.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

5 Ekim 2013 Cumartesi

Yalan söyleyen tarih utansın (mı acaba).


Eskiden de duyduğum bir iddia bugünlerde internet çevrelerinde sık sık görülmeye başladı. Şimdi bu sözü Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL’ın ağzından ve onun resmiyle birlikte veriyorlar. Görmemezlikten geleyim dedim ama bir de bu konuda yapılan yorumları okuyunca dayanamadım.

Peki, nedir bu iddia?

Muhtemelen siz de duymuşsunuzdur.

2’nci Abdülhamit zamanında Osmanlı İmparatorluğu tek bir karış toprak kaybetmemiş ama onu deviren İttihat ve Terakki memleketi yıkıma götürmüş.

Bana sorarsanız, ben elbette bu iddianın ikinci bölümüne katılıyorum. Ama bir yalan yanında bir doğruyla birlikte verildi diye birinci bölüme de inanmak zorunda değilim. Çünkü birinci iddianın yalan olduğu o kadar açık ve şüphesiz ki bunu bilmemek imkansız gibi bir şey. Hele de Turgut ÖZAL gibi Cumhurbaşkanlığı da yapmış biri tarafından.

Peki, gerçekten Abdülhamit zamanında tek bir metre toprak kaybedilmemiş mi?
Tesadüf tür bu gün bu yayınları okuyup ta bu iddiaya inanan biri ile tartışıyoruz. İsterseniz aramızda geçenleri anlatayım, durumun ne kadar acayip olduğunu göreceksiniz.

Ben anlatıyorum:’’1877-1878 yılında (93 harbi olarak ta bilinir) Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en büyük yenilgisini aldı, Ruslar Yeşilköy (İstanbul)'a kadar geldi. Doğuda ve Balkanlarda çok büyük toprak kaybına uğradık. Balkan harbi gibi tarihimizin en acı olaylarından biri olarak tarihte yerini alan bu olay esnasında padişah kimdi acaba? Elbette 1876 yılından, İttihat ve Terakki tarafından tahttan indirildiği, 1909 yılına kadar padişahlık yapan Sultan 2’nci Abdülhamit.
Peki, kimdir bu Abdülhamit? Abdülhamit 31 Ağustos 1876'da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı. İlk icraatlarından biri kendisini tahta geçiren ekibin başında bulunan Mithat Paşa’yı sürgüne göndermek ve orada boğdurmak oldu. 33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909'da tahttan indirildi. 3 yıl Selanik'teki Aletini Köşkü'nde ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'na getirildi. 10 Şubat 1918'de İstanbul'da vefat etti.
Ben bunu söyleyince karşımdaki kişi sanki duymamış gibi dedi ki: ‘’Bizim tarihimizi bizden gizlemişler. Resmi tarih hep bizi aldatmış. Sen de her yazılana inanıyorsun.’’

Haydaaaa?!….

Yahu el insaf kardeşim!

‘’ Be hey mübarek!’’ dedim ve devam ettim: ‘’Ben hiç olmazsa yabancı yazarlarca da doğruluğu teyit edilen ve yazılı belgeleri de olan şeylere inanıyorum, sen ise onun bunun söylediği, gerçekle alakası olmayan söylentilere inanıyorsun yahu.’’

‘’Yani şimdi sen ne diyorsun? Tarih kitapları 93 harbi hakkında yalan mı söylüyor?  Ruslar İstanbul'a kadar gelmedi aslında, aksine biz Moskova’ya kadar mı gittik? Doğuda; Erzurum’a, hatta Bayburt’a kadar ilerlemediler mi? Savaş sonunda yapılan antlaşmalarla Batum-Kars ve Ardahan dâhil tüm Kafkasya Rusya’ya verilmedi mi yani?’’

‘’O zaman benim Kars’ta,bu işgalden sonra,  Rusların Baltık mimarisine göre yaptığı binaları görmem de bir hayal.’’

‘’Ama bunda bir terslik var be kardeşim. Bu binaları bütün Karslılar ve Kars’a giden herkes görüyor.’’

‘’Ayastefenos (Yeşilköy) Antlaşmasından ve sonrasında Avrupa devletlerinin araya girmesiyle şartların hafifletildiği Berlin Antlaşmasından Rus ve Avrupa tarihçileri de bahsediyor.’’
‘’Tüm bunlar yalan ama senin gibi tek bir kitap okumadan ahkâm kesen kişilerin söyledikleri mi doğru?’’

‘’Peki, bu kadarla kaldı mı? Sen belki bundan başka toprak kaybedilmedi sanabilirsin söyleyeyim; 93 harbi sırasında ve sonrasında daha birçok toprak kaybedildi. Mesela; Kıbrıs, özel sözleşmeyle İngiltere'ye bırakıldı(4 Haziran 1878), Yunanistan’a da Teselya bölgesi verildi.’’

Abdülhamit devrinde, 93 harbinden sonra da çok büyük topraklar kaybettik. 1881'de Tunus Fransızların eline geçit.  1882'de İngilizler İskenderiye'ye çıkıp Mısır’ı fiilen işgal ettiler.

Ben bunları aanlatıp bir onay beklerken, bu arkadaş söylediklerimden hoşlanmamış olacak ki, konumuz olmadığı halde Lozan Antlaşmasını eleştirmeye, bunu bir zafer değil bir hezimet olduğunu söylemeye başladı. Kocaman Osmanlı İmparatorluğu’nu bırakıp küçücük bir devlete razı olmuşuz. Atatürk Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan adam mış!

İçimden; ‘’Ne diyor bu adam yahu?! Sırf beni sinir etmek için mi böyle konuşuyor?’’ diye geçirdim, ama baktım adam ciddiydi.

Belki dinler ve doğruları anlar diye ben devam ettim: ‘’Yani Lozan'ı eleştirmek mümkün tabii ama Lozan olmasa bugün elimizde olanı da kaybedecektik. Osmanlı dağılma sürecine girmiş, 200 yıldan fazla bir süre ulaştığı son noktadan geriye doğru çekilmiştir. 1689’dan beri sürekli toprak kaybettik, sürekli geri çekildik. Bunu çok ta eleştirmiyorum. Bu normal bir tarihi süreç. Her devlet bir gün gelip zayıflamış ve topraklarını kaybetmiş ve hatta yıkılmıştır. Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi Osmanlı da bu süreci yaşadı ve tamamladı. İngiliz ve Rus İmparatorluğu gibi bu süreci halen yaşayanlar var. Şimdi bütün bu tarihin sorumluluğunu Atatürk'e yüklemek sadece hatalı değil aynı zamanda haksızlıktır ve ayıptır. Muhtemelen biliyorsundur; hak yemek, haksızlık etmek en büyük günahlardan biridir. Kuldan utanmıyorsan bari Allahtan kork! ‘’

’Osmanlı 1'nci Dünya Savaşı sonunda son dayanak noktamız olan Anadolu'nun da büyük bir bölümünü kaybetmiş ve Kurtuluş Savaşı ile bu son direnç noktamız tekrar ele geçirilmiş ve yeni bir devlet kurulmuştur. ‘’

‘’1'nci Dünya Savaşı sonucunda çözülen ve milli sınırlarına çekilen bir tek biz değiliz. Avusturya ve Prusya (Alman)  ulusları da aynı kaderi yaşamış, hatta onlarda kurtuluş savaşı verecek bir Mustafa Kemal çıkmadığından anavatanları bölünmüş ve başka devletlere verilmiştir. Alman ve Avusturya İmparatorlukları yıkılmış ve yerine ulus devletler kurulmuştur. Bu tek bizim başımıza gelen bir şey değil.’’

‘’O uluslarda da şimdi sizin yaptığınız gibi kurulan bu ulus devleti reddeden ve eski imparatorluklarına özenen Hitler gibi, Mussolini gibi kimseler çıkmıştır. Yeni Almanya’yı (3’ncü Reight’i) ve yani Roma İmparatorluğu’nu kurmaya kalkışmışlardır. Ama onların da insanlara yaşattıkları acılar ortada.’’

‘’Yani diyorum ki;  tarihi değiştiremeyiz. Ölüleri diriltemeyiz. Giden geri gelmiyor. Bu yeni Osmanlıcı yaklaşımları da çığırından çıkacak gibi duruyor. Bakın sıfır sorun diye kucakladığımız devletlerin çoğuyla şimdiden kanlı bıçaklı olduk.’’

‘’Ama, tek yanlış düşünen sen değilsin. Bazıları senin gibi Cumhuriyete ama bazıları da Osmanlı’ya sövmeyi bir maharet biliyor. Bunların her ikisi de bizim devletimiz. Hiç birine çamur atmaya kimsenin hakkı yok fakat elbette bu devletlerde bazı hususlar eleştirilebilir. Ama açık tarihi gerçekleri insanlara başka türlü ve yanlış bir biçimde satmaya da kimsenin hakkı yok.’’

‘’Ben bu tartışmaya; Özal'ın söylediği sözün doğru olmadığını söylemek için girdim. Özal'da bizim önemli bir devlet adamımızdır. Ama eğer bu sözü söylediyse yanlış yapmıştır, hata yapmıştır. Söylediğinin yanlış olduğu açık seçik ortadadır ve savunulacak bir durumu da yoktur.’’

‘’Şimdi biri çıkıp ta birisi (kim olursa olsun);  Abdülhamit Han zamanında hiç toprak kaybetmedik diyorsa ya tarihten haberi yoktur veyahut yalan söylüyordur.’’

‘’Benim bu söylenenin doğru olmadığını söylememe kızıyorsun ama tüm gerçekler, bu kadar açık bir şekilde ortadayken birileri milleti salak yerine koyarcasına böyle yalanlar söylüyorsa ben ne diyeyim? Doğrudur deyip alkış mı tutayım?’’

‘’Ben böyle bir yalanı/yanlışı onaylayamam.’’

‘’Sanırım aklı başında hiç kimse de onaylamaz.’’

‘’Lütfen böyle iddiaları duyunca; biraz objektif, biraz açık fikirli ol. Doru ile yanlış sana da çok açık görünecek.’’

Sanırım artık yaşlandığım dan olacak böyle bir uzun nutuktan sonra kendimi daha fazla konuşmamak için zor tutup adamın cevap vermesine fırsat verdim.

Beni ilgiyle dinliyormuş ve aklı başına gelmiş gibi duruşundan bir onay veya eski bildiği yanlışlara bir dair bir şüphe beklerken adam ne derse beğenirsiniz?

‘’Abi senin kafanı yıkamışlar. Yalan yanlış şeyleri okumuşsun. Sen çok sabit fikirli olmuşsun! Artık tartışmayalım. Çünkü görüyorum ki bir faydası olmayacak!’’ demesin mi?
Şaştııım kaldım!

’Pes yani!’’ dedim.

’Cahilliğe övgü’’ bir kitap ismidir diye biliyordum ama şimdi gerçek olmuş karşımda duruyordu.
‘’Eyvallah kardeşiiim! Ne diyeyim? Bence sen de haklısın.’’ deyip muhabbeti derhâl terk ettim.
İnternette yayın yapan kendince güvenilir kaynaklardan öyle öğrenmiş ya! Ben ne dersem diyeyim, onun ezberine sokulmuş bu saçmalıklar doğru gelecekti ona!

Eee, tabii sorgulama yok.

Biat var!

 Sorgulamadan inanmak var!

Bunlar tarihi de bir din sanıyorlar galiba.

Sanırım; tarihçi geçinen sahtekârları da fetva makamı! 

Bu sahtekârlar; ne saçmalarsa saçmalasın, bunlara sorgulamadan inanıyorlar.

Ne demişler, ‘’Dünyayı değiştirebilirsin ama bir sabit fikri asla!’’


Saygılar sunarım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder