.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

1 Ekim 2013 Salı

Bombalı paket mi yoksa kozmetik ambalajı mı?




Merakla beklenen paket nihayet bu gün açıldı. Konu o kadar önemliydi ki, paket kameralar önünde başbakan tarafından açıldı ve  içinden çıkan şeylerin ne olduğu da daha iyi anlaşılsın diye tek tek açıklandı.
Başbakanımız konunun hassasiyetini bildiğinden olacak, gelebilecek tepkilere karşı daha paketi açmadan önleyici savunma manasında klasik manevralarını yaptı. Demokrasi ile şehitlerimizin ne alakası vardır diyebilirsiniz ama konuya şehitlerimizin isteklerini yerine getiriyoruz diye giriş yaptı. Dirilerin pek beğenmeyeceğini tahmin ettiğinden olsa gerek, ölülerden destek arar gibiydi. Aslında politikacılar kadar, açıklayacağı şeylere tepki göstereceğini bildiği ve muhalefet partilerinin liderleri gibi kolayca hırpalayamayacağı şehit ailelerine mesaj vermeye çalışıyordu.
Bu paket son nokta değildir diyerek paketin yetersiz olduğunu söyleyecek çevrelere karşı da bir önlem alıyor, daha sonra büyük bir pişkinlikle Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini temellerinden sarsacak bu adımları yine; ‘’Atatürk’ün ileri adımları, Türkiye’yi muassır medeniyetler seviyesine çıkarmayı hedeflemiştir.’’ diyerek Atatürk’ün istediği doğrultusunda hareket ettikleri şeklinde sunmaya çalışmıştır.
Sonra da, çok moda olan herkesin hassasiyet gösterdiği darbeciler söylemiyle konuşmasına devam etmiştir. ‘’Demokratikleşme paketleri milletin yüzünü güldürdü, darbecilerin uykularını kaçırdı. Biz milletimizi mutlu edecek ne varsa onu yapmaya devam edeceğiz. Halka rağmen ileri adım atmak mümkün değildir.  Vatandaşlarının kökeniyle, inancıyla uğraşan bir devlet yoktur. Vatandaşının taleplerine, gözyaşına kulak tıkayana bir devlet yoktur. Artık kamu alanını otoriter kılan bir devlet anlayışı yoktur. Milletin ihtiyaç ve talepleri 1960 darbesiyle baskı altına alınmıştır. Değişimin önündeki en büyük engel 27 Mayıs'ın o karanlık gölgesidir. Devleti ve siyaseti dönüştüren de milletin kendisi olmuştur. Malum zihniyet 27 Mayıs'ın korkularını canlandırmaya çalışılacaktır.‘’ diyerek paketin içeriğinin ne yönde olacağının işaretlerini vermeye devam etti.
En sonunda da, aslında en az çekindiği, konuşmasına girişte en son sıraya koymasından da belli olan Bahçeli ve Kılıçtaroğlu liderliğindeki muhalefet partilerine salvolarla saldırıya geçti. ‘’11 yıl boyunca her reformla Türkiye bölünüyor, dağılıyor dediler, göreceksiniz yine aynısını diyecekler. İstiklal Marşı'nın ilk kelimesinde "Korkma" diyor. Korkaklar zafer anıtı dikemez. Türkiye'nin bölünme diye bir meselesi yoktur. Ama muhalefet sorunu vardır. Muhalefetin artık korku üslubunu bir yana bırakması gerekmektedir. Böyle bir muhalefetle yeni bir Anayasa mümkün olamadı. Pakette milletten saklanan hiçbir şey yoktur. Her bir maddenin sözü geçmişte verilmiştir. ‘’ diyerek daha tartışma başlamadan öne geçmeye çalıştı, gelebilecek tepkilerin sorumluluğunu da onlara attı.
Bu ön girişten sonra madde madde açıkladığı paketten özet olarak şu konular ortaya çıkmıştır.
1. Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda 3 farklı alternatifi tartışmaya açıyoruz.    
    a. Mevcut sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz…
    b. Barajı yüzde 5’e çekip, 5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemini uygulayabiliriz.     
    c. Üçüncü seçenek olarak da, ülke barajını tamamen kaldırarak, Dar Bölge Seçim Sistemini getirebiliriz…
2. Siyasi partilere devlet yardımı için yüzde 7 olan mevcut oranı yüzde 3’e çekiyoruz.
3. Siyasi Partilerin; mevcut durumda, bir ilçede teşkilatlanmak için, ilçe sınırları içerisindeki beldelerin en az yarısında teşkilat kurma zorunluluğu vardı, bunu kaldırıyoruz.
4. Tüzüklerinde yer almak ve 2 kişiden fazla olmamak kaydıyla, partilere, eş genel başkanı sistemini uygulama imkânı getiriyoruz.
5. Seçim Kanunu hükümlerine göre, oy verme hakkına sahip olan herkesin, siyasi partilere de üye olabilmesinin önünü açıyoruz.
6. Yine Siyasi Partiler Kanunu’nda yapacağımız değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda imkânını getiriyoruz.
7. Yeni süreçte, nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele etmeye başlıyoruz. Belirli suçlar, kişinin, dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse, cezası daha da ağırlaşacak. Kişinin, inançlarının gereğini yerine getirmesi dolayısıyla, belli haklarını kullanmasını, belli haklardan yararlanmasını engelleyenleri ceza kapsamına alıyoruz. Bu sebeple işlenen suçun cezasını da 1 yıldan 3 yıla kadar artırıyoruz. Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurulu kuruyoruz. Türk Ceza Kanunu’nda yapacağımız değişiklikle, dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin engellenmesini de ceza kapsamına alıyoruz. Dini ibadet ve ayinlerin, bireysel olarak da yapılmasının engellenmesini aynı şekilde bu kapsama alıyoruz.
8. Türk Ceza Kanunu’nda, belirli harflerin kullanılmasından dolayı var olan cezai müeyyideyi kaldırıyoruz. (Yani; x,w,q harflerini alfabeye almasak ta bu harflerin kullanılmasının yolunu açacağız.)
9. Toplantı yer ve güzergâhının belirlenmesinde Mülki Amir, ilgili Sivil Toplum Örgütlerinin görüşlerini almak suretiyle, nihai kararını verecek. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin sürelerini uzatıyoruz. Açık yerlerde, güneşin batışından bir saat önceye kadar sürebilen toplantılar, güneş batmadan dağılacak şekilde; kapalı yerlerde saat 23’e kadar süren toplantılar da, saat 24’e kadar yapılabilecek. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, hükümet komiseri uygulamasına son veriyoruz. Mevcut durumda, Hükümet Komiseri tarafından üstlenen yükümlülükler, artık Düzenleme Kurulları tarafından yerine getirilecek. Kurul, toplantının amacının dışına çıktığı veya düzen içinde gerçekleşmesinin imkansız olduğunu gördüğü durumda, dağılma kararı alacak ve durumu kolluk amirine bildirecek. Gösteri ve yürüyüş, kanuna aykırı hale gelirse, Düzenleme Kurulu, gösteri ve yürüyüşün sona erdiğini ilan edecek ve bunu kolluk amirine bildirecek. Düzenleme Kurulu bu görevi yerine getirmezse, o mahallin en büyük mülki amiri, toplantıyla ilgili kararını verecek.
10. Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim verilmesini mümkün hale getiriyoruz. Programlar, Kanun’da yer aldığı gibi, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenecek. Yine mevcut Kanun’da yer aldığı gibi, bu okullarda da belli dersler Türkçe olacak.
11. Köy isimlerinin değiştirilmesinin önündeki yasal engeli kaldırıyoruz. Köylerin 1980’lere kadar kullandıkları tarihi isimlerini yeniden almasını mümkün hale getiriyoruz. İl ve İlçe isimlerinin değiştirilmesi yönünde talepleri Hükümet olarak dikkate alacağız.
12. Nevşehir Üniversitesi'nin ismini, Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştiriyoruz.
 13. Kişilerin özel bilgileri ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak, ilgisiz kişilerle paylaşılamayacak. Bununla ilgili yasal düzenleme yapılacak.
14. Kurban derisi, fitre ve zekât toplama konusunda Türk Hava Kurumu’na yetki verilmiş, şimdi, yasal olarak da bu son veriyor, söz konusu hükmü kaldırıyoruz. Vatandaşımız, bundan sonra yardımlarını istediği yere verebilecek.
15. İkinci kısımda, sadece idari düzenleme gerektiren reformlarımız bulunuyor. Bu düzenlemeleri, Bakanlar Kurulu Kararı, Genelge ya da Yönetmelik Değişikliğiyle gerçekleştirmek mümkün".
16. Kılık Kıyafet Yönetmeliğini değiştirerek, kamu kurumlarında başörtüsü yasağını kaldırıyoruz.
17. İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasını kaldırıyoruz. Geçen yıl, ortaokullarda bu uygulamayı kaldırmıştık. Şimdi de, ilkokullarda bu uygulamaya son veriyoruz.
18. Mor Gabriel, diğer adıyla Deyrulumur Manastırı arazisi, manastır vakfına iade ediliyor. Şu ana kadar, bu kapsamda 250’den fazla iade yaptık ve 2,5 milyar Liralık mülkü hak sahiplerine teslim ettik.
19. Roman vatandaşlarımızın dil ve kültürleri ile, karşılaştıkları sorunlara ilişkin araştırmalar yapmak, çözüm önerileri üretmek amacıyla, bir ilimiz üniversitesi bünyesinde, Roman Enstitüsü kuracağız.
20. Türkiye’de, bugüne kadar, tek bir paket halinde açıklanan en kapsamlı reform sürecini başlatıyoruz. Bu süreci en kısa zamanda tamamlayacak, yeni hedeflere doğru ilerlemeye devam edeceğiz. Bu paketle birlikte, Türkiye ekonomisi, demokrasisi, Türkiye’nin toplumsal yapısı ve kardeşliği inanıyorum ki çok büyük güç kazanacak.
Açıklamanın hemen ardından gazetecilerin ve siyasi partilerin ilk tepkileri gelmeye başladı. Ben burada gazetecilerin bireysel değerlendirmelerini bir yana bırakarak siyasi partilerin tepkilerinden kısaca bahsetmek istiyorum.
Önce bu paketten büyük beklentisi olan BDP ile başlayalım. BDP’liler, paketten beklediğini bulamadıklarını, özel okullarda anadilde eğitim, köylerin eski adlarının kullanılması ve üç harfin kullanımının serbest bırakılmasının zaten kendi mücadeleleri ile uygulanan şeyler olduğunu, hükümetin sadece mevcut durumu yasalaştıracağını, ayrı bir halk temelinde daha farklı beklentileri olduğunu, bu sebeple paketten hayal kırıklığına uğradıklarını açıkladılar. Bir milletvekili bu durumu; ‘’Demokrasi paketi dediler ama bu paket kozmetik paketi çıktı.’’ diye özetledi.
MHP ise pakete daha kısa ve net bir tavırla toptan karşı koyduğunu açıkladı. Oktay Vural bu tepkiyi; ‘’Demokrasi paketi değil bombalı paket.’’ diye özetledi.
CHP ise; daha sonra açıklama yapacaklarını söylemekle beraber paketin yukarıda belirtilen 7’nci maddesi hariç diğerlerine karşı olduklarına dair bazı milletvekilleri beyanatta bulundular.
Bu konu muhtemeldir ki önümüzdeki günlerde de siyasi partiler, basın ve kamuoyunda derinlemesine tartışılacak. Ancak aslında açıklanan maddelere bakılınca metin ile ne amaçlandığı pek te anlaşılmaz bir sır gibi görünmemektedir. Dilerseniz bu maddeleri sırasıyla inceleyelim.
Birinci madde ile ilgili eleştiriler hep seçim barajının kaldırılması veya makul bir seviyeye indirilmesi yönünde olmuştur. Gerçi MHP buna kaşı çıkmış ancak şimdiye kadar AKP de bu konuda olumlu bir tavır sergilememiştir. CHP’nin tavrı bazen barajın kalkması, bazen de indirilmesi yönünde ifade edilmiştir. Ancak mevcut sistem güçlü partilere, güçleri oranında avantaj sağladığından en fazla faydayı AKP’ye sağlamıştır. Bu yöntemin, pek dile getirilmese de MHP ve CHP’ye ve hatta BDP’ye bile fayda sağladığı açıktır. Çünkü bu patiler meclise daha fazla milletvekili sokabilmektedirler. Ayrıca; Saadet Partisi, BBP,DP gibi küçük partilere oyum ziyan olmasın diye oy vermeyen kişiler çoğunlukla AKP ve bir kısmı da MHP’ye oy verirken, DSP, İP, ÖDP gibi küçük sol partilere oy verecek seçmenler de CHP’ye oy vermektedir. A. Melik Fırat ekibi ve sosyalist kesimden bazı gruplar da benzer sebeple AKP veya BDP’ye oy vermektedir. Ancak mevcut durumda, her seçimde büyük sıkıntı çeken BDP yine de barajın kaldırılmasını en çok isteyen partidir. Eğer AKP;  mecliste MHP ve CHP’nin de bir şekilde desteğini alabilirse bu barajı korumayı isteyecektir. AKP’nin ikinci sıraya koyduğu seçenek barajı düşürmek yönünde olsa da yine de bu baraj taraftarları kendisine oy vermesi muhtemel küçük partilerin ulaşmakta zorlanacağı kadar yüksektir. 3’üncü sıraya koyduğu ülke barajını kaldırıp dar bölge seçim sisteminin daha şimdiden en çok BDP’nin tepkisini çektiği görülmektedir. Çünkü bu sisteme geçilirse BDP’nin Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri dışında herhangi bir bölgeden milletvekili çıkarması neredeyse imkânsız hale gelecektir.
Bence,  bu hassasiyetleri bilen hükümet diğer partilerle önceden görüşerek barajı talep edildiği gibi kaldırmak veya çok düşük bir seviyeye indirmek yerine üç alternatif ortaya atarak seçimde kendisine en fazla avantajı sağlayacak bir yöntem ortaya koymak için konunun tartışmalara boğulmasını amaçlamaktadır.
Burada görüldüğü gibi aslında ne hükümetin, nede diğer partilerin, daha geniş bir halk kesiminin daha demokratik bir şekilde mecliste temsil edilmesi umurunda değildir. Amaç, demokrasi havarisi görüntüsü altında kendi partilerine avantaj  sağlamaktır.
İkinci madde de tamamen para ile ilgili bir konu olup bunun demokratikleşmeye nasıl bir etkisi olacakmış bilemiyorum. Küçük partiler paraları olmadığı için değil, baraj yüzünden meclise girememektedir.
Üçüncü maddenin demokrasiye nasıl bir hizmeti olacak anlamış değilim. Kimsenin gündeme getirdiği öncelikli bir konu olduğunu da sanmıyorum.
Dördüncü madde de yapılan, sadece BDP’de olan bir uygulamanın kanunlaştırılmasıdır. Bu konunun,  BDP’ye ve bu sistemi BDP’ye dayatan Apo’ya bir jestten başka demokratik hiçbir anlamı yoktur.
Beşinci madde de ne kastediliyor daha netleşmeye ihtiyacı var. Yani oy kullanabiliyor diye memurlar, özellikle de polis ve askerler siyasi partilere üye olabilecekler mi? Eğer öyleyse bunun çok olumsuz sonuçları olacağını söylememe bile gerek yok sanırım.
Altıncı madde tamamen BDP ve PKK’ya yönelik bir taviz, pazarlıklarda öngörülen bir madde den başka bir şey değildir. Başka hangi etnik grup nerede böyle bir talepte bulunmuş, bulunsa da ne kadar uygulama imkânı var ki?
Onüç ve Yedinci maddeler bu paketin en olumlu ve en demokratik maddesi gibi görünmektedir. Ancak yedinci maddenin bazı bölümleri 16’cı madde ile beraber değerlendirildiğinde sanki; üniversiteye türbanlı giren öğrenciyi engelleyen rektör, meclise türbanlı kadın milletvekilinin girmesine tepki gösteren milletvekili, işyerinde namaz kılan personeline karışan işveren veya devlet dairesinde oranın amiri bundan böyle cezası 1 ila 3 yıl olan bir suçu işlemiş olacak ve yargılanacak denmek istenmektedir.
Sekiz, on, onbir  ve onyedinci maddeler de yine devletin üniter düzeninde oluşturulacak bir çatlak, temellerine döşenen patlayıcıdır. Bunlar, BDP ve PKK ile yapılan pazarlıklarda verilen tavizlerin uygulaması gibi görünmektedir.
Dokuzuncu maddede ise toplantı ve gösteri hakkını artırıyoruz derken aslında gösterileri saat olarak kısıtlamakta, devlet komiseri kaldırılıp yerine bir kurul oluşturularak devlet denetimi artırılmaya çalışılmaktadır. Yani bana pek te demokratik bir madde gibi görünmedi.
Ondördüncü madde ve bahanesi de çok ilginç görünmektedir. Gerçeği bilmesem kurban derisi toplamanın en önemli demokratik haklardan biri olduğunu sanırdım. Gerçek şudur. Kurban derisini şimdiye kadar resmi olarak Türk Hava Kurumu toplarken gizli olarak ta cemaat ve tarikatlar toplamakta idi. İşte hükumet bu kesimlerin açık ve rahat bir şekilde deri toplamasını, yani ekonomik olarak biraz daha güçlenmelerini sağlamak için böyle demokrasi ile pek te ilgisi olmayan bir konuyu pakete koymuştur.
Hükümet toplumu din, mezhep, etnik temel vb. her alanda ayrıştırmaya sanki özel bir özen göstermektedir. Kürtler için alfabe, okul, çingeneler için enstitü. Çingene vatandaşlarımızın en önemli talepleri ve sorunu bir enstitü değildir herhalde.
Hükumet Fener kilisesinden sonra doğu Hristiyan cemaatlerini de ayağa kaldırıp kalkındırmak için bu paketi uygun bir fırsat olarak değerlendirmiş olacak ki, herkese vaat verirken bunlara para ve mülk vermektedir.
Her nedense Alevi vatandaşlarımıza da, sizi de unutmadık demek istercesine bir ilimizin ismi değiştirilerek bu vatandaşlarımızın esas taleplerinden hiç bahsedilmeyerek üvey evlat muamelesi yapılmıştır.
Yani sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bu paket adı gibi demokrasi ile pek te ilgisi olmayan bir pakettir. Paket PKK ile müzakere ve dini grupları kollama paketinden başka bir şey değildir. Çünkü görüldüğü kadarıyla bu paketten sadece; PKK ve BDP, Süryaniler, tarikatlar ve AKP’nin esas çekirdek kitlesini oluşturan muhafazakâr kesimlerden başka hiç kimse herhangi bir şey elde etmemektedir.
Bu paket toplumun tamamına hitap eden, kapsayıcı, birleştirici bir paket değil aksine ayrıştırıcı ve bölücü bir pakettir. Zaten bunun başbakan da farkında olacak ki konuşmasında bu pakete tepki göstereceğini bildiği her kesime karşı savunma yaparak paketi açıklamadan önce savunmasını yapma ihtiyacı hissetmiştir.
Saygılar sunarım.






     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder