.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

25 Eylül 2013 Çarşamba

Ülkelerin demografik sorunları.


     Demografik durum; ülkelerin tarihi, sosyal durumu, ekonomik durumu, dini inançları, gelişmişlik durumu, eğitim düzeyi, devlet politikaları gibi onlarca etki altında şekillenir. Örnek verecek olursak şehirleşmenin arttığı, refah seviyesinin arttığı AB,ABD, Japonya gibi ülkelerde doğurganlık azalmaktadır. Ancak dini ve ideolojik faktörlerin etkili olduğu, tarihi yok edilme travmalarının toplum belleğinden silinmediği Yahudiler gibi toplumlarda yukarıdaki şartlar mevcut olsa da doğurganlık oranı yüksek olabilmektedir. Araplarda da dini ve kültürel sebeplerle doğurganlık oranı yüksek seyretmektedir. Burada doğumu teşvik eden unsurlar kadar doğum kontrolünü yasaklayan kurallar da etkili olmaktadır. Örnek verecek olursak ülkemizde de doğum kontrolünün günah olduğunu, kürtaj ve doğum kontrol yöntemleri kullanmanın insan öldürmek (cinayet) demek olduğunu söyleyen din adamlarının telkinleri yüzünden ağırlıklı olarak doğu ve güneydoğu bölgelerimizde olmak üzere dini inançları kuvvetli ancak dini bilgileri az vatandaşlarımız hiçbir korunma yöntemi kullanmamakta ve çok sayıda çocuk yapmaktadır.
     Peki üreme oranının yüksek veya düşük olması ne sonuçlar doğurur?
     Öncelikle yüksek doğum oranı ve nüfus artış hızının sonuçlarını ele alalım. Örnek üzerinden gidecek olursak Hindistan, Orta doğu ve Afrika ülkeleri bu grupta incelenebilir. Mevcut nüfusu artıracak miktarda doğan her insan yeni gıda, enerji, para, okul, yol vb. konularda artışı gerektirir. Eğer nüfusu aşırı artan devlet zengin kaynaklara sahip değilse, ekonomik olarak gelişmemişse; mevcut nüfusu artıran her doğum ülkede kişi başına düşen gelirde daha büyük bir azalmaya sebep olacaktır. Aşırı kalabalıklaşmış nüfus; ekonomik, sosyal, kültürel vb. alanlarda sorunların da artmasına sebep olacaktır. Bu da iç savaşlara, göçlere ve ülkeler arasında savaşlara ve bunun sonucunda açlığa, toplu ölümlere sebep olacaktır. Bu gün dünyada aşırı nüfus yoğunluğu nerede vardır diye soracak olursak; ilk akla gelen Çin ve Hindistan olacaktır. Fakat Güneydoğu Asya'nın tamamında durum aynıdır.
     Çin fazla nüfusun gelişmesi üzerinde olumsuz etkisini önlemek için bir çocuk sınırlaması koymuş ancak bu da başka sorunlara sebep olmuştur. Ortalama yaşam süresinin artmasının da katkısıyla Çin nüfusu hızla yaşlanmaktadır. Çok yakın bir gelecekte yaşlı insan nüfusu o kadar artacaktır ki çalışan insanlar bu nüfusa bakmakta zorlanacaktır.
     Diğer olumsuz etkiler ise; erkek nüfusunda artış ve etnik olarak farklılık gösteren bölgelerde yaşanan sorunlardır. Herkes ailenin adını devam ettirme peşinde olduğundan; suni yollarla erkek çocuk yapma, anne karnındaki çocuğun kız olduğu anlaşılınca düşük yaptırılarak erkek çocuk için tekrar hamile kalma gibi sebeplerle Çin'de kadın nüfusun erkek nüfusuna oranı sürekli düşmektedir. Bu durum sosyal sorunlara sebep olmaktadır. Örneğin geçmiş yıllarda Uygurlarla Çinliler arasındaki çatışmaların, Çinli kız bulamayan Çinli erkeklerin Uygur Türkü kızlara sarkıntılık yapması sonucu başladığı söylenmektedir.
     Çin yönetimini endişelendiren diğer bir sonuç ta etnik azınlıkların Çinlilere göre daha fazla üremesi sonucu, ülke genelinde olmasa da bazı bölgelerde etnik adaların oluşması ve genişlemesi sonucu ülke bütünlüğünün tehlikeye girme ihtimalidir. Etnik azınlıklar gerçekten de daha fazla üremektedir. Çünkü tek çocuk uygulamasının uluslararası tepki alması ve azınlıkların tepkisini uyandırmasından çekinen komünist yönetim azınlıklara 2 çocuk yapmaya izin vermektedir. Ayrıca çoğunluğu daha kırsal ve devlet kontrolünün daha zayıf olduğu bölgelerde yaşayan azınlıklar kaçak olarak daha fazla çocuk ta yapabilmektedir. 2 çocuk izni azınlıklarda erkek nüfusun artması sorununu da önlemekte nüfus daha dengeli olmaktadır. Yönetim bu durumun gelecekte etnik çatışmaları artıracağından korkmakta ve tek çocuk politikasını gevşetmeyi planlamaktadır. Çin bu politikasına devam ederse gelecekte İç Moğolistan Moğollarını, Uygur Türklerini ve Tibetlileri gelecekte kontrol edemeyecek gibi görülmektedir. Bunu önlemek için de Çin iç göç politikalarıyla bu bölgelere Çinlileri yerleştirmektedir.
     Çin'in fazla nüfusun gelişmesi üzerinde olumsuz etkisini tersine çevirecek başka tedbirler de alıyor sanırım. Çünkü Çin nüfusu hızla komşu ülkelere demografik işgal diyebileceğim bir şekilde akmaktadır. Bundan en çok etkilenen ülkeler ise doğu bölgeleri adeta ıssız denebilecek kadar boş olan Rusya Federasyonu ve metrekareye düşen insan sayısının çok düşük olduğu Moğolistan olmaktadır. Çinliler buraya Çin şirketleri ile ve kaçak olarak gelmektedir. Önce çalışma izni ve oturma izni alan bu insanlar bir süre sonra vatandaşlığa da geçebilmek için her yolu denemektedir. Aynı göç olayı ABD, AB ülkeleri ve bazı Afrika ülkelerine de olmakla beraber o ülkelerin nüfus yoğunlukları fazla olduğundan bu nüfus plantasyonunu henüz tehdit olarak algılamamakta dırlar. Ancak Rusya ve Moğolistan için durum farklıdır. Moğolistan Türkiye'nin yaklaşık 3 katı büyüklüğünde toprağa sahip olmasına rağmen nüfusu 3-3,5 milyon kadardır. Bu sebeple bu göçü tolere edebilmeleri imkansız görülmektedir. Bunu önlemek için yasa dışı göçü önlemek için sıkı tedbirler almasına rağmen bunu tam olarak başaramamaktadır. Rusya'nın nüfusu oldukça fazla olmasına rağmen Rus nüfus ülkenin batısında ve büyük şehirlerde yaşamakta, doğuda ve kuzeyde nüfusları az, etnik olarak Türk kökenli, dini olarak Müslüman veya Şamanist insanlar yaşamakta, bu bölgeler ayrıca ıssız denebilecek kadar nüfus yoğunluğundan yoksun bulunmaktadır. İşte bu bölgelere de adeta demografik işgal denilebilecek şekilde Çinli göçü olmaktadır. Daha şimdiden bazı küçük yerleşim yerlerinde Çinliler çoğunluğu oluşturmaktadır. Rusya bu nüfus baskısını bir tehdit olarak algılamakta ve sıkı tedbirler almakta ancak bunu durduramamaktadır.
     Çinliler, kendilerine has fizik yapısı, dinleri, kültürleri ile göç ettikleri yerlerde koloniler halinde yaşamakta ve asimle olmamaktadır. Bu nüfus Çin'deki nüfus sorunlarını azaltırken Çin'in ileri üssü gibi de görev yapmaktadır.
    Hindistan hızla gelişmesine rağmen aşırı yoğun nüfusu yüzünden sıçrama yapamamakta ve buna etkili bir çözüm de getirememektedir. Diğer uzak doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi Hindistan da bu yüzden iç çatışmalar, hastalıklar ve yoksullukla mücadele içinde bocalamaktadır. Etnik ve dini çeşitlilik te bunda etkin bir faktör olmaktadır. Bu çatışma ve yoksulluk iç ve dış göçleri artırmaktadır. Yasa dışı göç sorununda Hindistan kaynak ülkelerin başında gelmektedir. Hatay-Yayladağı sınırında görev yaparken yakaladığımız yasa dışı göçmenlerin çoğu Hindistan (Çoğu da Sih) vatandaşı idi. Hindistan'dan bu göçün nüfus yoğunluğunu azaltmak yönünden bir faydası olmakla beraber olumsuz etkileri de olmaktadır. Bu göçlerle özellikle Batı ülkelerine yetişmiş insan kaynakları akmaktadır. Londra'da gittiğim doktorların çoğunun Hintli olduğunu söylersem ne demek istediğim biraz anlaşılır sanırım. Diğer bir sakınca ise Batı Ülkelerine giden başta Sihler olmak üzere değişik etnik ve dini gruplardan insanlar buralarda örgütlenerek geldikleri ülke aleyhinde kamuoyu oluşturmaktadır.
    Afrika ülkelerinde mevcut yüksek doğum oranı iki şekilde sonuçlanmaktadır. Kaynakları, hatta temel ihtiyaç olan su kaynakları bile kısıtlı olan Afrika ülkelerinde iç çatışmalar ve ülkeler arasındaki çatışmaların ardı arkası kesilmemektedir. Zaten kıt olan kaynaklar adil dağıtılamadığından ve bu savaşlarda heba olduğundan birçok bölgede insanlar, özellikle çocuklar açlıktan ölmektedir. Açlık ve savaşlar ise yasa dışı göçü doğurmakta, milyonlarca insan kendi ülkesinde bir yerlere, komşu ülkelere, buralardan da AB gibi gelişmiş bölgelere göç etmektedir. Hatay da görev yaparken en büyük ikinci yasa dışı göçmen grubunu Afrika kökenliler oluşturmaktaydı.
     Peki bu nüfusun göç ettiği bölgelerde durum nedir. Bunların nüfus artış hızları iyice yavaşlamış, hatta bazılarında nüfus azalmaktadır. İşte bu fazla nüfus fizik kurallarında da olduğu gibi boşlukları doldurmaktadır. Tabii gittikleri yerlerde bünyeye yabancı olan bu yeni varlıklar gerek kendilerinden kaynaklanan, gerekse girdikleri bünyeden kaynaklanan birçok yeni sorunun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
     Şimdi de nüfus artış hızı oldukça yavaşlayan ülkelerin durumuna bakalım. Komşumuz olması sebebiyle önce Rusya'dan başlayalım. Rusya nüfusu Sovyetler Birliği dağıldığından beri sürekli azalmaktadır. Bu durum ülkenin gelişmesi üzerinde büyük bir olumsuz etki yaratmaktadır. Nüfusun azalması üretimin de azalmasına, dolayısıyla ekonominin gelişememesine sebep olmaktadır. Gerçi Putin enerji gelirlerini iyi kullanarak ekonomiyi belli bir seviyeye kadar düzeltmiştir ancak Rusya sanayi ve tarım alanlarında sürekli gerilemektedir. Dünya gücü olma iddiasını tekrar kazanma arzusunda olan bir devlet için bu çok olumsuz bir durumdur. Nüfus (Demografik güç) milli güç unsurlarından en önemlilerinden biri olduğundan bu gücü sürekli zayıflayan bir devletin ileride amacına ulaşması beklenemez.
      Rusya'nın bu hususta diğer bir sorunu da içinde bulunan çoğu Türk olan Müslüman azınlığın durumudur. Rusyanın nüfusunun azaldığını söylemiştim. Ama Rusya'da yaşayan Türk-Müslümanların nüfusu azalmamakta aksine hızla artmaktadır. Bu da göstermektedir ki Rus etnik kökeninden olan nüfus istatistiklerde görünenden daha hızlı azalmaktadır. Bu şekilde devam ederse yakın bir gelecekte Rusya'daki Müslüman nüfus artık Rusya'nın kontrol edemeyeceği büyüklüğe ulaşacak, Rus nüfusunda azalma da göz önüne alınırsa orantısal olarak hızla birbirine yaklaşacaktır. Bunun yanında doğu bölgelerine gerçekleşen Çinli demografik istilası da Rusya'nın gelecekte demografik dengelerini hızla bozacaktır. Petrol gelirleri artan Rusya'da batı bölgesindeki şehirler geliştikçe bir iç göç olgusu da meydana gelmiştir.. Gerek Orta Asya Cumhuriyetlerinde, gerekse Rusya'nın doğusunda yaşayan Rus etnik kökeninden insanlar hızla bu gelişen bölgelere göç etmektedir. Bu da demografik durumu iyice sarsmaktadır. Yakın bir gelecekte Ruslar yaklaşık 250 yıldır yayıldıkları tüm topraklardan savaş yapmadan tarihi Rusya topraklarına göç vasıtasıyla çekilmiş olacaklardır. Benim tahminim önümüzdeki 50 yıl içinde Rusya ya bölünecek veya yönetimi diğer etnik gruplarla paylaşacağı yeni bir düzene geçecektir. Aleksandr Dugin'in de söylediği gibi Rusya'nın tam ortasında bulunan ve gittikçe güçlenen, nüfusu artan Tataristan'dan doğusu ve Kafkasya Rusya'nın kontrolünden çıkabilir. Doğuda da Çin nüfusu bu şekilde artarsa Çin ile sorunlar yaşayabilir.
     Putin yönetimi de bu durumun farkına varmış olacaklar ki o da bizim başbakan gibi üç çocuk yapın diye Rus halkına çağrılar yapmakta, çocuk parası vb. uygulamalarla doğum oranlarını artırmaya çalışmaktadır. Ayrıca artan Müslüman nüfusu devlete bağlamak ve bunlar vasıtasıyla Rusya'nın etkinliğini İslam dünyasında artırmak için İslam Konferansı Örgütüne gözlemci olarak katılma kararı almıştır.
    Diğer bir komşumuz olan İran'a bakacak olursak durumun biraz daha komplike olduğunu görürüz. İran'da Fars nüfusu %50'nin altında olmasına rağmen ülke fars kültürünün hakimiyetinde yönetilmektedir. Bunun için Şii ideolojisi ve İslami yönetim bir tutkal olarak kullanılmaktadır. Ancak bu da Kürtler ve Beluciler gibi Sünni toplulukların ayrılıkçı hareketler içine girmesine sebep olmaktadır. İran'ın en büyük handikabı barındırdığı Türk kökenli insanların nüfusun neredeyse yarısına yakınını oluşturmasıdır. Tarihi Güney Azerbaycan bugün İran'ın elinde bulunmakta ve Azeri nüfus arasında milliyetçi duygular gittikçe artmaktadır. Ayrıca bir miktar Türkmen nüfusu da vardır. İran'da Farslar hariç her etnik grubun komşu devletlerde büyük miktarda soydaşları yaşamaktadır. Beluciler; Pakistan'da, Kürtler; Irak ve Türkiye'de, Azeriler ve Türkmenler de Azerbaycan ve Türkmenistan'da yaşamaktadır. İran'da nüfus artmakta ancak hangi etnik grubun hangi oranlarda arttığına dahil elimizde bir veri bulunmamaktadır. Ancak mevcut rejimin zayıflaması, yıkılması veya daha demokratik bir yönetime evrilmesi sonucu İran'da bir iç savaşın çıkması ve bu savaşta her etnik grubun komşu ülkeler tarafından desteklenmesi sonucu çatışmaların yayılması ve bunun nüfus hareketlerine sebep olması kaçınılmaz görünmektedir.
    Irak ve Suriye'nin çatışmalı durumlarına bakınca demografinin bu ülkeleri nasıl etkilediği net olarak görünmektedir. Bu ülkeler uzun süredir kamuoyu önünde tartışıldığından bunların durumunu ele almayacağım.
    Diğer komşumuz Yunanistan'a geliyorum. Yunanistan hala nüfusu artan nadir AB ülkelerinden biridir. Ancak içinde barındırdığı Makedon, Hristiyan Arnavut, Türk gibi etnik unsurları kendisi için tehdit olarak görmekte ve sürekli olarak bunları baskı altına alarak asimle etmeye, edemediklerini de ülke dışına göç ettirmeye zorlamaktadır. Ayrıca Pomakları Türk değil diye ayrı bir grup haline getirmeye çalışarak ana tehdit olarak gördüğü Müslüman-Türkleri etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Bunun sonucu olarak 1920'li yıllardan beri Türk nüfusu sürekli azalmaktadır. 2'nci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Almanlarla işbirliği yaptılar bahanesiyle soykırıma tabi tuttuğu Çamerya bölgesi Arnavutlarından da kurtulmuş, bu bölgede etnik temizlik yaparak bölgeyi Yunanlılaştırmıştır. Ancak yine de o kadar rahat değildir. İçindeki etnik gruplar, tarih boyunca Yunanistan'dan ayrı bir kültürü olan Gritliler ve Rodos bölgesi (12 ada) Yunanistan'da ortaya çıkabilecek büyük bir çöküntü sonucu sorun yaratabilir. Halen devam eden ekonomik krize adı geçen bölgeler halklarının verdiği tepkiler de bunun ip uçlarını verir gibidir. Ancak bu durum en kötü ihtimal senaryosu olarak değerlendirildiğinden Yunanistan'ın şu anda demografik açıdan büyük bir sorunu vardır diyemeyiz. Bununla birlikte ülkeye gelmiş olan yasa dışı göçmenler Yunanistan'ın başını ağrıtmaya başlamıştır.
     Demografik açıdan en büyük sorun yaşayan ülkelerden biri de Bulgaristan'dır. Bulgarlar sonradan slavlaşmış bir Türk halkıdır. Uzun süre Osmanlı egemenliğinde yaşamış ve bağımsızlık mücadelesi ve Balkan Savaşları sonunda toprakları içinde önemli miktarda Türk ve Çingene nüfus kalmıştır. Komünist yönetim zaman zaman planlı gerilimler yaratarak bu insanları asimle etmeye, buna direnenleri de Türkiye'ye sürmeye gayret göstermiştir. Bunun en önemli sebebi Bulgarların üreme oranlarının çok düşük, Türklerin ve Çingenelerin ise çok yüksek olmasıdır. Bu günkü artış oranları dikkate alınarak yapılan tahminlerde 50 yıl sonra Bulgar nüfusunun azınlığa düşeceği, Çingenelerin en kalabalık etnik grup olacağı iddia edilmektedir. Bulgaristan şu anda iç gerginliklere iyi bir çözüm olacak şekilde demokratik adımlar atmıştır. Ancak demografik yapı değiştikçe bu durumu muhafaza etmek zor olacaktır. Diğer etnik gruplar devletin egemenliğinde kendi gruplarına daha fazla hak ve söz sahipliği talep edeceklerdir. Bu gün mevcut sistemlerini gelişmelere göre dönüştüremezlerse Bulgaristan'ın ileride iç sorunlar yaşaması kaçınılmazdır.
     Şimdi AB'nin diğer ülkelerine bir göz atalım. AB genelinde nüfus artış hızı çok düşüktür. AB ülkelerinin tamamına yakınında Asya, Afrika ve Ortadoğu'dan gelmiş ve bir çoğu o ülkelerin vatandaşı olmuş büyük bir nüfus yaşamaktadır. Bu göç AB'nin genişlemesiyle kısmen durdurulmaya çalışılmış, ihtiyaç duyulan insan gücü Romanya, Bulgaristan ve Polonya gibi eski Sovyet cumhuriyetlerinden sağlanmaya çalışılmış ancak diğer ülkelerden göç tamamen durdurulamamıştır. Aslında bunun durdurulması da AB için iyi değildir. Yaşam süreleri uzayan, nüfus artış hızları düşen Avrupalılarda büyük bir yaşlı nüfus kitlesi oluşmuş, sosyal güvenlik kurumları çökme noktasına gelmiştir. Avrupalılar göçmen almaya devam edeceklerdir ancak bunda seçici olmak istemektedirler. Çünkü başlarına sorun teşkil edecek, eğitimsiz, niteliksiz ve adapte/asimle edilmesi zor insanlar yerine üretim seviyelerini koruyacak, yaşlı emekli yığınının sosyal güvenlik kurumlarına paralarını ödeyecek, eğitimli, nitelikli ve kolay adapte/asimle edilebilir göçmenler istemektedirler. Bu sebeple sıkı göç politikaları uygulamaya başladılar.
     AB'ye bir yönden göç devam ederken önemli bir sorunu da yıllardır bu ülkelerde yaşayan yabancı işçi ve göçmenler oluşturmaktadır. Avrupalıların nüfusu pek artmazken bu göçmen ve yabancı işçilerin nüfusları çok hızlı artmaktadır. Bunların önemli bir kısmı artı o ülkelerin vatandaşı da olmuşlardır. Ancak gettolar halinde yaşayan bu insanlar bir türlü asimle olmamakta hatta bazıları yıllarca yaşadıkları ülkenin dillerini bile öğrenmemekte ısrar etmektedirler. Bu durum o ülkelerin yönetimlerini rahatsız etmiş, başka ülkelerde anadilde eğitim teraneleri okurlarken yabancı işçi ve göçmenlerin ülkelerinde kalmak için devletin resmi dilini öğrenmelerini mecburi şart koşmuş turlar. Aslında bu rahatsızlıklarının kendilerine göre haklı sebepleri vardır. Örneğin Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk nüfusu bazı Avrupa Ülkelerinin nüfusundan fazladır. Toplam Müslüman nüfus ise çok daha büyük sayılara ulaşmıştır. Bu nüfus bazı yerlerde bir bölgeye toplanmış ve belli yerlerde neredeyse çoğunluk teşkil edecek seviyeye gelmektedir. Sanırım bu ülkeler bunu kendileri açısından bir tehdit olarak görmektedir. Ancak bu kadar tedirgin oldukları göçmen ve yabancı işçilere ne kadar şüpheyle baksalar da Avrupalılar hem bunlara hem de yeni yabancı işçi ve göçmenlere mahkumdurlar. Yoksa son 200 yıldır dünyada üstünlük kurmuş olan Avrupa, yaşlı nüfusu ve düşen üretimi/tüketimi ile hızla arka sıralara doğru gerilemeye mecbur kalacaktır.
     Bundan başka Avrupa devletlerinin şimdiye kadar uyguladıkları etnik politikalar sebebiyle bazı ülkeler kendi ülkelerinde bulunan etnik azınlıkların ayrılması ile bölünmesi riski taşımaktadır. Kısaca değinecek olursak bunlar; İtalya (Kuzey-Güney), Fransa (Korsika), İspanya (Katalonya, Bask, Endülüs), Belçika (Flamenk-Valon), İngiltere (Galler, İskoçya,Kuzey İrlanda) olarak sayılabilir. AB normları gereği kurulan yeni yapılarla bu ülkelerde ayrılıkçı adımlar her gün güçlenerek atılmakta ve gelecekte bu ülkelerin tamamı bölünme riski taşımaktadır.
     Avrupa'da diğer bir demografik sorun da eski Yugoslavya Cumhuriyetlerinin mevcut durumudur. Makedonya'da çok büyük miktarda Arnavut, Kosova'da az ama belirli bir bölgede çoğunluğu oluşturan Sırp, Sırbistan'da birçok Müslüman (Boşnak,Türk, Arnavut) ve Macar, Bosna Hersek'te büyük miktarda Sırp ve Hırvat bulunmaktadır.  Burada sorun çözülmüş gibi görünmemektedir, sadece dondurulmuştur. Zaten büyük güçler hiçbir yerde sorunu çözmez bazen de kasıtlı olarak daha sonra kaşıyabilmek için sorunlar bırakırlar. Gelecekte, bu bölge halkları inşallah akıllı davranır ve birbirlerini boğazlamaya kalkmadan beraber yaşamanın yollarını bulurlar.
     Dünyanın diğer bölgelerine (ABD, Avustralya, Kanada ve Güney Amerika ülkeleri) bakarsak oralarda da demografik sorunlar olduğu görülmektedir. Bu ülkeler keşfedildikleri/işgal edildikleri ilk günden beri göç almakta ve bunu muhtemelen yerli halka karşı çoğunluk sağlamak, geniş toprakları işlemek için gerekli insan gücünü sağlamak, daha sonra sanayi işçisi ihtiyacı ve günümüzde de kalifiye eleman ihtiyacını karşılamak için teşvik etmişlerdir. Bu ülkeler insan ihtiyacını karşılamak için kitlesel olarak Afrikalı köleleri bile topraklarına taşımışlardır. Ancak bu gün de yeşil kart uygulamaları gibi yöntemlerle göçe devam ederlerken kontrolsüz ve yasa dışı göçe engel olmaya çalışmaktadırlar. Bunun sebebi sadece yasal zorunluluklar değil güvenlik ve demografik dengenin bozulması korkusudur. Mesela ABD'de Asya ülkelerinden gelmiş (özellikle Çin'den) milyonlarca insan bulunmakta ve bunlar gettolar halinde yaşadıklarından o meşhur Amerikan ''Melting Pot''unda erimemektedirler. Son yıllarda bunlardan daha tehlikeli olarak görülen, hatta Bush yönetiminde geleceğin tehdidi şeklinde resmi olarak dile getirilip bazı tedbirler alınması düşünülen Güney Amerikalı (Çoğu Meksikalı) göçmenlerdir. Bu Hispanik diye tabir edilen göçmenler, özellikle güney bölgelerinde çok artmış, bir çok yerde çoğunluğu ele geçirmişlerdir. Bunlar Melting Pot'ta erimeye karşı direnmekte, kendi dillerini konuşmaya devam ettikleri gibi İngilizce de öğrenmemektedirler. Bu durum zaten ABD kurulduktan çok sonra Meksika'dan ele geçirilmiş olan güney bölgelerinin ileride ABD'den ayrılmayı talep edebileceği korkusu yaratmaktadır. ABD'nin kurucu unsuru sayılan Avrupalı-Anglosaksan-Protestan unsurlar; gelir seviyesi yüksek, önemli mevkileri tutmuş ve şehirlerde, özellikle büyük şehirlerde yaşamakta ve bunun doğal sonucu olarak üreme oranları düşmüş bulunmaktadır. Hispanikler, Asyalılar ve Yahudiler ise yüksek doğurganlık oranına sahiptirler. Bu durum tüm göç politikalarına rağmen gelecekte ABD'nin demografik yapısını tamamen değiştirebilir. O zaman da ya bölünme veya çok dilli yeni bir sistemin kurulmasına yol açabilir.
     Gelelim Türkiye'ye.... Türkiye de benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Nüfus artış hızı oldukça düşmüştür. Bu düşüş batıda daha fazla doğuda daha az olmakla birlikte her yarde vardır. Ayrıca ülke içinde Batıya ve büyük şehirlere göç bazı bölgeleri aşırı kalabalıklaştırırken bazı bölgeleri de ıssızlaştırmaktadır. Başbakanın bir çok politikasına karşı çıksam da 3 çocuk söyleminin bir mantığı olduğunu düşünüyorum. Gerçi bizim nüfus artış hızımız Rusya ve Avrupalılara göre oldukça yüksek olsa da bu şekilde giderse ileride onlarla aynı sorunlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Ülkemizin dengeli bir şekilde gelişmesi ve büyümesi için belirli bir nüfus artışının altına düşmemek gerekmektedir. Başbakan 3 çocuk dediğine göre bunun hesabını yaptırmıştır da bu rakamı söylüyordur diye düşünüyorum ve ben de herkese en az 2-3 çocuk yapmasını, başka türlü yapamıyorsa bile ülkemize demografik açıdan hizmet etmelerini tavsiye ediyorum.

   Saygılarımla.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder