Osmanlı İmparatorluğu’nda, Mütareke Sonrası Ortaya
Çıkan Tepkiler.
1. Ordu Komutanlarının Tavır ve Düşünceleri.
Mütareke imzalanıp uygulamaları ortaya çıkmaya
başlayınca buna ilk tepkiler ordu mensuplarından gelmeye başladı. Bu tepkiler
daha çok, düşmanla karşı karşıya olan Ordu Komutanlarından geliyor, düşman
isteklerine direnilmesi gerektiği öne sürülüyor, şartların elverdiği ölçüde de
direniliyor ve bazı tedbirler alınıyordu. Fakat hükumet bu fikirlere karşı
çıkıyor ve Mütareke şartları ile İtilaf Devletleri taleplerine uyulması için
gerekli tedbirleri alıyordu.
Direniş gösteren ordu komutanları, hükumet
tarafından engellenmeye çalışılırken İtilaf Devletleri temsilcileri de bu
komutanlara karşı sert tedbirler almaya çalışıyor, direnci daha başlamadan
kırmaya ve gelecekteki planlarına engel teşkil edebilecek tehditleri etkisiz
hale getirmeye çalışıyorlardı.
A. 9’uncu Ordu
Komutanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşa.
Mütareke’nin imzalanmasından kısa bir süre sonra,
Ahmet İzzet
Paşa’nın emriyle, Kafkasya’daki kuvvetlerimiz
hudut gerisine çekilirken Osmanlı İmparatorluğu ‘’Elviye-i Selase’’ (Kars,
Batum ve Ardahan)’nin kendi hudutları dâhilinde kalmasını planlamıştı. Bu plana
göre Ordu, Brest Litovsk Antlaşması ile elde ettiği yerler dışında ele
geçirdiği bölgelerden çekilecekti. Hâlbuki İtilaf Devletleri bu üç vilayetin de
hemen boşaltılmasını istiyordu.
9’uncu Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa, bu istekleri
ve Mütareke hükümlerini uygulamakta çok yavaş davranıyor ve bölgeyi kısa sürede
boşaltma talebine direniyordu. İngilizler, bu tavırlar karşısında Harbiye
Nezareti’ne, ihmali görülen subayların cezalandırılması yönünde baskı yapıyor
ve bunun üzerine Harbiye Nezareti bu baskıya tepki göstererek kendi personelini
asla suçlu olarak kabul etmediğini, gecikme sebeplerinin iklim ve doğa şartları
ile İtilaf Devletleri’nin kabul edilmesi asla mümkün olmayan taleplerde
bulunmasından ileri geldiğini söylüyordu.
Bu gelişmelerin ardından 19-24 Aralık 1918
tarihlerinde, İngilizler Batum’u işgal edince, Osmanlı Hükumeti bunu kabul
etmediğini duyurarak bu bölgedeki Türk asker ve jandarmasının görevleri başında
kalmasını bildirdi.
Bu arada Osmanlı hükumeti, Yakup Şevki Paşa’ya, doğu
vilayetlerinin durumunu İngilizlerle görüşmesi için yetki vermişti. Bunun
üzerine Paşa, Kars’ta bulunan İngiliz generali Walker ile 7 Ocak 1919’da bir
görüşme yaptı. Bu görüşmede İngiliz General; Ermenilere bırakılacak üç sancağın
Osmanlı Ordusu tarafından 25 Ocak tarihine kadar terk edilmesini istedi. Buna
karşılık olarak, çekilmeye kadar 13.000 kişilik Türk Ordusu’nun iaşe etmeyi
vadediyordu. Paşa, bu taleplere karşı mukavemet etmeye kararlı olduğunu ifade
etti.
Fakat Osmanlı Harbiye Nezareti’nden gelen emir
üzerine 9’uncu Ordu’yu Erzurum’a çekmek zorunda kaldı, ancak bunu mümkün olduğu
kadar yavaş bir şekilde yaptı. Çekilirken malzeme ve silahlarını da beraber
götürdü. Bu esnada Yakup Şevki Paşa, 6’ncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa ile de işbirliği
yapmak için görüşmeler yapıyordu.
İngilizlerin baskısı sonucu, 3 Nisan 1919 tarihinde
9’uncu Ordu lağıv edildi. Paşa’ya, Harbiye Nezareti’nce, İstanbul’a dönmesi
emredilince, Doğu Bölgesi’nin sorumluluğunu 15’inci Kolordu Komutanlığı’na
devretti. İstanbul ile yaptığı uzun yazışmaların ardından başkente döndü.
Milli mücadeleye olumlu bakışı bilindiğinden,
başkentte uzun süre kendisine bir görev verilmedi. Kendisinden sürekli
şüphelenen İngilizler tarafından 21 Nisan 1920 tarihinde tutuklanarak Malta’ya gönderildi.
1921 yılında esir mübadelesi sonucu yurda dönünce kurtuluş mücadelesine
katıldı.
B. 6’ncı Ordu
Komutanı Ali İhsan Paşa.
6’nci Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, Mütareke’nin
imzalandığını öğrenir öğrenmez, Bağdat’ta bulunan İngiliz generali Marshall’a
bir mektup göndererek aralarında bir tampon bölge oluşturulmasını teklif etti.
Bu sırada İngiliz birlikleri Musul’a 60 kilometre mesafede bulunuyordu.
İngilizler, Paşa’nın talebine verdikleri cevapta; Mütareke’nin 7’nci maddesi
gereğince Musul’u işgal edeceklerini, bu sebeple Musul’un boşaltılmasını istediler.
Paşa, bu maddenin tatbikine sebep olmadığını ve bu yüzden işgalin mümkün
olmadığını bildirmesi üzerine İngilizler, bölgedeki bazı Arap aşiretlerini
kışkırtarak bölgede isyan ve yağma hareketlerine başlamalarını sağladılar. Bu
hareketlerin ardından da asayişin bozulduğunu ve halka zulüm edildiğini ileri süren
İngiliz Irak İleri Birlikleri Komutanı General Cassel, birliklerini ileri
yürüyüşe geçirdi. İngilizler, tekrar bir mektup göndererek şehrin hemen
teslimini istediler. Paşa, bu talebi protesto ederek reddetti. İngilizlerin,
Musul’un Irak’ın bir parçası olduğu yönündeki iddialarına karşılık olarak ta,
bu tür haritaların sadece Almanlar tarafından yapıldığını ve ilmi bir
dayanağının olmadığını söyledi. Bu esnada Osmanlı Harbiye
Nezareti de gönderdiği mesajda İngilizlerin Musul’u işgale haklarının olmadığını
belirtiliyordu. Fakat daha sonra, İngiliz İşgal Orduları Komutanı General
Galthorpe tarafından şehrin boşaltılması ültimatomu verilince Ahmet İzzet Paşa,
şehrin boşaltılarak İngilizlerin göstereceği hatta kadar ordunun çekilmesi
emrini verdi. Bunun üzerine Ali İhsan Paşa, orduyu tüm silah ve malzemesi ile
birlikte Nusaybin’e çekti.
10 Kasım 1918 tarihine kadar Musul’un tamamı işgal
edilince, Paşa elindeki birliklerle; Süleymaniye, Köysancak, Kadıhane, Dipke,
Güver, Büyük Zapsuyu ve Hamam Alil’in kuzey sırtlarından Telafer, Sincar,
Resülayn, Tel’ebayt, Cerablus, Akçakoyunlu istikametine kadar olan hattı tuttu.
İngilizler, 17 Kasım 1918 tarihinde, Şeyh Mahmut
önderliğinde bir Kürt Hâkimliği kurdurdular ve Kürtçülük propagandalarına
başladılar. Paşa bu faaliyetlerin kendi işgali altındaki hatların kuzeyine
geçmemesi için tedbirler aldı ve Osmanlı hükumetini de ikaz etti. Bu arada İngilizler,
Arap aşiretlerini kışkırtarak saldırılarda bulunmaya teşvik ediyorlar ve bu aşiretler
de daha çok, terhis olmak için giden silahsız asker kafilelerine
saldırıyorlardı. Bu gelişmeler üzerine Paşa, 6’ncı Ordunun ikmali için kritik
bir merkez konumundaki Carablus şehrini birliklerine işgal ettirdi. Fakat
İngilizlerin şiddetli tepkisi sonucu Harbiye Nezareti tarafından verilen emir
gereğince şehri terk etmek zorunda kaldı.
Bu sırada bölgede yıkıcı propaganda yaparken
yakalanan İngiliz Binbaşı Kiling’i tutuklayarak İngilizlere protesto gönderince
durum yine gerildi.
7 Şubat 1919 tarihinde, İstanbul’a gelmiş olan
İngiliz Mısır ve Suriye Orduları Komutanı General Allenby tarafından Harbiye
Nazırı Abdullah Paşa ve Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa İngiliz elçiliğine
çağırılarak 6’ncı Ordu’nun lağıv edilmesini, silah ve malzemenin İngiliz birliklerine
teslim edilmesini, işgal edilen bölgelerdeki jandarmanın görevine son
verilmesini, halkın silahlardan arındırılmasını, Konya’nın doğusundaki tüm
demir yolları ile haberleşme vasıtalarının kontrol ve denetiminin kendilerine teslim
edilmesini, gerekli gördüğü yerleri işgal etmelerine karışılmamasını ifade eden
sert bir ültimatom verdi. Bunun üzerine nazırlar istifa etti ve boşalan Harbiye
Nazırlığı’na Cevat Paşa, Erkânı Harbiye Reisliği (Genelkurmay Başkanlığı)’ne de
Fevzi Paşa atandı.
Ali İhsan Paşa 10 Ocak’ta Urfa’ya giderek burada Müslüman
halkın kendi aralarında örgütlenmesi yönünde bazı yönlendirmelerde bulunmaya de
çalışmış ancak bu önemli bir sonuç vermemiştir.
İngiliz taleplerinin yerine getirilmesi, Ermenilere
verilmesi düşünülen Doğu’daki Altı Vilayet’in İngilizlere teslimi demekti.
Fakat çaresiz durumda olan Osmanlı Hükumeti Allenby’nin isteklerinin yerine
getirilmesi için gerekli emirleri verdi. Harbiye Nazırlığı, 9 Şubat tarihinde
gönderdiği bir emirle; 6’ncı Ordu’nun lağıv edildiğini ve Ali İhsan Paşa’nın, yerine
bir vekil bırakarak, İstanbul’a dönmesi gerektiğini bildirdi. Lağıv edilen
6’ncı Ordu birlikleri yeniden teşkilatlandırılarak 13’üncü Kolordu kuruluşuna dâhil
edildi ve komutanlığına Miralay (Albay) Cevdet Bey atandı. 6’ncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, bu
direniş hareketleri esnasında, 9’uncu Ordu Komutanı Yakup şevki Paşa ile
işbirliği yapmaya çalışıyordu. Fakat önce 9’uncu Ordu, sonra da 6’ncı
Ordu’nun lağıv edilmesi sonucu bu işbirliği bir işe yaramadı.
21 Şubat 1919’da İstanbul’a hareket eden Paşa, 2
Mart 1919’da vardığı İstanbul’da, Haydarpaşa İstasyonu’nda trenden iner inmez
İngilizlerce tutuklanarak Malta’ya gönderildi. 1921
yılında esaretten kurtularak yurda dönen Paşa, Büyük Taarruz öncesinde bir müddet
1’inci Ordu Komutanı olarak görev yaptı.
C. Yıldırım Ordular
Grubu Komutanı Mustafa Kemal Paşa.
Mondros Mütarekesi imzalandığı gün, Liman Von
Sanders Paşa Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’ndan alınarak İstanbul’a
çağrıldı ve yerine Mustafa Kemal Paşa atandı. EHUR, kendisine gönderdiği
telgrafta; ordunun Suriye’nin kuzeyine çekilmesi durumunda savunma vaziyeti
alıp alamayacağı, bu sayede Mütareke’nin şartlarının hafifletilip
değiştirilmesinin mümkün olup olamayacağını sormuş, Mütareke şartları tebliğ
olununcaya kadar uygun bir yerde oyalanmasını istemişti. Paşa bu telgrafa
verdiği cevapta; Gâvur Dağı’nda tutunup savunma imkânı varsa da ortada savunma
yapabilecek bir ordu kalmadığını, herkesin bir yerlere kaçmakta olduğunu,
kendisinin de Katma-Kurtkulak-Raco istikametinde çekildiğini bildirdi. Bunun
üzerine 2 ve 4’üncü Ordular da Yıldırım Ordular Grubu emrine verildi ve
karargâh yeri olarak Adana şehri gösterildi.
Mustafa Kemal Paşa, Suriye’den çekilirken geldiği
Kilis’te, halkın milis kuvvetleri kurarak düşmana karşı koymaya hazırlandığını
görünce halkın ileri gelenleri ile bir toplantı yaparak; ‘’Savaşın henüz bitmediğini, asıl savaşın bundan sonra başlayacağını,
buna göre hazırlık yapmalarını’’ söyledi.
Buradan ayrıldıktan sonra 31 Ekim 1918 tarihinde, Adana’ya
gelen Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığını burada öğrendi. Aynı gün
Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’nı Liman Von Sanders’ten teslim aldı. 3
Kasım tarihinde Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından Mütareke’nin tam metni
kendisine gönderildi.
Harbiye Nezareti ile yazışmalara devam eden Paşa, Mütareke’nin
bazı maddelerinin tam tefsir edilmesini istiyor, Suriye sınırının kesin yerinin
nasıl olacağını soruyor ve buna göre ordulardan geri kalanları düzenleyerek
tertiplemeye çalışıyordu. Esas açıklığa kavuşturulmasını istediği mesele Mütareke’de
adı geçen ‘’Kilikya’’ ismi ile nerenin kastedildiği idi. Adana yerine sınırları
belli olmayan tarihi Kilikya isminin kullanılmasının ortaya bazı sorunlar çıkarabileceğini,
Kilikya adının kullanılmasında İngilizlerin özel maksatları ve sınırsız
ihtirasları olduğunu bildiriyordu.
5 Kasım 1919 tarihinde, Adana ileri gelenlerinin
düzenlediği bir yemekte; ‘’Bu memleketin
kurtulacağını, henüz ümitlerin sönmediğini, bunun için mücadele edeceğini, Türk
Milletinin ve ordusunun kendi vatanını ve istiklalini koruyabileceğini’’
söyledi. Adana’da görüştüğü kimselerle Doğu’dan gelecek taarruzlara karşı
şehrin nasıl savunulacağını konuştu ve şehri savunmak için şimdiden aralarında
bir teşkilat kurmalarını, uygun yerlere siperler kazmalarını, gerekli silah ve
malzemenin kendisi tarafından karşılanacağını söyledi. Bu kapsamda Gülek Boğazı
ve Misis’e istihkâmlar yaptırdı.
Emrindeki birlik komutanlarına gönderdiği emirde; ‘’Mütareke hükümlerinin uygulanmasının bizim
için daha ağır bir duruma gelmemesini sağlamak için gerekli tedbirlerin
alınmasını, Toros Tünellerinin elde tutulması gerektiğini ve terhis
işlemlerinin geçiştirilmesi veya geciktirilmesini’’ tavsiye ediyordu. 6
Kasım 1918 tarihinde, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya çektiği telgrafta; ‘’Mütareke şartları arasında anlaşmazlıkları
giderecek tedbirleri almadan orduların terhis edilmesi ve İngilizlerin her
dediğine boyun eğilmesi durumunda İngiliz ihtiraslarının önüne geçmeye imkân
olmayacağını bildiriyor, İngiliz ve Fransızların İskenderun ve Adana
bölgelerini işgal etmesine karşı çıkılmasını ve bölgenin tahliye edilmemesini’’
istiyordu.
İstanbul’a; ‘’kadroları
en genç askerlerden yeni bir Tümen kuracağını, Jandarma’yı takviye edeceğini,
fazla malzemeyi Torosların kuzeyine aktaracağını, terhis olan askerlerin silah,
cephane ve teçhizatını depolayacağını ve bunların nakli konusunda yardım kendilerinden
isteyeceğini’’ bildiriyordu.
İngilizlerin aşırı istekleri karşısında direnmekten
yana olan Mustafa Kemal, İskenderun’un işgali söz konusu olunca; ‘’İngilizler İskenderun’a asker çıkarırsa
mukavemet edeceğini’’ bildiriyor ve ‘’emri
altındaki kuvvetler takviye edilirse Türk milletinin sesinin duyurulmasının
mümkün olabileceğini’’ söylüyordu. Ayrıca, ‘’İngilizler lehine verilecek emirleri yerine getirmeyeceğini, eğer bu
tutumu hükumetçe hoş görülmezse kendi yerine başka birinin atanmasını’’
bildiriyordu.
Bu gelişmelerden endişelenen Harbiye Nezareti, 7
Kasım 1918 tarihinde, Yıldırım Ordular Grubu ile 7’nci Ordu Komutanlığı’nı
lağıv etti. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezareti emrine verildi. Konu ile
ilgili emri 10 Kasım günü alan Paşa, emrindeki birliklerin komutasını 2’nci
Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya devrederek trenle İstanbul’a hareket etti. 13 Kasım günü Haydarpaşa
Tren İstasyonuna vardı. İstanbul’da işgal kuvvetleri gemilerini görünce yaveri
Cevat Abbas’a; ‘’Geldikleri gibi giderler.’’ demiş ancak gördüğü manzara
karşısında da çok üzülmüştü. Kendisini karşılamaya gelen Dr.Rasim Ferid (Talay)’e
duygularını şu şekilde ifade ediyordu; ‘’Hata
ettim, İstanbul’a gelmemeliydim, ne yapıp yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine
bakmalı!’’
D.
2’nci Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa.
Nihat Paşa, savaşın son aylarında 2’nci Ordu
Komutanlığına getirilmiş ve Ordusu Adana bölgesinde bulunuyordu. Mustafa Kemal
Paşa’dan bölge sorumluluğunu aldıktan sonra, İskenderun’dan itibaren bölgeyi işgale
başlayan Fransız ve İngiliz ordularının yaptıkları taşkınlıkları derhal
protesto etmiştir. İngilizlerin; kıtalarını 1 Aralık gününe kadar Ceyhan Nehri
kıyılarına, 5 Aralık gününe kadar Seyhan Nehri ve Göksu kıyılarına, 14 Aralık gününe
kadar ise Adana’yı boşaltarak Pozantı’ya kadar çekmesini istemesi üzerine
emrindeki birliklerle karşı koymaya hazırlandı fakat bu durum Harbiye Nezareti’nce
uygun bulunmadı. Bunun üzerine, İngilizlerden süreyi uzatmalarını isteyerek 26
Aralık tarihine kadar birliklerini silah ve malzemeleriyle beraber Torosların
kuzeyine çekti.
İngilizlerin aşırı istekleri konusunda 7 Aralık
tarihinde EHUR’u uyardı. Kendisine gönderilen cevapta; ordudaki subay ve
erlerin mümkün olduğu kadarının Adana’da jandarmaya kaydedilip jandarma kadrosunun
tamamlanması bildirilmişti. Bu emri azami şekilde uygulamaya çalıştı.
2’nci Ordu, Harbiye Nezareti tarafından, 15 Aralık
1919 tarihinde lağıv edilince, Nihat Paşa Adana vali vekilliğine atandı. İngiliz
Fevkalade Komiserliği, 2 Ocak 1919’da, Nihat Paşa’nın halkı silahlandırıp
cemiyetler teşkil etmesinden dolayı görevinden alınmasını istedi. 16 Ocak’ta
ikinci bir muhtıra sonucunda Nihat Paşa 22 Ocak günü Adana vali vekilliği ve
Yıldırım Kıtaatı Müfettişliği’nden alınarak İstanbul’a çağrıldı. Yerine;
Mersinli Cemal Paşa tayin edildi. İstanbul’a dönen Nihat Paşa, 1920 yılında, Anadolu’daki
mücadeleye katılarak Elcezire Grup Komutanlığına getirildi.
E. 7’nci Ordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa.
Mütareke imzalandığı sırada, Ali Fuat Paşa, 20’nci
Kolordu Komutanı olarak Halep’in kuzeyinde Katma’da bulunuyordu. Mustafa Kemal
Paşa, Yıldırım Ordular Komutanlığı’na atanınca, Kolordu Komutanlığı da
uhdesinde kalmak üzere vekâleten 7’nci Ordu Komutanlığı’na atandı. Mütareke’nin
ardından derhal kendi sorumluluk bölgesini tahkim ettirmeye başladı. Bölgesinde
bulunan pek çok silah ve cephaneyi Ordu Komutanı sıfatıyla Antep ve Kilis
taraflarına sevk ettirerek bunların korunmasına 43’üncü Tümen’i görevlendirdi.
Bölgesindeki jandarma kuvvetlerini güçlendirmeye çalıştı. İngilizlerin
İskenderun’u işgaline karşı çıkarak bunu protesto etti. İngilizlere bir heyet
göndererek Halep kuzeyindeki birliklerin Mütareke şartlarına dâhil olmadığını,
dolayısıyla teslim olmayacağını bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın davetiyle, 6 Kasım 1918
tarihinde, Adana’ya gitti. Mevcut durumu değerlendirirlerken Mustafa Kemal Paşa;
‘’Artık bundan sonra milletin kendi
haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de ona bu yolu
göstermemiz ve ordu ile yardım etmemiz lazımdır.’’ dedikten sonra Ali Fuat Paşa’ya ‘’20’nci Kolordu’nun Komutanı olarak Adana’da
kalmasını, ilk mukavemetin Çukurova’da başlatılması gerektiğini’’ söyledi.
7 Aralık 1918 tarihinde 7’nci Ordu lağıv edilince,
20’nci Kolordu Komutanı olarak görevine devam etti. Bundan sonra kolordusunu
ayakta tutmaya çalışarak elindeki silah, cephane ve teçhizatın düşman eline
geçmemesi için bunları iç bölgelere taşıtmaya çalıştı.
20 Aralık 1918 tarihinde, hem tedavi olmak ve hem de
genel durumu anlamak maksadıyla, izin alarak İstanbul’a gitti. 1919 yılının
Mart ayı ortalarında Konya Ereğlisi’nde bulunan kolordusunda tekrar göreve
başladı ve daha sonra Ankara’ya nakledilen kolordusu ile birlikte Milli
Mücadele’ye katıldı.
F.
Fevzi (Çakmak) Paşa.
Mütareke öncesinde 7’nci Ordu Komutanı olarak
Filistin Cephesi’nde görev yapan Kavaklı Fevzi Paşa, yakalandığı bulaşıcı bir
hastalık sebebiyle İstanbul’a gelmiş ve burada tedavi olurken Mütareke
imzalanmıştı. Tevfik Paşa kabinesi kurulduktan sonra, 24 Aralık 1918 tarihinde,
Erkânı Harbîye Umumi Reisliği’ne getirildi. Mütareke döneminde Harbiye Nazırı
olan; Cevat, Ömer Yaver, Ali Rıza, Ahmet Şakir, Ali Ferit, Ahmet Avni ve Ahmet
Abuk paşalarla beraber uzun süre bu görevi yerine getirdi.
Görevi süresince ordunun elindeki silah, cephane ve
malzemenin Anadolu içlerinde kalması için gayret gösterdi. İstanbul’a sevk
edilmesi gereken silahları uzun ve dolambaçlı yollardan sevk ettirerek İtilaf
Devletleri eline geçmemesine çaba gösterdi. Mevcut birliklerin yeniden
düzenlenerek mevcudiyetlerini korumaya çalıştı. Ordu Müfettişlikleri kurulunca
1’nci Ordu müfettişliği görevine getirildi. İstanbul’un işgalinden sonra
Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katıldı.
G. Cephelerdeki Diğer Komutanlar.
Mütareke imzalandığında; Hicaz, Asir, Yemen,
Trablusgarp ve Bingazi’de bulunan Osmanlı kuvvetleri, 6 Kasım 1918’de, Mütareke’den
haberdar edildiler. Medine müdafisi Fahrettin Paşa, Asir’de bulunan Muhittin
Paşa ve Trablus’ta bulunan Şehzade Osman Fuat Efendi, padişahın fermanı
gelmeden teslim olmayacaklarını bildirdiler. Fakat kendilerine İstanbul’dan heyetler
gönderilince teslim oldular. Böylece buralardaki ordularımızın bütün silah ve
teçhizatı düşman eline geçti.
1918 yılı Ekim ayında, karargâhı ile İzmir’e gelen
8’inci Ordu, 13 Kasım 1918 tarihinde lağıv edilmiş, bunun bakiyesinden 17’nci
Ordu kurulmuştu. Kolordu komutanı Nurettin Paşa, İzmir’de Türklerin milli
teşekküller ve cemiyetler kurmalarına yardımcı oldu. İzmir Müdafaayı Hukuki
Osmaniye Cemiyeti istişare heyeti ile 17 Mart 1919’da civar bölgelerden de
temsilcilerin katılımı ile geniş bir kongre topladı.
Paşa, İstanbul’u, muhtemel bir Yunan işgali konusunda
uyarıyor ve Yunan işgalini önlemek için İtalyanlara yaklaşılmasını öneriyordu.
Bu faaliyetlerinden rahatsız olan İtilaf Devletleri temsilcilerinin
baskılarıyla görevden alınarak 22 Mart 1919 tarihinde İstanbul’a döndü. Daha sonra Milli
Mücadele’ye katıldı.
2. Padişah ve Diğer Devlet Adamlarının
Tavır ve Düşünceleri.
8 Ekim 1918 tarihinde Talat Paşa’nın hükumetin
istifasını vermesinin ardından 19 Ekim 1918’de, Ahmet İzzet Paşa, Harbiye
Nazırlığı (Savunma Bakanlığı) da uhdesinde kalmak üzere, yeni hükumeti kurdu. Paşa, hükumeti kurarken
en çok İttihatçılardan çekiniyordu. Bu yüzden kabine üyeleri arasına Cavit,
Fethi ve Rauf Beyler gibi İttihatçıları da aldı. Bu kabine, Mütareke’nin
imzalanması da dâhil olmak üzere çok zor bir görev üstlendi.
Hükumete göre; imzalanan Mütareke diğer müttefiklerin
imzaladıkları Mütarekelere göre daha hafif şartlar içeriyordu. Bu sebeple Mütareke
sahiplenilmiş ve ordulardan Mütareke şartlarının yerine getirilmesi istenmişti.
Fakat Ordu Komutanları, Mütareke’nin kayıtsız şartsız teslim olmak anlamına
geldiğini düşünüyor ve işgallere karşı direnme yönünde tavır sergiliyorlardı.
Bu kabine; Mütareke şartlarına uyarak orduları lağıv
etmeye ve askerleri terhis etmeye başladı. Fakat İTC ileri gelenlerinin yurt
dışına kaçmasına göz yumduğu gerekçesiyle oluşan baskılara dayanamayarak, 8
Kasım tarihinde istifa etti. Yerine, padişahın desteğini almış olan, Ahmet
Tevfik Paşa hükumet kurdu. Padişah, İttihatçılardan tamamen temizlenmiş bu
hükumet ile otoritesini artırıyordu.
Bu hükumet döneminde İttihatçılar yargılanmaya ve İngilizlerin
her istediği direnmeden yapılmaya başlandı. İngilizler, ordu komutanlarında baş
gösteren direnişleri etkisiz hale getirmek için müdahalelerini giderek
sertleştirdiler. Kararsız bir idare sergileyen ve hiç kimseyi memnun edemeyen bu
hükumet, muhalefet ve İşgal Orduları Komutanlığı’nın baskıları sonucu, 4 Mart
1919 tarihinde istifa etti.
Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin desteklediği Damat
Ferit Paşa yeni hükumeti kurdu. Damat Ferit, iktidarını padişahın siyaseti ve
işgal orduları komutanının isteklerini harfiyen yapıp İngilizlerin desteğini
sağlamaya çalışarak yürüttü.
Mütareke’nin imzalanmasının ardından göreve gelen
hükumetler genel olarak; işgalcilere, özellikle de İngilizlere karşı sert
davranılmasını sakıncalı görüyor, onlara karşı hoşgörülü olmanın barış
konferanslarında Osmanlı lehinde bazı çıkarlar sağlanmasına hizmet edeceğini
düşünüyor, işgalcilerin kararlarının protestolarla yumuşatılabileceği
sanıyorlardı.
İngilizlerin desteğini kazanmak için, Sovyet tehdidi öne sürülerek İngiliz sömürgelerine
gidecek yollar üzerinde Rus saldırılarını ancak bütün bir Türkiye’nin
durdurabileceği ve Sovyet yayılmasını da bu bütün ve güçlü devletin
engelleyebileceği basın yayın organları vasıtasıyla duyuruluyordu. Hatta
Kafkasya’daki Türk askeri birliklerinin de kullanılması ile Kafkasya’da
bağımsızlık ilan etmiş devletleri birleştirerek bu bölgede de Rus yayılmasının
önüne büyük bir engel konulabileceği bile ifade ediliyordu.
Padişah 6’ncı Mehmet Vahdettin, 28 Haziran 1918’de,
Sulan Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine, Mütareke’den çok kısa bir süre önce tahta
çıkmıştı. Bu dönemde padişahın çabası; iktidarını
sağlamlaştırmak için İttihatçılardan ve onların kurum ve teşkilatlarından
kurtulmak, Mütareke şartlarına uyarak İngilizlerin desteğini kazanmak ve mevcut
haliyle ülke bütünlüğünü sağlamak yolundaydı. Padişahın İttihatçılardan başka endişe
ile baktığı diğer bir kurum da ordu idi. Bunun için Harbiye Nezareti’nde
değişiklikler yaparak İttihatçı olmayan ve kendine bağlı olabilecek kişileri Ordu’da
etkili yerlere getirmeye çalışıyordu. Abdülhamit gibi saray merkezli bir
yönetim kurmayı planlayan padişah, yine onun gibi, Ordu tarafından devrilebileceğini
düşünerek orduyu kontrol etmeye çalışıyordu.
Osmanlı devletini yönetenler esas olarak Wilson Prensipleri’ni,
ülkenin parçalanmasını önlemek için bir kurtarıcı olarak görüyor ve başta
İngiltere olmak üzere ABD, Fransa veya İtalya tarafından bir bütün olarak
himaye edilmeyi bunun için en uygun çözüm olarak düşünüyorlardı. Bu sebeple Mütareke’den
hemen sonra Wilson Prensipleri ve İngiliz Muhipler Derneği gibi dernekler
kurarak çalışmalarına başladılar.
3. Ülkenin Çeşitli Bölgelerinde
Aydınların ve Halkın İleri Gelenlerinin Tavır ve Düşünceleri.
Mütareke imzalanmasından sonra lider kadronun yurt
dışına kaçması sonucu zor durumda kalan İTC mensupları, hem ülkenin hem de
kendilerini savunmak için 3 Kasım 1918’de ‘’Teceddüt’’ ismiyle yeni bir
örgütlenmeye gittiler. Enver Paşa’nın yurdu terk etmeden önce lağıv ettiği
‘’Teşkilatı Mahsusa’’ üyeleri de gizli bir şekilde örgütlenme yoluna gittiler.
Taşradaki İTC şubeleri ise Wilson İlkeleri gereği, kendi bölgelerinin
Osmanlı’ya bağlı kalmasını sağlamak maksadıyla genellikle bölgelerinin
İstanbul’daki milletvekilleri ile ‘’Hakları Koruma’’ (Müdafiyi Hukuk) dernekleri
kurarak faaliyetlere başladılar.
Değişik bölgelerdeki aydınlar ve ileri gelenler de
Osmanlı İmparatorluğu’nun genel bir dağılması ihtimaline karşı bölgesel
tedbirler almaya kendi aralarında örgütlenmeye çalışıyorlardı. İlk
örgütlenmeler Aralık 1918 tarihinde Trakya ve İzmir’de ortaya çıkmaya başladı. Bunların bazılarının
amacı Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kalmayı sağlamak iken bazıları da Osmanlı
İmparatorluğu’nun artık dağılmakta olduğunu veya Osmanlı İmparatorluğu’na
katılmalarının mevcut durumda mümkün olmadığını düşünerek yeni hükumetler veya
devletler kurmayı hedefliyordu. Yeni hükumet veya devlet kurma çabalarına en
açık örnekler; biri Trakya’da, diğeri de Doğu’da gerçekleşen iki girişimdir.
Atatürk’ün de Nutuk’ta bahsettiği gibi Trakya ve
Paşaeli Cemiyeti, Batı Trakya ve Doğu Trakya’yı birleştirerek yeni bir devlet
kurmayı planlıyorlardı.
Doğu’da Elviyei Selase’de (Kars, Ardahan ve Batum)
14 Temmuz 1918’de, Brest Litovsk Antlaşması gereği bir halkoylaması yapılmış ve
bu bölge Osmanlı’ya katılmayı seçmişti. Mütareke’den sonra İngilizler, bu
illerin boşaltılmasını istediler. Rauf Bey bunun sakıncalarını anlatarak itiraz
etmiş fakat İngiliz General Caltroph bunu dikkate almamış, Genelkurmay Başkanı Cevat
Paşa, 24 Kasım tarihinde, bunun mahsurlarını tekrar ileri sürmüş fakat General
Murphy tarafından üstü kapalı tehdit edilerek talepte ısrar edilmişti. Yakup
Şevki Paşanın benzer itirazları da İngilizler tarafından kabul edilmemişti.
Durum ümitsiz göründüğünden halkın kendi kaderini
tayin etmesi prensibiyle bazı girişimler başladı. 5 Kasım 1918’de Kars’ta bir
İslam Şurası toplandı. Bu şura, kendisi bölgeyi terk edene kadar, Yakup Şevki
Paşa tarafından desteklendi. Şura sonrası seçimler yapıldı. 17 Ocak 1919’da,
bir kongre toplandı ve bu kongre bir anayasa ilan etti. Kongre, Cenubi Kafkas Hükûmeti
Muvakkatei Milliyesi’ni seçti. Böylece üç vilayetten oluşan bir cumhuriyet
kurulmuş oldu. Bu yönetim İngilizlerin de tabir ettiği gibi milliyetçi
Müslümanların kurduğu yeni bir devlet idi. Bu yönetim, Ermenilerin geri
dönmesine müsaade etmiyor gerekçesi ile, 12 Nisan 1919’da, İngilizler
tarafından dağıtıldı. Hükumet başkanı ve bazı üyeler tutuklanarak Malta’ya
gönderildi. Kars’ta idare Osebyan ve Gerganof isimli Ermenilerin yönetimine
geçti. Devam eden günlerde Ermeni saldırılarına başarıyla direnen Oltu ve Kağızman
hariç bütün şuralar ortadan kaldırıldı. Ancak Ermenilerin bölgeye hâkim
olmasını kabul etmeyen halk bundan sonra da mücadelesine devam etti.
4. Mondros Mütarekesi
Sonrası Gösterilen Tepkilerin Genel Değerlendirilmesi.
Döneme ait dokümanlar incelendiğinde, Mütareke
döneminde; gerek halkın, gerekse Mustafa Kemal
Paşa ve bütün ordu komutanları
da dâhil olmak üzere çoğu devlet adamının genel olarak Wilson Prensipleri’nin
Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili maddelerinden etkilendikleri, bu ilkeleri
genel olarak benimsedikleri ve Mütareke sonrasında yapılacak barış
antlaşmasının bu ilkelere uygun şekilde yapılacağı inanç ve beklentisi içinde
oldukları görülmektedir. Bunlar aynı zamanda, Mütareke imzalandığı zaman,
orduların fiilen bulundukları hatlar içinde kalan toprakları Wilson
Prensiplerinde bahsedilen Türklerin çoğunlukta olduğu yerler olarak kabul etmektedirler.
Yalnız, bu inanç ortak olmakla birlikte, bunun gerçekleşmesi için nasıl davranılması
konusunda değişik kesimlerde değişik yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Bunlardan, cephedeki Ordu Komutanları ve EHUR’da
görevli bazı general ve subaylar; bu toprakların artık tartışılmayacak şekilde
Türk toprakları olduğunu, bu toprakları muhafaza edecek şekilde bir barış
antlaşması yapılması gerektiğini, ancak imzalanan Mütareke maddelerinin, İtilaf
Devletlerince kendi çıkarlarına uygun şekilde yorumlamasına açık olduğunu
düşünmektedirler. Bunlar; Mütareke’nin sadece ateşkes olduğu, barış antlaşması
yapılıncaya kadar bulunulan hatların terk edilmemesi, silahlı kuvvetlerin
dağıtılmaması ve bunun için direnilmesi gerektiği görüşündedirler. Nitekim
bunlar, kendi yetki ve güçleri çerçevesinde her türlü işgal girişimine karşı
tepki göstermeye, geri çekilmeleri geciktirmeye, askerlerin terhisini
ertelemeye, silah ve mühimmat ile cephaneyi, düşman eline geçmemesi için, gerideki emniyetli bölgelere taşıtmaya çalışmışlar,
daha sonra da Milli Mücadele’ye katılmış ve değişik görevler üstlenmişlerdir.
Başta padişah olmak üzere iktidara gelen hükumetler
ve bazı devlet adamları ise; mevcut hatların devletin bundan sonraki sınırları
olması gerektiğini düşünmekle birlikte bu amaca direnerek ulaşılamayacağını,
galiplere karşı uysal ve işbirliği içinde davranılırsa bu durumun barış
görüşmelerinde ülke lehine kararlar alınmasına yardımcı olacağını
düşünmektedirler. Bunlar, bu düşüncelerine paralel olarak; işgalcilerin
isteklerini uygulamaya, işgalci devletler nezdinde dostluk girişimlerinde bulunmaya
ve işgalci devletlerin adıyla değişik dostluk cemiyetleri kurmaya
başlamışlardır. Aslında, bu gruptakiler de bir önceki gruptakiler gibi vatansever
insanlar olmakla birlikte; kendilerine, millete ve devlete güvenleri
olmadığından, direnerek bir şey elde edemeyeceklerini, direnilirse devletin
bölüneceğini, bu sebeple bütün olarak bir güçlü devletin koruması altında devletin
varlığını korumanın daha uygun olduğunu düşünmektedirler. Bu gruptakilerden
bazıları, daha sonra, Milli Mücadele’ye katılmışlar ancak büyük bölümü
mücadelenin karşısında olmuşlardır. Hatta bazıları kendi çıkarlarını
işgalcilerin çıkarları ile birleştirerek ihanet etme noktasına kadar
gitmişlerdir.
Üçüncü Grup diye tarif edeceğimiz grup ise daha çok
değişik bölgelerdeki aydınlar ve ileri gelen kişilerden oluşmaktadır. Bunlar
artık Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmakta olduğunu, bunun da milliyet
esasına göre yapılacağını düşünerek bölgelerinde Türk ve İslam nüfusunun fazla
olduğunu göstermeye, bunların haklarını korumaya çalışmaktadırlar. Bu grup her bölgede
değişik isimlerle Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri kurmuşlardır. Bu cemiyetler esas
olarak Wilson Prensiplerinin 12’nci Maddesinden faydalanmak isteyen işgal
edilen veya edilebilecek bölgelerdeki aydınlar tarafından kurulmuştur. Başlıca
maksatları bölgelerinin ellerinden alınarak başkalarına verilmesini önlemektir. Bunların büyük bir
bölümü, Osmanlı İmparatorluğu içinde kalma çabasındayken bazıları da bunun
mümkün olmadığını düşünerek ayrı bir devlet kurarak komşu devletler tarafından
işgal edilmeden yaşamayı düşünmektedirler. Bunlardan birincileri Milli
Mücadele’ye daha başlangıçtan itibaren katılırken ikinci düşüncede olanlardan
bazıları uzun bir müddet tereddütte kalmışlardır. Mesela Trakya Bölgesi’nden
Sivas Kongresi’ne delege gönderilmemiştir.