.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

3 Kasım 2017 Cuma

Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi (1912-1915)




1912 yılına gelindiğinde Balkanlardaki Hristiyan unsurların tamamı Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak kendi bağımsız ulus devletlerini kurmuş durumdaydılar. Bu ulus devletler Osmanlı İmparatorluğu'ndan yeni bazı topraklar almak istiyorlardı. Fakat hemen her Balkan devleti aynı bölge üzerinde hak iddia ettiği için sadece Osmanlı ile değil, bir birleri ile de çatışma halindeydiler. Üzerinde anlaştıkları tek şey, Osmanlıları Balkanlar’dan atma arzusuydu. Onları bu yönde hareket etmekten alıkoyan şeyler, ganimetin paylaşımına ilişkin anlaşmazlık ve Osmanlı ordusundan duyulan korkuydu. (Zücher Eric Jan: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s.162) Ama 1911-1912 yıllarında yukarıda bahsedilen gelişmelerin de etkisiyle bu durum değişti. Trablusgarp savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve askeri zayıflığını ortaya çıkarmış, üstüne iç siyasi istikrarsızlık ta eklenince, bu durum Balkan Devletlerini harekete geçmek için cesaretlendirmişti. 13 Mart 1912’de, Bulgaristan ile Sırbistan bir ittifak yaptı. Anlaşma resmi olarak savunma nitelikliydi ama aslında Balkanlar’daki Türk topraklarının işgalini hedefliyordu. Buna çok benzer bir antlaşma Yunanistan ve Bulgaristan arasında 29 Mayıs 1912’de yapıldı. Karadağ ve Sırbistan da aynı yılın Ekim ayı başında bir antlaşma yaptılar.
2 Ekim 1912’de, müttefik Balkan Devletleri, Bab-ı Ali’ye, Makedonya’da yabancı denetiminde geniş bir ıslahat yapılması için ültimatom verdiler. Osmanlı İmparatorluğu, bu ültimatoma; ıslahat konusunda ılımlı fakat egemenliğinden feragat konusunda olumsuz cevap verince, 8 Ekim günü, Karadağ savaş ilan etti. Hemen ardından bunu diğerleri takip etti. Osmanlı ordusu kısa sürede tüm cephelerde yenilerek Çatalca’ya kadar tüm Balkan topraklarını kaybetti.
Osmanlı yönetimi 3 Aralık’ta ateşkesi kabul etti ve 13 Aralık’ta Londra Konferansı toplandı. Bu konferansta Balkan devletleri toprak paylaşımı konusunda anlaşamayınca bir sonuç alınamadı. Bu esnada (22 Ocak’ta) İstanbul’da bir darbe ile hükümet değişti. Yeni hükümet savaşa devam kararı aldı, fakat Edirne’nin düşmesi ve girişilen karşı taarruzların başarısız olması sonucu 16 Nisan’da yeni bir ateşkes yapıldı. 30 Mayıs’ta imzalanan Londra Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu; Midye-Enez hattı batısındaki tüm topraklarını kaybetti. Yunanistan; Balkanlarda işgal ettiği topraklara ilaveten Girit Adası’nı da kazanıyor, Ege Denizindeki diğer adaların kaderi ise büyük devletlerin kararına bırakılıyordu.
Londra Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu ve ittifak devletleri arasında sorun çözülmüş gibi görünüyor ancak müttefikler kendi aralarında kazanılan toprakların paylaşımı konusunda anlaşamıyorlardı. Anlaşmazlığın esasını; Bulgarların, Sırbistan’ın ele geçirdiği Manastır ve Ohri ile Yunanistan’ın ele geçirdiği Selanik’in kendisine verilmesi gerektiğini öne sürmesi oluşturuyordu. Bu talepler karşısında Yunanistan ile Sırbistan Bulgaristan’a karşı 1 Haziran 1913 tarihinde bir ittifak antlaşması yaptılar. Bu antlaşmayı öğrenen Bulgaristan erken davranarak 29 Mayıs’ta baskın şeklinde her iki devlete aynı anda saldırdı ancak yenildi. Fırsatı değerlendiren Osmanlı Ordusu da Bulgarlara saldırarak Edirne’yi geri aldı.
Yunanistan, savaş öncesinde, milli hedeflerine uygun olarak silahlanmış, Ege adalarını almak ve Ege Denizi’nin kontrolü hedefine uygun olarak güçlü bir deniz kuvveti oluşturmuştu. Aksine Osmanlı İmparatorluğu’nun Abdülaziz döneminde güçlendirilmiş oldukça büyük donanması Abdülhamid’in bir askeri darbe yaparlar endişesi ile çürümeye terk edilerek zayıflamıştı. Yunanistan’ın elinde, savaş zamanında çok etkili olan Averof Zırhlı Kruvazör’ünün yanında üç zırhlı, çok sayıda torpidobot ve yardımcı gemi bulunmaktaydı. Bu güçle mücadele edemeyecek kadar zayıf olan donanmamız Ege Denizi’ne çıkamadı. Yunanlılar; Limni, Taşoz, Semadirek, İmroz, Bozcaada, Ayastrati Adası, Midilli, Sakız ve Sisam adalarını işgal ettiler. (Akad Tanju:20. Yüzyıl Savaşları, s.163,164,165)
30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması ile Selanik, Güney Makedonya ve Girit Yunanistan’a verilmiş, Oniki Ada dışındaki Ege Adaları’nın geleceği ise büyük devletlere bırakılmıştı. İkinci Balkan Savaşı’ndan da galip çıkan Yunanistan; Bükreş Antlaşması (10 Ağustos 1913) ile Bulgaristan’ın Birinci Balkan Savaşı sonunda aldığı Selanik, Serez, Drama ve Dedeağaç’ı da ele geçirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun fiili olarak komşusu durumunda sadece Yunanistan ve Bulgaristan kalmıştı. Bulgarlarla yapılan İstanbul Antlaşması’ndan sonra Yunanistan ile 14 Kasım 1913’te Atina Antlaşması yapıldı. Görüşmelere Temmuz ayında başlanmış ancak bazı güçlüklerle karşılaşılmıştı. Atina Hükümeti; Yunan uyrukluların kapitülasyonlardan faydalanmalarını, İstanbul’daki Rum Patriği’ne Fatih Sultan Mehmet zamanında verilmiş olan imtiyazların tekrar tam olarak verilmesini, camilere yapılmış vakıflar dışında kalanların Yunan Hükümeti’ne ait olmasını istemekte idi. Bundan başka; Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Rumların, Yunanistan’daki Türklerle karşılık esasına dayanılarak, bağımsız ve özel askeri birlikler durumunda askerlik hizmetlerini yapmayı öneriyordu. Ayrıca Türk hükümetinden savaş halinde bulunduğu sırada el koymuş olduğu Yunan gemileri için 3 milyon Türk Lirası zarar ve ziyan parası istiyordu.
Osmanlı hükümeti bu istekleri kabul etmedi. İlişkiler gerilince, Yunanistan yeni bir savaşı göze alamayarak antlaşmayı imzaladı. Yunanlıların kapitülasyonlar ve Patrikhane’nin imtiyazları ile ilgili istekleri Balkan Savaşı öncesindeki gibi bırakılmış, Rumların askerliği hususundaki istek dikkate alınmamış, 2’nci Abdülhamit’in Yunanistan’daki emlaki işi ile Yunan gemilerine el konulmasından doğan sorunun Lahey Adalet Divanı’na gönderilmesi kabul edilmiş, Yunanistan’daki Müslümanların Bulgaristan ile yapılmış olan İstanbul Antlaşması’ndaki statüye benzer bir statüye tabi olacakları tespit edilmişti. (Karal, Enver Ziya: Osmanlı Tarihi 9’uncu Cilt, s.346-347) Diğer bir sorun olan adaların statüsü konusu Londra Antlaşması gereği büyük devletlerin kararına bırakılmıştı.
14 Şubat 1914 tarihinde büyük devletler bir notayla kararlarını bildirdiler. İmroz, Bozcaada ve Meis Türkiye’ye verildi, İtalyan işgali altındaki Oniki Ada hariç Yunanlılar tarafından ele geçirilmiş tüm Ege adaları askersiz duruma getirilmek şartıyla Yunanistan’a verildi. Bu savaşların sonunda Yunanistan; Girit ile birlikte Selanik dâhil Güney Makedonya, Güney Epir ve İtalya’nın elindeki 12 ada hariç neredeyse bütün Ege adalarını ele geçirerek topraklarını iki katına çıkardı. (Özgören, Aydın. Tar.Uzm., Atatürk Dönemi Türk Yunan İlişkilerine Bir Bakış.)
Bu sırada Avrupa’nın büyük devletleri hızla kendi aralarında iki blok halinde gruplaşıyordu. Osmanlı İmparatorluğu daha Abdülhamit zamanında, 1871 tarihinde büyük bir güç haline gelen Almanya’ya yakınlaşmış, bu devleti İngiltere, Fransa ve Rusya gibi geleneksel güçlere karşı bir denge unsuru olarak görmüştü. Bu durum İttihatçılar zamanında da-özellikle de 23 Ocak 1913’te bir darbe ile devletin yönetimini ele geçiren Talat, Cemal ve Enver Paşaların yönetime gelmesinden sonra- gelişerek devam etti.
İki bloğa ayrılan o günün Avrupa’sında desteksiz kalmak istemeyen Osmanlı İmparatorluğu; İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerle de değişik zamanlarda ittifak arayışına girmişse de bu devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki hedefleri sebebiyle bir antlaşma mümkün olmadı. Hükümet yetkilileri müttefiksiz kalmak endişesiyle Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın oluşturduğu bloğa yakınlaştılar. Bu durumun doğal sonucu olarak ta Almanya’ya ile, savaşın hemen başlangıcında, bir ittifak antlaşması imzalandı.  Savaşın başlaması ve hızla yayılma eğilimi göstermesi ile Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi yönünde baskılarını artırdı. Bab-ı Ali Bulgaristan ve Romanya ile de bir ittifak anlaşması imzalamak için görüşmelerde bulundu. Bulgaristan ile bir savunma anlaşması yapılırken Romanya herhangi bir anlaşmaya yanaşmadı. Yunan diplomatları ile Ege adalarının Osmanlılara geri verilmesi konusundaki görüşmeler de çıkmazda kaldı. (Karal, Enver Ziya: Osmanlı Tarihi 9’uncu Cilt, s.346-389)
Artan Alman baskısının da etkisi ile, Osmanlı Donanması’nın 29 Ekim 1914 tarihinde Karadeniz’de Rus limanları ve gemilerine karşı bir saldırı düzenledi ve Osmanlı İmparatorluğu fiilen savaşa katılmış oldu.

Saygılar Sunarım.

Mehmet Çanlı
2.11.2017.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder