.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

25 Aralık 2022 Pazar

Kapitalizmin Kölelik Düzeni: Halk büyük şirketleri ayakta tutmak için çalışıyor.

 İlkokulda öğretmenimiz bir hikaye anlatmıştı. Sanırım, en kaliteli ve dayanıklı ürünü üreten kişinin çok satış yapacağını ve zengin olacağını düşündüğümüzden bunun böyle olmadığını bize açıklamaya çalışıyordu.

Hikaye, yıllar boyunca yıpranmayan ayakkabı yapmayı başaran ve zengin olacağını düşünen bir ayakkabıcının iflas edip tüm parasını kaybetmesinden bahsediyordu. Adam, bir kasabada dükkanını açmış. Kasabada başka ayakkabıcı olmadığından hemen ayakkabı imalatına başlamış. 

Kasabalılar ayakkabı alıp da kalitesinden memnun kalınca diğer insanlara söylemişler. Böylece bütün kasaba ayakkabı almak için sıraya girmiş. Ayakkabıcı siparişlere yetişemiyormuş. Bu yüzden kendisine yardımcı olsun diye birkaç çırak almış ve hızla imalata devam etmiş.

Ayakkabı talebi çok yüksek olduğundan borca girerek en az bir yıl yetecek kadar malzeme satın alıp deposuna koymuş. Fakat bir süre sonra ilginç bir şey olmuş. Ayakkabı alanlar ayakkabılar yıpranmadığından başka ayakkabı almamışlar. 

Nitekim ayakkabı talebi yavaşlamaya başlamış. Tüm kasabalılar birer ayakkabı alınca siparişler durma noktasına gelmiş. Farklı elbiseler için farklı renkte ikinci ve üçüncü ayakkabıyı alanlar da bitince adamın dükkanına kimse uğramaz olmuş. 

Bu durum adamı çok zor duruma sokmuş. Çünkü borçla malzeme alıp depoya atan adamın borcunu ödeme zamanı gelmiş. Deposu malzeme ile doluymuş ancak borcunu ödeyecek kadar parası yokmuş. Bir de dükkan kirası ve çırakların ücretleri eklenince adam iflas etmiş ve dükkanı kapatmış.

Öğretmen bu hikayeyi anlattıktan sonra şunları söyledi: "En kaliteli ürünü üretmek hiçbir kişiyi veya şirketi zengin etmez. Tam aksine zarara sokar. Başarılı kişiler/şirketler kaliteyi belirli bir seviyede tutar. Belli bir süre kullandıktan sonra ürün bozulur ve kullanılmaz hale gelir. Ama daha başarılı olan şirketler satış yapmak için ürünün ömür süresinin dolmasını da beklemezler. Bazı parçaları daha önce yıpranacak şekilde imal ederler. 

Örneğin ayakkabı üretiyorlarsa ayakkabıları 2-3 yıl dayanacak kadar kaliteli yaparlar. Ama bağcıklar bir yıl içinde yıpranır. Topuklara çaktığı lastik ise 6 ayda aşınır. Hatta, ayakkabının rengi 2-3 ayda solar ve boyanıp cilalanmaya veya deri koruyucu yağ sürülmeye ihtiyaç duyulur. Böylece müşteriler sürekli olarak dükkana gelip bir şeyler satın almak zorunda kalır. İki yıl geçince de yeni bir ayakkabı alır."

O zamanlar, çocuk aklımla, bu bana çok inandırıcı gelmemişti. Ama şimdi ne kadar doğru olduğunu anlıyorum. Örneğin cep telefonlarını ele alalım. Şarj cihazı veya kablosu daha bir yıl geçmeden bozuluyor. Bir süre sonra pili şarj etmemeye başlıyor telefon. Mecburen pilini değiştiriyoruz. 

En fazla iki yıl sonra da arıza yapıyor. Servise götürdüğümüzde en az 600 lira maliyet çıkarıyorlar. Mecburen yaptırıyoruz. Bir sonraki arızada ise ana kart arıza yapmış deyip en az 1.500 lira maliyet çıkarıyorlar. Yenisini almak daha mantıklı geliyor. Dolayısıyla 2-3 senede bir telefon değiştiriyoruz. 

Bu gün, telefonum arıza yapınca ilkokul öğretmenimin anlattığı hikaye aklıma geldi. Birkaç ay önce şarj cihazını değiştirmiştim. Bu gün de telefonu tamire verdim. Kaba bir hesap yaptım. Ucuz bir telefon alsak bile sadece bir telefon sahibi olabilmek için 4-5 bin lira gerekiyor. Bu telefonun en fazla iki yıl dayanacağını düşünürsek Aylık 200-250 lira maliyeti var. 

Telefonun hat ücretini de ekleyince aylık maliyet 300-400 lirayı geçiyor. Yani telefon, durduğu yerde masraf. Hiç kullanmasan bile aylık sabit bir gideri var. Ama telefona o kadar alıştık ki almadan yapamıyoruz. 

Bu yüzden, hiç farkına varmadan telefon şirketlerine ve hatlara her ay düzenli olarak para ödüyoruz. Bir nevi köle durumundayız. Büyük şirketler kazansın ve ayakta kalsın diye çalışıyoruz ömrümüz boyunca. Üstelik, bunun farkında bile değiliz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder