.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Hangi parti oylarını ne kadar artırdı? Bunun sebepleri nelerdir?

Son günlerde, özellikle de Kenan Evren'in ölümünden sonra bir tartışmadır gidiyor. Ben dahil birçok kişi o zaman anayasaya Türkiye tarihinin en yüksek oyunu verenler şimdi neden adamı suçluyorlar diyor.Ben şimdi bu konuda düşündüklerimi açıklamaya çalışacağım. 1980 öncesi Türkiye'de, tüm dünyada 1900'lerin başlarında ortaya çıkan ve 1960'lardan itibaren iyice yaygınlaşan kitle hareketleri zirvedeydi. Ancak 1970'lerin sonunda Avrupa'da insanlar uzun süren bunalımdan ve kargaşadan bıktılar. Tabii bunun ekonomik, siyasi birçok sebebi var. Burada bunlardan bahsetmeyeceğim. 1980 yılına yaklaşırken Tüm dünyada insanlar sağ ve sol partilerden uzaklaşarak liberal ve muhafazakar partilere yöneldiler. İnsanlar ideolojilerden çok günlük ihtiyaçlarına cevap veren söylemlere eğilim gösterdiler. İnsanlar sadece ''ben oyumu veririm, tüketirim, eğlenirim, hayatımı yaşarım,kalanını devlet düşünsün, bunları sağlayan kimse ona da gider oyumu veririm'' mantığındaydılar. Hatırlayın o dönem İngiltere'de Thatcher gibi biraz otoriter ve aynı zamanda muhafazakar artı liberal bir başbakan gelmişti. ABD'de aynı nitelikteki Reagan, Almanya'da da benzer bir siyasi görüş iktidara gelmişti. Bu akım tüm Avrupa'ya yayılmaya başladığı bir sırada Türkiye'de 12 Eylül öncesinde sağ ve sol hareketler zirve yapmış durumdaydı. Toplum genelde sağ-sol diye ikiye, bunlarda merkez sağ, siyasal İslam vb. şeklinde kendi içinde alt bölümlere parçalanmış ve toplumun tamamına yakını politize bir hale gelmişti. AP gibi daha çok köylü kesimlere seslenen merkez sağın başındaki, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük demagoglarından biri olan, Demirel bile kendisini öncelikle sağ diye tanımlıyordu. İşte bu ortamdan çıkarak dünyadaki genel gidişata uyum sağlama olayı Türkiye'de 12 Eylül darbesi ile oldu. Darbeden sonra tüm eski parti liderleri ve ileri gelenleri tutuklandı. Partiler kapandı, siyaset yasakları geldi. Darbeyi yapan generallerin kafasında merkez sağ ve merkez soldan oluşan iki partili bir siyasi düzen kurma hesapları vardı. Bu hesaba karşı olan herkes engellendi. Hatta bu dönemde ideolojik şarkılar söyleyen şarkıcılar bile yurt dışına kaçtılar. Bu durum o kadar abartıldı ki bir travesti olarak generallerin ahlak anlayışına göre marjinal olan Bülent Ersoy bile yasaklı listesine girdi. Bu arada bir parantez açayım: Bülent Ersoy'un ara sıra asker karşıtı söylemleri ideolojik bir temelden değil bu yasaktan kaynaklanmaktadır. Neyse. İşte siyasi tüm yapılar ve hatta toplum kesimleri bile susturulunca meydan ideolojisi olmayan, kurulmaya çalışılan rejim için tehlike teşkil etmeyen siyasi partilere kaldı. Özal askeri yönetimde de görevli bir kişi iken seçimden bir süre önce ABD'ye gidip eğitim aldı, hazırlandı. Generaller bunu fark edip rahatsız olsalar da Özal'ı engelleyemediler. Aslında onların kafasında merkez sağ için Turgut Sunalp'ın MDP'si vardı ama evdeki hesap çarşıya uymadı. ABD desteğini alan Özal dünya konjonktürüne uygun olarak ideolojik olmayan muhafazakar ve liberal bir parti kurdu: ANAP. Darbeden sonra sağlanan güvenlikten de memnun olan seçmenler kendilerini yönlendiren ve 12 Eylül'de yurt dışına kaçan (şimdi Kenan Evren'e saydıran) yazar çizer takımının da etkisinden kurtulduğundan apolitikleştiler. Siyasi gruplara ayrılmış kitleler konumundan hiçbir siyasi görüşü olmayan ortada gezen kitleler haline geldiler. Özal bu kitleleri pompaladığı tüketim kültürü, popüler kültür ve liberal politikalarla yanına çekti. 80 öncesinde sağ ve sol arasında oyların çok az bir kısmı seçimden seçime değişirdi. Bunlar ideolojisi olmayan kitlelerdi. İşte 80 sonrası bu kitle çok fazla büyüdü. Bu kitleyi genelde günlük düşünen, kendi ekonomik durumu geçinebilecek kadar iyi olan, hayatta kalmayı, tüketmeyi ve üremeyi önemseyen diğer hiçbir derin konuyu önemsemeyen insanlar oluşturuyordu. Şehirlere göçün artmasıyla beraber bu kitle ülkeyi kimin yöneteceğine karar veren asıl unsur oldu. Merkez sağ politikaları dar boğaza girip merkez sağ ANAP ve DYP diye ikiye ayrılınca bu gezici oy kitlesi de harekete geçti. Bozulan ekonomi, artan PKK terörü, şehirlerde artan mafyalaşma ve güvenlik sorunu bu kitleyi tedirgin etti. 1995'te bu kitleye hitap eden RP herkesi hayrete düşürerek oy patlaması yaptı. Ancak ülkede istikrar sağlayamadığı ve askerlere dayanamayıp istifa ettiği için bu ideolojisiz ve vasat insanlardan oluşan kitle 1999'da DSP ve MHP'ye kaydı. Ancak ülke şartları oldukça zor durumdaydı. Güvenlik ve terör had safhaya ulaşmıştı. Anayasa fırlatma olayından sonraki kriz bardağı taşıran son damla oldu. Bu kitlenin talepleri basit ve sığ olduğundan uzun vadeli çıkarlar yerine kısa vadeli çıkarlarını düşünür. Güvenlik ister, Düzenli olarak yaşayabileceği az da olsa bir gelir ister vs. vs. İşte artık iyice büyümüş ve %40'lara varmış olan bu kitle güçlü bir iktidarın, otoritenin sorunları çözeceğini düşündü ve kendisine bunu sağlayacak en uygun adam olarak sunulan Erdoğan'ın peşine düştü. Erdoğan dünya konjonktürünün çok müsait bir döneminde iktidara geldiğinden şanslıydı da. 11 Eylül olaylarından sonra ABD ve Avrupa'dan kaçan Arap sermayesi (oralarda gördükleri baskı ve aşağılama sebebiyle kaçtılar, ben İngiltere'de 2008 yılında bile bunu gördüm, hava alanlarında arap kıyafetli kişileri donlarına kadar arıyorlardı) kendine yer arıyordu. Bu sermayenin büyük kısmı Çin'e, bir kısmı da Türkiye'ye aktı. Bu dönemde bakın Çin uçuk büyüme rakamlarını yakaladı, o kadar olmasa da Türkiye'de büyüdü. İkinci dönem daha güçlü iktidara gelen AKP hiçbir şey yapmamışlar diye suçladığı Atatürk, İnönü ve daha sonraki iktidarlar döneminde yapılan her şeyi satmaya başladı. 300 milyar dolar kadar bunlardan para topladı. Bir o kadar da dış borç yaptı. Fakat para bol gelince yolsuzluk ve savurganlık ta hat safhaya çıktı. Dış ilişkilerin bozulması ticareti de etkileyince bu dönemde Türkiye koşarak bir ekonomik krize doğru gitmeye başladı. Artık satacak bir şey de kalmayınca hükümet vergilere yüklendi. Bu sebeple 5 Tl. ye benzin alıyoruz. Bu seçim öncesinde AKP gerek devletin giderek bozulan durumu, gerek iç siyasi durum, gerekse dış sorunlara aşırı angaje olması dolayısıyla iyi bir seçim programı hazırlayamadı. Tek programları başkanlık sistemi oldu. Ama benim bahsettiğim bu vasat insanlardan oluşan büyük kitlenin başkanlık sistemi filan umurunda değildi. O yizden bir arayışa girmeye başladılar. İşte bu dönemde MHP ve CHP (kim akıl verdi bilmiyorum) durumu oldukça doğru okudular. Vaatlerini bu vasat insanların oluşturduğu büyük kitlenin beklentilerine göre hazırlamışlar. Bu çiftçiye mazot, asgari ücretliye daha yüksek ücret, emekliye zam vb. söylemler işte bu kitlenin doğrudan ilgilendiği ve gözlerini çevirdiği söylemler. CHP, ardından da MHP bu yöndeki programlarını açıklayınca AKP hazırlıksız yakalandığını anladı. Kıvırmaya başladı ama kıvırdıkça battığını gördü. Kendileri üç seçimde benzer vaatlerle bu kitleden kolayca oylarını almışlardı. Ama şimdi alarm zilleri çalmaya başladı. O yüzden arka arkaya bazı uygulamalara başladılar. Dünkü emekli pirimini ödemeyenlere af olayı da bu kapsamda yapılmış bir girişimdir. Ama AKP'den kayan oyları geri çevirmeye yetmez. AKP'ye oy veren bir miktar insan şimdiden MHP ve CHP'ye kaymış durumda. Bu söylemleri iyi anlatırlarsa bu akış daha da artar. Çünkü konuştuğum bazı insanlar ''Ya, bu vaatlerini MHP ve CHP yerine getirebilirler mi?'' diye sormaya başladılar. Eğer bu partiler ''kaynak ortada'' gibi üstü kapalı açıklamalar yerine halkı ikna edecek şekilde kaynaklarını açıklarlarsa oy akışı çığ gibi büyür. Eğer bu olursa CHP veya MHP'nin oyları herkes için inanılmaz büyüklükte sürpriz olabilir. Burada AKP'den başka yanlış hesap yapan bir diğer parti de Vatan Partisi. İdeolojik ve felsefi bir duruşu olan bir politika yapıyorlar. Biz kaç oy alırsak alalım önemli değil diyorlarsa eyvallah. Ama şu anda Türkiye'de böyle derin konuları düşünen ve buna göre oy veren insan sayısı bir partiye baraj aştıracak kadar bile değil. Kaldı ki bunların bir kısmı zaten;MHP,CHP ve Saadet Partisine oy veriyor. Türkiye'de iktidarı belirleyen benim baştan beri bahsettiğim kitle. Yani güç onların elinde. Bu sebeple eğer oy almak istiyorlarsa bu kitleye hitap etmeleri gerekiyor. Bu sebeple şu andaki propagandalarıyla sanırım seçim sonrası hayal kırıklığı yaşayacaklar. Bu arada Demirel'den sonra Türkiye'nin en büyük demagogu Erdoğan'ın (Daha çok Menderesin tarzını taklit ettiğini düşünüyorum) dışında farklı kanaldan bir başka demagog daha yetişiyor: HDP başkanı Demirtaş. Adam kitlelerin kalbini tutuyor ve günlük polemikleri o kadar ustalıkla kendi çıkarına kullanıyor ki söylemleri çok büyük kitleleri etkilemeye başladı. Bu sebeple eğer HDP barajı aşarsa, hemde 2-3 puan aşarsa hiç şaşırmam. Neyse konu çok uzadı. Burada vasat insan tanımına açıklık getirerek yazımı sonlandırmak istiyorum. Vasat insan ilkokul mezunu, cahil veya köylü insan değildir. CHP'lilerin bir dönem göbeğini kaşıyan adam veya AKP'nin koyunları dediği türden insanlar da değildir. Vasattan kastım uzun vadeli, ideolojik, felsefi vb. derinliği olmayıp günlük ihtiyaçlarına göre karar veren insandır. Bunların arasında rektör olabilmek için en koyu AKP'li olan profesörler, daha önce sövseler bile menfaat karşılığı en koyu AKP'li olan gazeteciler (Mesela biryantinli bir lavuk var. Kendini stratej filan sanıyor. Yazılarını okuyorum. Harp Okulu 1. sınıf öğrencisi kadar strateji bilgisi ve vizyonu yok, işte bu yüzden de vasat diye tanımladığım biri), iş adamları gibi oldukça eğitimli ve üst tabakaya mensup insanlar da var. Bunlar saf veya salak insanlar filan da değiller. Aksine kendi çıkarlarının gayet farkında, rasyonel hareket eden insanlar. Ha bu arada bunlar siyasal İslamcı filan da değiller. Yarın uygun söylemlerle ikna edilsinler sosyalist te olurlar. Çünkü daha önce RP'li, MHP'li, DSP'li olan da bu insanlardı. O zaman nasıl yeni şartlara hemen uyum sağladılarsa yine sağlarlar. Onun için vasat tabirini yanlış anlamayın.Bu küçümseyici bir tabir değil, sadece sosyolojik bir tanımlamadan ibarettir.                                                                                                       
Gelelim Kenan Evren hakkındaki tartışmalara. Benim bahsettiğim kitle ideolojik olmadığı gibi kimseye bir kızgınlık beslemeyen ve aynı zamanda kimseye de bir bağlılık veya minnet beslemeyen bir kitle. Onun için dün göklere çıkardığı birini bu gün birden bire o göklerde omuzundan atıp paramparça olmasına da sebep olmaktan çekinmiyor. Nefreti olmadığı gibi acıması da yok. Daha önce dediğim gibi bu kitlenin hareketi kendi mantığı içinde çok rasyonel ve faydacı. 12 Eylül sonrasında işte bu yüzden; çocuklarının her an ölüm haberini alma tehlikesinden, her gün artan dar boğaz, karaborsa ile çay, yağ, sigara kuyruklarından kurtardığı için, en önemlisi de çocuklarını ve kendilerini yazdıkları yazılarla birbiri ile çatıştıran yazarlar, ajite eden politikacılar, çatışma için teşkil ve teşvik eden örgütlerden koruduğu için darbeyi desteklediler. Şimdi bazıları oylamanın demokratik şartlar altında olmadığını ve bu yüzden halkın bu kadar yüksek oranda darbe anayasası ve Kenan Evren'e oy verdiğini söyleyebilirler. Külliyen yalan, bu günkü seçimlerden daha az demokratik değildi. Hatırladığım kadarıyla kimse de bu yönde bir itirazda bulunmadı. Ben o zaman liseye gidiyordum ve kendi çevremde böyle iddia edildiği gibi bir baskı filan görmedim. 60 ihtilalinde niye bu kadar yüksek bir destek yoktu o zaman. Bence 1980'de Halk darbeyi de darbecileri de onayladı. Sağladığı güvenlikten dolayı, ekonomik istikrardan dolayı, daha önce yaşadığı sıkıntıları kendisine çektirdiği kişileri hapsettiği veya yurt dışına kaçırdığından yani o kişilerden onları koruduğundan dolayı sınırsız destek verdi.O sebeple darbe döneminde yapılan bazı kötü uygulamaları da önemsemedi ve hatta destekledi. Çünkü duyduğu işkence haberleri de eskiden sıkıntı çekmesine sebep olan ve anarşist dediği kişilere yapılıyor diye düşünüyor ve hak ettiler diye sessiz kalarak bunu onaylıyordu. Bunları ben bizzat kendi kulaklarımla o dönemde duyduğum için yazıyorum. O dönemde işkence gören tanıdıklarım da oldu, o dönemde bu işkencelere ''İyi yapıyorlar. Bu anarşistler memleketi yaşanmaz hale getirmişlerdi. Şimdi hak ettikleri cezayı çeksinler diyen tanıdıklarım da. Hatta aşırı sol bir örgüte olup ta darbeden iki üç sene sonra bana iyi ki darbe oldu, yoksa şimdi ben ya birkaç kişiyi öldürmüş bir katil veya öldürülmüş olurdum'' bir kişiyi de hala tanıyorum. Peki şimdi neden böyle herkes Kenan Evren karşıtı kesildi? Bence öyle bir şey olduğu filan yok. Halk kitleleri Kenan Evren karşıtı filan kesilmedi. Bugün Kenan Evren karşıtı kesilenler o dönemde darbenin sıkıntılarını çekenler, işkencelerine katlanan bazı çevreler ile bunların yakınları ve dünyaya hala ideolojik ve felsefi bir perspektifte bakan az sayıdaki kişi bu tepkileri gösteriyor. Halk ise her zamanki gibi şu anda kendisini çok ilgilendirmeyen bu tartışmaları önemsemiyor. Daha önce dediğim gibi kendisini yönetenlere karşı bir minnet filan da beslemediği için kimsenin de arkasında durmuyor. Saygılar sunarım.

10 Mayıs 2015 Pazar

Kenan Evren üzerinden kendilerini aklamaya çalışanlar. Siz de suçlusunuz. Hatta suçun büyüğü size ait.

Kenan Evren hakkında yapılabilecek olumsuz eleştirilerin çoğuna katılırım ama bunlar 12 Eylülden önce ülkeyi felsefeden uzak şekilci bir ideolojik yaklaşımla, bu günkü yönetimin de yapmaya çalıştığı gibi, kamplara bölenleri temize çıkarmaz. 
Köksüz, kendi düşünemeyen, kendi üretemeyen, sürekli olarak başkasını taklit eden aydın tipinin yarattığı ve körüklediği kaos bu ülkede 12 Eylül'de çekilen acılar gibi hatta ondan en az 100 kat acıya sebep olmuştur. 
Dikkat edin, 12 Eylül öncesi gençleri fişekleyerek birbirini öldürmeye teşvik eden ve kendine aydın sıfatını koymuş bazı kişiler Özal döneminde liboş, Erdoğan döneminde muhafazakar olup çıktılar. 
Bu da gösteriyor ki bu kişiler bırakın aydın olmayı, basit bir insan olamayacak kadar aşağılık ve kişisel çıkarlarına göre her kalıba giren insanlarmış. 
12 Eylül dönemindekiler de dahil sebep oldukları acıları ve ölümleri şimdi başkasının sırtına yıkarak sorumluluktan kurtulmaya, tarih önünde kendilerini aklamaya çalışıyorlar. 
Bu anlamda Kenan Evren kadar bile tutarlı değiller. 
Kenan Evreni her ne kadar sevmesem de adam 90 küsur yaşında yargı önüne çıkarılmaya kalkıldığında yaptıklarını inkar etmedi ve bu gün de olsa aynı şeyi yapardım dedi. 
Tamam yaptıklarının bir çoğu savunulamayacak şeylerdi, ama adamın bu tavrı tüm yaptıklarını bunların doğru olduğuna inandığı için yaptığını gösteriyor. 
Bu şahısta belli ki yanlış ve doğruyu değerlendirme konusunda bazı sorunlar var. 
Fakat adam kişisel çıkarları için her gün başka türlü kıvıran bir adam değilmiş. 
Ancak bu gün onu eleştiren bazı kişilere baktığımızda aynı tabloyu göremeyiz. 
Çünkü bu kişiler 12 Eylül öncesi söylediklerini en az 50 defa değiştirmiş, her yeni söylediğini ise çıkarları değişince yeniden değiştirmiş ilkesiz, omurgasız kişiler. 
Böyle adamlara Anadolu'da ''her devrin iti'' derler ve bu tür insanlar toplumda saygınlık açısından katillerden, hırsızlardan bile aşağıda görülür. 
Tamam herkes Kenan Evren ve 12 Eylül rejimini eleştirsin ama hiç kimse onu kullanarak kendini aklamaya ve sorumluluktan kaçmaya çalışmasın. 
Öz eleştiri zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. 
Bu söylediklerimin doğruluğunu sınamak isteyenler sadece büyük dönek ve oğulları küçük dönekler olarak meşhur olan Altan ailesine bile baksalar ne demek istediğimi kolayca anlarlar. 
Ben 12 Eylül uygulamalarının sonuçlarından memnun değilim ama bu 12 Eylül öncesini unutmamı gerektirmez. 
O dönemin sorumluları da toplum önünde hesap vermelidirler.
Zaten 12 Eylül'ün şartlarını da hazırlayan onlardır. 
Şimdi suçu ABD'de vs. aramak komediden başka bir şey değildir.

Saygılar sunarım.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Tehlike çok büyük: Atatürk Orman Çiftliği'ne gidip te çiftliğin ortada olmadığını ve yerine yapılan Aksaray'ı gördükten sonra düşündüklerim.

Tehlike çok büyük: Atatürk Orman Çiftliği'ne gidip te çiftliğin ortada olmadığını ve yerine yapılan Aksaray'ı gördükten sonra düşündüklerim. 

Bu gün Ak Saray'a gittim. Millet bence siz de gidip bir görün. Adam binaları devleti Abdülhamit gibi saraydan yönetecek şekilde yaptırmış. Gençlik yıllarımda çok gittiğim Atatürk Orman Çiftliği'nin katledilmesine çok üzüldüm. Resmen çiftliğin içine etmişler. Ama bundan bahsetmeyeceğim. Adam ülkenin başına bela, şimdi de ölene kadar ve artık püsküllü bela olmaya kararlı. Belki öldükten sonra bile mezardan yönetmek için saraya benzer bir mezar da yaptırır ama şimdi bu adamın planlarını bozmak zamanı. Sarayın yanına kocaman bir cami yaptırmış. Ankara'nın sayılı camilerinden olabilir. Yanına kendisi ve ailesi için bir konut yaptırıyor. Onun yanında da şu anda tamamlanmış olan ve kendisi başkan olunca devleti yöneteceği birimlerin bulunacağı başkanlık sarayı yapılmış. Adam bu kadar hazırlık yaptıktan sonra bu yoldan dönmez bence. Şu anda hesaplar ters gidiyor çünkü anketlerde Tipitip'in parti oylarını koruyamadığı görülüyor. Bu yüzden Sultan adayımız depresyona girmiş durumda. Başkanlık olmazsa kriz olur diyor. Şimdiye kadar başkanlıkla yönetilmediğimiz halde kriz filan olmadığına göre kendisinin sinir krizleri geçirmeye başladığını kast ediyor olmalı. Herkes çok dikkatli olsun. Bu söylemler adamın akıl sağlığının bozulduğunun da bir işareti olabilir. Eğer başkan olamazsa bu adam bir kriz yaratabilir. Başbakan adayını görevlendirme safhasında bu krizi yaratma imkanı olabilir.Onun için millet oylarını bu adamı yerinden indirebilecek partilerde toplamalı. Öyle ki AKP seçimlerden birinci parti olarak çıkamamalı. Yoksa ülke elden gidiyor. Zaten doğuyu şimdiden böldüler. Artık kalan kısımlar da elden gidebilir. Vatanını milletini seven herkes bu herifi engellemek için elinden geleni yapmalı. Yoksa 93 harbi sonrası, Balkan Savaşı sonrası ve 1. Dünya savaşı sonrasındaki durumlara düşeceğiz. Olsun bu millet yine işleri düzeltir, devleti yeniden kurar diye düşünen varsa hatırlatayım: Şu anda ortada bir Atatürk yok. Olsaydı zaten bu herif bu ülkeyi bu hale getiremezdi. Onun için şimdi görev herkese düşüyor. Tek bir kişi bile ne yapabilirim diye düşünmemeli ve göreve atılmalı. İlk görev Haziran seçimleri. Bu seçim bizim yeni Sakarya savaşımız olacak. Eğer düşmanı Sakarya'da durdurduğumuz gibi bu adamı da bu seçimde durdurursak Büyük taarruz ve sonunda da bu herif ve yardakçılarından kurtulmamız yakın demektir. Ben daha önce AKP'ye oy verenlere de sesleniyorum. Şu ana kadar sizi kandırmış olabilirler. Ben buradan uyarıyorum. Bu adamlar devletin altını oydular ve şimdi de yıkacaklar. Artık yanlış yoldan dönme vakti geldi. Seçimde AKP'ye değil, bu ülkeyi satmayacak olanlara oy verin. Yoksa seçimin arkasından sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Bu sürprizlerden en büyüğü de AKP'nin yanına HDP belasını başımıza getirip belayı çiftlemek tir. Eski aşırı solcu kesimler ile dini kesimlerin bir kısmı HDP'ye destek verecekler diye kuvvetli duyumlarım var. Zaten adaylar da batıda bu kesimlerden seçilmiş. Bir arkadaşım Manisa'da HDP'nin bir milletvekili çıkarmaya çalıştığını söyledi. Yani tehlike tek boyutlu da değil. Bu adamların harabeye çevirdiği memleketimizde harabelerde yetişen türden çok fazla zararlı ot bitti. Artık silkelenip kendine gelme zamanı geldi de geçiyor bile. Sonra pişman olmamak için şimdiden tedbir alın. Sandığa gidin. Devlet ve milleti bölüp parçalamaya çalışan ve bunu da imparatorluk olacağız saçmalığı ve başka yalanlarla gizleyenlere bu numaraları yemediğinizi gösterin. Bir ders verin. Hilelerini yüzlerine çarpın. Saygılar sunarım.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Cemaatler ve Tarikatlar Dini Organizasyonlar mı, yoksa Titancılar Gibi Birer Saadet Zinciri mi?


Cemaatler ve Tarikatlar Dini Organizasyonlar mı, yoksa Titancılar Gibi Birer Saadet Zinciri mi?
Usulsüz para toplama, vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık.....

Son 10 yılda tarikat ve cemaatler Türkiye kamuoyunda hayli etkin ve gündemde oldular. Fakat bu cemaatler ve tarikatlar hep güncel olayların akıntısı içinde yüzeysel olarak halkın diline düştüler. Ben burada Cemaat ve tarikatların bir başka boyutunu farklı bir bakış açısıyla kısaca irdelemeye çalışacağım.
Yakın zamanda memlekete gittiğimde bu dini görünümlü örgütlerin ikisi ile ilgili bazı üye ve sempatizanları ile onları eleştirenlerden bazı şeyler dinleyince bunlar hakkında ufkum açıldı diyebilirim.
Herkes şunu gözlemlemiştir sanırım. Bu dini organizasyonlar o kadar idealist bir görünüm altında faaliyet gösteriyorlar ki ben zaman zaman imrenmedim değil. Neden diğer sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler de böyle değil diye de kendi kendime hayli düşünmüşümdür.
Bu dini örgütler fakirlere yardım ediyorlar, fakir öğrencilere yardım ediyorlar, yurt vb. sağlıyorlar. Okullar açıyorlar ve bu okulları dünya çapında yayıyorlar. Bunları da topladıkları yardımlarla yapıyorlar. Yardım toplayan insanların söylemleri ve faaliyetlerini, özellikle de sanki kendileri için para topluyormuş gibi canla başla çalışmalarını hep hayranlıkla seyretmiştim.
Fakat bu memleket seyahatimde ve burada, Ankara'da öğrendiğim bazı şeyler beni bu hayal aleminden uyandırdı.
Tarikat ve cemaatler para toplama, yani onların tabiriyle yardım toplama faaliyetini belli bir sistem içinde yapıyorlar ve bu parayı da belli bir oranda bölüşüyorlarmış. Mesela Fethullah Gülen Cemaatini para toplama sistemi şu şekilde işliyormuş. Para toplayan kişiye toplanan paranın %30'u çalışmasının karşılığı olarak veriliyormuş. Paranın kalan kısmı da alt seviyede sorumlulardan en üst seviyedeki sorumlulara belli bir oranda dağıtılıyormuş. Kalan belirli bir miktar da fakir öğrencilere yardım ve okullar için ayrılıyormuş.
Yani bu hayır işi bir saadet zinciri gibi ticari bir işlem olarak yürütülüyormuş. Şimdi yardım toplayanların neden o kadar canla başla çalıştığını anlamak daha kolay değil mi?
Bu paranın toplanması bize ne zarar verir diyeceksiniz. Sonuçta alan memnun, veren memnun...
Ama olaya bir de şu açıdan bakalım. Burada bir dolandırıcılık söz konusu değil mi? Öğrencilere yardım edilecek diye halkın verdiği paraların bir saadet zinciri içinde dağıtılması dolandırıcılık ve sahtekarlık değil de nedir?
Peki bu bir ticari faaliyet haline getirildiyse, her ticari faaliyet gibi bu paraların da vergisi verilmesi gerekmiyor mu? Genel evde vücudunu satan zavallı kadınlardan bile vergi alan devletin bu emeksiz gelirden vergi alması gerekmiyor mu? Yani neresinden bakarsanız bakın burada bir suç işlenmiyor mu? Vergi kaçırma suçu işlenmiyor mu?
Benim cemaat üyesi olan bazı tanıdıklarım var. Bunların yaptığı iş ve gelir seviyeleri belli. Ama yıllar geçtikçe hızla kalkındılar. Bu nasıl oluyor, ek iş filan mı yapıyorlar diye düşünüyordum. Bunu öğrenince ve onların da fakir öğrencilerin okutulması için hayır adı altında yardım topladıklarına şahit olduğumdan şimdi nasıl kalkındıkları hakkında bir fikrim var artık.
Bu insanlar dinden, imandan, ahiretten bahsediyorlar. Peki haksız kazanç haram değil mi? İnsanları kandırmak günah değil mi?
Tabii bu söylediklerim benim başkalarından duyduklarım ve kendi gözlemlerim üzerine yaptığım yorumlardır. Yine de kimseyi haksız yere itham edip günahına girmek istemem.
Ama birisinin çıkıp bana bu sorularımın cevabını vermesi ve beni aydınlatması gerekiyor.
Aksi takdirde ben bundan sonra cemaat ve tarikatlara dini organizasyonlar olarak değil de Titanvari dolandırıcılık şebekeleri ve saadet zincirleri olarak bakacağım.
Fethullah Gülen Cemaati örneğini verdiğimiz için diğerleri böyle değil diye düşünmeyin.
Diğerleri hakkında da gerek bunların içine girenlerden ve gerekse yakın gözlemlerde bulunanlardan çok daha vahim iddialar dinledim.
Onlardan da başka bir yazımda bahsedeceğim.
Bana sorarsanız yardım adı altında para toplayan hiç kimseye para vermeyin.
Hele de size herhangi bir dernek veya yasal kuruluşun resmi bir dekontunu vererek sizden bu parayı yasal olarak topladığını ispat edemeyenlere asla.
Verirseniz hem kendinizi geri zekalı yerine koymuş olursunuz, hem de yolsuzluğu ve kanunsuzluğu desteklemiş olursunuz.
Yani sevap işleyeyim derken günaha girersiniz.

Saygılar sunarım.
6.4.2015


22 Mart 2015 Pazar

Seçimler yaklaşırken görünen gerçekler.

Seçimler yaklaşırken siyasi partilerde de bir hareketlenme başladı. Her partinin milletvekili aday adayları partilerine başvuru kuyruklarına girdiler. Bunlar he zaman olan olağan şeyler. Ancak olağan olmayan şeyler de var.
Bunlardan başında da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve hatta Türk tarihinde ilk defa bir cumhurbaşkanının anayasada bulunan zorunlu kuralları hiçe sayarak bir siyasi parti için oy istemek maksadıyla şehir şehir gezmeye başlaması geliyor.
Herkese hukuka uymak konusunda örnek olması gereken ve anayasaya göre devleti temsil eden bir kişi devletin başı olduğunu unutup hala kendini bir siyasi partinin başı zannetmesi ülkemiz için gerçekten üzülecek bir durum.
Peki neden böyle yapıyor?
Bunun cevabını vermek çok basit.
Çünkü ülkenin 92 yıllık anayasal düzenini değiştirerek ülke yönetimini başkanlık sistemine dönüştürmek  istiyor. Bunu da biraz daha ülkenin başında kalmak için yapıyor. Ama devletin siyasi sistemini sadece bunun için değiştirmek istemiyor. Ülkeyi federal bir sisteme götürüp Vahdettin'in isteyip te yapamadığı gibi güçlü bir yürütmenin başı olarak devleti istediği gibi idare etmek istiyor.
Peki, sürekli olarak bahsettiği %50 bunu yapmak için yeterli değil mi? Neden bu kadar cevval bir şekilde davranıyor. Hem de, adına oy istediği siyasi partinin resmi lideri bile henüz sahalara çıkmamışken....
Konunun özü şu:
Bu şahıs ve oy istediği siyasi partinin imkanları diğer partilere göre neredeyse sınırsız bir durumda. Bunlar klasik siyasetçiler gibi meydanda toplanan kalabalığa bakıp ta ne kadar oy alabileceklerine karar vermiyorlar. Modernite karşıtı söylemlerine rağmen çok modern yöntemler kullanıyorlar.
İşte bu yöntemleri kullanan bu şahıs (lar) yaptırdıkları gizli anketlerde ayaklarının altındaki zeminin hızla kaymakta olduğunu ve bu durumun giderek daha da hızlandığını gördüler. Her geçen gün anketlerde kendilerine verilecek oyların azaldığını tespit ettiler.
Peki bu oylar nereye gidiyor.
Bu oyları CHP'ye gitmediği kesin. Çünkü ülkemizde sağ partiye oy veren biri nadiren sol bir partiye dönebiliyor.
Görünen o ki, son açılım rezaleti ve onun sonuçları olarak ortaya çıkmaya devam eden katmerli rezaletlerden sonra oylar iki kanaldan hızla AKP dışına akıyor. Bunlardan birincisi HDP.
HDP'yi kendi elleriyle besleyip büyüttüklerinden ve bu partiye karşı manevra alanları azaldığından çok fazla bir şey yapamıyorlar. Yani HDP'ye giden oyları kısa sürede geri çevirmek mümkün değilmiş gibi görünüyor. Ayrıca bu partiye giden oylar toplam oya oranla çok büyük bir oran da teşkil etmiyor.
Oyların ikinci ve daha gür bir şekilde aktığı kanal ise MHP. Bunları esas tehlike ve rakip olarak gördükleri partı de bu parti. Şu anda MHP oylarının %22-23 bandına çıktığını gördüler ve çok büyük bir paniğe kapıldılar. Bunun da sebebini çok açık. Çünkü şu anda Türkiye'de AKP'ye oy vermekten vazgeçen bir seçmenin tek alternatifi MHP'dir.
Ayrıca MHP'nin savunduğu milliyetçi fikirler için son zamanlarda çok mümbit bir ortam da oluşmuştur.
Mesela, Cumhuriyet kurulalı beri ilk defa bir toprak kaybettik. Bahsettiğim toprak, 1921 yılının yoklukları içinde, o zamanın süper güçlerinden biri olan Fransa'ya karşı direnerek kazanılan eski bir Türk büyüğünün mezarı olan toprak parçası. Şimdi bu çakma Osmanlı torunlarının, dünya devleti; olduğumuzun, bazılarının da dünya lideri olduğu palavralarının bas bas bağırılarak ilan edildiği bir dönemde bir Türk toprağını terk etmelerinin hiç kimseyi inandırabilecek bir açıklaması yok. Bir kaptı kaçtı operasyonu ile adeta rezilane bir şekilde bu toprağımızın terk edilmesi ve mezarın (İnşallah sadece sandukayı almamışlardır ve sandukanın altındaki kemikleri de getirmişlerdir. Çünkü askerler kemiklerin toprakta olduğunu bilmiyor olabilir.) sınıra yakın bir yerde inşa edilen bir gecekonduya konulması hiç kimseye yutturulamayacak kadar büyük bir bir rezalettir. Hele de bazı zırhlı araçların arıza yaptığı gerekçesi ile orada bırakılması, üzerine tüy dikmekten başka bir anlama gelmiyor.
Şimdi insanlar şunu düşünmüyorlar mı sanıyorsunuz? Hani bir büyük devlet olacaktık? Yeniden Osmanlının mirasını diriltecek ve imparatorluk olacaktık? Dünya devleti filan hikayelerine ne oldu? Büyük devlet dediğin toprak alarak büyür, terk ederek değil....
Diğer bir husus ta PKK'nın hükumetin yardımıyla açılım adı altında kazandığı güçlü konumdur. Hatta buna güvenerek HDP parti olarak seçime girmeye karar vermiştir. Sizin yandaş basınınız istediği kadar 'ne büyük işler yaptığınızı, kansız bir şekilde PKK'yı bitirdiğinizi' filan yedi gün yirmi dört saat vaaz etsin. Ben bu Cuma (20 Mart 2015) devletin başkentindeki bir devlet üniversitesinde PKK yandaşlarının ''Biji Serok Apo'' diye naralar atarak savunmasız öğrencilere saldırdığını, terör örgütü liderinin resimlerini üniversiteye astığını ve buna ne üniversite yönetiminin ne de üniversite güvenliği veya polisin müdahale etmediğini gördüm.
Sadece bir parkta ağaçlar kesilmesin diye demokratik haklarını kullanan, ellerinde Türk bayrağı taşıyan insanlara binlerce polis tonlarca gaz atarken bu terörist örgüt yandaşlarına hiç kimsenin müdahale etmediğini ve hatta korunduklarını da gördüm. Şimdi siz çıkıp ta ''Kürt sorunu yok. En milliyetçi biziz. En yüksek sanal bayrağı televizyon reklamlarında bir gösterdik.'' gibi palavralar atsanız da artık pek inandırıcı olamıyorsunuz.
Üstelik yolsuzluklar, baskılar, sokak ortasında adam öldürmeler, ayakkabı kutuları, bakara-makara vb. gibi saymakla bitmeyecek rezillikler de cabası.Bu milleti salak yerine koyabileceğinizi düşünüyorsanız aldandığınızı görünce büyük hayal kırıklığı yaşayacağınızı şimdiden söyleyeyim.
Bu ülkede yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu, hangi partiye oy veriyor olurlarsa olsunlar, milliyetçi bir duyguya sahiptirler. Şimdiye kadar; açılım, barış, duble yol  gibi masallarla insanları uyutmuş olsanız bile artık mızrak çuvala sığmıyor. Her türlü tek yanlı basın spekülasyonlarına rağmen artık insanlar size inanmamaya başladı. MHP'nin oyunun her geçen gün artması da bunun en açık göstergesi.
Hele bir de MHP, SP ve BBP ile işbirliği içinde seçime giderse işte o zaman külliyen yandınız. Bu ortaklık muhafazakar ve milliyetçi oyların büyük bir bölümünü çeker ve bırakın 400 milletvekili almayı iktidar olmanız bile hayal.
İşte bunları çok iyi bildiği için devletin başı, milliyetçi söylemlerle alel acele kendini yollara attı. İşte bunun için milliyetçi ve ulusalcı oyları kendine çekerek CHP ve MHP'yi zayıflatma ihtimali olan Vatan Partisi ile kesinlikle ağız dalaşına girmiyorlar, hatta paralellere karşı işbirliği yapacaklarını karşılıklı olarak söylüyorlar. Vatan Partisi'nin, Uzan'ın Genç Partisi gibi, kendi değirmenlerine su taşıdığını biliyorlar da ondan. Ama bunların hiç biri fayda etmeyecek gibi görünüyor. Normal şartlar altında her şey hükumetin aleyhine çalışıyor.
Ancak bunlar koltuğu çok sevdiler ve kolay kolay vereceklerini sanmıyorum. Onun için, bundan sonra her an gizli dinlemeler, kumpaslar ve daha başka birçok numaralar görürsek sakın şaşırmayın. Sadece şaşırmamak la kalmayıp bunlara inanmayın da.
Çünkü bu paralel muhabbetinde de olduğu gibi, bunları en iyi bildiği numara; ''Aaaaa! Cambaza bak!'' diye milletin dikkatini bir cambazın üstüne toplayıp o arada her türlü numarayı yapmaktan ibaret. Ha bir de kedilere dikkat. Elektrik trafolarına filan girmesinler sakın...

Saygılar sunarım.

19 Ocak 2015 Pazartesi

ERMENİSTAN VE GÜRCİSTAN ARASINDAKİ İLİŞKİLER



ERMENİSTAN VE GÜRCİSTAN ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Kafkasya, Ermeni, Ermenistan, Gürcü, Gürcistan, Rusya, ABD, AB, NATO, Azeri, Azerbaycan.
                                                                                                                                             Mehmet ÇANLI*
Özet
Ermenistan ve Gürcistan Kafkasya’nın iki küçük devletidir. Gerek tarihi altyapıları ve gerekse halen devam eden sorunları sebebiyle karşılıklı ilişkilerinde genel bir güvensizlik hâkimdir. İki devletin arasında stratejik tercihlerindeki farklılıklar ve azınlıklar meselesi, kilise sorunu gibi sorunlar nedeniyle bu güvensizlik devam etmektedir. Ancak her iki ülkeyi bağlayan temez bazı zorunluluklar sebebiyle bu ülkeler karşılıklı ilişkilerini, sorunları bir çatışmaya vardırmadan sürdürmeye çalışmaktadırlar. İki ülkenin karşılıklı ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkileri devam etmektedir. Şu anda stabil durumda seyreden ilişkilerin yakın bir dönemde köklü bir değişikliğe uğraması beklenmemektedir.
Anahtar kelimeler: Ermeni, Gürcü, Kafkasya, Karabağ, Abhazya, Güney Osetya, azınlıklar, kilise.

Giriş.

Kafkaslar, küçük bir bölge olmasına rağmen tarih boyunca dünyanın en tartışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Kafkasya’nın jeostratejik konumu gibi, dağlık ve parçalı coğrafi yapısı bu bölgede güçlü devletlerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Önemli coğrafi bölgelerin ve stratejik güçlerin arasında bir geçiş bölgesi niteliğinde olması değişik yönlerden gelen farklı güçler tarafından istilasını kolaylaştırmıştır. Bu sebeple büyük bölgesel güçler daima Kafkasya’yı istila etmeye ve onu diğer bölgesel güçlerle aralarında bir sınır bölgesi haline getirmeye çalışmışlardır.
 Bu durumun bir sonucu olarak Kafkasya devletleri, her zaman, karakteristik üç benzer özelliğe sahip olmuşlardır. Bu ülkeler küçüktürler, büyük çeşitliliği olan doğal kaynaklara sahip değillerdirler (Önemli enerji rezervlerine sahip Azerbaycan belki biraz farklıdır fakat enerji Azerbaycan’ın sahip olduğu tek önemli kaynaktır.) ve çok daha geniş ve güçlü ülkelerle çevrilidirler.  Bu durum onları, güvenliklerini garanti altına almak için, daima bir dış destek aramaya zorlamıştır.[1] Günümüzde de, üç bölgesel güç; Türkiye, İran ve Rusya arasında kalan Kafkasya’da durum pek fazla değişmemiştir.
Bu durum doğal olarak, Gürcistan ve Ermenistan’ın, gerek kendi aralarında, gerekse diğer ülkelerle olan ilişkilerini etkilemektedir. Ayrıca, bu iki ülkenin, bölge içindeki ayırdedici nitelikteki jeopolitik durumları ile kendi tarihi ve kültürel altyapıları da karşılıklı ilişkileri üzerinde etkili olmaktadır.
Bunlardan kısaca bahsedecek olursak; denize çıkışı olmayan ve komşularının çoğu ile tarihi sorunlar yaşayan Ermenistan, geleneksel olarak, komşularından ikisi olan Türkiye ve Azerbaycan ile daima çatışmalı bir pozisyonda bulunmuştur. Erivan’ın, Türkiye’ye olan güvensizliği kökenleri temel olarak iki ülkenin paylaştığı (özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında yaşanan) tarihte yatmaktadır. Ermenistan’daki Rusya etkisi de herhangi bir Ermeni-Türk yakınlaşmasını önleyerek buna katkıda bulunmaktadır.
Azerbaycan ile sorunun kaynağı ise, 1920’li yıllarda da iki ülke arasında çatışmalar yaşanan Karabağ için, 1988-1994 yılları arasında, Rusya’nın desteğiyle yaptığı savaştır. Bu savaş sonunda Rusya’nın ayarladığı ateşkesin ardından Karabağ yasal olarak Azerbaycan toprakları içinde kalmış fakat Bakü’deki otoriteler tarafından idare edilmeyecek şekilde Ermeni işgali altında bırakılmıştır. Bu konuya bağlı olarak hem Azerbaycan’ın hem de Ermenistan’ın karşılıklı güvensizlik ve düşmanlıkları devam etmektedir. 
Tüm bunların yanında Ermenistan’ın diğer önemli bir özelliği de; bu ülkenin, Rusya’nın bütün Kafkasya’yı kontrol etmek için, Kafkas Dağlarının arkasında bir ayağını koyabileceği önemli bir jeopolitik değere sahip olmasıdır.
Gürcistan’ın önemi de, Ermenistan gibi, sadece jeopolitik konumundan değil, fakat aynı zamanda; Azeri gazının Türkiye’ye geçişinde transit bir ülke olması, Karadeniz’de limanlara sahip olması ve buna benzer diğer özelliklerden kaynaklanmaktadır.
Gürcistan’ın, tarihi ve politik sebeplerle her zaman Rusya karşıtı bir politika izlemesi de, gerek Gürcü-Ermeni ilişkilerinde ve gerekse bu ülkenin diğer ülkelerle olan ilişkilerinde, önemli bir faktör oluşturmaktadır.

1.Gürcistan-Ermenistan ilişkilerinin kısa tarihi

Ermenistan ve Gürcistan, Güney Kafkasya’nın iki küçük devletidir. Bu iki devletin ilişkilerinin, 1918-1920 arasındaki yıllar haricinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başladığı söylenebilir. Bu dönem içerisinde iki devlet arasındaki ilişkilerde her zaman karşılıklı bir güvensizlik olduğu görülmektedir. Bu güvensizlik, iki ülke yetkililerinin karşılıklı resmi ziyaretlerde yaptıkları olumlu açıklamalara rağmen, hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. Bunda coğrafi etkenler ve güncel bazı sebepler kadar iki ülkenin geçmişleri de etkili olmaktadır.
İki ülkenin tarihi ilişkilerine bakıldığında, özellikle 19. yüzyılın bir kırılma noktası olduğu görülmektedir. Bu yüzyılda ortaya çıkan üç faktör Ermeni ve Gürcü ilişkilerini dramatik bir biçimde etkilemiştir. Bu etkenler; Rusya’nın Kafkasya’yı ilhakı, üretim ilişkilerinin değişmesi ve milliyetçilik akımıdır.
1801 yılında, Gürcü Krallığının ilhakıyla başlayan süreçte, Rusya Güney Kafkasya’ya tamamen hâkim olmuştur. Gürcü Krallığı’nın işgali sonrasında, Rusya’yı uzun süre uğraştıran, Gürcü isyanları yaşanmıştır. Bu isyanların bastırılmasında Ermeniler, Gürcü isyancılara karşı, Rusya’nın yanında ve Ruslarla birlikte savaşmışlardır. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak Rusya, Güney Kafkasya’nın demografik yapısında önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Rusya, bölgedeki Müslüman halkı İran ve Osmanlı İmparatorluğu’na sürerken, bu ülkelerdeki Ermenilerin Kafkasya’ya göç etmesini teşvik etmiştir. Kafkasya’ya göç eden Ermenilerin büyük bir kısmı da Gürcistan’ın Sameshi-Cavaheti, Tiflis, Sohum ve Batum bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Ermeniler, Rus yayılmacılığının geleceği için önemli bir araç olarak değerlendirildiğinden, Rus yönetimi tarafından, Kafkasya’nın diğer halkları ile eşit görülmemiş ve daima desteklenmişlerdir.
Bölgedeki diğer bir olay da 19. yüzyılla birlikte üretim ilişkilerinin değişmeye başlamasıdır. Sanayi ve ticaretin gelişmesi ile birlikte, daha çok tarım ile uğraşan Gürcüler giderek fakirleşirken geleneksel olarak ticaretle uğraşan Ermeni toplumu ise giderek zenginleşmiştir. Gürcü soylularının topraklarını da satın alan zengin Ermeniler, Gürcistan’ın ekonomik hayatında egemen bir konuma gelmişlerdir. Böylece, Kafkasya’da yaşayan Ermeni nüfusun etkinliği kısa sürede artmıştır. Bunun sonucunda Gürcüler, ülkede ekonomik merdivenin alt basamaklarına inmişler ve büyük ölçüde siyasî alanın da dışına itilmişlerdir. Bu durum Gürcüler arasında güçlü Ermeni karşıtı duygular ortaya çıkarmıştır.
Buna rağmen milliyetçilik akımı Ermeniler arasında, Gürcülere göre, daha erken dönemde ortaya çıkıp yayılmıştır. Fakat bu Ermeni milliyetçiliği; bütün Ermenileri kapsayan hayali bir “Büyük Ermenistan” projesi olarak ortaya çıkmıştır. Gürcistan coğrafyası da hayali “Büyük Ermenistan”ın bir parçası olarak düşünüldüğünden Tiflis, Ermeni milliyetçiliğinin başlıca merkezlerinden biri olmuştur. Bu kapsamda “Ermeni Devrimci Federasyonu” anlamına gelen Taşnaksutyun örgütü de 1890 yılında Tiflis’te kurulmuştur.
Gürcü milli hareketi ise, ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde, Gürcü nüfusu ekonomik sebeplerden dolayı kırsal alanlardan Tiflis’e doğru hızla göç etmeye başlamıştır. Böylece, Tiflis’te egemen konumdaki Ermenilerle karşılaşan Gürcüler kendilerini yeniden tanımlamak durumunda kalmışlardır.
Ayrıca bu dönemde, Rus üniversitelerinde eğitim gören ve Batı siyasi akımları ile tanışmış olan, yeni bir Gürcü aydınları kuşağı ortaya çıkmıştır. Bu aydınlar, Ermeni iddialarının Gürcü milletini aşağıladığını ve Ermenilerin, Gürcüleri tarihten silmek istediklerini ileri sürerek birçok gazete ve dergi çıkarmaya ve siyasi alanda mücadele vermeye başlamışlardır. Bunun bir sonucu olarak, Gürcü milli uyanışı aynı zamanda Ermeni karşıtı bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.
İki toplum arasındaki husumet, Çarlık Rusyasının dağılmasıyla zirve noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde Ermenistan Cumhuriyeti, “Büyük Ermenistan” hayalini gerçekleştirmek üzere Türkiye ve Azerbaycan’ın yanı sıra, Gürcistan’dan da toprak talep etmiştir. Ermenistan, söz konusu toprakları ilhak etmek üzere, 7 Aralık 1918’de Gürcistan’a saldırmış, fakat İngilizlerin devreye girmesiyle amaçlarına tam olarak ulaşamadan ateşkes sağlanmıştır.[2]
2.Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından iki ülkede yaşanan önemli gelişmeler
Sovyetler Birliği’nin son zamanlarında, ilk bağımsızlık hareketleri Kafkasya’da ortaya çıktı. 1988 yılında Bakü’de başlayan özgürlük hareketleri kısa süre içinde Gürcistan’a yayıldı. Bunun sonucunda Gürcistan’da Gia Çanturia; ‘’Gürcistan Ulusal Partisi’’ni, Ziviad Gamsahurdia ise; ’’Erdemli Aziz İlia Topluluğu’’nu kurdu. Sovyetler Birliği yönetimi,  bu hareketleri bastırmak için, 9 Nisan 1989’da, Tiflis’te büyük bir katliam yaptı. Fakat tüm baskılara rağmen Gürcülerin bağımsızlık isteklerini bastıramadı ve Gürcistan 1990 ylının Mart ayında bağımsızlığını ilan etti.
28 Nisan 1990 tarihinde yapılan parlemento seçimlerini, tüm muhalefeti bünyesinde birleştiren ‘’Yuvarlak Masa’’ grubu kazandı. Parlemento, Kasım ayındaki ilk oturumunda, bu grubun başkanı Ziviad Gamsahurdia’yı ‘’Gürcistan Yüksek Sovyeti’’ başkanlığına seçti. Ateşli bir Gürcü milliyetçisi olan Gamsahurdia, 31 Mart 1991 tarihinde, Sovyetler Birliği’nden ayrılmak ve bağımsızlığın onaylanması için referanduma gitti. 9 Mayıs’ta açıklanan referandum sonuçlarına göre, halkın bağımsızlığı desteklediği ortaya çıktı.
Bunun üzerine, Sovyetler Birliği, Gürcistan’a ambargo uygulamaya başladı. Rusya’nın da desteğiyle Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan bölgelerinde ayrılıkçı olaylar arttı. Bunun hemen ardından ülkede yaşayan Ermeniler hareketlenmeye başladılar. Bu dönemde, Gürcistan-Türkiye ilişkileri de, Gamsahurdia’nın aşırı milliyetçi politikaları ve yurtlarından çıkarılmış olan Ahıska Türklerinin geri dönüşüne izin vermemesi sebebiyle iyi değildi.
Sovyetler Birliği, iç siyasi karışıklıklar ile Güney Osetya, Abhazya ve Ermeni meselelerine giderek daha fazla destek vermeye başladı. 1991 yılının Aralık ayında, Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasının ardından kurulan Rusya Federasyonu da Sovyetler Birliği politikalarına devam etti. Bu kapsamda, önünde bir engel olarak gördüğü Gamsahurdia’yı düşürmek için hemen harekete geçti. Bunun sonucunda 6 Ocak 1992 yılında Gamsahurdia yönetimi bırakmak zorunda kaldı.
Gamsahurdia’nın ardından, Eduard Shvardnadze yeni devlet başkanı oldu. Gürcistan’ın dış politikası Shevarnadze döneminde batıya ve Rusya’ya karşı daha tarafsız bir duruma geldi. Bundan sonra Gürcistan-Rusya ilişkilerinde bir yumuşama oldu. Fakat Shvardnadze tamamen Rus yanlısı bir politika izlemediği gibi ülkedeki Rus üslerininin kapanmasını da gündeme getirmeye başladı. Bunun üzerine Rusların desteğiyle Abhazya’daki çatışmalar tekrar yoğunlaştı ve bu bölge fiilen Gürcistan’ın kontrolünden çıktı.[3] Rusya’nın baskılarına dayanamayan Gürcistan, 1993 yılında, Rusya’nın önderliğindeki Bağımsız Devletler Topluluğu’na girmek zorunda kaldı. Fakat Rusya karşıtlığı bu örgüt içinde de gelişmeye devam etti. Batı taraftarı üyeler, Gürcistan’ın da katılımıyla, ayrı bir blok oluşturdular. Bu blok, 1997 yılında; Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova tarafından GUAM adıyla örgütlendi. Bu örgüte 1999 yılında Özbekistan da katıldı ve örgütün ismi GUUAM oldu.
Shvardnadze döneminde Türk-Gürcü ilişkileri hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Buna Hazar havzasındaki petrol ve doğalgazın Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaştırılması projeleri de katkı sağladı. İlişkilerin gelişmesine paralel olarak Türkiye, Gürcistan’a askeri ve ekonomik yardım yapmaya başladı. Gürcistan, AB ile de ilişkilerini geliştirmeye çalışıyordu. Bunun sonucunda Bağımsız Devletler Topluluğu’na Teknik Yardım (TACİS) projesi kapsamında AB’den ekonomik ve teknik yardım almaya başladı.
Rusya, 1999 yılında, İstanbul’da yapılan AGİT zirvesinde alınan karar gereğince, Gürcistan’daki üslerini kapatmaya başlamak zorunda kaldı. Bunun üzerine, 2000 yılından itibaren Gürcistan vatandaşlarına vize uygulamaya başladı. 11 Eylül 2001 tarihinden sonra oluşan uygun şartları değerlendiren Gürcistan topraklarını ABD askerlerine açınca, bu durum Rusya’nın sert tepkisine sebep oldu. Bundan sonra iki ülke ilişkileri giderek daha da gergin bir hale gelmeye başladı.[4]
Kasım 2003’teki Gül Deverimi’nin ardından Shevardadze hükümetinin devrilmesi ve Mikhail Saakashvili’nin iktidara gelmesi Gürcistan’ın dış ilişkilerini derinden etkiledi. Başkan Mikhail Saakashvili döneminde, Gürcistan’ın dış politikası tamamen batıya endekslendi. 2004 yılında, Güney Kafkasya ülkeleri, AB tarafından; ‘’Avrupanın Komşuları Politikası’’na dâhil edildiler. 2006 yılında bunu 5 yıllık ‘’Hareket Planı’’ izledi. Gürcistan daha da ileri giderek; AB ve NATO’ya entegrasyon hedefi ile ilgili olarak yönetimin aldığı kararları 2006 ve 2011’de parlementoda onayladı. 
AB, ‘’Komşular Politikası’’nı önemli miktarda finansal ve teknik yardımla destekledi. Bu yardım karşılığında, yeni ortaklarının sosyo ekonomik gelişmeler, demokratikleşme, yolsuzlukla mücadele önlemleri, devlet sektörü reformu ve çevrenin korunmasını da kapsayan ekonomik ve politik reformlar yapmalarını şart koştu. 2007-2013 tarihleri arasında ‘’Hareket Planı’’ için 4 milyar dolar tahsis edildi.

Bu durumdan rahatsız olan Rusya, Gürcistan hükümetinin, ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya Cumhuriyetlerini kontrol altına almak için yaptığı askeri harekâtı fırsat bilerek, 2008 yılında, Rus ordusunu Gürcistan sınırından geçirerek müdahalede bulundu ve daha sonra bu iki özerk bölgenin bağımsızlık ilanlarını tanıdığını açıkladı.  Rusya ile yaşanan savaştan sonra Gürcistan, Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan ayrılarak AB ile karşılıklı ilişkilerini daha fazla geliştirmeye başladı. 

Rus-Gürcü savaşının ardından 2009 yılında, AB ile Ermenistan, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan arasında ‘’Doğu Bölgesi Ortaklığı’’ girişimi ile bir başka AB insiyatifi başlatıldı. 2010 yılındada, AB ile bu ülkeler arasındaki ‘’Ortaklık Antlaşması’’ görüşmeleri, aynı zamanda ‘’Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi’’ (DCFTA)’ne de dâhil olacakları şekilde genişletildi.[5] 

Bu arada Gürcistan Rusya’ya karşı başka bazı tepkisel adımlar da attı. 2006 yılının Mart’ında, Rusya’nın Batum ve Ahılkelek’teki üslerini çektiği anlaşma ile beraber Rusya’ya, Gürcistan üzerinden kara ve hava yolu ile Gümrü’deki 102’nci askeri üsse personel ve kargo geçirme hakkı veren bir anlaşma imzalanmış, her iki anlaşma 13 Nisan 2006 da parlemento tarafından da onaylanmıştı. Fakat Rusya’nın Gümrü’deki üssüne transit askeri malzeme taşıması 2008’den beri de fakto olarak yapılmıyordu. Gürcistan Parlementosu, 2011 yılının Nisan ayında, Rusya’nın Ermenistan’daki üssüne trasit askeri kargo götürmesi ile ilgili anlaşmayı resmen iptal etti.[6]
Ekim 2012 seçimlerinden sonra başbakan olan Bidzina Ivanishvili, Batı taraftarı stratejiye devam etmekle birlikte, Rusya ile olan ilişkileri geliştirmeye ve her iki ayrılıkçı devletle (Abhazya ve Güney Osetya) yeniden birleşmeye çalışılacağını duyurdu.  Bunun ardından Gürcistan’ın dış ilişkileri kısa sürede belirgin bazı değişimlere uğradı. Moskova, Sukhumi ve Tskhinvali’de genel olarak iyi bir muhatap olarak kabul edilen Zurab Abashidze yeni başbakanın Rusya ile görüşmelerdeki temsilcisi olarak atandı.  Sahakashvili yönetimi tarafından uygulanan izolasyoncu politika yerine, ayrılıkçı devletçiklerle birçok alanda işbirliğini öngören yeni bir strateji belirlendi.  Ama tüm bu politika değişikliklerine rağmen İvanishvili, 2003 yılında parlemento kararıyla alınmış olan, ülkenin Batı yanlısı stratejik vizyonundan vazgeçtiği yönündeki suçlamaları şiddetle reddetti. 
Fakat böyle bir stratejik yaklaşımın Moskova ile ilişkilerde uzlaşabilir olup olmadığı tartışma konusu olmaya devam etti. Her halukarda bu durum, Rusya’nın kendi ‘’özel ilgi alanı’’na herhangi bir Batılının el atmasına şiddetle karşı çıkan politikasının aleyhine bir yaklaşımdı. Bu şartlar altında, Cenova’da yapılan Rus-Gürcü görüşmelerine başlangıçta hâkim olan iyimserlik kısa sürede azaldı. Sıkıntıların temel belirtileri Gürcü şarabı ve ürünlerinin Rus pazarına geri kabulü görüşmelerinde ortaya çıktı. Görüşmeler sırasında daha da ileri giden Rusya, Shkhumi ve Tskhinvali ile ilişkiler söz konusu olduğunda; ‘’hâlihazırda hamiliğini yaptığı tanımaları geri çekmeyeceğini’’ açıkladı.
Kısaca, bir yandan NATO üyeliği için çabalarken öte yandan Moskova ile ilişkileri geliştirmek, ‘’olmayacak duaya âmin demek’’ gibiydi. Ivanashvili’nin; muhalefet tarafından ‘’Rusya’ya satıldığı’’ suçlamalarına maruz kalırken, Mokova’nın öne sürdüğü NATO üyeliğinden vazgeçme talebini kabul etmesi mümkün değildi. Öte yandan, Gürcistan NATO yanlısı işlemlere devam ederken, Moskova’nın ilişkileri düzeltme yönünde adım atması da mümkün değildi.
Bu sırada Ivanishvili’nin Gürcistan Rüyası Partisi, yerel hegemonlar lehine bazı stratejik düzenlemeler yapmaya başlayınca, muhalefet tarafından buna yoğun bir şekilde tepki gösterildi. Rusya’nın gelecekte bu unsurları kullanarak ülkenin iç işlerine müdahale edeceği yorumları yapıldı.[7]
Tüm bu tartışmalara rağmen yeni Gürcistan hükümeti de, Avrupa arzusunu kovalamaya devam etti. 22 Haziran 2013 tarihinde, 17 ay süren yedi bölümlü görüşmelerin ardından, Bürüksel; ’Yoğun ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi’’ (DCFTA; Deep and Comprehensive Free Trade Area)  konusunda anlaşma sağlandığını ve Haziran 2014’te, AB ve Gürcistan arasında daha ileri işbirliğinin yeni yasal temellerinin atıldığı ‘’Ortaklık Anlaşması’’nın imzalanmasının yolunun açıldığını ilan etti. Gürcistan, Moskova’dan gelen düşmanca tepkilere rağmen, 27 Haziran 2014 tarihinde, Bürüksel’de, AB ile ‘’İşbirliği ve Serbest Ticaret Antlaşması’’nı imzaladı.
Gürcistan’da bu gelişmeler olurken Ermenistan çok farklı bir yol izledi. 1988 yılında Karabağ’da Azerilere karşı Ermeni saldırıları başladı. 1989 yılında kurulan Ermeni Ulusal Hareketi (EUH), 1990 Ağustos’unda, Sovyet Ermenistan Hükümeti’ni kurduğunu ilan etti ve devlet başkanlığına Levon Ter Petrosyan’ı seçti. Eylül 1991’de yapılan referandum ile Ermenistan’ın bağımsızlığı ilan edildi.
Diğer Kafkas ülkelerinin milliyetçi ve Rusya karşıtı politikalarının tersine Ermenistan tamamen Rusya yanlısı bir politika uygulamaya başladı. Böylece Ermenistan, Rusya için bölgedeki tek dayanak noktası olduğundan, Karabağ Savaşı dâhil tüm bölgesel sorunlarda Rusya tarafından açık ve gizli bir şekilde desteklendi.
Ermenistan, 1991’de, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na[8] katıldı ve 1992 yılında Karabağ çatışmasına dâhil olmasıyla birlikte Rusya önderliğindeki Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO)’ne[9] üye oldu.  Böylece, Rusya ile askeri ve politik işbirliğini, kendi savunması ve güvenlik politikası için bir ana unsur olarak gördü. Bunun üzerine iki ülke dostluk ve işbirliği antlaşmaları imzaladılar.  Moskova ile artarak devam eden bu yakın bağlar, Ermenistan’ın batılı ülkeler ve organizasyonlarla ilişkilerini ihmal ettiği anlamına gelmiyordu.  Ermenistan, aynı zamanda, AB ülkeleri, AB, Avrupa Konseyi, NATO ve diğer uluslararası oluşumlarla da her zaman iyi bir ilişki kurmaya çalıştı.
1995 yılında Ermensitan’ın yeni anayasası kabul edildi. 18 Nisan 1997’de Ermenistan, ülkesinde bulunan Rus üslerinin hukuki statüsünü onayladı. 1998 yılının Şubat ayında Robert Köçeryan yeni devlet başkanı olarak seçildi.[10] Bundan sonra da Ermenistan, tamamen Rusya’ya dayanan ve hatta Rusya’ya bağımlı bir politika yürütmeye devam etti.
Bu sebeple, Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’da yaşanan sorunları bahane ederek Gürcistan’a askeri bir müdahalede bulunması karşısında; ABD, Almanya, Türkiye gibi ülkeler ile birçok uluslararası kuruluştan tepki yağarken, Ermenistan resmi bir açıklamada bulunmadı ve bu duruma sessiz kaldı.[11]
2008’de, Dimitri Medvedev devlet başkanı olduktan sonra, Rusya’nın Güney Kafkasya’ya ilgisi azalınca, AB’nin bölgeye olan ilgisi yeniden arttı. Bu sırada Moskova, Ermenistan ile kötü ilişkileri olan Azerbaycan’a askeri teknoloji desteği vermeye de başladı.  Bu durumda Erivan, Rusya ile devam eden işbirliği yanında, Avrupa ile yakın bağlar kurarak seçeneklerini genişletmeye karar verdi.[12] 2009 yılında Ermenistan, AB ile ‘’Doğu Bölgesi Ortaklığı’’ inisiyatifine katıldı. 2010 yılında, Gürcistanla olduğu gibi AB ve Ermenistan arasında da ‘’Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi’’ne (DCFTA) dâhil olacağı varsayımıyla, ‘’Ortaklık Antlaşması’’ görüşmeleri başladı
Fakat 4 Mart 2012 tarihinde yapılan seçimler sonucunda, Viladimir Putin’in Rusya Federasyonu'na üçüncü kez devlet başkanı olarak geri dönüşü ile birlikte[13], Rusya’nın Güney Kafkasya politikasında yeniden önemli bir değişim ortaya çıktı. Putin, daha seçimler yapılmadan önce, Avrasya Ekonomik Birliği (EEU)[14] isminde AB’ye rakip yeni bir birlik kurulması fikrini ortaya atmıştı. Başlangıçta Rusya-Beyaz Rusya ve Kazakistan arasındaki ‘’Gümrük Birliği’’ne dayanan bu birliğin, AB’ye karşı global bir rakip olacak şekilde büyütülmesi düşünülüyordu. Katılması planlanan ülkelerden biri de Ermenistan’dı.  Bu durumda Erivan, iki bloktan biri arasında seçim yapmak zorunda kalmaya başladı.
Ukrayna’nın Gümrük Birliği’ne katılmak konusundaki direnci ve Beyaz Rusya ile giderek artan tansiyonun yarattığı hayal kırıklığına bağlı olarak Ermenistan üzerindeki Rusya baskısı giderek artmaya başladı. Ermenistan Devlet Başkanı Serzh Sarghisyan ve Viladimir Putin arasında Eylül ayında Moskova’da yapılan görüşmede, Sarghisyan AB ile ‘’Ortaklık Anlaşması’’nı uygulamaya koyacak herhangi bir planla münasebetini kesmeye zorlandı. Bunun sonucunda Sarghisyan, Ermenistan’ın ‘’Avrasya Ekonomik Birliği’’ne girmek için hazır olduğunu belirten bir anlaşmaya imza attı. 
Ermenistan’ın, Rusya karşısında teslim olması ve yeniden Rusya’dan tarafa yön değiştirmesinde belirleyici olan faktör, Erivan’ın Rus silah ve askeri teknolojisine ihtiyacı olmasıydı. Böylece, AB ile ‘’Ortaklık Anlaşması’’ görüşmelerindeki iyi gelişmelere rağmen Ermenistan süreçten çekilmeye karar verdi. Bunun olmasında etkili olan bir önemli faktör de, Ermenistan’ın ekonomisinin Rus yatırımlarına dayanması ve vatandaşları için Rusya’nın iyi bir iş pazarı olmasıydı.[15]
Tüm bu gelişmelere bakılınca, Rusya’nın şu andaki politikasının Ermenistan’da yarattığı iç hoşnutsuzluk, Rusya-Ermenistan askeri-stratejik ilişkilerini kısa ve orta vadede dramatik olarak değiştirecek gibi görünmemektedir.[16] Şu anda Ermenistan, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki tek CSTO müttefikidir ve Gümrü bölgedeki tek Rus üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca, Rus sınır birlikleri Ermenistan’ın İran ve Türkiye ile olan sınırlarında, Ermeni birliklerine destek vermektedir.

3. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Ermenistan-Gürcistan ilişkilerinin gelişimi

Sovyetler Birliği’nin son döneminde başlayan toplumsal hareketler yukarıda da açıklandığı gibi Gürcistan ve Ermenistan’da da etkili oldu. Ancak bu gelişmeler Gürcistan’da, Ermenistan’a göre değişik bir yol takip etti. Ermenistan’dan farklı olarak Gürcü milli hareketi, başlangıçtan itibaren, Moskova’nın Gürcistan üzerindeki egemenliğini ve komünizmi reddetti. Gürcüler, bunun yerine tam bağımsız ve Batı tarzı demokratik bir devletinin inşa edilmesini hedeflediler.
Öte yandan, Rusya Federasyonu (RF) Gürcistan’ın bağımsızlığını tanımasına rağmen, bu ülkenin uyguladığı politikalar bunu desteklemiyordu. BDT’nin kurulması ve Gürcistan’ın BDT üyeliği için zorlanması, bu amaçla etnik ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi bunun en açık göstergesi olmuştur. Bunun bir sonucu olarak Gürcistan, bağımsızlığını kazanmasından sonra daima bağımsızlığını yeniden kaybetme korkusu yaşamıştır. Bu korku bugüne kadar Gürcü dış politikasının temel eksenini oluşturmuş ve Gürcü dış politikasının, Rus nüfuz alanından uzaklaşmak ve Batı’yla bütünleşmek şeklinde ortaya çıkmasında temel etken olmuştur.
Ermeni milli hareketi ise, tarihi altyapının da etkisi ile yine yayılmacı bir hareket olarak doğmuştur. Bu da Ermenistan’ın komşuları ile çatışmalı ilişkiler yaşamasına sebep olmuş, bu durum başlangıçtan itibaren Rusya yanlısı ve hatta Rusya’ya tam bağımlı bir politikanın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Böylece, SSCB’nin çöküşü Ermenistan’a da bağımsızlık kazandırmış olmasına rağmen Rus nüfuz alanından uzaklaşmak çabası Ermenistan’ın gündeminde hiçbir zaman ciddi anlamda yer almamıştır. Aksine, bağımsızlık sonrası Ermenistan’ın hemen hemen her alanda Rusya’ya bağımlılığı giderek artmıştır. Bu durum Ermenistan’ın Rusya’nın bölgedeki  “uydusu” olarak algılanmasına yol açmıştır.
Ermenistan’ın bu politikaları Gürcistan açısından kendi bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelik tehdidi artırıcı bir unsur olarak algılanmıştır. Ermenistan’ın Karabağ’da uyguladığı saldırgan tutum ve büyük bir Azeri toprağını işgal etmesi, önemli miktarda Ermeni azınlığını içinde barındıran Gürcistan için, ciddi bir endişe kaynağı olmuştur.
Bu durum Gürcü dış politikasını, bağımsızlığına yönelik olarak algıladığı tehditlere karşı mücadele edebilmek için ittifaklar arama politikasına yöneltmiştir. Bunun sonucu olarak Gürcistan’ın oluşturmaya çalıştığı dış ilişkileri, iç içe geçmiş üç halka şeklinde ortaya çıkmıştır. İlk halkada komşusu olan iki Güney Kafkasya cumhuriyeti bulunmaktadır. İkinci halkada Güney Kafkasya’ya komşu üç bölgesel güç olan Türkiye, İran ve Rusya ve en son halkada ise bölge dışı aktörler olan ABD ve AB ülkeleri bulunmaktadır.  
Fakat ilk halkadaki Ermenistan’ın ve ikinci halkadaki İran’ın RF ile olan yakın işbirliği Gürcistan’ın Rus tehdidine karşı koyacak ittifak seçeneklerini sınırlamıştır. Bu sebeple iç halkada Azerbaycan’la bir ittifak kurmaya öncelik verilmiştir. Ancak, Azerbaycan da Gürcistan’la benzer sorunlar yaşamaktadır. Bu durum, Azerbaycan’ın Gürcistan’a moral desteği dışında maddi ve politik destek vermesini sınırlandırmaktadır. Bu sebeple, ikinci halkada bulunan RF’den gelen tehdidi dengelemek için, bu halkadaki Türkiye tek önemli güç olarak öne çıkmıştır.[17]
Böylece, SSCB’nin dağılması sonrası Güney Kafkasya’da Rusya-Ermenistan-İran düşey jeopolitik eksenini kesen Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan yatay jeopolitik ekseni doğmuştur. Bu tablo, Gürcistan Ulusal Güvenlik Doktrini’ne de açıkça yansımıştır. Doktrin’de Ermenistan’la ilişkiler karşılıklı çıkar temeline dayalı faydacı işbirliği olarak tanımlanırken, Azerbaycan ve Türkiye stratejik ortak olarak tanımlanmıştır.[18]
Görüldüğü gibi güvenlik konularında Gürcistan ve Ermenistan farklı yaklaşımlara sahiptirler ve farklı büyük güçlerce desteklenmektedirler. Bu durum, özellikle 2008 Gürcistan-Rusya savaşından beri daha da açıktır. Rusya, hem karşılıklı ilişkilerde ve hem de CSTO’da, Ermenistan’ın ana askeri partneridir.  Gürcistan’ın, Ermenistan’a ve Ermenilere olan davranışı, işte bu devam eden Moskova ve Erivan müttefikliğinin olumsuz algısı tarafından şekillendirilmektedir. Ermenistan ise, Gürcistan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile olan işbirliğini yakından takip etmekte ve bu iki ülke tarafından mevcut ulaştırma ve haberleşme ambargosunun derinleşmesinden korkmaktadır.
İki ülkenin bölgesel etnik çatışmalara bakışları da farklıdır. Gürcistan ülkelerin toprak bütünlüğünü savunurken, Ermenistan bunun tam aksine azınlıklar için self determinasyonu savunmaktadır.
Erivan, Gürcistan’ın mevcut politikaları ile Türkiye ve Azerbaycan’a iki ana ticaret partneri olarak dayanıyor olmasından da endişe etmektedir. Ocak-Haziran 2014 döneminde Gürcistan’ın Türkiye ile toplam ticaret hacmi toplam dış ticaret hacminin %17’si olan 940 milyon dolara ulaşırken, Azerbaycan ile olan ticaret hacmi toplam dış ticaretinin %11’i olan 580 milyon dolara ulaşmıştır. Ermenistan ile olan ticareti ise toplam dış ticaretinin sadece %5’i kadardır.
Ermenistan için temel sorunlardan biri de; ulaşım, iletişim ve enerji maddeleri başta olmak üzere ithalatının %80’inin Gürcistan üzerinden geçmek zorunda olmasıdır. Ayrıca, Karabağ’daki Azerbaycan-Ermenistan çatışması süresince Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye tarafından bloke edilince Gürcistan kuzey-güney ve doğu-batı arasında bir geçiş yolu olmuştu. Bu durum, Ermenistan üzerinden yapılacak hat daha kısa olmasına rağmen, Hazar Denizi’ndeki petrolün Akdeniz’e taşınmasını sağlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının yapılmasına, Türkiye’den Azerbaycan’a; Kars-Ahılkelek-Tiflis-Bakü demiryolunun ve diğer büyük inşa projelerinin toprakları boyunca inşa edilmesine imkân vermişti. Bütün bu projeler Erivan tarafından kendisine uygulanan blokajın güçlendirilmesi olarak görülmektedir.
Yaşanan tüm sorunlara ve farklı gelişim süreçlerine rağmen, iki ülkeyi de buna mecbur kılan zorunluluklar sebebiyle, Gürcistan ve Ermenistan arasında, bu devletlerin kurulduğu ilk günden beri karşılıklı ve düzenli bir politik diyalog vardır.[19] Bu iki ülke bazı işbirliği noktalarına da sahiptirler. Örneğin Ermenistan, Abhazya ve Güney Osetya’yı tanımazken; Gürcistan da Karabağ çatışmaları konusunda tarafsız bir tavır sergilemektedir.
Gürcistan ve Ermenistan, geçmişteki bazı gerginliklere rağmen yukarıda bahsettiğimiz sebeplerle bu gün fazla bir problem yaşamadan ilişkilerine devam etmektedirler.[20] Bu kapsamda, iki ülkenin karşılıklı olarak birbirlerinin başkenlerinde açtıkları elçilikler, kesintisiz bir şekilde çalışmaya devam ederken, bu yıl dâhil, hemen her yıl devlet başkanı, başbakan veya bakan seviyesinde karşılıklı ziyaretler yapılmaktadır.[21]
Tüm bu gelişmelerin sonuçları, Tiflis ve Erivan ilişkilerinde stabil bir durum yaratmaktadır. Her iki ülkede de ortaya çıkan belirgin ekonomik gelişmelerin ve AB’nin Gürcistan ile olan ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak Ermenistan’ın AB’nin bir sınır komşusu olmasının, Ermenistan-Gircistan ilişkilerini de dönüştüreceği beklenmektedir.[22]

4. İki ülke arasındaki önemli sorunlar

a. Azınlıklar sorunu

Ermenistan-Gürcistan ilişkilerini etkileyen en önemli konu azınlıklar sorunudur. Ermenistan, ulusal azınlıkların kendi kaderini tayin hakkını savunmaktadır. Ermenistan Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü tanıdığını ifade etmektedir fakat Ermenistan’ın azınlıklar konusundaki bu tutumu, Abhazya ve Güney Osetya sorunları sebebiyle, Gürcistan’ı rahatsız etmektedir.
Toprak bütünlüğü meselesinin Ermenistan-Gürcistan ilişkilerinde ortaya çıktığı diğer bir husus ta Gürcistan’daki Ermeni azınlığıdır. 2002 nüfus sayım sonuçlarına göre, Gürcistan’da 248.929 Ermeni yaşamaktadır. Bu da genel nüfusun yüzde 5,7’sine tekabül etmektedir. Ermeniler, ülkenin güneyindeki Sameshi-Cavaheti vilayetine bağlı Ahalkale ve Ninosminde yerleşim yerlerinde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Bunun dışında, fiilen bağımsızlığını sürdüren Abhazya’da da yaklaşık 70 bin civarında Ermeni bulunmaktadır.
Cavaheti sorunu bağımsızlık sonrası dönemde Gürcistan’da hiç gündemden düşmeyen sorunlardan birisi olmuştur. Sorunun kökeni Cavaheti bölgesinde yoğun olarak yaşayan Ermenilerin özerklik talepleri yatmakla birlikte; Rus askerî üslerinin kapatılması, Ahıska Türkleri’nin geri dönüş süreci, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın yapımı gibi diğer konularla ilişkili olarak sorun daha karmaşık bir hale dönüşmüştür.
2002 nüfus sayım sonuçlarına göre Sameshi-Cavaheti vilayetinin toplam nüfusunun yüzde 42,87’sini oluşturan Ermenilerin bu vilayete bağlı Ahalkale ve Ninosminde yerleşim yerlerindeki oranı sırasıyla yüzde 94,3 ve 95,8’e kadar yükselmektedir.
Gürcistan’da, Cavaheti sorununun niteliğine ilişkin iki temel görüş bulunmaktadır. Birinci görüş; bölgedeki ekonomik ve toplumsal sorunların çözümüne ilişkin özerklik talebini demokratik bir yaklaşım olarak değerlendirmektedir. İkinci görüş ise; özerklik taleplerini ayrılıkçılık olarak görmektedir.
Zviad Gamsahurdiya’nın 1990 yılında, etnik Gürcü milliyetçiliğinin temsilcisi olarak ve Ermenistan’ın, farklı etnik gruplardan arındırılmış homojen yapısından da ilham alarak, diğer etnik grupları “misafir” olarak kabul eden “Gürcistan Gürcülerindir.” söylemiyle, iktidara gelmesi, durumu oldukça gerginleştirmişti. Gamsahurdiya’nın kullandığı dil ve simgeler diğer etnik gruplar gibi               Ermenilerin de milliyetçi örgütlere yönelmelerine yol açmıştır.
25 Şubat 1988’de kurulan Cavah Halk Hareketi, Dağlık Karabağ Savaşı’nın başlamasıyla giderek güçlenmiş ve Cavaheti’deki gönüllülerin Karabağ’da savaşmak üzere gönderilmesini organize etmiştir. Bu örgüt aynı zamanda, kendine bağlı silahlı gruplar da oluşturmuştur. Cavah Halk Hareketi, Gamsahurdiya’nın Ahalkale’ye atadığı üç valiyi kabul etmeyerek geri çevirmiştir. Sonunda Gamsahurdiya, Cavah’ın fiilî gücünü kabul etmek zorunda kalarak, 11 Kasım 1991’de Cavah örgütünün önde gelen isimlerinden Samvel Petrosyan’ı Ahalkale’ye vali olarak atamıştır.
İç karışıklıkların ardından Gamsahurdiya ülkeyi terk edip, Eduard Şevardnadze devlet başkanı olduğunda iç karışıklıklar kısmen yatışırken Güney Osetya ve Abhazya’da da çatışmalar hızlandı. Ağustos 1993’e kadar şiddetli bir şekilde süren iç savaş Gürcistan’ın yenilgisi ile sonuçlandı.
Bu gelişmeler merkezî hükümeti zayıf düşürürken, Cavaheti’deki örgütlerin bölge üzerindeki denetimlerini güçlendirdi. Özellikle 1991-1994 yılları arasında, Ermeni paramiliter güçleri, bölgenin denetimini tamamen ellerinde geçirdiler ve bölge Ermenilerin oluşturdukları Temsilciler Konseyi tarafından yönetilmeye başlandı. Cavaheti bu dönemde, görünürde Gürcistan’a bağlı fakat fiilen onun egemenlik alanı dışında bir bölge haline geldi.
1994 yılında, Sovyetler Birliği dönemindeki rayon temelindeki örgütlenme yerine daha geniş bölgeleri içeren vilayetler sistemine geçildi. Bu çerçevede merkezi Ahıska olan Sameshi-Cavaheti vilayeti oluşturuldu ve Cavaheti bölgesini oluşturan Ahalkale ve Ninotsminda rayonları da bu vilayete bağlandı. Ermeniler bu düzenlemeye başlangıçta; vilayet genelinde Ermeni nüfus oranınının düşürülmeye çalışıldığı iddiasıyla karşı çıkmışlarsa da, zamanla bu düzenleme ters etki yaparak Ermenilerin özerklik isteklerinin sınırlarının genişlemesine yol açtı. Ermeniler, bu rayonun da Sameshi-Cavaheti vilayetiyle birleştirilmesini talep etmeye başladılar.
1990’ların ikinci yarısından itibaren Cavaheti’nin fiilî bağımsız görüntüsü giderek değişmeye başladı. Bunda Gürcistan devletinin toparlanması kadar Ermenistan’ın Cavaheti Ermenilerinin ayrılıkçı eğilimlerini törpülemesi de etkili oldu. Çünkü Ermenistan, dünya ile tek bağlantısı olan Gürcistan ile bir çatışmaya girmek istemiyordu.
Cavaheti sorunu açısından, Gürcistan’da 2003’de yaşanan “kadife devrim” bir dönüm noktası oldu. Devrimden kısa süre sonra, Saakaşvili iktidarı, Acaristan’da merkezî yönetimin egemenliğini sağladı. Ayrıca, Tiflis’in ülkedeki Rus üslerinin kapatılması yönündeki ısrarlı çabaları sonuç verdi ve bu üsler kapandı. Bu iki gelişme Cavaheti’deki ayrılıkçıların hareket alanlarını sınırlandırırken, Saakaşvili yönetimi Cavaheti’de denetimi sağlamak için bu bölgeye yönelik çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Gürcistan’da 2012’deki yönetim değişikliğinden sonra, önceki yönetimin uyguladığı kontrol ve baskılar azaltılıp, durum daha stabil bir hale gelmesine rağmen Ermeni azınlığı konusu hem Gürcistan’ın iç istikrarı ve hem de Ermenistan-Gürcistan ilişkileri açısından önemli bir unsur olmaya devam etmektedir.
Erivan, Cavaheti konusunda tam bir ikilem yaşamaktadır. Bir taraftan coğrafî konumu sebebiyle kendisi için önem arz eden Gürcistan’la sıcak çatışmaya girmekten kaçınırken, diğer taraftan da Cavaheti Ermenilerinin ayrılıkçılık yönündeki taleplerine de sırt çevirememektedir.
Ermenistan, dış dünya ile bağlantısını güneyde İran ve kuzeyde Gürcistan üzerinden sağlamaktadır. Özellikle RF ile ilişkilerini ve dış ticaretinin yüzde 80’ini Gürcistan üzerinden sağlayan Ermenistan, Gürcistan ile ilişkilerinin gerilmesi durumunda, Cavaheti’de yeni bir kazanımdan çok, kendisinin zarar göreceğini ve Karabağ’daki kazanımlarını bile kaybedeceğini düşünmektedir. Bu yüzden de Erivan, Cavaheti Ermenilerinin özerklik taleplerini desteklemekle birlikte, daha fazla ileri gitmelerini istememektedir.
Öte yandan Gürcistan da, Cavaheti konusunda bir ikilem yaşamaktadır. Mevcut durumdan memnun olmamakla birlikte, sorunun çözümüne ilişkin atacağı sert adımların bir askerî çatışmaya dönüşmemesi için konuya ihtiyatla yaklaşmakta, mevcut Abhazya ve Güney Osetya sorunlarına bir yenisini eklemekten kaçınmaktadır.[23]

b.Abhazya Ermenileri

Cavaheti’nın dışında Gürcistan’da Ermeni nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir diğer bölge de Abhazya’dır. Abhazya’da 1989 yılında yapılan en son nüfus sayımına göre Abhazya nüfusunun yüzde 45,7’si Gürcülerden oluşuyordu. Abhazların nüfusu da yüzde 17,8’di. Nüfusun diğer kısmını ise büyük ölçüde Ermeni (%14,6) ve Ruslar (%14,3) oluşturuyordu. 1992-1993 Gürcü-Abhaz savaşından sonra Gürcü nüfusun önemli bir kısmı Abhazya’dan göç etmiştir. Bu göç 2008 Rus-Gürcü savaşından sonra daha da artmıştır. Bu değişimi göz önünde bulundurduğumuzda Abhazya’da; Abhaz, Ermeni ve Rusların oran olarak bir birine yakın üç etnik grup haline geldiği görülmektedir.
Bu eşit oranda nüfus dağılımına rağmen Abhazya’da Rus ve Ermeniler Abhazlara göre daha etkin durumdadır. Ermeni ve Rus nüfusun Abhazya’daki etkinliğini artıran husus bu iki toplumun Abhazlara oranla daha kentli olmalarıdır. Bu durum SSCB döneminde, daha güvenilir olma gibi sebeplerle, desteklenmiş ve devlet hayatının değişik alanlarına da yansımıştır.
Abhazya Ermenileri Abhazya’da baş gösteren etnik ayrılıkçı harekâtta yer almıştır. Hatta Abhazya’da yaşayan Gürcü nüfusun Abhazya’dan kovulmasında başlıca rolü Ermenilerin oynadığı ileri sürülmektedir. Abhazya Ermenilerinin Krunk adlı örgütünün faaliyetleri ve ünlü Ermeni subayı Mareşal Bagramyan’ın adını taşıyan Ermeni Taburu’nun Gürcülere yönelik “vahşice” davranışları hem Gürcistan’da hem de Abhazya mültecileri arasında canlılığını korumaktadır.
Abhazya Ermenilerinin Abhazya’nın ayrılıkçı mücadelesine katılmaları iki etkenle açıklanabilir. Birincisi, kısa vadede Dağlık Karabağ sorununa bağlı olarak ayrılıkçılığın genişleyerek meşruiyet kazanmasıdır. İkincisi ise uzun vadeli olarak, hayali “Üç Deniz Arasında Büyük Ermenistan”ın bir parçası olarak kuzey batı Ermenistan şeklinde telakki edilen Abhazya’nın bağımsızlığına kavuşmasının sağlanmasıdır.[24]

c.Gürcü ve Ermeni kiliseleri sorunu

Ermenistan-Gürcistan ilişkilerinde varlığını sürdüren bir diğer sorun ise Gürcistan’daki bazı kiliselerin hangi mezhebe ait oldukları tartışmasıdır. SSCB döneminde kullanılmayan kiliseler bağımsızlık ilanından sonra Gürcistan yönetimi tarafından onarılarak halkın hizmetine sunulmaya başlanmıştır. Bu durum ise hem Gürcistan’daki Ermeniler, hem de Ermenistan’da yoğun tepkilere yol açmıştır. Gürcistan tarafından 45 Ermeni, 6 Katolik ve 5 de Rus Kilisesinin Gürcüleştirildiğini iddia eden Ermenistan’daki bazı çevrelere göre Gürcistan, Ermeni kültür mirasını sahiplenerek “kültürel soykırım” uygulamaktadır.[25]
Öte yandan, Gürcistan’daki kimi kiliselerin Ermenilere ait olduğuna ilişkin Erivan’da, özellikle de Bilimler Akademisi gibi devlet kurumları tarafından yapılan yayınlar Gürcü aydınlar arasında sert tepkilere yol açmaktadır. Ermenistan’da yapılan yayınlarda Gürcistan’da çoğu VI-XVII yüzyıllara ait yaklaşık 650 Ermeni kilisesinin var olduğu iddia edilmektedir. Bu tartışma ülke içinde Ermeni ve Gürcü kiliseleri arasında da gün geçtikçe artan bir oranda gerginliklere sebep olmaktadır.
Bu olayların etkisiyle Ermenistan Kilisesi ile Gürcistan Kilisesi arasında son zamanlarda artan tansiyon büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü bu iki kilise aynı mezhepten olmakla birlikte, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından iki toplumda da kendi kimliklerini tanımlama açısında daha önemli bir dayanak haline gelmişlerdir. 
Kiliseler arasındaki gerilim 19 Temmuz 2014 tarihinde, Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te bulunan Surb Eçmiyazin Ermeni Kilisesi’nde, kilisenin papazının da karıştığı, Ermeni ve Gürcüler arasında meydana gelen küçük bir çatışmanın ardından yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Çıkan bu çatışma kısmen önemsiz gibi görünmesine rağmen kısa sürede hem iki kilise arasında hem de iki ülke arasında sert tartışmalara sebep olmuştur.
Olayın ardından Ermeni kilisesinin pisikoposu Gürcistan otoritelerine, ‘’nefret suçu’’ diye tanımladığı bu olayı araştırmalarını talep eden bir beyanname yayımlamıştır. Bunu Ermenistan dışişleri bakanlığından yapılan Tiflis tarafından ‘’tam ve tarafsız’’ bir araştırma yapılması çağrısı, Eçmiyazin Kutsal Kilisesi tarafından Gürcistan’da etnik ve dini hoşgörüsüzlük suçlaması ve Ermenistan Adalet Bakanı Hovasyan Manukyan tarafından olayın şiddetle kınanması takip etmiştir.
Gürcülere göre, bu olaya bu tür tepkiler; bu çatışmadan çok iki toplum ve iki devlet arasındaki ilişkilerin altında yatan temel problemlere ve 1989 yılında Tiflis’te bir Gürcü katedrali inşası konusunda yaşanan anlaşmazlığa dayanmaktadır.
1989 yılında Gürcü katedralinin yapımı, orada çok eskiden beri bulunan bir Ermeni mezarlığı olduğunu iddia eden Ermeniler için bir problem olmuştu. Bu sorun kısa sürede çözülmüş gibi görünse de daha sonra Gürcistan’daki hangi kilisenin kime ait olduğu konusunda ortaya çıkan tartışmalarla iki kilise arasındaki gerginlik tekrar arttı.  Tartışmanın en önemli unsurlarından biri de Gürcistan’ın başkentinde bulunan Surb Norasyan kilisesi ile ilgiliydi.[26]
Ermenistan diplomasisi, eğer o kilise Ermeni Kilisesine ait değilse, o kilisenin Gürcistan kilisesine de ait olamayacağına dair bir anlaşma yapmaya çalıştı. Fakat buna rağmen Ermeni kilise mensupları o kiliseyi ziyaret etmeye ve Gürcüleri kızdıran değişik ibadetler yapmaya devam ettiler.
Kiliselerin liderleri, biri diğerine nasıl hitap edeceklerine karar veremediği için, bu sorunu çözmek konusunda bir anlaşmaya varamadılar. Sonuçta sorun devlet başkanına kadar gitti. O zamanki devlet başkanı Mikhail Saakashvili bu çekişmeyi, Ermeni Kilisesine Gürcü Kilisesi ile yasal düzeyde eşitlik vererek çözmeye çalıştı. Fakat Ermeni kilisesinin bu kazanımı Gürcü kilisesini rahatsız etti.  Gürcü kilisesi, iki ülkenin elde etmek için 1918’de savaştıkları ve bir kısmı Ermenistan devleti topraklarında kalan bir bölge olan Agarak-Tashir için bir psikoposluk kurarak buna karşılık verdi.  Gürcü kilisesi, bunu yapmaya hakkı olduğunu, çünkü orada yaşayan Gürcü Ortodoks bir nüfus olduğunu ve onların kilisenin bir parçası olması gerektiğini iddia etti. Ermeni Kilisesi ise Gürcistan’ın orada hiçbir yasal hakkı olmadığını söyledi.  Bu tartışmalar şu anda yatışmış görünse de, kiliseler sorunu hala, her an patlamaya hazır bir bomba gibi, ortada durmaktadır.[27]

Sonuç

Ermenilerin 19.yüzyılda Rus emperyalizminin bir aracı olarak Gürcistan’a göç etmeleri ve Ermeni milliyetçiliğinin sınırsız büyüklük duygusu Gürcü toplumunda Ermenilere karşı olumsuz fikirlerin yayılmasına yol açmıştır. Gürcü ulusal kimliği Ermeni karşıtlığı üzerine şekillenmiştir. İki toplum arasında bu tarihsel güvensizlik, iki ülkenin bağımsızlığı sonrası ilişkilerini de etkilemiştir. Farklı stratejik yönelim ve ulusal hedefler var olan güvensizliği daha da artırmıştır. Böylece, iki ülke ilişkilerine genel olarak karşılıklı güvensizlik bulunmaktadır.
Bununla birlikte, Ermenistan’ın yayılmacı politikaları ve Gürcistan’daki Ermeni azınlığın yarattığı tedirginlik iki ülke ilişkilerinde önemli bir faktör durumundadır. Fakat iki ülke de, karşı karşıya oldukları bazı zorunluluklar sebebiyle karşılıklı ilişkilerde çatışmadan kaçınmaya çalışmaktadırlar. Bu sebeple sürekli bir siyasi ve ekonomik ilişki içinde olmaya devam etmektedir. Şu anda iki ülke ilişkisi stabil durumdadır. Bölgedeki mevcut durumda önemli bir değişiklik olmadıkça ilişkilerde köklü bir değişim olması beklenmemektedir.
















KAYNAKLAR:
Kitaplar:
CEMİLLİ, Elnur; ABD’NİN Güney Kafkasya Politikası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.
HASANOĞLU, Murteza; CEMİLLİ, Elnur; Güney Kafkasya’da ABD Politikası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006
Süreli Yayınlar:
NURİYEV, Elkhan; Jeopolitik Hamleler ve Yaklaşan Tehlikeler, Kafkasya Vakası, Harp Akademileri Dış Basın Bülteni, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, Yıl:37, Sayı:279, 2001.
Elektronik Yayınlar:
AĞACAN, Kamil; Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Sayı 19, Sonbahar 2005, http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
Armenia and Georgia: A New Pivotal Relationship in the South Caucasus? PONARS Eurasia Policy Memo No. 292 http://www.ponarseurasia.org/sites/default/files/policy-memos-pdf/Pepm_292_Minasyan_Sept2013.pdf
DEVECİ BOZKUŞ, Yıldız; Rusya'nın Gürcistan'a Müdahalesinin Ermenistan’daki Yankıları, http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=Makaleler&MakaleNo=3213
Georgia, Armenia and Azerbaijan – a brief geopolitical analysis,http://english.geopolitics. ro/ Georgia-armenia-and-azerbaijan-a-brief-geopolitical-analysis/
GOBLE, Paul; Gürcü ve Ermeni kiliseleri arasındaki tansiyon artıyor, Publication: Eurasia Daily Monitor Volume: 11 Issue: 146August 8, 2014 02:42 PM Age: 92 days, http://www.jamestown.org/single/?tx_ttnews%5Btt news%5D=42732&no_cache=1#.VF6TOfmsXD8
http://www.statistics.ge/
KUCERA, Joshua; The Bug Pit Armenia Azerbaijan Georgia April 19, 2011, Russiahttp://www.eurasianet.org/ node/63331
MANİSYAN, Sergey; “Russian-Armenian Relations: Affections or Pragmatism?”, PONARS Eurasia Policy Memo No. 269, July 2013. 3
Ministry of Foreign Affairs of Georgia, Relations between Georgia and Republic of Armenia, http://www.mfa.gov.ge/index.php?lang_id=ENG&sec_id=363
OSKAN,Kevork; Georgia and Azerbaijan: Between Russia and the West, http://fpc.org.Uk/ articles/607.
Relations between Georgia and Republic of Armenia, Ministry of Foreign Affairs of Georgia,  http://www.mfa.gov.ge/index.php?lang_id=ENG&sec_id=363
“EU-Armenia: About Decision to Join the Custom Union, ”September 6, 2013 (http://ec. europa.eu/commission_2010-2014/fule/headlines/news/2013/09/20130906_en.htm).
www.jamestown.org/pubs/view/pri_004_010_004.htm






*Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü, Doktora Öğrencisi.
[1] Georgia, Armenia and Azerbaijan – a brief geopolitical analysis,http://english.geopolitics.ro/georgia-armenia-and-azerbaijan-a-brief-geopolitical-analysis/
[2] Kamil Ağacan, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Sayı 19, Sonbahar 2005, http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364.
[3] Elkhan Nuriyev, Jeopolitik Hamleler ve Yaklaşan Tehlikeler, Kafkasya Vakası, Harp Akademileri Dış Basın Bülteni, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, Yıl:37, Sayı:279, 2001,s.57-58.
[4] Detaylı bilgi için bkz. Elnur Cemilli, ABD’nin Güney Kafkasya Politikası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.95-112.
[5] Johny Melikyan 3 September 2014    https://www.opendemocracy.net/od-russia/johnny-melikyan/georgia-looks-west-armenia-east-EU-CU-NATO
[6] Joshua Kucera,The Bug Pit Armenia Azerbaijan Georgia April 19, 2011, Russiahttp://www.eurasianet.org/ node/63331
[7] Oskanian,a.g.m., http://fpc.org.uk/articles/607
[8] İngilizce adıyla; CIS (Commonwealth of Independent States) olarak bilinmektedir.
[9] İngilizce adıyla; CSTO (Collective Security Treaty Organization) olarak bilinmektedir.
[10] Detaylı bilgi için bkz. Murteza Hasanoğlu-Elnur Cemilli, Güney Kafkasya’da ABD Politikası, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.135-150.
[11] Yıldız Deveci Bozkuş, Rusya’nın Gürcistan’a Müdahalesinin Ermenistan’daki Yankıları, http://www.eraren.org/ index.php?Lisan=tr&Page=Makaleler&MakaleNo=3213
[12] Kevork Oskanian, Georgia and Azerbaijan: Between Russia and the West, http://fpc.org.uk/articles/607.
[13] http://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Putin
[14] İngilizce adıyla; Eurasian Economic Union’un kısaltmasıdır.
[15] Sergey Minasyan, “Russian-Armenian Relations: Affections or Pragmatism?”, PONARS Eurasia Policy Memo No. 269, July 2013. 3
[16] Armenia and Georgia: A New Pivotal Relationship in the South Caucasus? PONARS Eurasia Policy Memo No. 292  http://www.ponarseurasia.org/sites/default/files/policy-memos-pdf/Pepm_292_Minasyan_Sept2013.pdf
Caucasus Institute (Yerevan),September 2013.
[17] Ağacan,a.g.m., http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
[18] Ağacan,a.g.m., http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
[19] Ministry of Foreign Affairs of Georgia, Relations between Georgia and Republic of Armenia, http://www.mfa.gov.ge/index.php?lang_id=ENG&sec_id=363
[20] Melikyan,a.g.m.,https://www.opendemocracy.net/od-russia/johnny-melikyan/georgia-looks-west-armenia-east-EU-CU-NATO
[21] Ministry of Foreign Affairs of Georgia, Relations between Georgia and Republic of Armenia http://www.mfa.gov.ge/index.php?lang_id=ENG&sec_id=363

[22] 5 “EU-Armenia: About Decision to Join the Custom Union,” September 6, 2013 (http://ec.europa.eu/commission_2010-2014/fule/headlines/news/2013/09/20130906_en.htm). 4
[23] Ağacan,a.g.m., http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
[24] Ağacan,a.g.m., http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
[25] Ağacan,a.g.m., http://www.eraren. org/index.php? Page=DergiIcerik&IcerikNo=364
[26] Tensions Between Georgian and Armenian Churches Escalate, The Jamestown Foundation, http://www.jamestown.org/single/?tx_ttnews%5Bswords%5D=8fd5893941d69d0be3f378576261ae3e&tx_
ttnews%5Ball_the_words%5D=nabucco%20hungary&tx_ttnews%5Bpointer%5D=4&tx_ttnews%5Btt_news%5D=42732&tx_ttnews%5BbackPid%5D=7&cHash=b8f77a8679724ef241aae622659d3146#.VJtNgV4gPA
[27] Paul Goble, Gürcü ve Ermeni kiliseleri arasındaki tansiyon artıyor, Publication: Eurasia Daily Monitor Volume: 11 Issue: 146August 8, 2014 02:42 PM Age: 92 days, http://www.jamestown.org/single/?tx_ttnews%5Btt news%5D=42732&no_cache=1#.VF6TOfmsXD8