.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

4 Mayıs 2025 Pazar

Yakın Dönem Tarihi İle İlgili Üniversiteler Tarafından Yapılan Doktora Çalışmaları.

 

ÖZET:

Yakın döneme ait tarih araştırmaları; arşivlerin çoğunun henüz açılmaması, yazılı resmi kaynakların sınırlılığı, mevcut kaynakların çok fakat güvenilirliğinin teyide muhtaç oluşu ve günlük siyasi olaylardan etkilenme riski sebebiyle oldukça önemli sorunlar içermektedir.    Bu sorunlar üniversitelerde yapılan bilimsel araştırmaları da etkilemektedir.

Bu araştırmada internet üzerinden, Yükseköğretim Kurumu (YÖK)Tez Merkezi ana sayfasından,  2000-2014 yılları arasında yapılan ve tarih konularını kapsayan doktora tezleri taranarak bu tezlerin yakın dönem tarihi ile ilgili olanları incelenmiş ve buna ait değerlendirmeler yapılmıştır. Tezlerde incelenen konular 1960 yılı öncesi dönemi, 1960-2000 dönemi ve 2000-2014 dönemi olarak üç gruba ayrılarak incelenmiştir.  Bu araştırma sonucunda; son zamanlarda yakın dönem tarihine ait konulara ilginin giderek artmakta olduğu ve bu durumun doktora tezlerine de yansıdığı sonucuna varılmıştır.

Anahtar Sözcükler: Tez, Doktora Tezi, YÖK, Yakın Dönem Tarihi.

Giriş:

Avrupa’da pek çok üniversitenin tarih bölümünde yakın dönem tarihi çalışılmakta, kapsamı da II. Dünya Savaşı (1939-1945) ile başlatılarak düne kadar getirilmektedir. Yakın dönem tarihinin yükselişinin sebebi, yaşadığımız dönemde değişimin hızının olağanüstü biçimde artmasıdır.[1] Bu konu ülkemizde de giderek daha fazla ilgi görmektedir.

Bununla birlikte yakın dönem tarihi ile ilgili araştırmalar gerek arşiv belgelerinin çoğunun henüz kullanıma açılmamış olması, sürecin genellikle henüz sona ermemiş olması ve konuyla ilgili kişilerin hala yaşıyor olması gibi sebeplerle yazılı belgelere dayalı klasik tarih araştırmalarına göre bazı zorluklar taşımaktadır.

Bunun yanında yakın dönem tarihi yazımı konusunda gerek yakın dönemin ne zamandan başlatılacağı, gerekse ne zaman sona erdirileceği gibi hususlar hakkında hala farklı değerlendirmeler bulunmaktadır.

Ayrıca, Türkiye’deki üniversitelerde yakın tarihle ilgili bilimsel araştırmalar yapmanın belli sakıncaları bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, daha önce de bahsettiğimiz gibi arşiv belgelerinin çoğunun henüz araştırmacılara açılmamış olmasıdır. Diğer bir husus ise yakın dönem tarihi ile ilgili araştırmaların her zaman siyasi bir malzeme olarak kullanılması olasılığıdır. Toktamış Ateş’in de belirttiği gibi yakın tarih araştırmaları iç siyaset malzemesi yapılacağından[2] bu konularda yapılacak çalışmalar her zaman belli bir risk taşımaktadır.

Fakat tüm bu zorluklara rağmen, popüler düzeyde tarih okuyucuları yakın dönem tarihine daha fazla ilgi duyduğundan bu durum gerek tarihçi, gerekse tarihçi olmayıp ta tarihi konularda araştırmalar yapan yazarlar tarafından yakın tarih araştırmalarına ve yazımına olan ilgiyi gün geçtikçe artırmaktadır.

Bu araştırmada; bu kapsamda Türkiye’de üniversitelerin yaptığı bilimsel araştırmalarda yakın dönem tarihi konularında araştırma yapılıp yapılmadığı, yapıyorlarsa bu araştırmaların yoğunlaştığı dönemler, genellikle incelenen konuların hangileri olduğu, hangi üniversitelerin bu konuya daha fazla ağırlık verdikleri vb. hususlar incelenerek bu konularla ilgili sonuçlara gidilmeye çalışılacaktır.

Araştırmada, bilimsel özelliği daha fazla olduğu ve daha detaylı incelemeler ihtiva ettiği için doktora tezleri esas alınmıştır. Araştırma yapılırken; 2000 yılından günümüze kadar yapılan doktora tezleri dikkate alınarak, bu tezler 1960 yılından önceki dönemi kapsayan konular, 1960-2000 yılları arasındaki dönemi kapsayan konular ve 2000-2014 yılları arasındaki dönemi kapsayan konular olarak üçe ayrılmıştır. Araştırmada, YÖK Ulusal Tez Merkezi[3] verileri esas alınmıştır.

1.İncelemede Temel Alınan Hususlar

Araştırmaya YÖK Ulusal Tez Merkezi ana sayfasında gelişmiş tarama seçeneğine girerek[4]‘’aranacak kelime(ler)’’ bölümüne sırasıyla; TARİH, veya, İNKILAP TARİHİ, veya, CUMHURİYET TARİHİ, ‘’aranacak alan’’ bölümüne sırasıyla; konu, konu, konu, ‘’arama tipi’’ bölümüne sırasıyla; içinde geçsin, içinde geçsin, içinde geçsin, ‘’yıl’’ bölümüne; 2000<=yıl<=2014, ‘’tez türü’’ bölümüne; ‘’doktora’’ yazılmış, izin durumu, üniversite ve dil bölümlerine herhangi bir şey yazılmadan alttaki ‘’bul’’ seçeneğine basılmıştır.

İşlem 4.11.2014 tarihinde yapılmış[5] ve içinde belirttiğimiz kelimeler geçen 1658 doktora tezinin sisteme kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra bu tezler tek tek incelenerek 1960 yılı öncesindeki olayları kapsayan, 1960-2000 yılları arasındaki olayları kapsayan ve 2000-2014 yılları arasındaki olayları kapsayan konular olarak ayırılmıştır.

Ayırma işleminde tezlerin incelediği konuların başlangıç tarihi değil bitiş tarihi esas alınmıştır. Daha önceki bir tarihte başlayıp 1960 yılında sona eren konular 1960 yılı öncesi dönemine, aynı şekilde daha önceki bir tarihte başlayıp 2000 yılında biten konular da 1960-2000 dönemine dâhil edilmiştir. Araştırma dönemi, belirtilen yılların başlangıcından bir yıl sonra bile sona ermiş ise eğer o yılın olaylarını da inceliyorsa bir üst döneme ait olduğu kabul edilmiştir. Örneğin 1920’lerde başlayıp 1961 yılındaki olayları da inceleyen tezler 1960-2000 dönemi grubuna dâhil edilmiştir.

Fakat biyografi incelemeleri ve bazı kişilerin belirli konularda faaliyetleri veya düşünceleri incelenen konularda, incelenen kişinin söz konusu faaliyetleri esas olarak önceki dönemde gerçekleşmişse bu kişilerin ölüm tarihleri belirtilen tarihleri geçmiş olsa bile bir önceki döneme dâhil edilmiştir. Örneğin; ‘’Fatin Rüştü Zorlu’nun Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri’’ konulu bir tez bu kişi 1961 yılında ölmüş olmasına rağmen esas olarak incelenen konu esas olarak 1960 yılı ve öncesinde meydana geldiğinden 1960 öncesi döneme dâhil edilmiştir.

2.Verilerin Gruplandırılması ve İnceleme

Tespit edilen 1658 tez teker teker incelendiğinde bu tezlerin; 1453 tanesinin 1960 yılı öncesi dönemi, 91 tanesinin 1960-2000 yılları arasındaki dönemi, 114 tanesinin de 2000-2014 tarihleri arasındaki dönemi incelediği görülmektedir.

Bizim inceleme konumuzu ilgilendiren 1960-2014 arasındaki dönemi kapsayan konularda tez miktarlarının üniversitelere göre dağılımı ve bilimsel dallara göre dağılımı ile tüm tezlerin yıllara göre dağılımı aşağıdaki tablo ve grafiklerde sunulmuştur.

 

Üniversitelere göre hazırlanan tez miktarı

 

Sıra No.

Üniversite

1960-2000

2000-2014

Toplam

1

Ankara Üniversitesi

17

20

37

2

Gazi Üniversitesi

7

28

35

3

Marmara Üniversitesi

11

15

26

4

Dokuz Eylül Üniversitesi

10

8

18

5

Hacettepe Üniversitesi

10

7

17

6

İstanbul Üniversitesi

8

9

17

7

Boğaziçi Üniversitesi

6

5

11

8

Fırat Üniversitesi

5

1

6

9

Atatürk Üniversitesi

3

2

5

10

Erciyes Üniversitesi

3

1

4

11

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

0

4

4

12

Ege Üniversitesi

3

0

3

13

İstanbul Teknik Üniversitesi

0

3

3

14

Selçuk Üniversitesi

0

3

3

15

Orta Doğu Teknik Üniversitesi

1

1

2

16

Süleyman Demirel Üniversitesi

1

1

2

17

Yıldız Teknik Üniversitesi

1

1

2

18

Bilkent Üniversitesi

2

0

2

19

Uludağ Üniversitesi

1

1

2

20

Cumhuriyet Üniversitesi

1

0

1

21

İnönü Üniversitesi

1

0

1

22

Harp Akademileri Komutanlığı

0

1

1

23

Sakarya Üniversitesi

0

1

1

24

Anadolu Üniversitesi

0

1

1

25

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü

0

1

1

TOPLAM

91

114

205

Tablo 1: Üniversitelere göre belirlenen dönemlerde hazırlanan doktora tezi miktarı.

 

Grafik 1: Üniversitelere göre belirlenen dönemlerde hazırlanan doktora tezi miktarı.

Tablo 1 ve Grafik 1’e bakıldığında, incelediğimiz dönemleri (1960-2000 ve 2000-2014 dönemleri) kapsayan en fazla doktora tezinin sırasıyla; Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi tarafından hazırlandığı görülmektedir.

İlk dönemle ilgili olarak yapılan 91 doktora tezine karşılık ikinci dönemde 114 tez yapılmış yani tezlerin yapılma tarihlerine yaklaştıkça tez miktarında artış ortaya çıkmıştır.

Toplam 1658 tez arasında 1960-2014 yılları arasını kapsayan dönem içinde yapılan tez miktarının toplamı ise 205 adettir. Bu da toplam tez miktarının yaklaşık %12,36’sıdır.

 

İncelenen Dönemler İçinde Yıllara Göre Hazırlanan Tez Miktarları

 

Hzr. Yılı

…-1960

1960-2000

2000-2014

1960-2014 Tpl.

Genel Tpl.

2000

41

4

1

5

46

2001

54

1

0

1

55

2002

87

6

2

8

95

2003

88

3

3

6

94

2004

78

4

2

6

84

2005

70

5

4

9

79

2006

78

9

9

18

96

2007

113

7

20

27

140

2008

87

7

12

19

106

2009

101

3

10

13

114

2010

144

5

12

17

161

2011

148

11

13

24

172

2012

154

12

9

21

175

2013

159

8

14

22

181

2014

51

6

3

9

60

Toplam

1453

91

114

209

1658

Tablo 2:İncelenen dönemlerle ilgili yıllara göre hazırlanan tez miktarı.

 

Grafik 2: İncelenen dönemlerle ilgili yıllara göre hazırlanan tez miktarı.

Yıllara göre hazırlanan tez miktarı tablosu ve şekli incelendiğinde; 2000 yılından 2014 yılına gelindikçe hazırlanan toplam tez miktarına paralel olarak 1960-2014 yılları arasındaki dönemi inceleyen tez miktarında da bir artış olduğu görülmektedir.

2000 yılında hazırlanan toplam tez miktarı 46 iken 2013 yılında hazırlanan toplam tez miktarı 181 olmuş, buna karşılık 1960-2013 yılları arasındaki dönemi inceleyen konulara ait yıllık tez miktarı 2000 yılında 5 iken 2013 yılında 22’ye yükselmiştir. Yani, 2013 yılında yapılan toplam tez miktarı, 2000 yılında yapılan toplam tez miktarına göre 3,9 kat artmış, öte yandan 1960-2013 yılları arasındaki döneme ait konuları inceleyen tezlerde aynı yıllar için 4,4 kat bir artış meydana gelmiştir.

Burada yapılan karşılaştırmalarda, 2014 yılı henüz sona ermediğinden, karşılaştırmaya esas yıl olarak 2013 yılı alınmıştır.

 

Hazırlanan Tezlerin Bilimsel Dallara Göre Dağılımı

 

Sıra No.

Fakülte/Bölüm

1960-2000

2000-2014

Toplam

1

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

38

23

61

2

Tarih

21

15

36

3

Cumhuriyet Tarihi

16

14

30

4

Eğitim-Öğretim

0

25

25

5

Sosyoloji-Sosyal Bilimler

8

4

12

6

Siyasi Tarih ve Uluslararası İlişkiler

1

8

9

7

İslam Tarihi

2

5

7

8

Mimarlık, Müzik, İletişim, Sinema

0

7

7

9

İktisat

2

2

4

10

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

1

3

4

11

Bilim Tarihi, Tıp, Endüstri

0

4

4

12

Coğrafya, Şehir Planlama

0

3

3

13

Türk Dili ve Edebiyatı

1

0

1

14

Yönetim Bilimleri

1

0

1

15

Strateji

0

1

1

Toplam

91

114

205

Tablo 3: Hazırlanan tezlerin bilimsel dallara göre dağılımı

 

Grafik 3: Hazırlanan tezlerin bilimsel dallara göre dağılımı.

Tezlerin bilimsel dallara göre dağılımı tablosuna ve grafiğine bakıldığında; 1960-2014 tarihleri arasındaki dönemle ilgili olarak yapılan tezlerden en fazla hazırlayan ilk üç bölüm sırasıyla; Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Tarih ve Cumhuriyet Tarihi bölümleridir.

Bu üç bölümün hazırladığı toplam tez miktarı, 1960-2014 tarihleri arasındaki dönemle ilgili olarak yapılan toplam tez miktarının yaklaşık %62’sini oluştururken tek tek hesaplandığında Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi bölümünün dönem içindeki toplam tez miktarının yaklaşık; %29,8’ini, Tarih bölümünün yaklaşık; %17,6’sını ve Cumhuriyet Tarihi bölümünün yaklaşık; %14,6’sını oluşturmaktadır.

Toplamda ilk üç sırayı alan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Tarih ve Cumhuriyet Tarihi bölümlerince hazırlanan tez miktarlarında ikinci dönemde (2000-2014 dönemi) tez miktarında bir azalma meydana gelmesidir. Bu üç bölümün 1960-2000 döneminde toplam 75 tezi bulunurken bu miktar 2000-2014 döneminde 52’ye düşmesidir. Ancak bu dönemlerden birincisi 40 yıl gibi geniş bir dönemi kaplarken ikincisi 14 yıl gibi daha dar bir dönemi kapsamaktadır.

Dikkat çeken diğer bir husus ise; 2000-2014 döneminde hazırlanan 25 tez ile Eğitim ve Öğretim bölümünün bu dönemde ilk sıraya yükselmesi ve genel tez miktarında da dördüncü sırayı almasıdır. Ancak bu tezler tarih öğretmenliği ve sosyal bilgiler öğretmenliği gibi konularında hazırlanmış ve okullarda tarih ve sosyal bilgiler konularının öğretimi ile ilgili olduğundan doğrudan doğruya tarihi inceleme konusuna girmemektedir.

3.Sonuç.

-Yakın döneme ait yapılan tezlerde en fazla tez miktarının Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi ve Cumhuriyet Tarihi gibi nispeten daha yakın dönemlerdeki tarihi olayları inceleyen bölümlerce yapıldığı,

-Yakın dönemle ilgili daha fazla tez yapılan üniversitelerin başta Ankara ve ardından da İstanbul gibi büyük şehirlerde bulunan ve diğer üniversitelere göre daha eski kurumların olduğu,

-Ankara Üniversitesinin yakın dönemle ilgili en fazla tez hazırlayan üniversite olmasının bünyesinde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Fakültesi ile Cumhuriyet Tarihi Bölümü’nün her ikisinin de bulunması ve bunların köklü eğitim kurumları olmasından kaynaklanmış olabileceği,

-Yıllar geçtikçe üniversitelerde yapılan doktora tezlerinin toplam miktarı artarken yakın dönemle ilgili artışın az da olsa bu artış oranından daha fazla olduğu,

-Bu artış, tarih bölümlerinde, tez hazırlama tarihleri bu güne yaklaşırken artarken 2000-2014 dönemiyle ilgili tezlerin 1960-2000 dönemine göre azaldığı ancak bunun diğer bölümlerde farklı olduğu, diğer bilimsel dallarda bu güne yaklaşan tezlerde önemli bir artış meydana geldiği,

-Bu artışın özellikle eğitim öğretimle ilgili tezlerde çarpıcı bir miktarda olduğu,

-2000-2014 dönemine ait tarih bölümleri tezlerinin miktarındaki azalmanın, bu tarih aralığının çok yakın bir dönemi kapsamasından kaynaklanmış olabileceği gibi çok dar bir zaman aralığını kapsamasından da kaynaklanmış olabileceği,

-2014 yılında hazırlanan tezlerdeki azalmanın henüz bu yılın tamamlanmamasından ve hazırlanan tezlerin tamamının sisteme girmemiş olmasından kaynaklanmış olabileceği,

-Genel olarak bakıldığında doktora tezlerinde yakın döneme dair ilginin giderek artmakta olduğu değerlendirilmektedir.

KAYNAKÇA

I- KİTAPLAR:

ACUN, Fatma, ‘’Yakın Dönem Tarihi Metodolojisi’’, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2008.

KORKMAZ, Cemil Hakan, ‘’Kurtuluş Savaşı’nın İkinci Cephesi, İç İsyanlar’’, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2008.

II – ELEKTRONİK YAYINLAR:

https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/

https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tarama.jsp#tabs-2

*Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Öğrencisi.

Dipnotlar

[1] Fatma Acun, ‘’Yakın Dönem Tarihi Metodolojisi’’, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2008, s.9.

[2] Cemil Hakan Korkmaz, ‘’Kurtuluş Savaşı’nın İkinci Cephesi, İç İsyanlar’’, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2008, s.7.

[3] https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/

[4] https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tarama.jsp#tabs-2

[5] Zamanla yeni tezler eklendiğinden daha sonraki tarihlerde yapılacak taramada farklı rakamlar çıkabilir.

 

Caydırıcılık ne demektir?

Öğrencilik yıllarımda, bir gün sinemaya gittim. Bir film için bilet aldım ve bir önceki seans biter bitmez salona girdim. Benim hemen ardımdan en fazla 1.60 cm. boyu olan ama mafya babası gibi bir hava içinde yürüyen biri salona girdi ve iki sıra önünde tam hizama gelen koltuğa oturdu.

Tam bu sırada, yaklaşık iki metre boyunda ve çam yarması gibi bir delikanlı salona girdi ve önümde oturan kısa boylu delikanlının yanına geldi. Elindeki bilete baktıktan sonra koltuk numarasını kontrol etti. Herhalde kısa boylu delikanlı onun koltuğunda oturuyor olmalı ki “….abi… O koltuk benim. Yanlış yere oturmuşsun.” dedi.

Ben kısa boylu delikanlının “Pardon.” deyip kalkacağını beklerken inanılmaz bir şey oldu. Kısa boylu delikanlı hafifçe başını kaldırdı. Çam yarması gibi olan delikanlıyı tepeden tırnağa süzdü ve hiç istifini bozmadan konuşmaya başladı.

“Ne arıza yapıyon lan! Her yer boş zaten. Geç yanıma otur. Şimdi beni ayağa kaldırma…!”

Ben bunu duyunca kulaklarıma inanamadım. “Herhalde ölümüne susamış bir manyak. Şimdi çam yarması, bir yumruk vurup kısa boylu delikanlıyı öldürecek.” diye düşünürken çam yarması sağ elini kalbinin üzerine koydu ve yine mafya filmlerindeki oyuncular gibi “Özür dilerim… abi. Eyvallah. Senin yanına oturmak bizim için şereftir.” dedi ve sol taraftaki boş koltuğa oturdu.

Gördüklerime ve duyduklarıma inanamadım ve şaşkın şaşkın bu iki şahsa bakmaya başladım. Çam yarması gayet saygılı bir şekilde kısa boylu delikanlıya hal-hatır sordu. Film hakkında birkaç şey söyledi. Konuşmalarından ve birbirlerine isimleriyle hitap etmelerinden daha önceden tanıştıkları anlaşılıyordu.

O sırada benim boylarımda bir delikanlı geldi ve bu iki kişinin yanındaki koltuk numaralarını kontrol etmeye başladı. Muhtemelen çam yarması gibi olan delikanlı onun koltuğuna oturmuş olmalı ki biletini ona doğru uzatıp “benim yerime oturmuşsun” der gibi baktı.

Çam yarması kısa boylu delikanlı ile sohbeti kesip adama sert bir bakış attı.

“Kardeşim, neden arıza çıkarıyorsun. Her yer boş. Görmüyor musun? Geç bir yere otur. Şimdi beni ayağa kaldırma…” dedi.

Delikanlı, bir çam yarmasına, bir kendine baktı. Hiçbir şey söylemeden salonun en arkasındaki sıraya gitti ve sıranın kenarındaki ilk koltuğa oturdu.

Delikanlı oldukça korkmuş görünüyordu. Kendi koltuğuna oturmaktan vazgeçtiği gibi çam yarmasından en uzak yere oturmuştu. Dönüp kendisine baktım, gözlerini bile onun bulunduğu yere çevirmekten çekiniyor gibi görünüyordu.

Çocuğa hak verdim. Çünkü iri yarı olan çocuğun fiziksel gücü, orta boylarda olanı ve hatta çoğu insanı caydıracak nitelikteydi. Fakat kısa boylu çocuğun çam yarmasını neden korkutup kendi koltuğuna oturmaktan vazgeçirdiğini anlayamamıştım. Film arasında çam yarmasının dışarı çıktığını görünce ben de çıktım ve olanları anlatıp neden o kısacık boyu delikanlıdan korktuğunu sordum.

Çam yarması gülümsedi ve anlatmaya başladı: “Biz onunla aynı okula gidiyoruz. Hatta aynı sınıfta, aynı şubedeyiz. Bu arkadaş okulda çok sevilen biri. Tek kusuru, böyle ağır abi tavırları takınması. Bu tavrı dışında çok iyi bir insan. Bu yüzden hiç kimse bu tavırlarına bir şey demiyor. Ben şimdi onu kolundan tutup kaldırabilir ve yan koltuğa atabilirdim. Aslında aklımdan da geçmedi değil ama okuldaki arkadaşlar buna çok kızarlar. Kocaman adamsın, küçücük adama saldırmaya utanmıyor musun filan derler. Bu yüzden bozuntuya vermedim ve geçip yan koltuğa oturdum.”

Bunları dinleyince anladım ki caydırıcılık sadece fiziksel güçle olmuyormuş. Psikolojik faktörler de önemliymiş.

Ama burada anlattığım caydırıcılık elbette çok kendine has ve bireysel bir durum.

Her zaman ve her yerde aynı şeyler olmayabilir.

Zaten caydırıcılık terimi de kişisel boyuttan çok devletlerarası ilişkilerle ilgili bir kavram.

Onun için şimdi konuyu devletlerarası ilişkilerde uygulanan caydırıcılık açısından inceleyeceğiz.

Ben caydırıcılığın ne olduğunu sadece bir örnek vererek açıklamak isteseydim, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması için uygulanan zorlama konsepti çerçevesinde yapılan faaliyetleri örnek verirdim.

Bu olay, en üst seviyedeki bir askeri yetkilinin sınırda yaptığı açıklama ile başlamıştı. Ardından da en üst seviyedeki siyasi yetkililerin açıklamaları ile başlatılan süreç daha da kararlı bir şekilde yürütülmeye devam edildi.

Ben, bu süreçte Suriye sınırında görev yapıyordum. Esat rejimine karşı uygulanan zorlama konseptinin gereği olarak silahlı kuvvetlerin caydırıcı bir şekilde kullanımı faaliyetlerine bizzat katıldım. Hudut hattındaki misliyle mukabele uygulamalarından askeri birliklerin açıktan yaptığı hazırlıklara kadar tüm askeri faaliyetleri yerinde gördüm.

Bu faaliyetler o kadar ciddi bir şekilde uygulandı ki Esat rejimi bu zorlama tedbirleri karşısında pes etti ve Apo’yu yurt dışına göndermek zorunda kaldı. Bu da Türkiye’nin ve silahlı kuvvetlerin o zamanlar Suriye açısından bir caydırıcı niteliği olduğunu gösterdi.

İşte devletlerarasın ilişkilerde caydırıcılık budur.  “Eeeey Amerika!” veya “Kimse bizim sabrımızı sınamaya kalkmasın!” gibi anlamsız söylemler ise caydırıcılık filan değildir. Çünkü bu söylemlerle şimdiye kadar herhangi bir kimsenin veya devletin caydırıldığını görmedik.

Caydırıcılık, adı üstünde birilerini caydırması gereken bir eylemdir. Eğer yapılanlar birini caydırmıyorsa, eylem iç kamuoyuna yönelik olarak yapılan madrabazlıktan öteye gitmez.

Zaten caydırma kelimesi sözlüklerde de; “caydırmak işi, bir gözlem sürecinde bilgi vermekten kaçınanların engellerini aşarak istemli katılımlarını sağlama ve yüreklendirme” şeklinde tanımlanmaktadır.

Büyük Larousse Ansiklopedisinde ise caydırma; bir devletin, olası düşmanını kendisine karşı saldırıya geçmekten vazgeçirmek için giriştiği eylem olarak ifade edilmektedir. Bu eylem sonucunda düşmanın, elde edeceği şeyin saldıracağı devletin kendisine vermek kararında olduğu zarara değmeyeceğine inanması gerektiği belirtilmektedir.

Askeri literatürde ise caydırma; hasım tarafı tecavüzden vazgeçirerek milli çıkarları sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, ona, savaşa girmesi durumunda zararlı çıkacağını gösterecek şekilde askeri gücün geliştirilmesi ve kullanılması işlemi olarak tanımlanmaktadır.

Bu açıklamalara göre caydırıcılığın; düşmanı, kendi milli çıkarlarını gerçekleştirmek için bize zarar verecek şekilde herhangi bir faaliyette bulunduğu veya askeri güce başvurduğu takdirde, bu eylemden çok büyük bir zararla çıkacağına inandırma ve onu saldırmaktan vazgeçirme kapasitesi olduğu anlaşılmaktadır.

Fakat caydırıcılık için sadece bu kapasiteye sahip olmak yeterli değildir. Bu kapasitenin kullanılacağını kararlı bir şekilde hasma göstermek te gerekmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi, hasmın niyet ve maksadını uygulamaya koymaktan vazgeçirilmesi anlamına gelen caydırma eylemleri; daha çok barış ve kriz dönemlerinde uygulanan bir politikadır. Bunun için çoğu zaman, askeri gücün gösterilmesi gerekmektedir.

Düşmanı caydırmak için askeri gücün gösterilmesi işlemi ise atış, tatbikat ve gösteri gibi faaliyetlerle veya askeri gücün her an kullanılacak şekilde bizzat harekete geçirilmesiyle icra edilir. Fakat bu politika uygulanırken sadece askeri gücün değil aynı zamanda diğer milli güç unsurlarının da kullanılabileceği düşmana gösterilmelidir.

Bu milli güç unsurları; askeri güç, psikososyal güç, demografik güç, coğrafi güç, ekonomik güç, politik ve idari güç, teknolojik güç gibi güç unsurlarından oluşur.

1990 öncesi iki kutuplu dünya düzeninde, caydırma daha çok sayısal askeri üstünlük ile sağlanmaya çalışılırken, günümüzde bu durum tamamen değişmiştir. Artık, siyasi ve ekonomik güç ile desteklenmeyen bir askeri gücün caydırıcılık vasfının olmadığı düşünülmektedir.

Günümüzde caydırıcılığı artıran diğer bir etken ise; çokuluslu oluşumlar ve faaliyetlerin içinde fiilen var olmaktır. Bu tür faaliyetlere katılım; siyasi, ekonomik ve askeri güç göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Caydırıcılığın etkili olabilmesi için, genellikle şunlar yapılmaktadır:

1.Teknolojiyi etkin kullanan, bilgi üstünlüğü sağlayan, etkili bir komuta ve komuta-kontrol sistemine sahip olan, yüksek teknolojili ve kuvvet çarpanı etkisi sağlayan silahları olan bir silahlı kuvvetlere sahip olmak.

2.Uluslararası askeri ittifaklara katılmak ve bu ittifaklarda etkili olmak.

3.Çokuluslu barışı destekleme ve barışı koruma harekâtlarına katılmak.

4.Modern gemiler ve uçaklarla yabancı ülke ziyaretleri yapmak, gösteri ve tatbikatlara iştirak etmek.

5.Ülke içinde müstakilen veya başka ülkelerle birlikte, uygun zaman ve yerlerde büyük tatbikatlar icra etmek.

6.Savunma sanayiini geliştirmek ve yüksek teknoloji ürünleri ile uluslararası sergi ve fuarlara katılmak.

7.Muhtemel düşmana karşı bilgi harekâtı ve psikolojik harekât uygulamak.

8.Kriz anlarında tam kararlılık göstermek.

9.Tehditlere karşı, tehdidin ortaya çıkmasından itibaren derhal tedbir almak.

10. Gerektiğinde, mevcut gücün etkisini gösterecek şekilde sınırlı alanlarda fakat çatışmaların genişlemesine sebep olmayacak şekilde silahları veya birlikleri kullanmak.

Sonuç olarak caydırma; hasmın niyet ve maksadını uygulamaya koymaktan vazgeçirmek esas alınarak yapılan faaliyetlerin tümüdür. Siyasi ve ekonomik güç ön plandadır. Askeri güç pasif fakat etkili ve kararlı olarak kullanılır. Diğer güç unsurları da gerektiği yerde ve zamanda k

Bilgi Harbi nedir?

Bilgi harbi nedir?

Hani zaman zaman basında veya sağda solda bazı kişilerin “Konuşursam yer yerinden oynar.” veya “Konuşursam çok kişinin başı belaya girer!” dediklerini duyarız ya, işte bilgi harbi budur.

Bu kişiler böyle konuşarak aslında şunu demek isterler: “Benim elimde öyle kritik bilgiler var ki ben bu bilgileri açıklayarak bazı kişilere zarar verebilirim.”

Çoğu palavra babından boş tehditler ve şantajlar olmakla birlikte böyle konuşanlar, bir şekilde elde ettikleri bilgileri kullanarak, yani bireysel bazda bilgi harbi uygulayarak istediklerini elde etmeye çalışan kişilerdir.

Ancak bu genellikle çok bireysel bir durumdur. Ayrıca bu, bir suçtur ve böyle konuşan kişiler hakkında hemen yasal işlem yapılması gerekir. Bizim bilgi harbi diye aşağıda anlatmaya çalışacağımız konu bundan çok daha geniş ve genellikle bilginin devletler veya kitlesel örgütler tarafından siyasi, ekonomik veya askeri çıkarları temin etmek amacıyla toplanması, işlenmesi ve kullanılmasıdır.

Bizim askeri literatürümüzde bilgi harbi, “Hedef ülkeye karşı bilgi üstünlüğü sağlamak ve hasım ülkenin uygulayacağı bilgi harbini etkisiz kılmak maksadıyla, devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşlarıyla barışta ve savaşta uygulayacağı faaliyetlerin tümüdür.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Bilgi harbinin silahlı kuvvetler tarafından uygulanan bölümüne bilgi harekâtı denir. Bilgi harekâtı: devletin milli hedeflere ulaşmasını desteklemek için, kendi bilgilerimizi ve bilgi altyapımızı etkin olarak kullanır ve korurken diğer ülkelerin (düşman veya muhasım ülkeler) bilgilerini ve bilgi alt yapılarını etkisiz hale getirmek ve istismar etmek amacıyla yapılan faaliyetlerdir.

Bilgi harekâtı; İstihbarat, Komuta Kontrol, Sayısal Bilgi, Psikolojik, Sivil Asker İşbirliği, Basın ve Halkla İlişkiler gibi faaliyetleri kapsayan bir harekâttır. Yakın zaman önce ülkemizde FETÖ örgütü eliyle Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere önemli devlet kurumlarına karşı uygulanan yöntemlerde de görüldüğü gibi bilgi harbi, geleneksel harbi ortadan kaldırmamakla birlikte savaşın şeklini değiştirmektedir.

Bilgi harbinin muharebe sahasındaki uygulamalarını, 1. Körfez Savaşı’ndan itibaren ABD ve NATO tarafından dünyanın değişik bölgelerinde yapılan operasyonlarda görme imkânımız olmuştur. Bu uygulamalarda gördüğümüz gibi çağdaş savaş uygulamaları bilgi harbini ve bilgi tabanlı faaliyetlerin entegre edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu tür harekâtlarda bilgi harbinin amacı, bilgi üstünlüğünü elde bulundurmaktadır. Bilginin; zamanında uygun kullanıcılara emniyetli bir şekilde ve kesintisiz olarak ulaştırılması temel esastır.

Bilgi harbi sadece askeri alanda değil, hedef ülkenin finans sisteminden kamuoyuna, enerji üretim ve dağıtım merkezlerinden haberleşme ve komuta kontrol sistemlerine kadar geniş bir yelpazede faaliyet göstermeyi gerektirir. Dolayısıyla, sadece askeri birliklerin değil, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının (hatta stratejik konulardaki sivil şirketlerin bile) dikkate alınarak planlama yapılması ve topyekûn harp mantığıyla icra edilmesi gerekir. Bunun için de başta yasal düzenlemelerin yapılması, bu birimler arasında koordinasyon sağlayacak bir teşkilatlanmanın oluşturulması ve bir koordinasyon mevkii tesis edilmesi gereklidir.

Ulusal bilgi harbi şu sonuçları elde edecek şekilde planlamalı ve icra edilmelidir: Bilgiye sahip olmak, sahip olunan bilgiyi istenen yer ve zamanda ve istenen hızda kullanmak, kendimize ait ve dair bilgilerin emniyetini sağlamak, muhasım devlet veya devlet dışı yapıları (mesela FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerini) bilgiden mahrum etmek.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi bilgi harbi tüm ülkeyi, hatta ülkede yaşayan tüm bireyleri ilgilendiren bir konudur. Bu sebeple hükumetin ilgili bakanlıklarının ve devletin başta istihbarat ve güvenlik kurumları olmak üzere tüm kurumlarının katılımıyla planlamalı ve bu plana göre icra edilmelidir.

Fakat yakın geçmişte uygulamalarını acı bir şekilde öğrendiğimiz gibi Türkiye etkili bir şekilde bilgi harbi yapamamaktadır. Tam aksine kendisi uzun süredir çeşitli merkezlerden yönlendirilen birçok bilgi harbi taarruzlarına maruz kalmaktadır. Ne yazık ki bilgi harbi yapmakla sorumlu bazı kişi ve kurumlar, bu taarruzlara karşı koymak yerine mütecavize yardımcı bile olmuşlardır. Örneğin bir dönem, devleti idare etmekten ve bilgi harbine karşı gerekli tedbirleri almaktan sorumlu bakanların da alkış ve desteğiyle Silahlı Kuvvetlerimize ait olan veya ait olduğu iddia edilen evraklar piyasalarda dolaşmıştır.

Hatta bir bakanın destek ve teşvikiyle devletin kozmik oda diye tabir edilen yerlerde saklı en gizli bilgileri FETÖ’cü adliye ve emniyet memurları tarafından ele geçirilmiştir. Yargılanan FETÖ’cülerin ifadelerinden basına yansıdığına göre, ele geçirilen bu bilgiler yurt dışına gönderilmiştir.

Başta planlama ve karar merciinde olan general ve kurmay subaylar olmak üzere askeri personelin telefon konuşmaları dinlenmiş, kaydedilmiş ve istenildiği şekilde düzenlenerek bu kişilerin ordudan tasfiye edilmesi için kullanılmıştır.

Ayrıca, Silahlı Kuvvetler personelini karalamak ve etkisiz hale getirmek için FETÖ terör örgütüne mensup kişilerce bazı İnternet siteleri kurulmuş ve maalesef bunlara Türk Silahlı Kuvvetlerinde çalışan bazı kişiler tarafından da yalan yanlış bilgiler gönderilerek bu bilgiler yayımlanmıştır.

Bu yöntemlerle sadece Silahlı Kuvvetler değil Türk siyasi yapısı da yeniden dizayn edilmiştir. Örneğin ana muhalefet partisinin lideri neredeyse bir gecede bir kamera kaydı kullanılarak değiştirilmiştir. Ama olay bununla da sınırlı kalmamıştır. MİT Müsteşarı’nın hayatı mercek altına alınmış, hatta başbakanın talimatıyla PKK Terör Örgütü mensuplarıyla yaptığı gizli görüşmelerin konuşma kayıtları bile basına sızdırılmıştır. En vahimi de başbakanın evinde böcek bulunmuş, Cumhurbaşkanı’nın aile üyeleri ile yaptığı konuşmalar dinlenmiş ve bu dinleme kayıtlarıyla ülkede internet darbesi yapılmaya çalışılmıştır. 

Bu kadarı bile oldukça vahim olmakla birlikte bunlar buz dağının sadece görünen kısmıdır. Muhtemelen gerçekten çok kötü haltlar yeyip te şantaj yapılan ve bu haltlar ortaya çıkmasın diye karşılığında bir şeyler verenler de olmuştur. Bu kişiler yaptıkları işbirliği sayesinde kumpas davalarında yargılanmaktan kurtuldukları için belki de hala devletin önemli mevkilerinde çalışmaktadırlar. Muhtemelen istendiğinde istenen bilgileri sızdırmaya hala devam etmektedirler.  Bu şekilde elde edilen ancak henüz kullanılmayan bazı bilgiler, gelecekte en uygun yer ve zamanda kullanılmak üzere birilerinin kilitli kasalarında açığa çıkacağı günü bekliyor olabilir.

Uzun lafın kısası düşmanlarımız, içerdeki işbirlikçilerle birlikte her türlü bilgiyi toplamış ve bu bilgiyi kullanarak Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere önemli devlet kurumlarını ve siyasi partileri kendi istedikleri gibi dizayn etmeyi başarmıştır. Muhtemelen bu bilgileri toplamaya bu gün de devam etmektedirler. Gerçi bu odaklar acı tecrübeler sonucunda alınan tedbirlerle büyük oranda etkisiz hale getirilmiştir ama artık orduya, devlete ve siyasete verdikleri zararı telafi etmek mümkün değildir.

Bu kadar acı ve sıkıntının ardından umuyorum ilgili makamlar bu konuda gerekli tedbirleri alıyorlardır. Yoksa yarın bazı odakların, dün ve bugün edindikleri tecrübelerle çok daha yoğun bir şekilde uygulayacağı yeni bir bilgi harbine maruz kalırsak bu ülkenin bunun altından kalması çok güç olacaktır.