakat hükümet ve Fetö arasında kavga başlayınca hizmete hizmet edenlerden ve FETÖ haricinde bir tarikata mensup olanlardan bazıları Fetö'den koparak hükümete yanaşmışlar.
Ancak bunların tamamı Fetö ile irtibatlarını kesmemişler.
15 Temmuz akşamı bu gruplar ve kişiler saat 20.00 ila 23.00 arasında olayları yakından takip ederek darbe girişiminin başarılı olup olamayacağını anlamaya çalışmışlar.
Eğer darbe başarılı olursa darbecilerin yanına katılacaklarmış.
En çok merak ettikleri ise, AKP'ye oy vermeyen kesimlerin sokağa çıkıp darbeyi destekleyip desteklemeyecekleriymiş.
Saat 23.00'da artık halkın tamamının darbeye karşı veya en azından tarafsız olduğuna ve darbenin başarısız olacağına karar vermişler.
Bunun üzerine darbecilere hücum etmeye ve sanki darbe karşıtıymışlar gibi herkesten fazla bağırmaya başlamışlar.
Bu hesapları da tutmuş.
Ertesi gün darbeye kim en çok karşı çıktı diye bakılınca bunlar ön plana çıkmış ve hükümet o yıl kimin terfi ettirileceğine bu kişilerin verdikleri listeye göre karar vermiş.
Bu sebeple terfi edenlerin önemli bir kısmı hizmete hizmet edenlerden olan tarikatların mensuplarından seçilmiş.
Bu özellikle jandarmada en üst seviyedeymiş.
Fakat Bylock olayı ve itirafçıların ifadeleri ortaya çıktıkça bu durum fark edilmeye başlanmış.
Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı 13 generalle tek tek görüşerek, Fetö ile ilişkilerinin tespit edildiğini, bu sebeple sessiz sedasız istifa etmelerini, aksi takdirde mahkemeye verilerek tutuklanacaklarını söylemiş.
Bunun ardından darbeden sonra terfi eden 13 general istifa etmiş veya emekli edilmiş.
Bu konuyu öğrenince benim kafamdaki soru işaretlerinden biri de ortadan kalkmış oldu.
Çünkü daha önce çalıştığım bir yerde, Fetöcü olduğunu kesin olarak bildiğim bir kişi ile aşırı samimi olan ve rütbesi ondan yüksek olmasına rağmen sanki daha düşükmüş gibi davranan birisi darbe sonrasında terfi ettirilince çok şaşırmıştım.
O samimi olduğu Fetöcü ise darbecilikten içeri atılmıştı.
Sonradan öğrendim ki bu şahıs, hizmete hizmet eden kategorisinden biri ve tespit edilen 13 generalden biriymiş.
Bu konuda daha birçok şey öğrenme imkanım oldu ancak konuyu fazla dağıtmamak için başlıktaki sorunun cevabına geçelim.
Şimdi kimler devleti ele geçiriyor?
Fetöcülerin, yani hizmet edenlerin çoğunun (hepsinin olmadığını hayretle duyuyorum) hapse atıldığını veya açığa alındığını düşününce geriye diğer üç kategorideki kişiler kalmış.
Hizmete karşı olanların büyük bir kısmı kumpas süreçlerinde sistem dışına atıldığından bürokraside bu grup tamamen yok olmasa da oldukça zayıfmış.
Hizmete sessiz kalanlar ise çok fazla terfi edemeseler de bu kategorideki çok sayıda kişi hala görevine devam ediyormuş.
Hizmete hizmet edenlerden tarikat veya dini grup bağlantısı olmayanların çoğu daha önceden taraf değiştirmiş olsa da bazıları darbe süreci ve sonrasında sistem dışına çıkarılmış.
Bu sebeple şu anda bürokrasi, Fetöcüler hariç meydanın kendilerine kaldığını gören diğer tarikatların hakimiyetine geçmiş.
Duyduğum dedikodulara göre bu tarikatlar arasında bir ganimet kavgası bile başlamış.
Bu kavga özellikle iç işleri bakanlığında yoğunmuş.
Hatta bu kavgadan rahatsız olan ve kendisi de İstanbul'daki bir dini gruba bağlı olan iç işleri bakanı, yeni kadrolar açarak bu kavgayı bitirmeye çalışıyormuş. Böylece tarikatlar arasında bir anlaşmaya varılarak kadrolar paylaşılmış.
Fakat bu durumun farkında olan Cumhurbaşkanı bundan çok rahatsızmış.
Bu yıl orduda ve jandarmada yapılan terfilerde de bu konu sorun olmuş.
İç işleri bakanı bir kişiyi en etkili bir konuma getirebilmek için Cumhurbaşkanı ile defalarca görüşmüş ama o, terfi ettirilen kişinin fetö bağlantısı olduğunu bildiğinden her seferinde onu tersleyerek geri göndermiş.
Bu seneki terfilerde Genelkurmay Başkanı da çok titiz davranmış ve kumpas davalarında yargılandığı için Fetöcü olmadıkları kesin olanlar ile hakkında hiçbir olumsuz bilgi tespit edilmeyenler terfi ettirilmiş.
Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
29-10-2017.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
28 Ekim 2017 Cumartesi
Yehova Şahitleri 4: Fethullah Gülen Cemaati ve Yehova Şahitleri İlişkisi.
Ayrıca Yehova Şahitlerinin örgütlenme şekli de Fetöcülerin örgütlenme şekline çok benzemektedir. Örneğin onlar da Fethullahçılar gibi tarikat üyelerinin bir listesini tutmazlar. Yani resmi olarak kayda geçirmezler.
Ben 1980'li yıllarda, İzmir'de (Çamdibi Semtin'de) oturan bir yakınıma gidip bir hafta kadar kalmıştım. Meğer Fethullah Gülen, o hafta cuma günü kaldığım eve 500-600 metre mesafedeki bir camide vaaz veriyormuş. Muş diyorum çünkü o zamanlar ne Fethullah Gülen'i tanıyor, nede ne yaptığını biliyordum.
Onlar gittikten sonra kaldığım evin hemen yanındaki cami imamını bulup ''bu herifler de kim hocam'' diye sordum. Çünkü üç genç Yehova Şahidi, dükkandan çıkarken yakında cami imamıyla görüşüp ona da tebliğ yapacaklarını, o zaman dükkana tekrar uğrayıp kitap ve broşür getireceklerini söylemişlerdi. Hoca bana, (İtiraf edeyim ki uzun süre o imam kadar okuyan, kültürlü, bilgili ve uyanık başka bir cami imamına rast gelmedim) bunların Hristiyanlık ve Yahudilik karışımı bir dini inancı olan ama kendilerini Hristiyan kabul edilen sapkın bir tarikat olduğunu söyledi.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
Yehova Şahitleri 3: Şahitlerin Çalışma Yöntemleri.
Yehova Şahitlerinin, isimlerini İşaya'nın (40/10) ayetinden alan bir Hristiyan tarikatı olduğunu, bu tarikata mensup olanların; Yehova'nın güçlü bir tanrı ve İsa Mesih'in vadedilmiş Yeni Dünya'nın kralı olacağına, onun şimdi taç giymiş olarak gökte bulunduğuna, yakında yapılacak Armagedon Savaşı'nda kötü insanları (yani Yehova Şahidi olmayan herkesi) yok edeceğine ve şimdi Yehova'nın uyarılarına kulak verip ona boyun eğenlerin yer yüzünde kurulacak yeni bir dünyada ebedi olarak yaşayacaklarına inandıklarını daha önceki yazılarımızda açıklamıştık.
1870 yılında kurulan bu tarikat inançlarını yaymak için daha kurulduğu ilk günden itibaren tüm mensuplarının bu inanışı yayan bir vaiz olması gerektiğine karar verdiğinden, Yehova Şahidi olan herkes bu tarikatın öğretilerini yaymak ve tarikata taraftar kazanmakla görevli kabul edilmektedir. Uyguladıkları öğretim ve vaaz usulü ise oldukça iptidaidir. Çünkü Yehova'nın büyük şahidi İsa'nın uyguladığı yönteme sadık kalmak gerektiğine inanmaktadırlar. Bu sebeple tarikat inançlarını başlangıçtan itibaren ev ev, dükkan dükkan gezerek bire bir konuşmak ve vaaz vermek şeklinde yaymaya çalışmaktadır.
Bu tarikatın, insanlarla bire bir temasa geçerek taraftar kazanmaya çalışmaya verdikleri önemi anlayabilmek için daha 1955 yılında dünyanın dört bir yanına 642 bin propagandacı vaiz gönderdiğini belirtmek sanırım yeterli olacaktır. Bu çalışmalar sonucunda, daha o zaman dünya üzerinde 158 ülkede 16.044 cemaat grubu oluşturmayı başarmışlardır.
Bu cemaatler her hafta düzenli olarak toplanarak inançlarının daha iyi öğrenilmesi ve bu öğrenilenlerin diğer insanlara daha etkili bir şekilde anlatılarak taraftar sayılarının artırılması için eğitim yapmaktadırlar. Bu çaba sonucunda 1955 yılı verilerine göre yılda 85 milyon saat propaganda yapmışlardır. Bu propagandalarda en çok önem verdikleri yöntemlerden biri ev ziyaretleri yaparak tüm aile bireylerine aynı anda propaganda yapmaktır. Böylece, aile bireylerinden birini ikna edebilirlerse tüm aileyi zamanla etki altına alabileceklerini düşünmektedirler.
Bu propagandalar esnasında vaizler veya vaiz grupları başta Kitab-ı Mukaddes olmak üzere kendi inançlarını anlatan kitap ve broşürler de dağıtmaktadırlar. Yine 1955 yılı verilerine göre bir yılda 30 milyon Kitab-ı Mukaddes ve 85 milyon tarikatı tanıtıcı kitap dağıtmışlardır.
Tarikatın çıkardığı süreli dergiler de dünya çapında dağıtılmaktadır. Bunlardan The Watch Tower dergisi 41 dilde, Avade dergisi 14 dilde yayın yapmaktadır. Tarikatın kendi yayınlarına göre 1920 yılından 1982 yılına kadar dünya çapında 100 ayrı dilde yazılmış 643 milyondan fazla kitap dağıtmışlardır.
Bu propaganda çalışmaları ile paralel olarak her yıl dünyanın en büyük şehirlerinde yıl içine dağıtılmış zamanlarda tüm dünyadan gelen bazı delegelerin katılımıyla eğitim ve değerlendirme toplantıları yapmaktadırlar. Dünyanın her yerindeki faaliyetlere katılacak yetri kadar delegeleri vardır. Örneğin Avrupa'da tarikatın toplam 643.682 delegesi olduğu tespit edilmiştir.
Tarikatın merkezi Amerika'da olduğundan bu toplantılar Amerika'daki merkez tarafından planlanmakta ve takip edilmektedir. Bu toplantılarda sürekli vaaz edilen ana tema şudur: ''İsa, şeyler sisteminin hitamında bir vaaz faaliyetinin yapılması gerektiğini gösterdi, krallığın bu iyi haberi, bütün milletlere ve bütün yerleşim yerlerinde anlatılacaktır. Bütün yeryüzünde bir krallık şehadeti verilmesi için yaşayan şahitlerin bulunması gerekmektedir.Onlar tanrının ismine şahit olmalıdırlar. Bu onları, Yehova Şahidi yapar.''
Tarikat 1870 yılında kurulduğunda Kitab-ı Mukaddes'i inceledikleri için onlara ''Kitap Tedkikçileri'' deniliyordu. Daha sonra bu tedkikleri hakkında yazılar yazmaya başlayınca onlar kendilerine Yehova'nın Şahitleri ismini verdiler. Bu tetkikleri yazmak için The Watch Tower isimli bir dergi çıkardılar. Derginin ilk sayısı 1879 yılının Temmuz ayında çıktı. Vaaz ve yayın faaliyetlerini yaymak için şahitler 1884 yılında da Watch Tower Bible and Tract Society isimli derneği kurdular. O zamanlar şahitler, Tanrının Semavi Krallığının 1914 yılında kurulacağına inanıyorlardı. Çünkü Kitab-ı Mukaddes incelemelerinde o yıl, milletlerin, yani Yehova'nın kavmi olmayanların dünya üzerindeki zamanının sona ereceğine karar vermişlerdi.
Bu sebeple faaliyetlerine hız verdiler. Bu zaman gelmeden dünyanın her yerinden çok sayıda insanı şakird kaydetmek, vaftiz etmek ve inançlarını onlara öğretmek istiyorlardı. Çünkü ilan edilmeye ve dünya çapında yayılmaya layık tek bir şey olduğuna, bunun da Yehova'ya şahitlik olduğuna inanıyorlardı. Bu sebeple yukarıda açıklanan ev ev gezerek yapılan vaazların yanında dünyanın her büyük şehrindeki her büyük meydanda birer Yehova Şahidi'nin her zaman nöbette bulunmasına ve gelip geçenlerden uygun görünenlere tarikatın propagandasının yapılmasına karar verdiler ve bu usulün hala devam ettiği sanılmaktadır.
Burada ilginç bir konuyu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yehova Şahitleri kendi mensuplarına ''hizmetçi'' veya ''hizmet eri'', tarikatı yayma faaliyetlerine de '' hizmet'' demektedirler. Bu gün 15 Temmuz darbesinden sonra artık FETÖ ismiyle bir terör örgütü olarak kabul edilen Fethullah Gülen Cemaatinin de üyelerinin faaliyetine hizmet, cemaate hizmet hareketi, üyelerine de hizmet eri demeleri Yehova Şahitleri ile ne kadar benzerlikleri bulunduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ayrıca Yehova Şahitleri de Fethullahçılar gibi tarikat üyelerinin bir listesini tutmazlar, yani resmi olarak kayda geçirmezler. Bunun yerine vaaz faaliyetlerinin planını yaparlar ve sözlü olarak görevlendirilen kişiler bu faaliyetleri yaparlar.
Fethullah Gülen Cemaatının Yehova Şahitleri ile olan benzerliğini sadece bu ortak kelimelere değil, yaşadığım bazı olaylara da dayanarak söylüyorum. Ama bu yazı yeterince uzadığı için bunu da Yehova Şahitleri 4 başlıklı bir yazıda açıklayacağım.
Şimdilik konuyu burada kesiyorum.
Umarım faydalı olmuştur.
Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı.
27.10.2017.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
26 Ekim 2017 Perşembe
Yahova Şahitleri 2: Şahitlerin Amaçları Nelerdir?
Bir önceki yazımızda Yahova Şahitlerinin Amerika'da 1872 yılında Charles Taşe Russel (Papaz Russel) tarafından kurulduğunu ve bir Hristiyan tarikatı olduğunu açıklamıştık. Yalnız bu tarikat Katolik ve Protestanlığın yanlış yola saptığına inanan ve İncil yerine Kitab-ı Mukaddes'i esas kaynak olarak kabul eden ve gerçek tanrının bu kitaptaki Yahova olduğuna inanan diğer Hristiyan tarikatlarından biraz farklı bir tarikattır.
Bu tarikat cehennemin varlığına inanmamakta, cehennemliklerin bu dünyada cehenneme gömüleceklerine ve yok olacaklarına inanmaktadır. Cennet te bu dünyada gerçekleşecek ve İsa Mesih indikten sonra cennete gidecek tüm ölülerin de dirileceğini ve cehennemliklerle yapılan savaş sonunda tüm cehennemlikleri yok edeceğini ve 1000 yıl boyunca İsa Mesih liderliğinde bir dünya krallığı kurulacağını iddia etmektedirler.
Buradan da anlaşılabileceği gibi bu tarikatın amacı yakında İsa Mesih'in tanrı Yahova'nın yanından dünyaya inmesine kadar ona uygun ortamı ve taraftar kitlesini hazırlamaktır. İsa Mesih inince de bu taraftarlarla beraber diğer insanlarla savaşılacak ve 1000 yıl sürecek olan teokratik Hristiyan devleti kurulacaktır.
Tarikatın üyeleri bu amaçlarına ulaşmak için dünyanın her yerinde faaliyet göstermektedir. Bu maksatla insanları Yahova Şahidi yapabilmek için tebliğ ekipleri oluşturulmuş ve bu ekipler hizmet aşkı ile tüm varlığı ile çalışmaktadırlar. Bu hizmet ekibinde günlük mesaisinin tamamını bu tebliğ işine ayıranlara ''öncüler'', yarım gün çalışanlara ise ''NEŞRİYATÇILAR'' denilmektedir.
Bu şahitler iki yöntemle taraftar kazanmaya çalışırlar. Birinci yöntem dergi ve risaleler yayımlayarak dağıtmak, ikincisi ise insanlarla bire bir temas kurmak şeklindedir. Bu tür faaliyetler sonucunda eğer bir mahallede yeterince taraftar toplamışlarsa o mahallede bir kilise açarlar. Bu kiliseler bildiğimiz Hristiyan kiliseleri gibi değildir.
Türkiye gibi Müslüman ülkelerde genellikle bir apartman dairesi kilise olarak kullanılır. Bu kiliseler Krallık Salonu derler. Bu kiliselerde Kitab-ı Mukaddes eğitimi verilir ve bu kitapta anlatılanlar günlük gerçek olaylara ve gelecekte olacağına inandıkları olaylara göre yorumlanarak bu kitabın tek gerçek ve doğru kitap olarak göstermeye çalışırlar.
Tarikat mensupları özel yaşamlarında da bu kitaba göre oldukça katı kurallara bağlı kalmak zorundadır. Örneğin boşanmak kesinlikle yasaktır. İçki içmek ve sigara kullanmak ise haramdır.Şahitler sadece Yahova'nın Şahitleri olduğundan diğer dinlerin ve mezheplerin hiçbir kuralına saygı göstermezler.
Yahova Krallığı dini bir krallık olacağı için etnik ayrım gözetmezler. Ayrıca hiçbir devletin varlığına, bayrağına, milli marşına ve diğer devlet sembollerine saygı göstermezler. Onlar sadece İsa Mesih'in dünyaya indiği zaman savaşacakları için kendi taraftarlarına ''KUTSAL İŞÇİ'' derler ve hiçbir devlet için savaşmazlar veya askere gitmeyi kabul etmezler.
Dolayısıyla Yahova Şahitleri; İşaya'nın (40/10) ayetinden isimlerini alan, Yahova'nın güçlü bir tanrı ve tek gerçek tanrı olduğuna, İsa'nın da vadedilmiş ''YENİ DÜNYA'NIN KRALI'' olduğuna, bu kralın şimdi taç giymiş olarak gökte tanrının yanında bulunduğuna, yakında yeryüzüne inerek günahkarlarla savaşacağına ve Armagedon savaşında yeryüzündeki tüm kötü insanları yok edeceğine, Yahova'ya boyun eğip onun ikazlarına uyanların bu savaştan sonra kurulacak yeryüzü krallığında ebedi olarak yaşayacağına inananların oluşturduğu bir Hristiyan tarikatıdır. Bu sebeple temel maksatları yakında gerçekleşecek olan İsa'nın yeryüzüne inişine hazırlanmak ve o zamana kadar mümkün olduğu kadar çok taraftar kazanmaktır.
Saygılar sunarım.
Bu tarikat hakkında yeni yazılar yayımlamaya yakın zamanda devam edilecektir.
Mehmet Çanlı
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
Yahova Şahitleri 1: Kimdir, nedir?
Yahova Şahitleri diye bir grubun varlığını çoğu insan duymuştur. Ancak yine de çoğu insanımız tarafından bu grubun ne veya kim olduğu hakkında pek fazla bir şey bilinmemektedir. Ben böyle bir grubun varlığından ilk defa 1984/85 yıllarında İzmir'de bu gruba mensup insanlarla tesadüfen karşılaşınca haberdar oldum. Anlattıkları şeyler bana çok ilginç ve bir o kadar da saçma geldiği için bu insanları araştırma ihtiyacı hissettim ve hayretle gördüm ki bu grup İzmir başta olmak üzere Türkiye'nin birçok yerinde çok yoğun bir şekilde taraftar kazanmak için çalışıyormuş. Sonra bu grup hakkında bulabildiğim kitapları okumaya başladım. O zamanlar, Türkiye'de bunlar hakkında çok az kitap vardı. Kendi çıkardıkları yayınlar da birkaç tane dergiden ve risaleden ibaretti. İki ilahiyatçının yazdığı 45-50 sayfalık bir kitapçık hariç diğer kitaplardan o zamanlar çok fazla faydalanamadım çünkü çok karmaşıktılar. Muhtemelen bu grup hala Türkiye'de faaliyet gösteriyordur. Bu sebeple merak edenler için Yahova Şahitleri hakkında birkaç şey yazmayı gerekli görüyorum. Öncelikle sorulacak soru şudur: Kim bu Yahova Şahitleri? Buna verebileceğim en basit cevap, Yahudilerin kitabı olan Kitab-ı Mukaddes'i temel kitap kabul eden bir Hristiyan tarikatıdır olacaktır. Bu tarikat, biraz bu gün çok bilinen FETÖ'ye benzer bir yapıda çalışmaktadır ve mensupları da aynı örgüt mensupları gibi kendilerini hizmete ve davaya adamış insanlardır. Zaten benim bahsettiğim tarihlerde Fethullah Gülen İzmir'de vaizdir ve muhtemelen örgütünü kurarken Yahova Şahitleri ve benzeri örgütlerden esinlenmiş olmalıdır. Çünkü Yahova Şahitleri'nin benim o zaman kaldığı mahallenin imamına bile kendi tarikatlarını anlatıp yanlarına çekmeye çalıştıklarını duymuştum. Muhtemelen o zamanlar Fethullah Gülen veya çevresindeki yakın kişilerle bu tarikat arasında bir temas olmuştur. Bu tarikatın nereden çıktığına baktığımızda aslında hiç te yeni bir tarikat olmadıkları anlaşılmaktadır. Yahova Şahitleri ilk olarak 1872 yılında, Papaz Russel diye bilinen Charles Taşe Russel (1852-1916) tarafından ABD'de kurulmuştur. O ölünce de yerine Joseph Franklin Rutherford (1869-1942) geçmiştir. Tarikatı ortaya çıkaranların temel tezi; Katolik ve Protestanların İsa Mesih'in gösterdiği doğru yoldan sapmış olduğu iddiasına dayanmaktadır. Tarikat belki de bu sebeple bu iki mezhebin ana kaynak olarak kullandıkları İncil yerine tarikatlarının ana kaynağı olarak Kitab-ı Mukaddesi kabul etmişlerdir. Benzer bir şekilde tarikat; Kitab-ı Mukaddes'te bahsedilen Tanrı Yahova'ya inanmakta ve onun tek gerçek tanrı olduğunu iddia etmektedir. Bu tarikat bir Hristiyan tarikatı olmasına rağmen bilinen Hristiyan mezhep ve tarikatlarından oldukça önemli farklılıklara sahiptir. Örneğin, tarih boyunca bir sürü Hristiyan mezhep ve tarikatının çıkmasına sebep olan ve Hristiyanların en büyük açmazı olan üçlü teslis inancı konusunda da Katolik, Protestan ve Ortodokslardan farklı düşünmektedirler. Bu üç büyük Hristiyan mezhebine göre İsa Mesih tanrının oğlu olarak kabul edilirken Yahova Şahitleri onun tanrı değil insan olduğunu, fakat sıradan bir insan değil, dünyada tanrı krallığını kurmak için tanrı tarafından görevlendirilmiş bir elçi ve bir İnsan-ı Kamil'dir. O, Adem peygamberin cennetten kovulmasına sebep olan yasak meyveyi yiyerek işlediği günahın affedilmesi için tanrının rızasını kazanmak amacıyla hayatını feda etmiş ve bunu insanları bu günahtan kurtarmak için yapmıştır. Yani İsa, tüm insanların üzerinde yük olmuş olan Hz. Adem'in işlediği günahı affettirmek için kendini feda eden örnek bir insandır. Tanrı zaten Habil'den beri dünyaya iyi insanlar göndermiş ve insanlığın bozulmasının önüne geçmiştir. İsa ise gönderilen insanı kamillerin sonuncusudur. Yahova Şahitleri'nin bu faklı İsa inançları yanında dünya ve ahiret inançları da üç büyük tek tanrılı dinden farklıdır. Çünkü Yahova Şahitleri cennete inanmakta fakat bir cehennemin varlığına inanmamaktadır. Onlara göre iyi insanlar ölünce cennete gidecek, kötü insanlar ise yok olacaklardır. Bunlara göre cehennem, bu günkü İsrail sınırları içinde Genom denilen bir yerdedir. Öbür dünyada bir cehennem yoktur. Son zamanlar da Vatikan'ın son papasının da cehennemin olmadığını açıklamasını bir benzerlik ortaya çıkması açısından burada bir dipnot olarak belirtmek isterim. Yahova Şahitleri,1916'dan başlayarak insanlığın son dönemine girdiğine inanırlar. Onlara göre artık bu tarihten sonra bir gün, gökyüzünde tanrı Yahova'nın sağ tarafında oturan İsa Mesih gökyüzüne inecek ve 1000 yıl sürecek olan kutsal dünya krallığını kurmak için iyi insanlarla birlikte kötü insanlara karşı savaşacaktır. Fakat İsa Mesih'in inme zamanı yaklaşınca önce Şeytan kısa bir süre için serbest bırakılacak ve dünyaya inerek zayıf ve kötü insanları kandıracaktır. Zaten İsa Mesih te şeytanın kandırdığı bu insanlarla savaşacak ve Armegedon'da yapılan son savaşta bütün kötüler öldürülecek ve Genom'a (Yani İsrail'deki dünya cehennemine gömülecektir. Bundan sonra da 1000 yıl süreyle İsa Mesih'in teokratik devleti yaşayacaktır. Bu devlet kurulunca daha önce ölmüş olan iyi insanlar da dirilecek ve bu bin yıl boyunca bu krallıkta yaşayacaklardır. Yani aslında cennet te cehennem de bu dünya üzerindedir. Cehennem kötü insanların ölünce gömüleceği ancak tekrar dirilmeyerek yok olacakları bir yerdir. Cennet ise İsa ile birlikte bu dünyada kurulmuş olacaktır. O zaman tarih boyunca ölmüş kamil insanlar da dirilerek bu cennette yaşayacaktır. Bu bölümleri okuyunca siz de muhtemelen bizim bazı dini gruplarımızda anlatılan deccal ve mehdi hikayesinin bu hikayeye ne kadar benzediğini fark etmişsinizdir. Birçok ilahiyatçı bunun Tevrat'tan alınma bir hikaye olduğunu, İslamla alakası olmadığını söylemektedir ve bence de öyledir. Şimdi bizim FETÖ'cüler de bu söylemlere çok inanmaktadır. Hatta zaman zaman Atatürk'ü veya Erdoğan'ı deccal olarak gösterip Fethullah Gülen'i de İsa Mesih dünyaya inmeden önce onun için şartları hazırlayacak olan Mehdi olarak göstermekte ve kendi ifadelerine bakarsak buna kendileri de inanmaktadırlar. Bu tür yazılar çok uzun oldukları zaman okuyucu ilgisini kaybedebilmektedir. Bu sebeple Yahova Şahitleri ile ilgili diğer bilgiler müteakiben yeni yazılarda anlatılmaya çalışılacaktır.
İnşallah anlatılan bilgiler faydalı olmuştur.
Bir dahaki yazıda görüşmek üzere hoşça kalın.
Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
9 Haziran 2017 Cuma
FETÖcülerin Mahkeme Stratejisi.
FETÖ'cülerin darbe ile ilgili davalarına gittim. İzlediğim ifadelerden ve gazetelerden okuduğum ifadelerden anladığım kadarıyla FETÖ'cüler hapishanede darbenin ardından yaşadıkları şoku ve başarısızlıklarının ezikliğini atlattıkları ve yeniden organize oldukları kanaatine vardım. İfadelerden, FETÖ'cü olanların hala FETÖ'ye sadık oldukları net bir şekilde görülüyor. Sanırım tutuklulardan bazıları FETÖCÜ değil. FETÖCÜ olmayan bu kişilerin bir kısmı onlarla işbirliği yapmış ve bu sayede terfi etmiş kişiler. Hatta bunlardan bazıları Hulusi Akar'ın da kendileri gibi işbirlikçi olduğunu, FETÖ kumpasları sayesinde hızla ilerleyerek Genkur. Bşk. olduğunu, kendilerinin de onun adamı olduklarını ve onun sayesinde terfi ettiklerini açıkça söylediler. Bunlar darbede de durum netleşene kadar darbecilerle işbirliği yapmış ama başarısız olma ihtimaline karşı FETÖCÜler kadar fevri davranmamış. Ertesi sabah darbenin başarısız olduğu netleşince de taraf değiştirmeye ve FETÖcüleri teslim olmaya ikna etmeye çalışmışlar. Bazı şahıslar ise sanırım fazla mesai belasına karargahta mahsur kalmışlar. Bunlar sadık FETÖ'cülerin aksine ifade verirlerken FETÖ kelimesini kullanmaktan çekinmeyen ve FETÖcüleri ismen zikredenler. Bunları bir yana koyarak FETÖcü olup ta hala aynı kafada olanlara bakacak olursak bunların hapishanede organize oldukları ve belli bir strateji belirledikleri anlaşılıyor. Stratejilerinin temeli FETÖcü olmadıklarını ve bilerek bir darbe girişimi içinde olmadıklarını iddia etmeye dayanıyor. Çünkü hepsinin ortak tavrı bu. Bunun yanında sanki darbeyi Erdoğan ve hükümet yaptırmış ve kendileri bu tuzağa istemeden düşmüş izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Biz darbe yapmadık. Bu bir kontrollü darbedir ve darbeyi yaptıran da Erdoğan'dır diyorlar. Sanırım bunlara Amerika'dan; ''Kendinizi kurtarmak için örgütü ele verirseniz örgütün koruma ve desteğini kaybedersiniz, ne yaparsanız yapın bundan sonra hapisten çıkamazsınız, örgütü satarsanız o zaman sizi koruyup kollayacak kimse kalmaz, ama örgütü korursanız elbet bir gün bir yolunu bulur sizi oradan çıkarırız. Örgüt siz içerdeyken sizin ve ailenizin ihtiyaçlarını da karşılar.'' demişler. Bunlar da buna göre hareket ediyorlar. Bir başka husus ta şu. Sanırım FETÖcüler, eğer Aksakallı Paşa çıkıp televizyonda açıklama yapmasa Ankara ele geçirildi ve bu iş emir komuta zinciri içinde yapılıyor sanacak olan halk sokağa çıkmaz, bizi desteklerdi diye düşünüyorlar. Bunda haksız da değiller. O gece Aksakallı Paşa açıklama yapana kadar Ankara'dan hiçbir ses seda çıkmamış ve örneğin Manisa'da televizyonları seyredenler durumun ne olduğunu tam kavrayamamışlardı. Aksakallı Paşa'ya çok kızmalarının bir sebebi de Semih Terzi'nin vurulması emrini vermesidir. Çünkü eğer Terzi vurulmasaydı ve Özel Kuvvetlere hakim olsaydı yurt dışı ve yurt içindeki bütün birlikleri Ankara'ya getirtip tüm siyasetçileri toplatabilir, askeri birlik ve karargahlara hakim olabilir, kritik yerlere nokta operasyonları yaptırabilir, dolayısıyla darbe başarılı olabilirdi diye düşünüyorlar. Buna çok inanıyor olmalılar ki Semih'i vuran rahmetli Ömer'i de Bylock'çu diye karalamaya ve hakkında şüphe yaratmaya çalışıyorlar. Şu anda FETÖcülerin en önemli hedefi bu sebeple Aksakallı Paşa. Onu karalamak ve hakkında şüphe yaratarak gözden düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bazı gazetecilerin eski tavırlarının aksine bu değirmen su taşır tarzda yazılar yazmaya başlamaları da bu açıdan oldukça dikkat çekici. Sanırım FETÖcüler el altından başka metodlarla da çaılışyorlar ve tarafsız veya FETÖ karşıtı görünen kişilerin ağzından yapılan propagandalarla kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.
Özetlersek FETÖ'cülerin stratejisi basit olarak şudur: Darbeye karıştıklarını inkar+FETÖcü olduklarını inkar+Aksakallı Paşa ve rahmetli Ömer hakkında şaibeler yaymak+darbenin kontrollü darbe olduğunu öne sürmek+kontrol edenin de hükümet ve Erdoğan olduğunu iddia etmek+Buna kanıt olarak ta darbe yapılacağından MİT ve Genkur. Bşk.nın haberi olduğunu ama bilerek darbeyi önleyecek tedbirleri almadıklarını söylemek.
Saygılar sunarım. 6.6.2017.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
8 Ocak 2017 Pazar
Türkiye'de neden sürekli cami yapılıyor? Sebep dindarlık mı yoksa tembellik mi?
İnternette bazı paylaşımlar görünce bu konuda başımdan geçen bir olayı yazmak zorunluluğunu hissettim.
İnternet paylaşımında; içinde iki cami olan küçük bir köy resmi ve altında da ''küçücük bir köye iki cami, bunlardan biri kütüphane olsaydı Türkiye şimdi daha iyi bir yerde olurdu'' diye de bir yazı vardı.
Önce ''Acaba?'' diye düşündüm fakat sonra eskiden şahit olduğum bir olay aklıma geldi.
Bu olayı düşününce kendi kendime dedim ki ''Camilerin çok olması, çoğu yerde dindarlıktan değil tembellikten.''
Neden mi bu sonuca vardım?
Anlatayım...
Muhtemelen siz de aynı sonuca varacaksınız....
Ben bir zamanlar 5000 nüfuslu bir yerde çalışmıştım.
Yüzlerce yıl boyunca Osmanlı tek bir cami yapmış.
Taştan yapılan adeta sanat eseri gibi bir yapı.
Cumhuriyet döneminde ise 11 cami yapılmış.
Ama hepsi de gece kondu gibi.
Sürekli benzin aldığım bir benzinliğin yaşlı bir sahibi vardı.
Ara sıra sohbet ederdik.
Bir gün baktım ki benzinliğin karşısındaki boş araziye cami yaptırma derneği levhası asılmış.
Bunun ne olduğunu sorduğunda yaşlı adam ''Ya, diğer camiler uzak. Gidip gelmek zor oluyor. Şimdi bir de yaşlandığım için daha zor gidip geliyorum. O yüzden bu arsayı satın alıp bu taraflarda oturanlarla kurduğum cami yaptırma derneğine bağışladım. Hem işimiz görülür hem de sevaba girmiş oluruz.''
Duyduklarıma inanamamıştım.
''Peki... İmamın maaşını da sen mi ödeyeceksin?'' diye sordum.
Adam şöyle bir yüzüme baktıktan sonra ''Ne münasebet. Koskoca Diyanet var. Onlar öder.'' dedi.
Ben de; ''E o zaman sen nasıl bir hayır yaptığını sanıyorsun? Bu işten sana sevap yerine günah gelmesin sonra...'' deyince adam şaşırdı.
''O niye ki?'' diye mırıldandı.
Dedim ki; ''A be dayı, 500 metre ötede cami varken sen sırf oraya gitmeye üşeniyorsun diye kapının önüne cami yaptırıyorsun. Sonra da o caminin imam maaşını, elektriğini, suyunu benim verdiğim vergilerle ödetiyorsun. Hem burada 12 tane cami var. 13. camiye ne gerek var?''
Adam hafifçe gülümsedi.
''Doğru söylüyorsun.... Diğer mahalleye geçen sene bir cami yapıldığında bende onlara senin bana söylediklerine benzer şeyler söylemiştim. Ama şimdi aynı şeyi biz yapıyoruz. Bizimki dindarlık değil tembellik galiba.'' dedi.
Bunun üzerine ikimiz de gülüştük.
Bir süre sonra da oradan ayrılıp eve gittim.
Fakat sonra ne olduysa ben tayin olup gidene kadar o cami inşaatı başlamadı.
Sonra ne yaptılar bilmiyorum.
Saygılar sunarım.