.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

8 Ekim 2024 Salı

İsrail, Türkiye'ye saldırabilir mi?

 Hiç lafı dolandırmaya gerek yok.

Saldıramaz.

Daha doğrusu, doğrudan bir saldırı yapamaz.

Hele kara harekatı filan hiç yapamaz.

Yapsa yapsa PKK/PYD üzerinden bir saldırı yaptırabilir.

İsrail'in en büyük numarası hava gücü.

F-35'ler de dahil çok sayıda uçağı var.

Elektronik harpte de iyi olduğu söyleniyor.

Diğer bütün sistemleri ülkesini korumaya yönelik.

Demir kubbe, Davut'un sapanı gibi hava savunma sistemlerini bilmeyen yoktur.

Ama İsrail 9 milyonluk küçük bir ülke.

Üstelik dar bir coğrafyası var.

Yani ülkeye düşen her mermi birilerine zarar verebilir.

Eğer aklını peynir ekmekle yemedilerse, İsrailliler Türkiye'ye saldırmaz.

Çünkü Türkiye ile mücadele edebilecek bir potansiyeli yok.

Üstelik Türkiye NATO ülkesi.

İsrail bize bir bomba atsa ve biz NATO'dan ilgili maddelerin işleme konulmasını istesek ne olur?

Muhtemelen kolay kolay o maddeler işleme konulmaz.

Ama işler iyice karışır.

Bu yüzden ABD, İsrail'e Türkiye ile dalaşması iznini vermez.

En azından şimdilik durum böyle.

İran nükleer silah mı yaptı?

 Dün akşam İran'da bazı büyük patlamalar olduğu haberleri medyaya düştü.

Patlamalar iki bölgedeydi.

Bu gün haberlerde İran'da dün akşam sismik patlama ölçüldüğü iddia edildi.

Bu ölçümler depreme işaret etmiyormuş.

Bu durum, İran'ın dün akşam yer altında nükleer silah denemesi yaptığı şeklinde yorumlanıyor.

Zaten bir süredir İsrail, İran'ın elinde nükleer silah olduğunu iddia ediyordu.

Amerika henüz o aşamaya gelmediğini, AB kaynakları ise çok yaklaştığını iddia ediyordu.

İsrail'in İran'a misilleme yapacağı tehditleri üzerine ABD'nin "nükleer tesisleri vurmayın" uyarısı, ABD'nin de İran'da nükleer silah olduğuna inandığının bir işareti olabilir.

Başta İsrail olmak üzere ABD ve İngiltere gibi birçok büyük devletin tehditler savurduğu bir ortamda nükleer silah denemesi yapmak gayet mantıklı.

"Beni boş sanmayın!" mesajı olur.

Ayrıca, ABD'nin seçim arifesinde olduğu, Gazze ve Lübnan ile Ukrayna'da savaşın yaşandığı bir ortam da bunun için bir fırsat.

İran'ın dün akşam nükleer silah denemesi yaptığı iddiası, bana mantıklı geliyor.

Hayırlısı.

Darısı Türkiye'nin başına.

Herkesin füzelere ve nükleer silahlara sahip olduğu bir coğrafyada nükleer silahınız yoksa bırakın büyük güç olmayı bölgesel güç bile olamazsınız.

Türkiye, yasadışı işler cenneti haline geldi.

 Mafya mufyadan zaten bıkmıştık.

Haberlerde pudra şekeri haberleri ise iyice moralimizi bozuyordu.

Ama bu gün haberlerde duyduğum bir şey inanılmazdı.

Türkiye'de internet üzerinden oynatılan yasadışı kumara milyarlarca dolar harcanıyormuş.

İnternetteki kumar siteleri sayesinde her yıl yurt dışına 10 milyar dolar çıkıyormuş.

Bu rakam, ülkenin cari açığının yüzde 25'i kadarmış.

Yahu, vergi mi kaçırıyorlar diye emeklinin banka hesaplarını araştırıyorsunuz ama milyarlar yurt dışına çıkıyor.

Üstelik bu paranın bir kısmı ülkeye dönüp aklanıyormuş.

Suç içinde suç işleniyor yani.

Biraz da bunlara bakın.

Bunları araştırın.

Yazıktır.

Günahtır.

Bu internet, milleti iyice bozdu.

 Çok muhafazakar biri değilim.

Ama yine de, sosyal medyada gördüğüm bazı şeyler beni çok üzüyor.

Yaşlı başlı, tesettürlü, daha çok kırsal kökenli gözüken bazı teyzeler öyle videolar çekip yayınlıyorlar ki inanamıyorum.

Üstelik çoğu oldukça şişman ve albenileri filan da yok.

Ama nasıl bir özgüvense, erotik danslar yapıyorlar.

Allah akıl fikir versin.

Dindar nesil yetiştireceğim derken, toplum sadece dinini değil ahlakını da kaybetti.

Sorumlu merciler, buna bir tedbir düşünsün.

Yoksa millet telef olacak.


Bazen kaybettikçe kazanırsın, bazen de kazandıkça kaybedersin.

 Sanırım bir İsveç kralının sözüydü.

Adam sürekli muharebeye girip sürekli yeniliyormuş.

"Madem yeniliyorsun, neden sürekli savaşıyorsun?" diye sormuşlar.

"Yenile yenile, yenmeyi de öğreneceğim." diye cevap vermiş.

Nitekim daha sonra girdiği muharebeleri kazanıp İsveç'i büyük bir askeri güç haline getirmiş.

Gerçi daha sonra Ruslara yenilip Osmanlı'ya sığınmış. 

Ama yine de, bazen kaybedilen muharebelerin o kadar önemi yoktur.

Birçok muharebeyi kaybedip de tek bir nihai muharebeyi kazanarak savaş kazanılabilir.

Kurtuluş Savaşı'nda Türk ordusu ile Yunan ordusu arasındaki muharebelere bakın.

Yunanlılar 1. ve 2. İnönü ile Sakarya Meydan Muharebesi'nde yenildi diyoruz ama sonuçta hala topraklarımızın önemli bir kısmını elinde tutuyordu. 

Çünkü biz savunmada Yunanlılar taarruzda idi.

Yunanlılar Ankara yakınlarına kadar geldiler.

Yani, başarılı görünüyorlardı.

Ancak Büyük Taarruzda, yani nihai muharebede, Türk ordusunun mutlak zaferi ile Yunan ordusu yok oldu ve savaş sona erdi.

Bu zaferi, bir şekilde daha önce yaptığımız ve büyük topraklar kaybettiğimiz muharebelere borçluyuz.

Çünkü Yunanlılar bu muharebelerde çok yıprandılar.

Ülkelerinden çok uzaklaştılar.

Moral ve motivasyonları yok oldu.

Bu da onların sonunu getirdi.

Bu bazen kaybettikçe kazanabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor.

Tam aksi Yunanlılar için geçerli.

Kazandıkça kaybetmeye yaklaştılar çünkü.

Buna en iyi örnek, Yunan şehir devletleri orduları ile Roma'ya savaş açan Kral Pirus'un sözleridir.

Pirus, birkaç başarılı muharebeden sonra Romalıları büyük bir mağlubiyete uğratmıştır. 

Ama kendi ordusundan da çok fazla asker ölmüş ve ordusu oldukça zayıflamıştır.

Yunanistan'a yazdığı bir mektupta kazandığı zaferlere rağmen şunu söylemiştir:

"Eğer Romalılara karşı bir zafer daha kazanırsak, tamamen yok olacağız."

Napolyon Savaşları, Hitlerin Savaşları ve daha birçok savaş tam bu şekilde olmasa da buna benzer şekilde gelişmiştir.

Napolyon ve Hitler Almanya'sı operatif sahada olağanüstü birçok muharebe kazanmışlardır.

Ama sonları felaket olmuştur.

Bunları neden yazıyorum?

Aynı şey İsrail'e de olabilir.

İsrail kurulduğu günden beri Arapları daima yenmiştir.

Adeta yenilmez bir ordu imajı çizmiştir.

Bunun tek istisnası 2006 yılında Hizbullah ile yaşanan çatışmalardır.

Bu çatışmalarda İsrail, çok fazla zayiat vermiş ve Lübnan'da elinde tuttuğu toprakları terk etmek zorunda kalmıştır.

Bir yıldır İsrail, yine saldırgan bir politika izlemektedir.

Önce Gazze'yi yerle bir etmiştir.

Savaşı kazanmış gibi görünmektedir ama bu mutlak bir zafer değildir.

Çünkü amaç, HAMAS'ı yok etmek diye açıklanmıştır fakat yok edilememiştir.

İsrail bir sürü para harcadı.

Tank ve araç kaybetti.

Asker ve rehine kaybetti.

Tüm bunlara rağmen İsrail, Gazze Savaşı ile yetinmedi.

İran ile de didişti.

İran'da başarılı bir operasyonla HAMAS liderini öldürdü.

Sonuç ne oldu?

Hamas yeni bir lider seçti ve yoluna devam ediyor.

Yani, operasyon ne kadar başarılı olursa olsun, hiçbir şeyi değiştirmedi.

Tam aksine, başına yeni bir bela aldı.

Çünkü, İran tarafından önce SİHA'larla sonra da füzelerle yapılan saldırılara maruz kaldı.

Anlaşıldığı kadarıyla füze saldırısı etkili de oldu.

Hamas ve Hizbullah'ın İran ile koordineli saldırılarında çok sayıda insan da kaybetti.

İsrail şimdi Lübnan'ı bombalıyor.

Hizbullah liderlerini suikastlerle öldürdü.

Sonuç, kitlesel sivil göçü oldu.

Hizbullah hemen yeni liderini seçti.

Savaşmaya devam ediyor.

Üstelik, daha da fütursuzca saldırıyor.

Şimdi kara harekatı konuşuluyor.

Ama ilk sızma girişimlerinde İsrail çok zayiat verdi.

Genel bir kural vardır:

"Gayri nizami bir örgüt, yenilmediği ve hatta yok edilemediği müddetçe kazanmış sayılır. Konvansiyonel bir ordu ise kazanamadığı zaman yenilmiş sayılır."

Hizbullah, gayri nizami bir örgüt.

İsrail ordusu ise konvansiyonel bir güç.

İsrail aynı kaderle karşı karşıya kalabilir. 

Yani, yenilebilir.

Türkiye'den neden büyük sporcular çıkmıyor?

 Geçenlerde televizyon seyrediyorum.

Küçük bir Anadolu şehrinde doğup büyüyen bir delikanlının bilek güreşinde dünya çapında birçok madalya aldığını duydum.

Ama ilgimi çeken şey, bu gencin spor tarama testinde daha küçük yaşta tespit edilip hocaları tarafından bu spora yönlendirilmesi oldu.

Demek ki arayınca ve ararken bulunca bunu da değerlendirince oluyormuş.

Ben ilkokuldan doktora eğitimine kadar bütün eğitim seviyelerinde okudum.

Hiçbir okulda bize spor tarama testi filan yapan olmadı.

Belki de benim yaş grubumda binlerce futbolcu, güreşçi, tenisçi vb. olabilecek kapasiteye sahip insan vardı.

Ama hiçbiri böyle bir kapasiteleri olduğunu bilmeden büyüyüp yaşlandı.

Halbuki gördüğüm bazı ülkelerde durum böyle değil.

Bu yüzden o ülkelerde sporda büyük başarılar elde ediliyor.

Örneğin İngiltere...

İki yıl Londra'da yaşadım.

Oğlum ilkokula gidiyordu.

Tüm öğrencilere detayına vakıf olmadığım şekilde bir spor dalı seçiliyordu.

Haftanın 2 veya üç günü öğleden sonra öğrenciler bu spor dallarında çalışıyorlardı.

Yani öğrenciler, daha çekirdekten sporcu yetişiyorlardı.

Sadece spor da değil, sanat alanında da böyle bir şey vardı sanırım.

Çünkü benim oğlum haftada bir gün spordan sonra piyano dersi görüyordu.

Almaya ben gittiğimden biliyorum.

Yıl sonunda da öğrenciler bir salonda konser verdiler.

Oğlum bir de şiir yarışması gibi bir şeye katıldı.

Tüm İngiltere'den katılan öğrencilerin gönderdiği şiirlerden yayınlanmaya değer görülenler bir kitapta toplandı ve basıldı.

Oğlumun da bir şiiri vardı o kitapta.

Görüldüğü gibi İngiltere'nin sporda, sanatta ve özellikle müzikte bu kadar başarılı olması bir tesadüf değil.

Çünkü adamlar hiçbir şeyi tesadüfe bırakmıyorlar.

Neden biz de aynı şeyi yapmayalım?!

Her gün bir fincan içerek fazla kilolarınızdan hızla kurtulun. Üstelik her şeyi yemeye devam ederek.

 İnternette buna benzer paylaşımlar görmüşsünüzdür.

Eğer fazla kilolarınız varsa, belki de denemişsinizdir.

Eğer denemişseniz, bu tür paylaşımlarda söylenen şeylerin hiçbir işinize yaramadığını da görmüşsünüzdür.

Sakın sadece sizde işe yaramadığını düşünmeyin.

Her gün içmedim filan diye kendinizi suçlamayın.

Hiç kimsede işe yaramaz.

Akıl var, mantık var.

Matematik diye bir şey var.

Örneğin günde bin lira kazanıyor ve 500 lira harcıyorsanız, cebinizdeki para her gün birikir ve şişkin hale gelir.

Kilo da öyledir.

Harcadığınızdan çok yiyorsanız, kilo alırsınız.

Yediğinizden çok harcarsanız, kilo verirsiniz.

Olay bu kadar basit.

Kilo vermenin üç yolu var.

1. Yediğiniz yemek miktarını azaltmak.

2. Aynı miktarda yemek yemeye devam edip daha fazla hareket etmek, yani daha fazla kalori harcamak.

3. Hem yemeği azaltmak hem de hareket miktarını artırmak.

Bu üçüncüsü size en hızlı kilo verdiren yöntemdir.

Ama bunda da hata yapmak mümkün.

En çok yapılan hata, birden bire ağır spor yapmaya başlamak.

Eğer kilonuz çok fazla ve yaşınız da ilerlemişse kalbi yorarsınız.

Böyle yapıp da kalp krizi geçirip ölen arkadaşlarım var.

Diğer sık yapılan bir hata da, bilmem ne diyeti diye para tuzağından başka bir şey olmayan saçmalıkları uygulamak.

Vücudunuzun proteine de, vitamine de, karbonhidrata da ve diğer şeylere de ihtiyacı var.

Bunlardan biri veya birkaçını tamamen kesin diyen diyetleri ciddiye almayın.

Alkol yüksek kalorilidir.

Diyet, alkolü kesin diyorsa buna uyun.

Tatlıyı (meyveler dahil) tamamen kesin diyene ise uymayın.

Ben birçok kez yaptığım işler sebebiyle kilo alıp sonra durumu fark edince kilo verdim.

Uyguladığım program gayet basit.

Bir hafta içinde neler yiyip neler içtiğimi tespit ediyorum.

Alkol olayını tamamen veya en azından büyük oranda kesiyorum.

Tatlıyı çok severim.

Makul orana düşürüyorum.

Ekmek, börek filan da çok yiyorum normalde.

Ekmeği ve hamur işi diğer yiyecekleri kontrolü kaybetmeden yemeye dikkat ediyorum.

Bundan sonra yaptığım şu: Her yemekte porsiyonları küçültüyorum.

Erkekler için bunu yapmak zor.

Eşiniz veya çalıştığınız yerdeki kişiler yemeğinizi kabınıza koyuyor.

Bu yüzden onların insafına kalmış durumdasınız.

Hele evde, kabınıza konan yemeği yemezseniz karınızdan fırça bile yersiniz.

Bunu aşmanın basit bir yolu var.

Her gün bir kaşık yemeği tabakta bırakmak.

Mesela çorba içiyorsunuz.

Kaseyi sıyırmayın.

Dibinde bir kaşık bırakın.

Ana yemekten de bir lokma bırakın.

Önünüze konan ekmekten de bir dilim bırakın.

Buna birkaç gün devam edince önünüze bıraktığınız kadar az çorba, yemek ve ekmek konacaktır.

Miktar azalınca bir iki gün önünüze konanı yiyin.

Sonra yeniden birer kaşık, birer lokma, birer dilim yemeden bırakın.

Bir süre sonra, hiç kimseyi kırmadan dökmeden yediğiniz yemek miktarı azalacaktır.

Bununla birlikte hareket ettiğiniz süreyi artırın.

Kısa mesafelerde araca binmeyin.

Yürüyün.

Mümkünse hergün en az yarım saat yürüyüş yapıl.

Evde fırsat buldukça şinav ve mekik çekin.

Bunu herkesin önünde yaparak gösteriye dönüştürmeyin.

Nizami olmasına da gerek yok.

Ellerinizi merdivene, masaya filan koyup yarım şinav çekseniz de olur.

Amaç kasları çalıştırmak ve daha fazla kalori harcamak.

Varsa dambıl kullanın.

Ağırlık kaldırmak, abartmamak koşuluyla vücudunuzu güçlendirirken çok fazla kalori yakmanızı sağlar.

En önemlisi de, bunları yaparken kilo vermek için acele etmeyin.

Yaz yaklaştı, denize gireceğiz, yağlarım görünmesin diye hızla kilo vermeye çalışmayın.

Amacınız belli bir kilo aralığına inmek olsun.

O aralıktan dışarı çıkmayın.

Bu sebeple, kiloyu yavaş yavaş verin.

Bu, hem vücudunuzu yormayacak hem de sağlığınıza zarar vermeyecektir.

10 yılda verdiğiniz kiloyu üç ayda vermeye çalışırsanız hem başarısız olursunuz, hem de psikolojik ve fiziksel sağlığınıza zarar verirsiniz.

10 yıldır kilo alıyorsanız, fazla kilonuzu bir yıldan daha kısa bir sürede vermeye kalkışmayın.

Eğer daha uzun bir süreye yayarsanız daha iyi olur.

Uzun vadede az az ama sürekli kilo verirseniz, indiğiniz kilo kalıcı olur.

Çünkü yeme alışkanlığı, spor alışkanlığı ve disiplin kazanırsanız.

Yok ben illa ki hızla kilo vereceğim diyorsanız, yine de bir bardak içince kilo vereceğinizi söyledikleri şeyleri almayın.

Çünkü onlar hiçbir işe yaramaz.

Tam aksine, sağlığınıza zarar verir.


İsrail, İran'a saldırı mı düzenliyor?

 Tahran ve birkaç yerde patlamalar olduğuna dair haberler geliyor.

Eğer haberler doğruysa, bunun en mantıklı açıklaması bir İsrail saidırısı olmasıdır.

Umarım haberler yanlıştır.

Hele de İsrail, İran'ın nükleer tesislerini vurduysa bu büyük bir felaketi de beraberinde getirebilir.

Bir nükleer sızıntı veya daha kötüsü bir nükleer patlama tüm bölgeyi felakete sürükler.

Böyle bir şey olmasa bile İran'ın karşılık vermesi ile savaş iyice genişleyebilir.

Cumhurbaşkanımızın açıklamaları durumu daha da korkutucu bir hale getiriyor.

Sanki bu savaşta fiili olarak bir taraf olmak yolunda hükümette bir eğilim olduğu intibağı teşkil ediyor.

İnşallah aklı selim hakim olur.

Zaten terörle uğraşan, Suriye'de, Irak'ta ve Katar'da asker bulunduran Türkiye, çökmüş bir ekonomi ile yeni bir çatışmaya taraf olursa sonumuz hayırlı olmaz.

7 Ekim 2024 Pazartesi

Sen bu kadar salak olduktan sonra tam şişe açılacakken o zabıta daha çoookkkk gelir.

 Sosyal medyada çok paylaşılan bir hikaye vardır.

Bir işportacı…
İşportacının elinde bir şişe…
Şişede bir yılan…
İşportacı şişenin içindeki yılanın konuşabildiğini iddia ediyormuş…
‘’Şimdi bu şişenin kapağını açacağım ve ona sorular soracaksınız.
O da size cevap verecek’’
Ancak şişeyi açmadan önce şu jiletlerden size hediye etmek istiyorum.
Hediyesi 25 kuruş.’’
Çevresinde onu izleyenler, bir an önce yılana soru soracaklar ya; jiletler kapış kapış…
Adam bir yandan jilet satıyor, bir yandan da yavaş yavaş şişenin kapağını açıyormuş.
"İşte açıyorum...’’
O arada biraz daha jilet…
Ardından
‘’Evvett!...
Şişe açılıyor, yılan çıkacak, sizinle konuşacak...’’
Biraz daha jilet…
‘’İşte şişe açılıyor.
Soruları hazırlayın!’’
Biraz daha jilet…
Tam şişe açılacakken, kalabalığın içinden bir ses:
‘’-Zabıta…
Zabıta geliyor.’’
Yılancı adam elindeki şişeyi yerdeki çantaya koyuyor.
Şapkasını tutarak, ardına bakmadan kaçıyor...
Bunu izleyenlerden biri arkadaşına şöyle demiş:
‘’Bu nasıl bir tesadüf…
Ben çok şanssızım.
Adama kaç kez denk geldiysem hep şişeyi açacakken zabıta geldi.’’
Arkadaşı da ona şu cevabı vermiş:
‘’Sen bu kadar salak olduktan sonra tam şişe açılacakken o zabıta daha çok gelir.’’
Sosyal medyada bu paylaşımın altında genellikle her seçimde bir sürü yalan söyleyen, oyu alınca verdiği sözü unutan politikacılar yılan gösterisi yapan üçkağıtçıya, her seçimde aynı yalanları dinleyip te akıllanmayan ve aynı politikacılara oy veren seçmen de şanssızlıktan bahseden şahsa benzetilmektedir.

6 Ekim 2024 Pazar

Endoskopi ve kolonoskopinin önemi.

 Yaz tatilinde anlamsız bir karın ağrısı çekmeye başladım.

Midem mi ağrıyor, bağırsaklarım mı anlayamıyordum.

Geceleri bağırsak hareketleri de yaşıyordum.

Ankara'ya dönünce mahalledeki aile sağlık merkezine gittim.

Doktorum şikayetlerimi dinleyip muayene ettikten sonra bir gastroentoloji bölümüne gitmemi tavsiye etti.

Ağrılarım reflü ve gastrit belirtisi gibi görünüyormuş.

Ama tarif ettiğim ağrıların bazıları taş sebebiyle de olabilirmiş.

Bağırsak hareketlerinin de araştırılmasının faydalı olacağını söyledi.

Çünkü 50 yaş üzerindeki kişilerin en fazla beş yılda bir mide ve bağırsak kontrolü yaptırması gerekiyormuş.

Doktorumun dediğini yaptım ve bir hastaneden rahdevu aldım.

Gastroentoloji bölümündeki doktor, şikayetlerimi dinleyince aile sağlık merkezindeki doktoruma benzer şeyler söyledi.

O zaman endoskopi ve kolonoskopi olayım dedim.

Bana randevu verdi.

Ayrıca karın filmi çektirmemi söyledi.

Hemen fil bölümüne gittim.

Hamile kadınların karnına sürdüklerine benzer bir jel sürdüler karnıma.

İlgili doktor da bir aletler karnımın çeşitli yerlerine baktı.

İşlem bitince ilk sürpriz ortaya çıktı.

Safra kesemde taş varmış.

Genelde safra kesesi alınıyormuş bu durumda.

Neyse, randevu günü gelince endoskopi ve kolonoskopi için gittim.

Onun sonuçları da bir hafta sonra çıkıyormuş.

Çünkü şüpheli yerlerden parça alıp inceliyorlarmış.

Sonuçlar çıktığında doktor ile görüştüm.

Mide ve bağırsaklarda bir sürü polip varmış.

Böyle sivilce veya küçük yağ bezesi gibi görünüyor.

Bunların hepsini almış.

Biyopsi sonuçlarında, poliplerin biri hariç tamamının, hiçbir zaman kansere dönüşmeyen türden olduğu anlaşılmış.

Yalnız biri, problem yaratabilecek bir türmüş.

Onu da aldıklarından şu anda bir risk kalmadı.

Ama bu işlemi yaptırmasaydım, belki de bir gün bir kanser veya başka bir sorunla karşılaşacaktım.

Neyse ki midede ülser, helikobakteri filan yokmuş.

Doktor her 3 yılda bir aynı işlemi tekrar etmemin faydalı olacağını söyledi.

Çünkü yaş 60'a yaklaştı.

Bu benim için bir tecrübe oldu.

Yaz tatiline kadar hiçbir rahatsızlık hissetmiyordum.

Bazen hastalıklar hızla gelişim gösterebiliyor.

Poliplerin alınması sanırım işe yaradı.

Ne mide ağrım kaldı, ne bağırsal ağrım.

Gaz da yok oldu.

Bağırsak hareketleri de.

Herkese bu konuda hassas olmalarını tavsiye ederim.