.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

30 Eylül 2013 Pazartesi

Alfabede yapılması düşünülen değişiklik ve harf inkılabı.


     Alfabeye üç harf (q, x,w) ekleneceği ile ilgili haberler çıkalı beri konu kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor. Karşı olanlar haklı olarak bu değişikliğin yapılma sebebindeki bölücü mantık yapısından dolayı değişikliğe karşı çıkarken değişikliği destekleyenlerin ise bir kısmı biat mantığının gereği olarak, diğer önemli bir kısmı ise kalemleri zaten hükümet tarafından doğrudan veya dolaylı olarak satın alındığından ''hükümet ne yapıyorsa doğrudur'' havası içinde tam destek vermektedir. Yaptıkları sadece bunu haklı göstermek için uygun bahaneler bulup toplumu bunun ne kadar iyi bir değişiklik olduğunu inandırma çabası gibi görünmektedir.
      İşin ilginç yanı da, harf ilavesinin temel itiraz kaynağı bunu yapma sebebi iken, başta Emekli görevlisi olan ve şu anda Amerika'da yaşayan Fethullah Gülen'in etrafında oluşmuş olan ticari grupların basın organlarında yazan yazarlar olmak üzere bazılarının bunu hemen harf inkılabına getirerek, bu inkılaba ve dolayısıyla Atatürk'e dolaylı yoldan saldırma vesilesi yapmaya çalışmalarıdır. Bu şahıslardan birinin yazısı özellikle dikkatimi çekti. Bu şahıs amacı Cumhuriyete ve Atatürk'e saldırmak olduğundan olsa gerek konu ile ilgili ''Çankaya'' gibi kitapları da okumuş, buradan amacına hizmet ettiğini düşündüğü bazı paragrafları, İsmet İnönü'nün bazı konuşmalarını ortaya attığı iddialarına örnek göstermiş. Aklınca çok mantıklı bir kurgu ile anlatmak istediğini satırlara dökmüş.
      Peki ne diyor bu kişi? Kısaca özetleyeyim. Harf inkilabını yapanlar milleti kandırmışlar. Asıl niyetleri başka iken bunu başka türlü anlatmışlar millete.  “(Arap harfleri) Bizi teokrasinin (yani şeriatın) külliyatına ve fikir yeraltlarına doğru sürüklüyordu./Yabancıların dilimizi öğrenmelerini ve bizi tanımalarını adeta imkânsız kılıyordu. Yeni harflerin kolay öğrenilip modern basım tekniğinin yollarını açtığı belirtildikten sonra bunun tersine olarak; ''Bizi teokratik külliyatından (dinî eserler) ve fikir yeraltlarından bir darbede ayırmıştır. GERİYE DOĞRU UZANAN KÖPRÜYÜ DİNAMİTLEYİP ATMIŞTIR. / Yabancıların dilimizi kolayca öğrenmelerini ve ekalliyetlerin millet bünyemize girmelerini kolaylaştırmıştır.”, “Kargacık burgacık Arap harflerini bir türlü sökemeyen halk, şimdi güldür güldür okumaya başladı!” diyorlarmış.
     Bunlar; bir dönemin geçmişe küfrederek kendini temize çıkaracağına dair cinnetin tezahürü imiş. Birisi de çıkıp ‘O kargacık burgacık dediğin harflerle Çanakkale’yi ve İstiklal Savaşı’nı kazandık, yeni ‘Türk’ harfleriyle hangi başarınız var?’ sorusunu aşketse suratınıza, ne cevap vereceklermiş. Ayrıca İnönü’nün yıllar sonra hatıralarında da itiraf ettiği gibi bunlar birer bahaneymiş. Doğru cevap, “bizi geçmişe bağlayan köprülerin dinamitlenmesi”ymiş. İnönü de o kaypak diliyle şöyle itiraf etmiş bunu: “Harf inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır.” 
    Önce İnkilabı yapanların amaçlarını gizlemek için farklı şeyler söyleyerek milleti kandırdığını iddia eden bu kişi daha sonra ise fikir değiştirmektedir. ''Eğip bükmeden söylemişler: Mesele okuma yazma kolaylığı değil, hâlâ anlamadınız mı?'' diyerek okuyucularını ''Siz safsınız, anlamıyorsunuz, ama bakın ben çok akıllıyım, bunu çözüverdim. Gerçekler ortada artık siz de anlayın.'' demeye getirmektedir.
     Bu kadar ispat yetmemiş tabii. Bir de Cumhuriyet'ten genel olarak övgüyle bahseden bir tarihçiden örnek vererek; ''Bakın! Mango bile bunu benim söylediğim gibi anlatıyor.'' diyerek sanırım kendisi de pek inandırıcı bulmadığı iddialarını kuvvetlendirmeye çalışmış. Yazıya şöyle devam etmiş: ''Mango “kral çıplak” diyor. O cümleye siz de takıldınız mı bilmiyorum. Hani şu azınlıklar Arap harflerini okuyamadıkları için bizimle bütünleşemiyorlardı, şimdi biz onların bildikleri Latin harflerine geçince artık milli bünyemize girecekler, iddiası…Bence bu itiraf çok mühim. Zira Medeni Kanun’da olduğu gibi azınlığı çoğunluğa uyduramayınca çoğunluğu azınlığa tabi kılma ilkesi işlemiş burada da. Medeni Kanun, şeriata tabi olmak istemeyen azınlık ve Levantenlerin hukuklarına Müslüman çoğunluğu tabi kılma uygulamasıydı ve Lozan’da dayatılmıştı. Harf inkılabında da özellikle ekalliyetlerin milli bünyeyle bütünleşmesi üzerinde durulması ilginç. Bu noktaya Andrew Mango da dikkat çekmiş. Diyor ki: “Dil ile alfabe birbirinden ayrılmazdı: Türkçe konuşan Karamanlı Rumlar Yunan harfleriyle yazarlar, Ermeni ve Museviler de kendi alfabelerini kullanırlardı. Latin harflerinin kabulüyle birlikte Türkler, Hıristiyan Batılılarla aynı safa (kampa) konulmuş oldu.” Mango’ya göre “böylece gavurların alfabesi vatansever, milliyetçi Türklerin alfabesi haline geldi”.
Bu arada hızını alamayan yazarımıza göre, aslında harf inkilabında ''q'' harfinin de alfabeye alınacağını, ama Atatürk'ün, Latin harflerinin büyük harfle yazılışını bilmediği, Büyük harf yerine küçük harflerin boyunu daha büyük yazarak kullandığını, Kemal ismini  ''k'' harfiyle yazınca ''k'' nin yazılışını ''q'' nun yazılışından daha güzel bulduğu için ''q'' harfini alfabeden çıkardığını, bazı kişilerin hatıratlarına atıf yaparak iddia etmiş.Eğer Atatürk q harfinin büyük hali olan Q’yü bilseymiş yarın Başbakan Erdoğan bu ilaveyi yapmak ihtiyacını durmazmış. 
     Bu arkadaş konuyu bir şekilde yine Sultan 2'nci Abdülhamit'e getirmiş. Abdülhamit bu arkadaşlara göre kutsal bir kişilik herhalde ondan örnek vermeden duramamış.  Yazısına şöyle devam etmiş: Geçenlerde bir yarışma programında “Harf Devrimi’ni yapmayı düşünen padişah hangisidir?” benzeri bir soru yöneltilmiş. Meğer doğru cevap, “II. Abdülhamid” imiş. İddia, Sultan Abdülhamid’e ait olduğu iddia edilen “Siyasî Hatıratım” adlı kitaba dayanıyor. Güya demiş ki: “Yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur.”  Ali Vehbi Bey adlı kim olduğu bilinmeyen biri tarafından Fransızcaya çevrildiği söylenen bu kitabın Osmanlıca aslı bulunamadığı gibi metnin kendisinde de şüpheleri davet eden pek çok nokta mevcut. İçerisinde ona ait olduğunu söyleyebileceğimiz bazı parçalar mevcutsa da, bunlar “Abdülhamid’in hatıratı” olduğunu göstermez. (Bütün Abdülhamid hatıratlarının uydurma veya en azından şüpheli olduğunu gösteren Ali Birinci’nin Divan dergisindeki makalesi mutlaka okunmalı.). Ayrıca bir sözün “siyak ve sibakını” da göz önünde tutmak gerekmez mi? Uzun süren saltanatı sırasında Latin harfleri için kılını kıpırdatmamış birinin tahttan indirildikten uzun zaman sonra bunları söylemesinin manası nedir? Kusura bakmayın ama devlete bağlamak için o kadar çaba sarf ettiği Arapları harf inkılabı yapsaydı kaç gün yönetiminde tutabileceğini bilemeyecek kadar saf biri değildi Sultan Hamid. 
     Yazıyı okuyunca ne diyeyim, bu yazıdaki hangi saçmalıkları, nasıl anlatayım diye uzun süre düşündüm. Yaız hem esas günden konusu haricine çıkarak, başka meselelere daldığından, hem yalan yalnış bir değerlendirmeyle amaçlı seçilmiş cümlelerle bir propaganda mantığıyla yazıldığından, yazının mürekkebinin kandan olduğu ve artık gizleyemediği bir nefreti ortaya koyduğundan, yazarın fikirlerinde ve anlatımında kendi kendisiyle de çelişkiye düştüğünden, ben çok okudum araştırdım edasıyla kitap isimleri vererek çok bilgili imajı verirken aslında tarihten haberi olmadığı çok belli olduğundan ve daha da sayabileceğim birçok sebepten dolayı nasıl bir cevap yazacağımı tam olarak bilemedim. Ama bir yerden de başlamak lazım.
     Önce yazarın üslubunu kınadığımı belirtmek isterim. Şu anda kendisi gibi insanların temsil ettiği düşünceleri temsil eden bazı insanlar Kurtuluş Savaşı esnasında; din elden gidiyor diyerek, yunan ordusu hilafet ordusudur diyerek isyanlar çıkarıp, Yunanlıların ve Ermenilerin daha çok toprağımızı işgal etmesine, İngiliz, Fransız ve İtalyanların daha uzun süre ülkemizi işgal etmesine, bunların milletimizin namusuna, canına ve malına daha uzun süre tecavüz etmesine sebep olurken, işgal orduları ve İstanbulda'ki Damat Ferit gibi şerefsizlerin dizinin dibinden ayrılmayıp kendi çıkarlarını korumak peşine düşerken o kaypak dilli dediğiniz İnönü hayatını ortaya atarak Kurtuluş Savaşına katılmış ve Batı Cephesinde savaşıyordu. Siyasi olarak kendisini beğenmeyebilirsiniz, devlet adamlığını eleştirebilirsiniz ama ona hakaret etme cüretini gösteremezsiniz. Çünkü o sizin takip ettğiniz kişi gibi götü sıkışınca Amerikaya veya başka bir ülkeye kaçmadı, cepheye koştu. Sizin niyetinizi biliyorum Atatürk'ü; ondan ne kadar nefret etseniz de açık açık eleştiremiyorsunuz. Çünkü güneşin balçıkla sıvanamayacağını siz de biliyorsunuz. Ama onunla beraber mücadele etmiş olan İnönü sizin bu çaresizliğinizi telafi edeceğiniz bir simge gibi görünüyor size. Ama bu yanlış bir yoldur. Yeri geldiğinde; ''Bu ülkenin seçilmiş başbakanını astılar diye konuşmasını biliyorsunuz. Ama aynı şeyi, hem de daha kötüsünü siz yapıyorsunuz. İsmet İnönü tartışmasız bir savaş kahramanıdır. Bu ülkeyi başbakan ve cumhurbaşkanı olarak yıllarca yönetmiştir. Bu makamlar ona babasından miras kalmamış, bu makamlara o da seçimle gelmiştir.
      Ama ben yine de sizi anlıyorum. Bir defasında Şırnak bölgesinde bir operasyondan dönüyorduk. Ben timimle birlikte dönen birliklerin emniyetini sağlamak için geride kalmıştım. Birliklerin büyük kısmı emniyetli bölgeye gelince bana da çekilmem emredildi. Tam hakim araziden aşağıya, düzlüğe inmiştik ki teröristler tarafından çok yoğun bir ateşe maruz kaldık. Bulunduğumuz yer ne bir ağaç, ne bir engel, ne bir çukurun bulunmadığı dümdüz bir yerdi. Bir yanımız açık olsa sorun yok, her yerimiz açıktı. Bir yandan teröristlere ateşle karşılık verirken bir yandan da tim personeline, sıçramalarla emniyetli bölgeye çekilebilmemiz için emir komuta etmeye çalışıyordum. Bir ara burada kesin vurulacağız diye düşündüm. Emniyetli bölgeye giden birlikler ateşle bizi desteklemeye başlamışlardı ancak biz aşağıda, açık ve düz bir arazide, teröristler de tepemizde kayaların arasındaydı. Bu hengame içinde, önüme siper edebileceğim, hiç olmazsa vurulursam da başımdan vurulmamı önleyecek bir taş varsa önüme koyayım diye etrafıma bakındım. Ölürsem cenazeme bakabilsinler, yüzüm parçalanmasın diye düşünüyordum. Ama etrafımda en büyük taş ancak yumruk büyüklüğündeydi. Her yerimiz açık ve savunmasız idik. İnsan inanın o durumda kendini çok çaresiz hissediyor. Ancak gerek iyi bir eğitim almamız, gerek daha önce de bir çok çatışmalara girdiğimizden tecrübeli olmamız ve gerekse benim sorumluluğum altında olan personelimi sağ salim bu hengameden çıkarmam gerektiği düşüncesi sebebiyle (bu arada imdadımıza yetişen havan, top ve Kobra ateşinin desteği altında çatışarak, hiçbir zayiat vermeden, hafif sıyrıklarla hepimiz emniyetli bölgeye çekildik) metanetimi korudum.
     Şimdi bu yazar gibi şahısların durumunu benim o günkü durumuna benzetiyorum. Bu insanlar çaresizler. Çünkü sadece bir yerleri açıkta değil, her yerleri açıkta ve düşman diye belledikleri insanlar da onlardan çok yüksek bir konumdalar. Hem benim durumumda olduğu gibi sadece rakımsal bir yükseklik değil. Milletin sevgisi ve minneti açısından, gösterdikleri vatanseverlik ve cesaret açısından, ortaya çıkardıkları eser ve başarıları açısından yani her açıdan bu adamlardan daha üstünler. İşte bu yüzden doğrudan mücadele edemiyorlar, yan yollara sapıyorlar, dini alet etmeye çalışıyorlar, vs, vs.
     Gelelim diğer konulara....Yazar diyor ki harf inkılabının amacı gizlendi, amaç batı medeniyetine geçmek ve bunun için geçmişle bağları koparmaktı. Demek ki bu şahıs hiç kitap okumamış. Okulu da herhalde tarih derslerini kopya çekerek bitirdi. Bu konu hiçbir zaman gizlenmedi ki. Atatürk'ün bütün konuşmalarına bakın, hep batıyı hedef göstermiştir. Bütün inkılaplar ülkeyi batılılaştırmak amacıyla yapılmıştır. Onun deyimiyle muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaktır amaç.Kimdir bu muasır medeniyetler? O Abdülhamit'in çok değer verdiğini söylediği Araplar değil herhalde. Bunu anlayamadıysa bu elbette ki kendi kusurudur.
     Yazar, bir yandan amaç gizlendi diye konuşurken öte yandan; ''Aslında amaçlarını açık açık söylemişler, ben bunu anladım, çünkü çok akıllıyım, hem çok ta kitap okuyorum, ama siz bir türlü anlamıyorsunuz. Size de ben anlatıyorum, anlayın artık!''  diyerek kendisiyle de çelişkiye düşmüştür.
     Her nasılsa yazarımız dil konusundan birden bire medeni hukuk konusuna gelmiş, ama bunu bilinçsizce değil, maksatlı şekilde, konuları çarpıtmak için yapmıştır. Sözde hukuk alanında olduğu gibi ecnebi azınlıklar için şeriat kanunlarını bırakıp medeni hukuku nasıl almışsak alfabede de Müslüman Arap kardeşlerimizin alfabesini bırakıp ecnebilerin Latin Alfabesini de öyle almışız. Yani aynı teraneye gelip duruyor. Alfabe değişiyor, Din elden gidiyor! Bu insanların bu mantık garabetine bir türlü alışamadım. Arap alfabesi Müslümanların alfabesi değildir, Arapların alfabesidir. İslamiyetten önce de yüzyıllarca  kullanılmıştır. İllaki dini bir anlam katmaya çalışırsak; Araplar bu alfabeyi kullanmaya başladıklarında putperest idiler. Bu anlamda baktığımızda Latin alfabesi de ancak Arap alfabesi gibi herhangi bir dine mal edilemeyecek bir alfabedir. Dolayısıyla biz; Mango da dese, başkası da dese gavurların alfabesini almadık. Latinlerin alfabesini aldık. Alfabe din ile değil dil ile ilgili bir şeydir. 
     Burada diğer bir çelişkiyi vurgulamak istiyorum. Alfabe alınırken çoğunluğun (Müslüman-Türk) azınlığa tabi olma ilkesi izlendiği savunuluyor. Ben bunu anlayamadım. Hangi azınlık Latin alfabesi kullanıyormuş ki? Rum azınlığın, Yahudilerin, Ermenilerin, Asuri vb. küçük grupların bile Latin alfabesinden farklı kendi alfabelerini kullandığını herkes biliyor, yazının devamında Mango'dan bu durumu anlatan bir alıntı yaptığına göre, yazarın da biliyor olacağını düşünüyorum. Peki çoğunluğun feda edildiği ve Latin alfabesi kullanan bu azınlıklar kimdir? Ben bilmiyorum. Yazar da bilmiyorsa o zaman okuru salak yerine koyup sallıyor diye aklıma geliyor. Hani biz okuduğumuzu değerlendirmez, eleştirmez, direkt inanırız, ne de olsa onun kadar akıllı ve bilgili değiliz ya!
     Hem var olmayan gayri Müslim ve gayri Türk bir azınlığa uymak için Latin alfabesini aldığımızı söyleyen ve bunu eleştiren bir yazar nasıl olur da biraz sonra Türk olmayan başka bir unsuru hoş tutmak düşüncesi ile Abdülhamit'in Arap alfabesini değiştirmek istemeyeceğini söyler ve bunu haklı bir davranış olarak görür, anlamak zor. 
     Üzülerek söyleyeyim ki yazar da benim o anlattığım olayda yapmaya çalıştığım gibi bir şeylerin arkasına sığınma ihtiyacı içinde yazmıştır. Ben nasıl fazla bir örtü bulamadıysam o da bulamamış (olmadığından mı, uğraşmaya değer görmediğinden mi, yoksa sadece tembellikten mi bilemem) ve iki üç kitap bulup bunların arkasına geçerek ateş etmiş hedefine. Ama bu da bir yazar için üzücü bir durumdur. Halbuki birkaç kitap daha okusa, yada lisede ve üniversitede tarih derslerini biraz daha dikkatli dinlese burada yaptığı hataları yapmazdı. Dil inkılabı Cumhuriyette ortaya atılan bir konu değildir. Arap alfabesinin Türkçeyi ifade etmekte yetersiz kaldığı çok eskiden beri söylenmektedir. Bu eksikliği gidermek için çare arayışları Osmanlı zamanında da bazı girişimlere yol açmış, Arap harfleri değiştirilerek, ç gibi bazı harfler uydurularak, hatta yazım kurallarında sadeleştirme yapılarak çareler üretilmeye çalışılmıştır. 
     Yazarımızın Türk düşünce tarihi ve yenilik hareketlerinden de haberi yok gibi görünmektedir. Daha 4'ncü Murat zamanında başlayan, sorunlara köklü çözüm bulunması yönündeki çabalar 3'ncü Selim'den sonra büyük bir ivme kazanmıştır. Buna paralel çeşitli siyasi/düşünce akımları ortaya çıkmıştır. Batıcılık diye tarif edilen ve Atatürk tarafından nihai olarak gerçekleştirildiğini söyledikleri düşünce o peygamber gibi gördükleri Osmanlı Padişah tarafından benimsenerek uygulanan bir düşünce sistemidir. Son dönem Osmanlı padişahlarının çoğu batılılaşma taraftarı ve yenilikçidir. Bu konuların din ile, inançla doğrudan bir alakası yoktur. Yıkılan bir imparatorluğun yıkılmasını, yok olmaya sürüklenen bir milletin yok olmasını engellemeye yönelik olarak düşünülen hal çarelerinin bir tezahürüdür. Bu konularda yazı yazan, hem de oldukça fazla sayıda basılan bir gazetede yazan bir yazarın bir laf söylemeden önce, eğer konuyu bilmiyorsa biraz araştırma yapması gerekirdi. En azından; Osmanlıcılığın, Batıcılığın, İslamcılığın ve Türkçülüğün ortaya çıktığı ve etkin olduğu dönemlere bir göz atması gerekirdi. O zaman bunların tarihi zorunluluklardan ve o zamanın şartlarına göre ortaya çıktığını görürdü. Atatürk'ün yaptıklarının da temelleri o zaman atılan düşüncelerin yeni şartlara göre yorumlanarak hayata geçirilmesi olduğunu görürdü. Harf inkilabının daha o zamanlar konuşulduğunu, tartışıldığını, Latin harflerine geçilmesini savunan, bu konuda yazılar yazan ilsanlar olduğunu görürdü. Bu düşüncenin sadece Osmanlı İmparatorluğu'nda değil, Rusya egemenliğinde yaşayan bütün bir Türk dünyasında tartışıldığı ve taraftar bulduğunu, bunun da bir sonucu olarak Latin alfabesinin Azarbaycan Cumhuriyeti'nde bizden önce uygulamaya konulduğunu da belki öğrenirdi.
     Bu yazar ve onu düşüncesinde olanların sorunu sanırım Atatürk ve Cumhuriyetle. Çünkü benzer davranışlar içinde bulunan padişahlar konusunda hiçbir söz söylemezlerken konu Atatürk ve Cumhuriyete gelince birden saldırgan bir tutum alıyorlar. Örnek verecek olursak; 2'nci Mahmut ve ondan sonra gelen Abdülmecit Atatürk'ten daha az yenilikçi ve batıcı değildi. Hatta Abdülhamit bile bu iki padişahı örnek alan, otoriter ama yenilikçi bir kişiydi. Ancak onlar kendi dönemlerinin  ve kendi kapasitelerinin imkan verdiği şeyleri yapabildiler. Hem, bunların yaşam tarzlarına ve aile fertlerine bir bakın. Abdülhamit; opera ve operet dinleyen, batılı yazarların romanlarını okuyan, kardeşleri, çocukları ve torunları gerek giyim kuşam, gerekse yaşam tarzı ile şimdiki şeriatçılardan çok laik ve modern insanlara daha çok benziyordu. Piyano çalan, resim yapan şehzade ve sultanların resimleri biraz ilgilenen birinin çok kolay ulaşabileceği delillerdir.
    Bir de; ''Birisi de çıkıp ‘O kargacık burgacık dediğin harflerle Çanakkale’yi ve İstiklal Savaşı’nı kazandık, yeni ‘Türk’ harfleriyle hangi başarınız var?’ sorusunu aşketse suratınıza, ne cevap vereceklermiş. '' komedisi var ya ondan hiç bahsetmeyeceğim. Düşman askerlerine ucu sivri olduğu için elif attık herhalde!?... Bıçaklarımız vav şeklinde yapılmıştı, boğazlarını kestik!?... Biz bu savaşlarda aşıklar atışmasıyla değil, o beğenmedikleri Atatürk'ün komutanlığını, liderliğini yaptığı silahlı çatışmalarla galip geldik. Bu şahıs bir de; biz derken kendi gibi düşünenleri ayrı bir yere koyuyor ve siz diyerek te  Atatürk ve arkadaşlarını ayrı bir yere koyuyor ve sonra da diyor ki biz savaş kazandık siz hiçbir başarı elde edemediniz. Şimdi bu adam eğer espri filan yapmıyorsa kesin kafası karışmış, sürmenaj filan olmuştur. Kardeşim o savaşları siz değil Atatürk kazandı, hiç bir şey başaramamış olan, başardıkları da insana ancak utanç verecek olan siz ve sizin gibilerdir. Tarafları karıştırmayın hiç olmazsa!
     Aslında ben bu konuyla (alfabe de değişiklik konusuyla) ilgili geçen yazımda düşüncelerimi söylemiştim. Bununla ilgili başka bir yazı  yazmaya da niyetim yoktu. Başkalarının yazılarını eleştirme veya destekleme şeklinde yazılar da pek yazmadığımı takip edenler bilir. Ama bu garabeti, bu kara mizah gibi yazıları görünce dayanamadım. Bir şeyler söylemek zorunda hissettim.
     Son söz olarak şunu söyleyeyim: Ne Atatürk'ün benim gibi insanların kendisini savunmaya ihtiyacı var, ne de bu tür şahısların benim tarafımdan eleştirilmeye ihtiyacı var. Her şey ayan beyan ortada. Atatürk başarılarıyla güneş gibi parlarken bunların ışığı gece ininden çıkan bir çakalın gözlerinden yansıyan parlaklık kadar bile yok.
     Saygılar sunarım.

Not: Bir arkadaşım Atatürk'ün latin alfabesinin büyük harflerinden haberi olmadığı iddiasına bir şey söylemediğimi belirtti. Söylemedim çünkü gerek duymadım. Fransızca eğitimi almış, yabancı birçok kitabı okumuş, Almanya ve Avusturya'ya gitmiş, Bulgaristan'da askeri ateşelik yapmış birinin Latin alfabesini bilmemesi, hatta küçük harfleri bilip büyük harfleri bilmemesi iddiasını ciddiye bile alınmayacak kadar saçma buldum da ondan.
    



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder