Hacıanesti, 1863 yılında Yunanistan’da dünyaya geldi. Buradan da anlaşılacağı gibi Atatürk’ten 18 yaş büyüktür. Yunanistan’daki askeri okullarında okuyan Hacıanesti, bu eğitimin sonunda topçu subayı olarak mezun oldu. Subay olduktan sonra girdiği sınavlarda başarılı olarak kurmay subay eğitimi almak için Almanya’ya gitti. Alman Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra kurmay subay olarak çeşitli birliklerde görev yaptı.
Bu görevleri sırasında astlarına ve özellikle de askerlere
kötü davranan bir subay olarak kötü bir şöhret kazandı. Bu davranışları general
olduktan sonra da azalmadı, tam aksine giderek arttı. Öyle ki, aşırı sert
tavırları yüzünden 1915’te komutanı olduğu 5. Tümen’de isyan çıktı. Bu
görevinden sonra Hacıanesti, monarşist Yunan subaylarının çoğu gibi I. Dünya
Savaşı’nı kızağa alınarak boşta geçirdi.
22 Mart 1922’de İzmir ve çevresinde muhtar bir İyonya
Devleti kurulması tartışmaları sebebiyle hükümete istifasını veren Yunan Küçük
Asya Komutanı Papulas’ın yerine tayin edilmesi düşünüldü ancak hükümet
Papulas’ın istifasını kabul etmeyince Doğu Trakya’daki Yunan Ordusu’nun
Komutanlığına atandı. Hacıanesti, Edirne’ye giderek bir kolordu büyüklüğündeki (4.
Kolordu) bu birlikte göreve başlayınca, 13.000 kişiyi geçmeyen zayıf Trakya
Ordusu’nun Yunan çıkarlarını sağlamak için yetersiz olduğunu değerlendirdi. Bunun
üzerine hükümete, İstanbul üzerinde etkili bir baskı oluşturulmak için Trakya
ordusunun üç tümenle takviye edilerek güçlendirilmesini teklif etti.
3 Haziran 1922’de
Papulas ordu komutanlığı görevinden istifa edince, onun görevi kendisine teklif
edildi. Hacıanesti, Trakya ordusunun da kendisine bağlı olması koşuluyla bu
görevi kabul etti. Bazı yazarlar tarafından, Hacıanesti’nin bu göreve uygun bir
kişi olmadığı ve atandığı sırada ruh sağlığının ve akli dengesinin ciddi bir
şekilde bozulduğuna dair emareler gösterdiği iddia edilmektedir. Fakat görevi
devraldıktan sonra (diğer Yunan generallerinin anılarında da bahsedilen kişilik
bozukluklarıyla ilgili emarelere rağmen)
ordudaki idari, lojistik ve psikolojik sorunları doğru bir şekilde
tespit ederek hemen etkili tedbirler almaya başladı ve bunda oldukça başarılı
oldu. Dolayısıyla bu ruh sağlığı konusundaki değerlendirmeler biraz abartılı
olabilir. Bunu anlamak için göreve başladıktan sonra yaptığı faaliyetlere
bakmak yeterli olacaktır.
4 Haziran’da Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı olarak
görevlendirilen Hacianesti, 5 Haziran’da İzmir’e giderek görevi devraldı. Hacianesti,
görevi teslim aldıktan sonra cepheyi bir uçtan bir uca gezmeye başladı. Bu
gezisi sırasında savunma tedbirlerini, mevzileri ve engel sistemini incelediği
gibi cephedeki Yunan birliklerinin komutanları, subayları ve askerleri ile de
görüştü. Çok iti hazırlanmış mevzileri ve tahkimatı görünce askeri hazırlıkları
yeterli olarak değerlendirdi. Ancak personelle yaptığı görüşmeler sonucunda askerlerin
memleketlerine dönmek istediklerini ve moralin düşük olduğunu tespit etti.
Bu gezi sırasında elde ettiği bilgiler ve kişisel gözlemleri
sonucunda, eğer personel sorunları halledilirse çok iyi bir şekilde tahkim
edilmiş olan savunma mevzilerinde uzun süre savunma yapılabileceğine ve Türkler
taarruz ederse yapılan engel ve tahkimat sayesinde yenilgiye uğratılabileceğine
inandı. Tek sorun ordunun moralinin düşmüş olmasıydı. Bu sebeple morali
artırmak için; maaş, iaşe ve ikmal sorunlarını kısa sürede çözmeye çalıştı.
Cephe gerisinde atıl bir vaziyette duran ve cephedeki personelin morali
üzerinde olumsuz bir etki yaratan subay ve erleri de cepheye gönderdi. Böylece
orduda, komutanlarına olan güven ve moral artmaya başladı.
Hacianesti, cephede yaptığı gezinin ardından ordu karargâhı
ve birlik komutanlıklarında da bazı değişiklikler yaptı. Milli Mücadele
sonrasında Trikupis gibi generaller tarafından komuta yapısı ve teşkilatta
yaptığı bu değişiklikler ve askeri başarısızlığı sebebiyle onun liderlik ve askerlik
yeteneklerinin çok zayıf olduğunu iddia edildi. Uygulamalarına bakınca bu
konudaki iddiaların pek haksız da olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak astlarının
fikirlerine değer verdiği veya en azından şekil olarak değer veriyormuş gibi
göründüğü dikkate alındığında onun çok eleştirilen bu değişikliklerinde ve
uğradığı başarısızlıkta savaş sonrasında onu eleştiren ast birlik
komutanlarının da payı olduğu söylenebilir.
Çünkü Hacıanesti, 15 gün süren cephe gezisinin ardından ast
birlik komutanlarının fikirlerini öğrenebilmek için tümen komutanlarının
mütalaasını istedi ve bu mütalaalarda Türk ordusunun taarruz edemeyeceği
yönünde ağırlıklı bir görüş vardı. Bu görüşü ciddiye alması onun bazı hatalar
yapmasına sebep oldu. Örneğin Anadolu’dan bazı birlikleri çekerek Trakya’daki
4. Kolordu’yu takviye etmeye karar verdi. 25 Haziran’da verdiği bir emirle
Kuzey ve Güney Grubu şeklindeki teşkilatı lağvetti ve üç bağımsız kolorduyu
doğrudan orduya bağladı. Eğer Türkler Afyon bölgesinden taarruz ederlerse ve
ordu komutanlığı ile irtibat kesilirse buradaki birliklere eskiden olduğu gibi
yine 1. Kolordu Komutanı Trikupis komuta edecekti. 2 Temmuz’da bu yeni kuruluşa
geçildi.
Fakat tüm bu olumlu çabalarına ve tespit ettiği duruma göre
yaptığı kendince makul hal tarzları ve düzenlemelere rağmen Hacıanesti, 26
Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’da ast birliklerin teklif ve
değerlendirmelerini dikkate almayarak İzmir’den cepheye müdahale etmeye kalktı.
Hâlbuki doğru bir karar ve emir verebilmek için durum hakkında yeterli bilgi
elde edememişti. Çünkü telefon ve telgraf irtibatının Türk süvarileri ve milli
müfrezeleri tarafından kesilmesi sebebiyle ne olup bittiği konusunda tam bir
bilgisi yoktu. Bu sebeple Trikupis’in oldukça mantıklı ve etkili tedbirlerini
iptal etti.
Eğer böyle yapmasaydı belki de Büyük Taarruz’un sonucu ve
hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları farklı olabilirdi. Çünkü Trikupis,
26 Ağustos’ta Türk taarruzu başlar başlamaz durumu inceleyerek derhal gerekli
tedbirleri almaya başlamıştı. Trikupis, ilk tepeler hattı Türklerin eline
geçince taarruzun sıklet merkezinin güneyde olduğunu anladı ve derhal kendi
ihtiyatlarını muharebeye soktu. Ayrıca 2. Kolordu’dan (İhtiyat Kolordusu) bir
tümen getirerek savunmayı takviye etti ve bir tümenin daha yola çıkarılması
için emir verdi. Trikupis, kaybedilen tepelerin bir karşı taarruzla ele
geçirilmesi durumunda savunmanın başarıyla devam edebileceğini düşünüyordu ve
muhtemelen bu konuda haklıydı. Bu durumu Ordu Komutanı’na rapor etti fakat
Hacıanesti onun gibi düşünmüyordu. Onun niyeti, ihtiyattaki 2. Kolordu ile Çay
istikametinde genel bir karşı taarruz yapmaktı.
Buna uygun olarak, Hacıanesti’nin 26 Ağustos günü akşamüzerine
doğru kolordu komutanlarının eline geçen emrine göre; Trikupis’in 1. Kolordusu ve
Eskişehir bölgesindeki 3. Kolordu savunmaya devam edecek, ihtiyat kolordusu ise
Çay istikametinde taarruz edecek ve bu taarruz 28 Ağustos sabahı başlayacaktı.
Bu emri alan 2. Kolordu komutanı 1. Kolordu bölgesine göndermek üzere trene
bindirdiği birlikleri durdurdu. Böylece güneydeki muharebelerin en kritik anında
Trikupis’in yapmayı planladığı ve ihtiyat kolordusundan alacağı takviyelerle Türk
taarruzunu durdurabilecek tedbirleri iptal eden Hacıanesti hem tehlikenin
büyümesine hem de birliklerin sevk ve idaresinin karışmasına sebep oldu.
Bunun sonucunda Büyük Taarruz’un ikinci günü (27 Ağustos
1922), Yunan cephesi güneyden yarıldı ve bu bölgede bulunan General Trikupis
komutasındaki Yunan 1. Kolordusu Afyon ovasına atıldı. Yunan birlikleri Türk
ordusu tarafından hızla takip edildiğinden planlandığı şekilde bir gerideki
savunma hattına da çekilemedi. Onun yerine kuzeye doğru çekilmeye başladı. Bu
sırada İzmir’de bulunan ve hala duruma tam olarak vakıf olmayan Hacıanesti, bir
önceki taarruz emrini daha da aşırı bir hale gelecek şekilde düzelterek yineledi.
Bu emre göre; 1. Kolordu’nun karşı taarruzla Türk taarruzunu durdurması,
ihtiyat 2. Kolordu’nun güneydoğu istikametinde taarruza geçmesi ve Eskişehir’de
bulunan 3. Kolordu’nun Türk birlikleri karşısında zayıf birlikler bırakarak
kuvvetin çoğuyla doğu istikametinde taarruz etmesi isteniyordu.
Bu sırada Trikupis, birliklerine emir verdiği gibi, bir
gerideki savunma hattında savunmaya devam edebilmek için batı istikametinde
çekilebileceği açık bir bölge bulmaya çalışıyordu. Ordu Komutanı’nın emrini
alınca ne yapacağını düşünürken 2. Kolordu Komutanı kendisiyle irtibat kurarak verilen
taarruz emrini uygulamasına imkân olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Trikupis,
Ordu Komutanının emrini dinlemeyerek ihtiyat kolordusunu da emrine aldı ve çekilmeye
devam etmeye karar verdi. İzmir’den, meydana gelen gelişmeler hakkında bilgi
almaya çalışan Hacıanesti akşamüzerine doğru durumun vahametini kavrayınca, taarruz
emrini iptal ederek 1. Ve 2. Kolordu Komutanlarına, onların da karar verdiği ve
uygulamaya çalıştığı gibi geri çekilmelerini bildirdi. Ayrıca bu çekilmesi
koordine edebilmesi için 2. Kolordu ve bir bağımsız tümeni Trikupis’e bağladı.
Yani göreve gelir gelmez iptal ettiği güney grubunu mecburiyet karşısında
yeniden kurdu.
Böylece muharebelerin başladığı 26 Ağustos 1922’den sonra
geçen iki günün ardından ilk defa Yunan ordu komutanı ve kolordu komutanları
aynı fikirde birleşmiş oldu. Ama artık her şey için çok geç kalınmıştı. Çünkü
Türk birlikleri, elde ettikleri başarıdan faydalanarak hızla Yunan birliklerini
takibe geçtiklerinden Yunan birliklerinden Toklu Sivrisi Tepe’de uzun süre
savunmaya devam eden General Franko emrindeki tümenler hariç diğer birlikler dağınık
bir şekilde kuzeye doğru çekilmeye devam ediyordu. Türk birlikleri kuşatıcı
manevralarla 1. ve 2. Yunan Kolordusuna yaklaştığından bu birlikler tüm
çabalarına rağmen batıya doğru çekilemediler. 29 Ağustos’ta bir araya gelen iki
kolordunun dağınık haldeki bu birliklerinin çoğu Çal dolaylarında toplandılar.
Trikupis’in planı, tüm birlikleri açık olduğunu düşündüğü
tek istikamet olan Kızıltaş vadisinden kuzeybatıya doğru çekmek ve bir gerideki
savunma hattında yeniden tertiplemekti. Telsizi arızalandığı için bir türlü
irtibat kuramadığı ve ne durumda olduğuna dair herhangi bir bilgi alamadığı
Franko grubu birliklerin de orada tertiplendiğini umuyordu. Bu karar, başarılması
mümkün görünen en doğru hal tarzıydı ama bu karara göre bir an önce harekete
geçmesi gereken Trikupis, oldukça yorgun olan askerleri dinlensin diye 29
Ağustos gecesini bulunduğu bölgede geçirdi. Bu da muharebelerin başından beri
yaptığı en büyük hata oldu. Çünkü o askerlerini dinlendirirken, Türk ordusu komuta
heyeti, Yunanlılardan daha yorgun olmalarına rağmen birliklerini Trikupis
emrinde toplanmış olan Yunan birliklerini kuşatarak imha etmek için gece
boyunca ilerlemeye devam ettiriyordu.
Afyon’da bulunan ve 29 Ağustos günü gece yarısından sonra
gelen raporlardan durumu inceleyen Türk Ordusu Başkomutanı, Genelkurmay Başkanı
ve Cephe komutanı, Yunan birliklerinin kuşatılmak üzere olduğu anlaşılınca
ertesi gün kesin sonuçlu bir meydan muharebesi ile bu birlikleri imha etmeye
karar verdiler. Bu maksatla, Batı Cephe Komutanı İsmet Paşa harekâtın genelini
sevk ve idare etmek için Afyon’da kalırken, yapılması planlanan meydan
muharebesini yakından sevk ve idare etmek için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 1.
Ordu karargâhına, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da 5. Süvari Kolordu
Komutanı’nın yanına gitti.
30 Ağustos 1922 günü Türk birlikleri ile Yunan ordusu arasında
yapılan (daha sonra Türk askeri literatürüne Başkomutanlık Meydan Muharebesi
olarak geçen, Yunan askeri literatüründe ise Ali Viran Muharebesi denilen) meydan
muharebesi sonucunda Yunan ordusunun önemli bir kısmı imha edildi. Bu sırada
Hacıanesti, bu birliklerin durumundan habersiz olarak, İzmir ve çevresinde
bulunan alayları trenle ileri gönderip yeni bir savunma hattı tesis etmeye
çalışıyordu. Ancak bunu başaramadı, çünkü cephede General Franko komutasındaki
oldukça zayıflamış üç tümen kadar kuvvetten başka birlik kalmamıştı. Bu
sebeple, Yunanlıların Küçük Asya Seferi’nin, 30 Ağustos günü Küçük Asya
Felaketi’ne dönüştüğü anlaşılıyordu.
Bu yenilgi Yunanistan için olduğu gibi Hacıanesti için de
büyük bir felaket oldu. Hükümet onu görevden aldı ve Küçük Asya Ordusu
Komutanlığı’na General Trikupis’i atadı. Fakat o sırada Murat Dağlarından bir
yol bularak elinde kalan çok az birlikle batıya doğru çekilmeye çalışan
Trikupis bu emri alamadı. Aç ve susuz, en önemlisi de moralsiz ve umutsuz bir
şekilde birkaç gün dağlarda dolaştıktan sonra Türk birliklerine teslim oldu ve Ordu
Komutanlığına atandığını Uşak’a götürüldüğünde görüştüğü Türk ordusu Başkomutanından
öğrendi.
Bu sırada Hacıanesti, hala İzmir ve çevresindeki bazı
birlikleri ileri göndererek İzmir istikametini kapatacak bir savunma mevzii
teşkil etmeye çalışıyordu. Fakat bu hiçbir işe yaramadı. Hızla ilerleyen Türk
ordusu, Yunanlıların savaş artıklarıyla yeni bir savunma hattı tesis etmek için
mevzilendiği her yere taarruz etti ve bu birlikleri batıya doğru sürdü. Bunun
üzerine Yunan hükümeti, Küçük Asya Ordusu Komutanlığına General Polyemekalis
atadı. 6 Eylül’de İzmir’e gelen ve Türk ordusunu durdurmasına imkân kalmamış
olan Polyemekalis, kaçıp kurtulabilen Yunan askerlerini ve yerli Rumları
Yunanistan’a tahliye etmekten başka bir şey yapabilecek durumda değildi. Zaten
Yunan ordusu ve yerli Rumlar tarafından İzmir tahliye edilmeye başlanmıştı.
Nitekim 18 Eylül tarihine kadar Anadolu’daki tüm yunan
birlikleri gemilerle kendi ülkelerine gittiler. Kısa bir süre sonra da bu
yenilmiş, yorgun ve kızgın ordu Venizelos’çu subayların (albayların)
önderliğinde bir darbe yaparak ülke yönetimine el koydu. Hükümet düşerken Kral
Konstantin de ikinci defa ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Kralcı generallerin
ve özellikle de Küçük Asya Felaketinden sorumlu görülen subay ve generallerin çoğu
tutuklanarak yargılanmaya başladı. Bu kapsamda, felaketin en büyük sorumlusu olarak
görülen Hacıanesti de yargılandı ve suçlu bulunarak 1922 yılında idam edildi.
Doğal olarak her felaketin ardından toplumlar bu felaketin
sorumlusunu ararlar ve genellikle bu sorumluyu ağır bir şekilde
cezalandırırlar. Ama maalesef bu kişi genellikle felaketin gerçek sorumlusu
olmaz. Benim kanaatime göre Hacıanesti örneğinde de aynı şey oldu. Çünkü
Hacıanesti, Yunanlıların Küçük Asya Felaketi’nin asıl sorumlusu değil, sadece
bu felaketin son safhasında hasbelkader sorumlu makamda bulunan biriydi.
Bence Yunanlıların Anadolu macerasının böyle bir felaketle
sona ereceği daha İzmir’e çıktıkları ilk gün olan 15 Mayıs 1919’da şehirde
büyük bir katliam yaptıklarında belli olmuştu. Dolayısıyla felaketin gerçek
sorumlusu, büyük bir hayal ürününden başka bir şey olmayan kişisel hedeflerini
gerçekleştirmek için Yunan ordusunu hiç te hazır olmadığı ve gücünün de yeterli
olmayacağı böyle büyük bir denizaşırı sefere gönderen Venizelos’tu. Ama savaş
sona erdiğinde felaketin gerçek sorumlusu olan Venizelos adeta ödüllendirilerek
sürgünden dönüp başbakan olurken, bir kader kurbanından başka bir şey olmayan
Hacıanesti ise onun sorumluluğun bedelini hayatıyla ödedi.
Evet… Muhtemelen Hacıanesti, kendisi hakkında Yunan ve Türk
kaynaklarının söylediği gibi biraz haris, biraz çılgın, biraz da deliydi. Ama
ülkesini felakete sürükleyen bir günahkâr değil, sadece tüm sorumluluk
omuzlarına yıkılmış olan bir günah keçisiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder