.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

23 Eylül 2013 Pazartesi

Son zamanlarda neler oluyor?


Gezi olayları sırasında herkes kendi görüşüne göre bir şeyler söyledi, bir şeyler yaptı. Olayların içinde olunca bazı şeyler insanın gözünden kaçabiliyor ancak zaman geçip o anlardan uzaklaşınca olaylara değişik açılardan da bakılabiliyor.
Ben şimdi olayların başladığı günden bu güne kadar duyduklarım ve gördüklerim bazı şeyleri anlatarak bunlardan hangi sonuçları çıkardığımı anlatacağım.
Birinci olarak başbakan ve hükümet çevrelerinin davranışlarını yorumlamak istiyorum. Başbakan başlangıçta bu olayı biraz küçümsedi ve hatta bunlarda nereden çıktı diyerek aşağılamaya kalktı. Olay biraz büyümeye ve ciddileşmeye başlayınca meydan okuma yoluna gitti. Çapulcular, ayyaşlar vb söylemler kullandı. Olay biraz daha büyüyünce benim yüzde ellim var edebiyatına ve mitinglere başladı. Baktı ki iş çok ciddi, mesaj alınmıştır, gençler lütfen evlerine dönsün diye rica etmeye başladı, ardından bu da fayda etmeyince bu yürüyenler hep radikal gruplar, dış mihraklar bu olayı kışkırtıyor, bunlar faiz lobisinin işleri demeye başladı. Valiyi eylemcilere gönderip onları canım cicimle kandırmaya çalıştı. Baktı ki işler çığırından çıkıyor, Taksim'i gaza boğdu. Her türlü sert önlemi kullandı ve yaz tatilinin başlamasıyla da olaylar yatışınca derin bir nefes aldı.
Hükümet çevrelerine yakın kesimlerden ve emniyet mensuplarından duyduğuma göre söylenen şu; direkten döndük. Peki hangi direkten dönmüşler? Anladığım kadarıyla Mursi'nin başına gelenler kendi başlarına gelecek sanmışlar. Çok korkmuş ve endişelenmişler. Yaz tatili süresince alınan bilgiler, köşe yazarları değerlendirmeleri gibi yayınlar sebebiyle Eylül ayında okullar açılınca yeni bir eylem dalgası beklentisi içine girmişler. Burada kendilerini daha çok endişelendiren bir konu da Fettullah'çıların tavrı olmuş. Başbakan'ın evinde bulunan böceği Fettullahçı polisler koymuş, emniyet istihbarattaki fettullahçılar da değişik telefon ve görüntü kayıtları yapmış deniyor. Bunların internette yayımlanmasından korkuluyormuş. Cemaatçilerin elinde AKP milletvekillerine ve yöneticilerine ait birçok kaset olduğu dedikodusu yapılıyor. Eylül ayında direniş olur ve uygun ortam oluşursa şimdiye kadar yaptıkları ses ve görüntü kayıtlarından uygun gördüklerini uygun zamanda yayımlayacaklarmış. Başbakan bunun üzerine yaz ortasında emniyet istihbaratçılarının çoğunu görevlerinden aldırarak başka görevlere atandırmış.
Fettullah Gülen Gezi eylemcileri hakkında çok ihtiyatlı, hatta koruyucu bir dil kullanıyormuş. Diyorlar ki cemaat el altından eylemcilere destek veriyormuş. Cemaatle hükümet bir süre önce köprüleri atmışlar ancak şu anda kılıçları çekip bir birlerine hücuma geçmişler. Cemaat hükümetin ve özellikle başbakanın tavırlarından uzun süredir rahatsızmış. Hükümet en alt seviyede memur alımlarında bile cemaatin adamlarını işe almama yönünde tavır sergiliyormuş.Cemaat-hükümet çatışmasının diğer bir yönü de dershanelerin kapatılması konusuymuş. Türkiyede yaygın dershane ağı olan cemaatin bu sayede gençler üzerinde etkili olduğu, eğitim kurumlarına kendi taraftarlarını daha çok sokabildiği, zeki gençleri burada tespit ederek devşirdiği, yanipersonel ve para kazandığı, cemaatin gücünün bu dershanelerden kaynaklandığını değerlendiren hükümetin cemaatin bu gücünü kırmak için dershaneleri kapatmak istediği konuşuluyor ve bu davranışlar hükümetin cemaate saldırısı olarak değerlendiriliyormuş. Cemaat bir süredir karşı atak için hazırlık yapıyormuş.
Cemaat harekete geçmek için uzun süredir başbakan'a alternatif olacak bir siyasi lider adayı arıyormuş. MHP içinde yapılan konsultasyonlar ve sondajlardan çok sonuç alınamamış. Cemaatin alt kadroları MHP'ye soğuk bakıyorlarmış. Ayrıca cemaatin en büyük rakibi olan Süleymancılar MHP'yi desteklediğinden onlarla aynı grup içinde olmak istenmemesi de MHP konusunda olumsuz tavırda etkili olmuş.
Uzun istişarelerden sonra Fettullahçılar Mustafa Sarıgül üzerinde anlaşmışlar. Plan gereği Sarığül CHP'ye girecek, İstanbul Belediye başkanlığına aday olacak ve seçilecek, buradan da CHP'nin başına geçip başbakan olacak ve Ülkeyi cemaatle çatışmadan yönetecekmiş. Fettullahçılar Başta Koç grubu olmak üzere bazı  iş çevreleri ile de bir işbirliği arayışı içindeymiş. Koç grubu ile de fikir birliğine varmışlar. Koç üniversitesi yıl sonu ödevlerinin teslim tarihini, öğrenciler eylemlere rahatça katılabilsin diye ertelemiş. Divan hotel olayı başta olmak üzere Koç grubunun eylemcilere verdiği destek zaten her yerde yazıldı. Bunları duydum ama bunlarla ilgili emareler açık bir şekilde ortada olmasaydı buraya yazmazdım. Şimdi emareleri sıralayayım. Fettullahçılar bu yaz Türkçe olimpiyatları düzenlediler. Bilin bakalım, bu yarışmalar boyunca salondan ayrılmayan, başpehlivan gibi basının karşısına geçip pozlar veren, cemaati öven demeçler veren politikacı kim: Tabii ki Sarıgül. Peki Türkçe olimpiyatlarının ana sponsoru kimmiş? Ben Koç grubuymuş diye duydum! Peki; Koç grubundan bazı kişiler ve cemaatten bazı kişilerle Sarıgül'ün sık sık gizlice toplantılar yaptığını duydunuz mu? Ben duydum. Yani buradan şu sonucu çıkarabilir miyiz: Biz çok masumane şekilde protestolarımızı yaparken bizim terimiz ve kanımız üzerinden acaba başka savaşlar, başka hesaplar, başka iktidar ve güç mücadeleleri mi yapılıyor? Bilmem ama bana olası geliyor.
Gelelim gezi protestoları esnasında gördüğüm diğer olaylara. Türk televizyonları süreklü olarak, PKK flamaları taşıyan, veya yüzleri kapalı, aşırı sol eğilimli örgütlerin flamalarını takan küçük grupları görüntülüyorlardı. CNN ve BBC ile Türkiye'de hala muhalefet yapabilen bir-iki Tv. yi seyretmesem olayların radikal gruplar tarafından yapıldığını zandecektim. Fakat öyle olmadığını biliyorum. Peki neden böyle yayınlar yapılıyor? Neden başbakan ve hükümete yakın çevreler hep aynı şeyi söylüyorlardı. Bence bunun iki sebebi var. Birincisi bu eylemleri haklı ve demokratik bir direniş görüntüsünden çıkararak radikal grupların ve terör örgütlerinin yaptığı, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğüne karşı yapılmış, ülkenin istikrarını bozmaya çalışanların tezgahladığı eylemler olarak göstermek için. Yani protestoların meşru ve demokratik olmadığını ispat etmeye çalışmak. İkinci maksat ta şu olabilir:Basın yayın organlarından durum hakkında sağlıklı bilgi alamayan halkın çoğunluğunu gösteriler aleyhine kışkırtmak ve bu radikal gruplarla alakası olmayıp ta orada bulunan kimselerde şüphe yaratarak ''acaba başkalarının amacına hizmet mi ediyorum'' sorusunun oluşmasını sağlamak, dolayısıyla yürüyen, protesto eden topluluğu bölmek ve zayıflatmak.
Gördüğüm diğer bir olayda şudur ki İşçi Partisi örgütleri ve televizyonları bu süreçte çok örgütlü ve canla başla çalıştılar. Bir de Türkiye Gençlik birliğini burada saymam gerekir. Herkese şunu gösterdiler ; örgütlü hareket ederse küçük bir grup büyüklüğü ile kıyaslanamayacak etkiler bırakabilir. Bunlar halkı bilgilendirme, eylemleri organize etmek konusunda bence çok başarılıydılar. Sanırım İşçi Partisi taraftarlarını ve oy oranını artırmıştır. 
Bu süreçte diğer bir önemli olay da uluslar arası kamuoyu ve bunu sağlayan uluslar arası yayın yapan basın ile örgütlerin tavırları. Bunlar hükümetin uluslararası arenada sıkışmasında büyük rol oynadılar. Bu yüzden de başta başbakan olmak üzere hükümeti ve taraftarlarını çok kızdırdılar. Onun için sık sık bu olayların dış mihraklar tarafından kışkırtıldığını savundular. Ama bence Silahlı Kuvvetler mensupları aleyhinde açılan davalarda benzer desteği mahkemelere ve hükümete verince buna Türk Ordusu aleyhine provokasyonlar dış mihraklar tarafından düzenleniyor dendiği zaman ses çıkarmadıklarından çok ta inandırıcı görünmediler. Yani onların lehine yabancı basında yayın yapılınca ''bizi yabancılar bile takdir ediyor, bir tek muhalefet bizi anlamıyor'' derken, kendi aleyhlerinde yayın yapılınca ''Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen dış güçlerin provakosyonu'' demelerine ben inanmadım, aklı başında kimsenin de bunu akla uygun bulduğunu sanmıyorum.
Son olarak bir husus daha dikkatimi çekti. Bir toplumsal olay olunca adını duyurmak isteyen radikal gruplar ve terör örgütleri bundan yararlanma yoluna gidiyorlar. Ve hükümet bunları kendi propagandası için kullanmaya çalıştıkça bunların propagandasını yapmış oldu. 

Sonuç olarak şu neticelere ulaştım.
1. Hükümet ve onun büzüktaşları meydanın o kadar da boş olmadığını, herşeyin güllük gülistanlık olmadığını gördüler. Bu durum onları endişelendirdi, hatta biraz da korkuttu. 
2. Hükümetle sıkıntıları olan; cemaatler, iş çevreleri, radikal gruplar vb. herkes halkın gücünü gördü ve bunu kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalıştı. Bunlarla alakası olmayan, sadece hükümetin politikalarından ve uygulamalarından rahatsızlık duyan geniş halk kesimleri bu gruplarla bir arada ve sanki işbirliği içindeymiş gibi göründü. Bu da hükümete propaganda imkanı verirken bu grupların da adını duyurmasını sağladı. Herkesle işbirliği yapılabilir diye düşünenler varsa onlara bir Tv filminde duyduğum şu cümle ile cevap vermek istiyorum: (Şeytanla işbirliği yapmayı düşünüyorsan uyman gereken tek bir kural vardır'' Şeytanla işbirliği yapılmaz, çünkü hep o kazanır, sen kaybedersin.'') Bu tür grupları enterne etmek veya uzaklaştırmak için tedbir almak gerekir. Mesela elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri dışında bir sembol taşıyanlara tepki gösterilebilir. Çatışma ve kavga riski varsa hiç olmazsa bunlarla grup arasına bir mesafe konulabilir.
3.Halk kendi başına da bir şeyler yapabileceğini gördü ve insanlara bir güven duygusu geldi.
4. Hükümet bundan sonra, ne Türkiye'ye ne de Dünya'ya demokrasi havarisi rolü yapamaz. Yapsa da kimse inanmaz. Halkın iradesine saygı sözünü dilinden düşürmeyenlerin halka neler yaptıklarını herkes gördü.
5. Bir de benim Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini inceleyince gördüğüm bir durum var. Bu millet aynı kişileri uzun süre başında görmek istemiyor. Anladığım kadarıyla bu sürede kırılma noktası da 10 yıl civarında. İster başbakan olsun, isterse başvezir. Bu çok farketmiyor galiba.


Saygılar sunarım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder