.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

27 Eylül 2013 Cuma

Suriye hakkında doğru sanılan yanlışlar ve gerçekler.


Suriye krizi çıktıktan sonra Türkiye'de bu konu hakkında konuşan insanlar politik tavırlarına uygun olarak adeta ikiye bölündüler. Bazıları Esat ve onun yaptığı her şey kötü, bazıları da Esat ve yönetimi çok iyi, Esat'la çatışanların hepsi kötü diye özetleyebileceğimiz bir söylem geliştirdiler. Tarafsız ve sağlıklı değerlendirmeler yapan çok az kimseye rastladım.
     Ben Suriye sınırında üç yıl görev yaptım. Bu görev sırasında defalarca Suriye'ye gittim. Suriyeli yetkililer, Müslüman Kardeşlerin eski üyeleri, Kürt siyasi muhalifler, Ermeniler, Türkler ve değişik siyasi görüşte ve mezhepte Araplarla görüşme imkanım oldu. Bunlardan resmi devlet personeli olanlar haricindekiler gezilerim esnasında tesadüfen karşılaştığım kişilerdi. Bu üç yıl boyunca; Suriye'nin toplum yapısı, etnik ve dini gruplar, devletin yapısı, Baas rejimi, silahlı kuvvetler, Muhaberat (istihbarat teşkilatı), Suriye tarihi gibi konuları sırf bu konulara merak ettiğimden ve görevim esnasında bana faydalı olur diye araştırdım ve inceledim. Şimdi bu incelemem sonucunda edindiğim bilgilerin de ışığında bu günkü durum hakkında görüşlerimi sunmaya çalışacağım.
     Suriye tarihi açıdan en eski dönemlere kadar zengin bir tarihi olan bir bölgedir. Hititlerle Mısırlılar arasında uğruna savaşılan bölge burasıdır. İlk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması bu topraklarda yapılan savaştan sonra yapılmıştır. İskender'in ölümünden sonra onun komutanları tarafından kurulan ve uzun süre yaşayan devletlerin biri de Suriye'de kurulmuştur. Akdeniz'i bir ticaret yolu haline getiren Fenikeliler (Tunus'ta daha sonra kurulan ve Büyük General Annibal komutasında Romalıları, daha İtalya dışına yayılmadan neredeyse ortadan kaldıracak olan Kartaca devleti de Fenikelilerin kurduğu bir devlettir.) Suriye'de hâkim olmuşlardır. Asurlular zaten Suriye merkezli bir devlettir. Hatta Suriye isminin de Asur ülkesi anlamına geldiği söylenmektedir. Bu gün ülkemizde yaşayan Süryanilerin ‘’Süryani’’ isminin anlamı da Suriyeli demektir ve kendilerini Asurluların torunları olarak görürler. Suriye'de MÖ 5000 yılından kalma tapınak, yerleşim yerleri ve heykeller bulunmaktadır dersek tarihi derinliği sanırım daha iyi anlatabiliriz.
     İlginç bir şey daha söyleyeyim; Yunanlılar her ne kadar aksini söylese de, bazı tarihçiler elde ettikleri tarihi kalıntılara dayanarak ilk olimpiyatların Lazkiye güneyinde bulunan Tartus bölgesinde yapıldığını, efsanelerde anlatılan Prometeus'un tanrılardan ateşi çaldığı ve ısısını düşürmek için denize soktuğu yerin de bugün Antakya ili Yayladağı İlçesinde, Suriye sınırında bulunan Kel Dağ (Sınır bu dağın güney sırtlarından geçmektedir.) olduğunu iddia etmektedir. Bu dağın tepesinde Şimşek Tanrısına adanmış bir tapınak, daha sonra Hristiyanlar tarafından kilise haline getirilmiş ve kalıntıları halen burada bulunmaktadır. Yani Suriye ve etrafındaki bölge her zaman önemli bir siyasi, kültürel ve dini merkez olmuştur.
     Suriye ayrıca; Romalılar ve Doğu Romalılar (sonradan ismi Yunanlı ve bazı Avrupalı devletlerce Bizans diye uydurulan ama yıkılırken bile kendini Doğu Roma İmparatorluğu diye adlandıran, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederek yıktığı devlet) ve İslamın ilk dönemlerinde önemli bir eyalet, Emeviler döneminde Başken’in Şam yapılması ile devlet merkezi, Abbasiler’in bir eyaleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bağlı devleri, bazı Türk Beylikleri/Devletlerinin merkezi olduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti olmuştur. Özetleyecek olursak; Suriye, tarih boyunca Fenikeliler, Kenanlılar, İbraniler(Yahudiler), Aramiler, Asurlular, Babilliler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Doğu Roma, Emevîler, Abbâsîler, Eyyubiler, Selçuklular, Memlûklular, Haçlılar ve Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiştir. Tarih boyunca değişik dinlerden, değişik diller konuşan birçok millet tarafından yönetildiğinden onlardan kalan sadece tarihi eserlere değil, değişik din, mezhep ve kültüre sahip çeşitli insan topluluları açısından da zengindir.
     Suriye’de bu gün; etnik olarak Arap , Kürt ,Türk ,Ermeni,Çerkez; dini ve mezhep olarak; Sünni, Nusayri, Hristiyan, Dürzî ve az sayıda diğer Şiî İslami hizipler (İsmailî, Câferî), çok az sayıda da Yahudi ve Yezidi bulunmaktadır.
     İşte bu durumu iyi değerlendiren Fransızlar; Birinci Dünya Savaşı’nda ele geçirdikleri Suriye’yi; Dürzi, Sünni ve Nusayri (Nusayrilere Fransız işgalinden sonra yanlış bir adlandırmayla Arap Alevisi denmiş ve halen bu isimle anılmaktadır. Bu inanca sahip insanlar Fransız işgaline kadar Nusayri ismiyle anılmıştır. Reenkarnasyon inancını da barındıran Şiiliğin değişik bir koludur. Anadolu Aleviliği ile hiçbir alakası yoktur.) olmak üzere üç devlete ve beş otonom bölgeye bölmüşlerdir. Ancak Arap milliyetçiliğinin artması ve ortaya çıkan direnişten sonra bu devletler ortadan kalkmış, otonom bölgelerden Hatay Türkiye’ye diğerleri de Suriye’ye katılmıştır. 1946 yılında Fransa’nın son birlikleri de Suriye’yi terk etmiş, bundan sonra sürekli darbelerle kesilen bir Cumhuriyet olan Suriye ancak Hafız Esat’ın despot yönetiminden sonra kısmen de olsa bir istikrara kavuşmuştur.
     Şimdi de genelde yanlış bilinen diğer bir konudan bahsetmek istiyorum. Türkiye’de sıradan insanlar şu andaki Baas rejiminin Nusayrilerin hâkimiyetini sağlayan ve onların ideolojisini/inancını hâkim kılan bir rejim olduğunu sanmaktadır. Ancak gerçek biraz farklıdır. Baasçılık 1940’lardan sonra çıkmış Arap Milliyetçiliği ideolojisidir. Irak’ta da aynı rejim iktidara gelmiş ancak bu partinin liderliğini Sünni Arap olan Saddam Hüseyin ele geçirince Arap kabileci zihniyetinin de etkisiyle orada Sünniler daha etkin konuma gelmiş, aynı şekilde Suriye’de 1970 yılında Nusayri olan havacı General Hafız Esat darbeyle iktidarı ele geçirince de bu ülkede Nusayriler etkin hale gelmiştir. Aslında Baas partisi, 1943 yılında, liderliğini Ortodoks Hristiyan Arap olan Mişel Eflak’ın yaptığı bir grup Arap milliyetçisi tarafından Arap Yeniden Diriliş Partisi adıyla kurulmuş ve diğer ülkelerde kurulan Baas Partilerine ideolojik yönden öncülük etmiştir. Bunların milliyetçiliği biraz sosyalist ve otokratik bir yönetimi öngörmektedir. Nitekim Baas rejiminin etkin olduğu Suriye, Irak ve Mısır (Abdul Nasır döneminde Mısır bu ideolojinin önderliğini yapmış, bir ara Suriye ile birleşik bir devlet kurma girişiminde de bulunulmuş ancak bu yapı uzun soluklu olamamıştır.) gibi devletlerde günümüze kadar devam eden tek kişinin/partinin egemenliğine dayanan otoriter, yarı askeri yönetimler hüküm sürmüştür.
     Suriye’de Baas rejimi; Nusayriler, Baas ideolojisine destek veren laik elit ve bazı Sünni Arap aşiretleri, Dürziler ve mevcut rejimi kendi yaşamı için uygun gören Hristiyanlar tarafından desteklenmiştir. Hafız Esat iktidarı bir iç darbe ile ele geçirdikten sonra daha sosyalist ve daha totaliter, kendine has bir rejim kurmuştur.  İstihbarat teşkilatını genişleterek Sovyetler Birliğinde olduğu gibi ülkenin her yerine (konuştuğum insanların söylediğine göre Suriye’nin neresinde olursa olsun eğer bir yerde 3 kişi yaşıyorsa biri muhakkak muhaberat elemanıymış) yaydı.
     Güvenlik teşkilatı da rejime uygun şekilde yapılandırıldı ve etkin hale getirildi, ancak ülkede en çok korkulan güç hep muhaberattı. Bir örnek verecek olursak her sınır görüşmesinde her asker veya sivil (Alay Komutanı, kaymakam, vali ve onların karargâh personeli vb) yetkilinin yanında sivil kıyafetli, genellikle takım elbiseli ve kravatlı biri (Muhaberat elemanı) durur, bu şahıslar konuşmalara katılmazlar. İkili görüşmelerde aramızda tartıştığımız ve ikili fikir birliğine vardığımız her konuda, imza atacak yetkili kişiler bu şahsa bakar, bu şahıs başıyla onaylarsa imza atarlardı. Ben bunlardan birinin konuşmalarımıza verdiği tepkilerden Türkçe konuşmaları anladığını fark ettim. Görüşmeler bittikten sonra çay-kahve içerken Türkçe olarak kendisiyle konuşmaya başladım. Davidof sigara içiyordu. Laf olsun diye; ‘’Siz önemli biri olmalısınız. Bizde, Davidof sigarasını ya mafya babaları veya istihbaratçılar içer.’’ Deyince, güldü ve kendisinin Muhaberat yarbayı olduğunu söyledi.
     Suriye’de konuştuğum kişiler (özellikle de bizim haber elemanımız olan Türkmen, Sünni Arap, Nusayri ve Ermeni kökenli kişiler) insanların yan yana geldiklerinde bozuk yolları bile eleştirmekten çekindiklerini, çünkü aralarından birinin muhaberattan olabileceğini, bunun vereceği bir raporla rejime muhalefetten hemen tutuklanacaklarını söylüyorlardı. Nitekim boşboğazlık edip kendini tutamayan kişilerin hemen evlerinden alınarak tutuklandıklarını, ailelerinin nerede olduklarını bile kimseye soramadıklarını, bunların bir kısmının uzun tutukluluktan sonra serbest kaldığını, bir kısmının da sorguda işkenceden öldüklerini, ama ailelerine hastalanarak kanlı ishalden öldüklerinin söylendiğini, kapağı çiviyle çakılmış bir tabut içinde, cenaze yıkanmadan, tabut açılmadan (kanlı ishal bulaşıcıdır diyorlar ancak ailelerin cenazelerdeki işkence izlerini görmelerini engellemek istiyorlarmış) polis nezaretinde gömüldüğünü anlatıyorlardı. Nitekim bize, başta asit anhidrit (uyuşturucu yapımında kullanılan bir kimyasal madde) olmak üzere kaçakçılık olayları hakkında zaman zaman haber veren iki Sünni Arap tutuklanmış ve yaklaşık bir ay sonra birinin kanlı ishalden öldüğünü birinin de bir yıl sonra serbest bırakıldığını haber almıştık.
       Bu kaçakçılık olaylarının çoğunun (özellikle sigara ve çay gibi maddelerin kaçakçılığı) üst düzey devlet yetkilileri ve özellikle de Esat ailesinin kontrolünde yapıldığını öğrendik. Gerek eski kaçakçılardan, gerekse Suriyeli bazı kişilerden öğrendiğimize göre sigara ve çay gibi ürünler tırlarla sınıra 3-4 km. yakın bir yerleşim yerine getiriliyor, Suriyeli ve Türk kaçakçılar paralarını ödeyip aldıkları malları Türkiye’ye geçiriyorlarmış. Daha önceden bu kaçakçılık organizasyonunun başı Hafız Esat’ın kardeşi imiş, ancak siyasi bir anlaşmazlık sonucu kardeşi Avrupa’ya kaçınca görevi başka yetkililer devralmış. Bu adamın oğlu bu son karışıklıklar çıkınca, sanırım Londra’da ortaya çıkıp (kendisine bol gelen yeşil bir takım elbiseyle televizyonda konuşmasını izledim) bu ortamda kendileri alternatif olabilirler düşüncesine kapılmış olacak ki günlerce dünya basınına demeçler verdi. Ama Suriye’de insanlar onlardan da, en az Hafız Esattan ettikleri kadar nefret ediyorlardı.
    Bu genel çerçevenin ardından; Suriye hakkında tek bir kitap okumadan, hiç Suriye’ye gitmeden Suriye’de olanlarla ilgili tahmin ve yorumlarda bulunanlar ile, Esat’ı şeytan görenler ve Esat’ı büyük demokrat ve emperyalizmle mücadele eden bir kahraman olarak görenlere bir şeyler söylemek istiyorum.
     Önce Esat’ı bir kahraman gibi sunanlara bir şeyler söylemek istiyorum.  Bir defa Baas rejimi tam anlamıyla bir baskı rejimidir. İktidarda kalmak için her türlü insanlık dışı uygulamayı kendi halkına karşı uygulamaktan çekinmemiştir. Örneğin 1980 yılında baba Esat’a yapılan başarısız suikasttan sonra muhalif Müslüman Kardeşler örgütüne karşı acımasız bir imha planı uygulamaya konmuştur. Müslüman Kardeşler’in etkin olduğu Hama şehri Şubat 1982’de ordu birlikleri tarafından çevrilmiş. Hedef gözetilmeksizin saatlerce ağır silahlarla ateş altına alınmış ve sonra ordu birlikleri şehre girerek hedef gözetmeksizin herkese ateş açarak tam bir katliam (adeta soy kırımı) yapmışlardır. Burada ölenlerin sayısı hiçbir zaman öğrenilememekle birlikte ölü sayısının 40 bine kadar çıktığını söyleyenler vardır. Bu olayla birlikte bir milyona yakın insan Suriye’de değişik bölgelere ve Türkiye-Irak gibi komşu ülkelere kaçmıştır. Bu olaydan sonra da Türkiye’de Antakya/Yayladağı bölgesinde ormanlık yerlerde kamplar kurarak bir kısım Müslüman Kardeşler örgütünün silahlı güçleri Suriye’ye girip eylemlerine devam ettirmiş olsalar da, Hama katliamından sonra bir daha tam olarak ayağa kalkamamışlardır.
     Bu rejim yıllarca Arap milliyetçiliği ideolojisine bağlı olarak Türk/Türkiye düşmanlığı yapmıştır. Hatay’ı kendi toprakları ilan etmiş (Bu arada Hafız Esat’ın doğum yerinin Samandağ/Hatay olduğu söylenmektedir.), haritalarında burasının kendi ülkesi içinde göstermiştir. Bu rejimin birinci düşmanı İsrail ise de ikinci düşmanı her zaman Türkiye olmuştur. Okul kitaplarında Osmanlı’yı ve Türkleri karalayıcı birçok bölüm bulunmakta, Cemal Paşa’yı soy kırımı yapmakla suçlamaktadırlar.
     Bu rejim; 1980 öncesi bütün sol terör örgütlerinin daha sonra da PKK’nın ana üssü ve destekçisi olmuştur. Bekaa’da PKK kamları, Şam’da Apo hep bunların desteğiyle var olmuş ve binlerce vatandaşımızın ölümünden sorumludur.
     Oğul Eat ve bizim şu andaki başbakanımızın kanka olmasından önce her türlü ortamda Ermenistan ve Yunanistan’ın birinci müttefikleri olmuşlardır.
     Suriye; Asi Nehri üzerinde yaptığı barajlarla bize bir gram su vermemektedir. Bu sebeple; (Bunda DSİ’nin yanlış uygulamalarının da payı olduğu söylenmektedir.)  şu anda Antakya havaalanının olduğu bölgede eskiden bulunan bir göl artık tarihe karışmıştır. Buna rağmen, bizim Fırat nehri üzerine yaptığımız barajlara uluslararası arenada hep karşı çıkmış, Irak’ı bizim aleyhimize kışkırtmış, Avrupa’da ve Türkiye’de (bunu başkasından duydum, bizzat teyit etmeye imkânım yoktu) bazı gazetecilere para vererek tarih yok ediliyor tarzından propagandalar yaptırarak bu barajların yapılması ve bunun için batıdan finansman sağlanmasını önlemeye çalışmıştır. Zeugma ve Hasankeyf’te tarihi mirasın korunmasına ben de taraftarım ama bu Suriye tarafından konunun propaganda vesilesi yapıldığı gerçeğini değiştirmez.
     Baas rejimi, sırf Türk oldukları için başta Bayır-Bucak Türkleri olmak üzere ülkede bulunan Türk nüfusa hep düşman ve tehlikeli insan muamelesi yapmıştır. Türkler Yayladağı/Antakya sınır kapısından Suriye’nin Lazkiye iline (Önemli bir liman şehridir. Burada gezerken bana hep İzmir’in ve İskenderun’un biraz geri kalmış küçük bir benzeriymiş duygusu uyandırdı.) giderken sağda (batıda) ve solda (doğuda) bulunan Bayır ve Bucak kasabaları ve bunlar civarındaki köylerde yoğun olarak, Lazkiye de bir semtte yoğunlaşmış olarak, Halep, Hama, Humus ve Şam’da küçük gruplar olarak ve Golan Tepeleri İsrail tarafından işgal edilince oradan kaçanların Şam güneyinde kurdukları bir ilçede nüfus çoğunluğu oluşturacak şekilde yaşamaktadır. Buraları haritadan incelenirse bir birleriyle irtibatsız ve dağınık şekilde yaşamaktadırlar. Bunların devlet kademelerinde iş bulmaları, arazi almaları sürekli ve dolaylı olarak engellenmekte, sık sık polis ve muhaberat tarafından taciz edilmektedirler. Bu insanlar (Ben şahsen görüştüğüm Bayır, Bucak ve Lazkiye Türklerinden tanıdığım insanları düşünerek söylüyorum, Türkiye’yi çok seven, gönül bağı olan, sınır ötesinde bir PKK hareketlenmesi görünce askerlerimiz ölecek diye kendi hayatını tehlikeye atarak bize haber vermeye çalışan insanlardı.) Baas rejimi boyunca zulme uğramışlar ve etnik hiyerarşide (Suriye’de rejim her topluma farklı davrandığından böyle bir hiyerarşi var.) en aşağı düzeyde muamele gördüler. Maalesef şu anda bizim hükümetimiz de PYD ile bile yakın ilişkiler içindeyken bunlarla ilgilendiğine dair bir işaret yok. Varsa bile kamuoyuna yansımadığından ben bilmiyorum.
     Suriye sınırından ülkemiz topraklarına, yıllar boyunca; kaçak sigara, çay, canlı hayvan (bunlarla beraber salgın hayvan hastalıkları), asit anhidrit (Bu ne işe yarar ve niye oradan girer diyenlere;  yakalanmış kaçakçılarla ve bölge halkından insanlarla konuştuğumda Antakya’nın şu anda ismini vermeyi doğru bulmadığım bir kasabasında Avrupa piyasasında en aranan ve pahalıya satılan eroininin yapıldığını anlattıklarını söylemekle yetiniyorum.), terör, patlayıcı ve silah, kaçak Afrikalı ve Hindistan’lı göçmen gibi bize zarar verecek şeyler Suriye Devleti, Baas Rejimi ve Esat ailesinin kontrol ve gözetiminde girmiştir.
     Gelelim Suriye’nin, Baas Rejiminin ve Esat ailesinin ABD emperyalizmine karşı çıktığı için ABD ve batı tarafından karıştırıldığı, Asat’ın ezilen Ortadoğu Halklarının haklarını batıya karşı savunan bir kahraman olduğu hikayesine…. Aslında en dayanaksız iddia da budur ama nedense en çok bu iddia dile getirilmektedir. Bunun yanlış olduğunu ispat edecek birçok örnek var ama sadece bir tanesi bile bu iddiayı çürütmeye yeter sanırım. 1991 yılında, o Esat’ın kahramanca savaştığı ve direndiğini söylediğiniz ABD ve onun müttefiki olan Batılı ülkeler Irak’a saldırırken buna en büyük desteği veren ve barış gücüne birlik gönderen bölge ülkelerinden biri hangisidir diye soracak olursanız elbette ki Suriye ve onun Baas/Esat yönetimidir. Eeeeee? Bu nasıl emperyalizmle savaş?!....
    Sanırım Esat taraftarı gibi davranan insanlarımıza, bu yaptıklarının pek te doğru argümanlara dayanmadığına dair biraz da olsa bilgi verebildim. Şimdi Esat gitsin, ne olursa olsun, Esat halkına zulüm eden bir şeytandır vb. konuşan, yani bizim başbakanımız ve hükümetin ağzıyla konuşan papağanlara……
     Bir defa, kim ne derse desin, Suriye hem Ortadoğu, hem de Türkiye için stratejik açıdan çok önemli bir bölgedir. Bunun içindir ki petrolü olmayan, doğru dürüst sanayi ve ekonomisi olmayan ve buna bağlı olarak ta güçlü bir ordusu olmayan Suriye, Arap-İsrail çatışmaları boyunca kilit ve öncü bir rol oynayabilmiştir. Suriye bunu bu zayıflıklarının yanında çok etnikli, çok dinli ve çok mezhepli hassas yapısına rağmen yapabilmiştir. Bir defa Suriye Arap yarımadasının Akdeniz’e açılan kapısıdır. Lübnan gibi çok daha karmaşık bir ülkede ve Filistin’de etkinlik kurabilmektedir. Mısır’ın İsrail ile anlaşmasından sonra İsrail’in etrafında, ona sınırı olan kalmış en güçlü Arap devletidir. Suriye’deki etnik grupların tamamına yakını komşusu bulunduğu diğer devletlerde de yaşamaktadır. Tüm bunları göz önüne alınca Suriye’nin istikrarı ve bütünlüğünün bozulması, komşularını da etkileme ve bölgenin büyük bir bölümünü karıştırma potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla Suriye’de çıkacak/çıkan her türlü iç karışıklık Türkiye için zararlıdır. Kabul etmek gerekir ki tüm kötülüklerine rağmen bu güne kadar bu ülkede istikrarı, Baas rejiminden başka hiçbir yönetim sağlayamamıştır. Hafız Esat’tan önce Suriye; sabah erken kalkanın darbe yaparak iktidara geldiği bir devlet görünümünde olmuştur. Sürekli darbeler ve iç karışıklıklar arasında yönetimi bir dönem Kürt kökenli kişiler bile (nüfusları çok az olmasına rağmen) ele geçirmiştir. Ama 1970’ten beri Müslüman Kardeşler ’in 1980’deki direnişinden başka bir iç kargaşa yaşanmamıştır. Esat bu şekilde iç savaşla iktidardan giderse belki ülke bölünecek ve bu durum bize de yansıyacaktır. Onun için Türkiye bu ülkede olan ve bundan sonra olabilecek her türlü karışıklıkta zarar görecektir.
     Bizim Suriye olaylarına bu kadar müdahil olmamızın başka tehlikeli sonuçları da olabilir. Hükümetimiz tüm Ortadoğu’da olduğu gibi Suriye’de de sanki siyasi olarak Müslüman Kardeşler ve Nüsra gibi şeriatçı örgütlerin ve her milletten Sünni inancında olan insanların hamisiymiş gibi bir görüntü vermektedir. Benim anladığım kadarıyla medeniyetler çatışması gibi kitaplarla ilerideki mücadelelerin altyapısını hazırlamaya çalışan ABD ve onun işbirlikçileri olan Avrupalı ülkeler, enerji kaynaklarını ellerinde bulunduran bir İslam dünyasını kendilerine tehdit olarak görmekte ve bu dünyayı en az iki parçaya bölmek istemektedir. Bu ‘’Şii Hilali’’ kavramına bir bakın. Şii Hilalini; Şiiliğin patronluğu iddiasındaki İran değil ABD ve AB’nin yaptığı müdahaleler ortaya çıkarmaktadır. Bunun için Ortadoğu’da devletler mezhep temelinde bölünmeye çalışılmakta, İslam dünyası, Şii ve Sünni olarak ikiye ayrılırken Sünni İslam da Şii nüfus kullanılarak birbirinden ayrı iki parçaya ayrılmaya çalışılmaktadır. Bizim hükümetimizin söylemleri ve davranışları da maalesef buna hizmet ediyor görünmektedir. Bu bölünmenin bizim içyapımızda da bir bölünme ve huzursuzluğu tetiklemesi muhtemeldir. Türkiye’de; Antakya, Adana ve Mersin illerinde önemli oranda Nusayri kökenli vatandaşlarımız yaşamaktadır. Bunlar, benim gözlemlediğim kadarıyla hükümetimizin politikaları karşısında gücenmiş ve durumdan rahatsızlık duymaktadırlar. Ülkemizde bazı provokatörler de bu durumdan faydalanarak, Esat’ın Nusayri kökenini dile getirerek, Arap Alevisi yanlış adlandırmasını da kullanarak ülkemizde Alevi kökenli vatandaşlarımızı kışkırtma ve bölücü düşünceler yayma faaliyetlerine başlamışlardır. Buna çanak tutan ana amil ise hükümetin yanlış politikalarıdır.
     Bu gün Suriye’deki çatışmaların hiç kimsenin görmediği, görse de dile getirmediği başka tehlikeleri de ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazılarından burada bahsetmeyi faydalı buluyorum.
     Yaz tatili için Ege Bölgesi’ne gittim. Gördüğüm manzara ilginçti. Önceki yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden gelen mevsimlik tarım işçileri bu yıl gelmemişti. Onların yerine Suriye’den Türkiye’ye kaçmış olan Kürt işçiler kaçak olarak çalışıyordu. Sanırım bunlar daha ucuza çalıştığından dayı başı tabir edilen ve bu işçileri getiren kişiler yerli işçi getirmemişti. Dünyanın hiçbir yerinde sığınmacılar başıboş bırakılmaz. Belli kamplarda toplanır. Bu hem o insanların güvenliği hem de ülkenin güvenliği ve vatandaşlarının çıkarları için gereklidir. Bu insanlar haksız bir şekilde bizim insanlarımızın işlerini ellerinden almakta, haksız kazanç elde eden simsarlar tarafından kendileri de sömürülmektedir. Bunların herhangi bir kaydı kuyudatı da olmadığından işeyebilecekleri her türlü bireysel suç ve suç örgütleri tarafından kullanılmalarının takip ve cezalandırılması imkânsızdır. Türkiye Suriye’nin sorunlarını kendi topraklarına taşımaktadır.
     Türkiye Suriye iç savaşına müdahale ederek Ortadoğu’daki konumunu ve saygınlığını her geçen gün daha da yitirmektedir. Kendisini bağlamakta ve kamplaşmanın taraflarından biri haline gelmektedir. Bu da bölgesel güç iddiasında bulunan bir devlet için uygun değildir.
    Diğer bir konu Kürtlerin durumudur. Ben, bizdeki bazı kişilerin iddia ettiği gibi Suriye’deki Kürtlerin Irak’ta olduğu gibi bir federal bölge oluşturabileceklerine inanmıyorum. Çünkü bu ülkede yaşayan Kürtlerin de Türkmenler gibi yoğunluk oluşturabilecek şekilde bir yerleşimleri yoktur. Doğuda Kamışlı’dan batıda Yayladağı/Antakya’nın hemen karşısında bulunan Kurt Dağları’ndaki köylere kadar yayılmış durumdadırlar. Bunların birbirleriyle her bölgede doğrudan temasları yoktur. Aralarında tamamı Arap olan yerleşim yerleri vardır. Bunların doğu bölgesinde olanların direkt temas kurabilecekleri tek hemcinsleri Irak ve Türkiye’deki yerleşim yerlerinde bulunan Kürt kökenli insanlardır. Dolayısıyla Suriye’nin parçalanması durumunda bu sefer çok daha kanlı etnik çatışmaların olması muhtemeldir. Bu durum Türkiye’yi başta yeni göç dalgaları olmak üzere büyük sıkıntılara sokabilir.
     Türkiye muhaliflerin tamamını beraber hareket etmeye ikna edecek güce ve yetkinliğe sahip değildir. Mesela PYD (Kürtler) Esat ile beraber hareket etmektedirler. Nusra ile PYD güçleri yerleşim yerlerinin hâkimiyeti için savaşmaktadır. Nusra ile ÖSO’nun da aralarında çatışmaya başladığı haberleri gelmektedir. Bu durum iç çatışmayı zaman olarak uzatmaktadır. Bu aynı zamanda eğer olur da Esat devrilirse iç savaşın bitmeyeceği, bu sefer de gruplar ve etnik unsurlar arasında yeni bir iç savaşın çıkacağı ve çatışmaların yıllarca sürecek şekilde uzayabileceği endişesi uyandırmaktadır.
     Türkiye hükümeti Suriye ile ilgili öngörülerinde yanılmıştır. Acele ve yanlış birçok adım atmıştır. Bu sorunun kısa sürede biteceğini, Kaddafi gibi Esat’ın da ne kadar direnirse dirensin kısa süre içinde kaybedeceğini sanmıştır. Sayın dışişleri bakanımız bakan olduğunda tarihimizde Atatürk’ten sonra ilk defa Türkiye’yi merkeze koyan ve bu merkezden bakarak stratejiler geliştiren, komşularla sıfır sorun gibi ilginç ve heyecan verisi söylemleri olan bir devlet adamı ortaya çıktı diye düşünmüştüm. Ayrıca akademide dersimize girmiş olduğundan tanıdığım, bu konularda kitaplar yazan bir hoca olması da beni umutlandırmıştı. Ancak atasözümüzde olduğu gibi; ‘’Hocanın dediğini yap yaptığını yapma.’’ durumu çıktı ortaya. Komşularımızla sorunlarımız sıfırlandı çünkü ilişkimiz kalmadı. Suriye’ye müdahil olurken; İran, Rusya ve Çin faktörü göz önüne alınmadan, Avrupa’nın ve ABD’nin kısa sürede bu işe müdahil olacağını hayal ederek atılan adımlar Suriye çıkmazını bizim çıkmazımız haline getirdi. Rusya’nın, Akdeniz’de gemilerini barındırdığı tek üssü (Tarstu limanında) kendisine kullandıran Esat’ı, bu imkânı garanti edecek bir yeni yönetim ortaya çıkmadan ortada bırakmayacağını, İran’ın Ortadoğu’da mezhepsel olarak ta kendine yakın bulduğu tek müttefikini her ne pahasına olursa olsun iktidarda tutmak için destekleteceği iyi hesap edilmedi.Bu işe bu kadar müdahil olmasak ve taraflar arasında arabuluculuk yapsak, Esat’ı demokratikleşme yönünde adımlar atmaya zorlasak ve demokrasiye çatışmasız ve ılımlı bir geçiş yapmalarına yardımcı olsak daha iyi olmaz mıydı?
     Peki, bundan sonra ne olacak? Ben Suriye’nin geleceğini hiç iyi görmüyorum. Suriye kesinlikle bölünecektir. Tek bilemediğim, kaça ve nasıl bölüneceğidir. Ayrı devletler mi olacak, federasyon mu olacak onu zaman gösterecektir. Bu kadar aralarına kan giren, mezhepsel olarak ta artık birbirlerine çok soğuk bakan insanlar nasıl bir arada yaşayacak? Suriye tek devlet olarak kalsa bile Fransızların yapmaya çalıştığı gibi ancak bölgelere ayrılıp federal bir yapı da oluşturabilir.
       Ancak benim en korktuğum ihtimal çoğunluğu (yaklaşık %70) oluşturan Sünni Arapların her bölgenin kontrolünü ele geçirmeleri ve intikam peşine düşmeleridir. Bu durum büyük katliamlara sebep olabilir. İnsanlar 1980’lerde Hama ve civarındaki katliamların, 40 küsur senede işkencelerde ölenlerin, bu iç çatışmalarda ağır silahlar ve uçaklar desteğinde ölenlerin hesabını birilerinden sormaya kalkarlarsa bundan en büyük sıkıntıyı yine Türkiye çekecektir. Hem kendi vatandaşlarımızın bir kesiminin hassasiyetleri hem de yeni ama bu sefer diğer kesimlerden insanların göç dalgasının yükü sebebiyle.

   Saygılarımla.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder