.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

3 Kasım 2017 Cuma

Başlangıçtan Osmanlı İmparatorluğu'na Kadar Türk Müziği'nin Tarihi Gelişimi



Dünya üzerinde yaşayan her toplum kendine has bir müzik kültürü ortaya çıkarmıştır. Bu müzik kültürünün oluşumunda; yaşadığı coğrafya, iklim koşulları, din, yaşam tarzı, temas ettiği diğer toplumlarla etkileşim vb. unsurlar etkili olmuştur. Türkler de, tarihin en eski dönemlerinden beri kendilerine has bir müzik kültürü geliştirmişler, bu kültür; din ve yaşam tarzı değiştikçe, yaşadıkları coğrafyaları terk edip iklim ve yeryüzü şekillerinin değiştiği yeni coğrafyalara göç ettikçe ve diğer kültürlerle etkileşime geçtikçe değişerek gelişmiştir.
Türklerin kendilerine özgü kültür tarihi genel olarak ‘’Altay dönemi’’ ile başlar. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:13) M.Ö. 3000’den itibaren Altay Türk Kültürü, aynı zamanda Altay Türk Müziği’nin de belirleyicisidir. Altaylılar; Orhun kıyıları, Moğol bozkırları ve İrtiş boylarına etkide bulunarak ve M.Ö.2. binden itibaren ilk yurtlarından ayrılarak gelecekteki Orta Asya Türk müzik kültürünün temellerini hazırlamışlardır. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:14) Orta Asya’da M.Ö.1. binden itibaren gelişmiş bir müzik kültürü görülmeye başlamıştır. Orta Asya’da değişik bölgelerde yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgularda ve tespit edilen kaya resimlerinde; def gibi vurmalı çalgılara, flüt’e, ney’e, zurna’ya ve daha birçok müzik aletine rastlanmaktadır. M.Ö. 1. Yüzyıldan M.S. 1. Yüzyıla kadar olan döneme ait bulunan heykellerin elinde değişik müzik aletleri olduğu görülmüştür. Tambur, dutar, çapraz flüt, balaban, dombra, topluluklarda en çok kullanılan enstrümanlardır. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:14)
Türk müziğinin ilk dönemlerindeki karakteri; mitik ve epik, sade ama içten ve coşkuluydu. Türklerde müzik diğer toplumlarda da olduğu gibi muhtemelen önce dini alanda kullanılmaya başlayarak diğer alanlara doğru gelişme göstermiştir.
Dini alanda müzik deyince başlangıç olarak şaman müziğinden bahsedilebilir. Aynı ezgisel motifin, tekrarından kurulu biçiminden oluşan müzik, ritim açısından şamanın hareketlerine bağımlı ve çeşitliydi. Sözler doğaçtan kurulu olup, melodi ve ritim önemliydi. Müziğin ana temelini insan sesi oluşturmaktaydı. ‘’Şaman müziği’’ denilen, ‘’büyüsel-dinsel-törensel’’ lik özelliği olan müzik, bağı(sihir)’nın bir yardımcısıydı. Uzun zaman bir zevk işi gibi değil, bir büyüleme aracı olarak kullanıldı. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:14) Bağı müziğinin etki alanı oldukça genişti. Yağmur yağdırmak, havayı açtırmak, hastalıkları iyi etmek, cinleri veya ölüleri davet etmek bibi konular hep bu müziğin konuları içindeydi. Şamanlar zaman içinde kahramanlık cönkleri vb değişik konularda da söz söyleyip bir müzik aleti eşliğinde bunu kitlelere duyurmaya başlayınca başlangıçta tamamen dini içerikli olan bu müziğin ilgi alanı da genişledi. Bu şaman ve onun yaptığı müzik zaman içinde değişime uğradı ve şaman ozan adını aldı.


Uzun zaman bağının (sihir) etkisinde ve işlevinde olan müzik, örgütlenerek, kurumlaşarak Hun Kağanlığı’na bağlı bir askeri müzik topluluğu olarak ‘’tuğ takımı’’ görüntüsü aldı. Müziğe büyük bir güç atfedildi. Öyle ki, sancak ve askeri müzik birbirinden ayrılmayan bir bütün halini aldı. Hükümdar bir kişiye beylik vereceği zaman, öteki alametleri ile birlikte davul ve sancak ta verirdi. Özellikle savaşta, askeri müzik takımı ile davullar ve hakani kös, ordunun hareketine bir düzen verme görevini de üstlenmişlerdir.(Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:14)  
Türk devletleri ve onların kurumlaşmış müzikleri geliştikçe temasa geçtikleri devletler ve halkların müziklerinden de etkilenmiş ancak onları da etkilemiştir. Hunlar ve Göktürkler zamanında Çin sarayında Türk sazlarından oluşan müzik gruplarının kurulduğu, Türk müziklerini çaldıkları, bazı (Türk) müzik ve dans gruplarının gösteriler yaptığı tarihi kayıtlarda görülmektedir.
Zamanla göçebe hayat tarzından yarı göçebe yaşama geçen Türklerin müziği de bu yaşam tarzına uygun olarak evirilmiştir. Bunun etkisi ile dini ve askeri müziğin yanında gelişimini sürdüren halkın günlük hayatını anlatan ve dans edilen müzik türlerinde de büyük gelişmeler olmuştur.
Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçen bir kısım Türkler Manihaizm dinini kabul edince, bu dinin ritüelleri için müzik konusuna daha fazla önem vermişler ve büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir. Bazı seyahatnamelerde, Uygurların sazları notadan çaldığına dair bilgiler bulunmaktadır. Çin, Hint ve İran kültürleri ile etkileşim içinde olan Uygurlarda diğer kültürel alanlarla birlikte müzikte de büyük gelişmeler olmuştur. Klasik Türk çalgılarının yanında yeni birçok çalgı aleti de yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Karahanlılar devrinde (840-1212), en eski dönemlerden beri kullanılan temel çalgı aleti kopuzun yanında tambur da yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bununla bağlantılı olarak Türk müziğinde yeni türler ve biçimler belirmeye başlamıştır. Türk müzik kültürü, sanat ve müzik merkezi durumuna gelen Gazne (Gazneliler;962-1187) kentinde çok yönlü bir değişim ve gelişim gösterdi. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:35) Fars, Arap ve Hint müzik kültürleriyle yaşanan yoğun etkileşim sonucunda makamsal müziğin belli özellikleri edinildi. Klasik şiirle birlikte klasik müzik ortaya çıkmaya başladı. 


Selçuklulardan (1040-1157/1308) itibaren müzik, daha sonraları iyice belirginleşecek olan yapılanmasını oluşturarak varlığını sürdürdü:’’ Kırsal kesimde ve geniş halk kitleleri arasında halk müziği olarak; devlet kapısında ve orduda, nevbet (nöbet) mehter müziği olarak; tekke ve tarikatlarda dinsel yada tasavvuf müziği olarak; başta saray olmak üzere, kimi yöneticilerin ve ileri gelen ailelerin konaklarında sanat/klasik müzik türünde.’’ (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:36)
Müziğin gelişmesine paralel olarak, müzik teorisinde de birçok önemli kişi yetişti. Farabi (870-950), İbni Sina (980-1037), Urmiyeli Safiyüddin (1224-1294) ve Timurlular (1370-1507) döneminde de Abdülkadir Maragi (1353-1435) gibi müzik kuramcıları tarafından Türk müziği irdelendi ve incelendi. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:36)
Bunlardan Farabi’nin müzik açısından önemi, doğu müziği teorisine ilişkin ilk eserleri yazmış olmasıdır. Farabi bu eserlerinde; müziğin fizik ve fizyolojik esaslarını ele almış, çalgılar hakkında etraflı sayılacak ilk araştırmaları yapmış ve böylece, kendisinin de incelediği Yunan bilginlerini aşmıştır. Farabi, müziği, matematik, geometri vb. gibi talimi ilimler kategorisine sokmuştur.
İbni Sina, Farabi’den etkilenmiştir. İbni Sina, müziğin (eski Yunanda bazı filozofların kabul ettiğinin aksine) gökle ilişkilendirilmesini reddetmiş, müziği iki açıdan incelemiştir: Seslerin uyum ve uyumsuzluğu, usuller ve bunların ezgi ile olan ilişkisi.
Tek sesli müziğin kurumlarına ve kurallarına ait ilk önemli çalışma ise Urmiyeli Sefiyüddin tarafından yapılmıştır. Önemli olan onun müzik sistemini saptaması ve makamların özelliğini belirtmesidir. Urmevi (Sefiyüddin)’nin bir diğer özelliği nota yazısındaki tekniği geliştirmesidir. Önceki bilginlerden farklı olarak yaşayan musikiyi inceleyip sekizli aralığını, 17 ses aralığı halinde ebcet harfleri ile göstermiş ve onun bu sistemi asırlarca yaşamıştır. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:45)
Safiyüddin’den sonra Türk müziğinin kuralları üzerinde çalışan ve müzikoloji yönünden etkili olan Abdülkadir Maragi;’’ Türkler‘in mizacına en uygun makamlar üç adettir: uşşak, neva, buselik. Bu makamlar cesareti artırırlar.’’ diyerek müzik ve kişilik arasında bağ olduğunu belirtmiştir. Maragi’nin eserleri Farsça olmasına rağmen kendi döneminden başlayarak Türkiye’deki müziğin etkileyicisi olmuştur. Bunda en önemli etken, Meragi’nin eserlerinden birinin Sultan 2’nci Mehmet’e sunulması, ayrıca oğlu ve torununun İstanbul’a gelerek onun müzik görüşlerini Türk sanatçılara aktarmasıdır. (Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, s:36)

Saygılar Sunarım.
Mehmet Çanlı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder