.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

28 Eylül 2024 Cumartesi

Kendi askerinden korkan başkomutan, zafer kazanamaz.

 Malum, sayın cumhurbaşkanımız sürekli olarak kendisinin ordunun başkomutanı olduğunu söylüyor.

Ama nedense, bir başkomutanın yapmayacağı şeyler yapıyor.

30 Ağustos'ta teğmenler kılıç çekip bir araya toplandılar ve "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." diye hep bir ağızdan bağırdılar.

Başkomutanımız bu olaya 8 gün boyunca herhangi bir tepki göstermedi.

Hatta partisinden bazı kişiler bunun normal bir şey olduğu şeklinde açıklamalar yaptı.

Fakat ne olduysa 8 gün sonra başkomutan, olayın suç olduğuna karar verdi.

Ve maalesef, bunu İmam hatiplilerin huzurunda açıkladı.

Nereden bakılırsa bakılsın, bir başkomutana yakışmadı.

Bir komutan, astlarının yaptıklarını başkasına şikayet etmez.

Eğer gerçekten suç işlemişlerse hukuka sevk eder ve hukuk gereğini yapar.

Hele de askerleri imamlara şikayet etmek hiç olmadı.

Muhakkak ki öyle bir niyeti yoktur ama bu durum meslekler arasında düşmanlık ve rekabet yaratmaya çalışıyor şeklinde yorumlanabilir.

Öte yandan aslında ortada suç teşkil eden bir durum da yok.

Disipline aykırı bir durum da yok.

Hatta ilk defa yapılan yeni bir eylem de yok.

Ben mezun olduğumda da tüm devre olarak kılıkları çekip bir araya toplanmıştık.

Yani resmi törenden sonra gayri resmi kılıç töreni yapmak yeni bir şey değil.

Muhtemelen Harp Okulu kurulduğundan beri tekrarlanan bir gelenek.

Hal böyle olunca geriye edilen yemin ve tekrarlanan "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." ifadesi.

Yemin metninin de uzun süredir tekrarlanan bir metin olduğu ortaya çıktı.

Hatta sayın cumhurbaşkanımızın da katıldığı birçok törende bu metin aynı şekilde okunmuş.

O zaman geriye bir te Atatürk'ün askeri ifadesi kaldı.

Bir ülkenin kurucusuna ve onun ilkelerine bağlı olduğunu ifade etmek sanırım dünyada hiçbir ülkede suç değildir.

Hatta bunun tersini söyleyenler suçlanıyordur.

Bizde neden böyle bir tepki var anlayamadım.

Türkiye, Katar'dan Libya'ya, Suriye'den Irak'a, Afrika ve Asyadaki daha birçok ülkeye kadar birçok yerde asker bulunduruyor.

Suriye ve Irak'ta terörle mücadele ediyor.

Bu törene tüm devre katıldı.

Şimdi birkaç kurban bulup cezalandırmak tüm devreyi etkileyecektir.

Yarın ölüme gidecek subayların bu gün siyasi veya başka saiklerle yok yere bazı arkadaşlarının cezalandırılmasını iyi karşılayacaklarını sanmıyorum.

Ne moralleri kalacak, ne motivasyonları.

Savaşma azim ve iradeleri zayıflayacak.

Hal böyleyken ve Fetö kumpasları ile darbe sonrası Fetöcü tasfiyeleri sebebiyle subay kadroları iyice azalan ordunun yeni kanı olarak ifade edilebilecek Harp Okulu mezunu yeni teğmenlere bu kötülüğü yapmak, devlete ve millete kötülük yapmak olur.

Hatanın neresinden dönülürse kardır.

Kimsenin gazına gelmemek lazım.

26 Eylül 2024 Perşembe

İngilizler İstanbul ve boğazları tek bir kurşun atmadan neden terk etti?

 Kamuoyunda bu soruyu soran birçok insan var.

Bunların bazıları internette çeşitli sosyal medya platformlarında aynı soruyu tekrarlıyor.

Ama bunu anlamadıklarından ve anlamak istediklerinden değil.

Kurtuluş savaşının değerini küçümsemek ve Atatürk'e çamur atmak için yapıyorlar bunu.

İstanbul'u İngilizlerin neden terk ettiği sorularına her platformda cevap verip sebeplerini anlatıyorum.

Ama artık bunu yapmıyorum.

Çünkü bu soruyu soranların bazıları art niyetli, bazıları da laftan sözden anlamayan geri zekalı tipler.

Bu iki tire de bir şey anlatmaya değmez.

Yine de bu konuda bir şey söylemek istiyorum.

İngilizler tek bir mermi atmadan İstanbul ve boğazları terk ederken Türkiye'deki İngiliz birliklerinin başkomutanı, İstanbul'da yüksek komiser ünvanıyla görev yapan adam anılarını yayınlamış.

Bu kitap kronik kitap tarafından Türkçe'ye çevrilmiş.

Adam neden istemeye istemeye ayrıldıklarını, buna nasıl mecbur kaldıklarını açık açık anlatıyor.

Bana inanmayan olayı yaşayan İngiliz'in kitabını alıp okusun.

Boş boş konuşmasın.

Devlet güçlü olursa herkes güçlü ve mutlu olur mu?

 Kızım Amerika'dan geldi.

Evsizlerin resimlerini çekmiş.

Sokakta yaşayan insanlar olduğunu görünce çok şaşırmış.

Amerika dünyanın en güçlü devleti olduğundan böyle bir şey olabileceğini düşünmüyormuş.

Ama maalesef oluyor.

Bir devletin en gelişmiş silahları yapması, dünyanın en büyük ekonomisine sahip olması o devlette yaşayan herkesin mutlu ve müreffeh olacağı anlamına gelmez.

Halkın mutluluğu ve refahı, ülkenin rejimi ile yakından bağlantılıdır.

Amerika, vahşi kapitalizm dedikleri ve çalış veya öl şeklinde özetlenebilecek bir anlayışa sahip bir ülke.

Aslında bir zamanlar Avrupa'nın en güçlü devletleri olan İngiltere ve Fransa'da ve diğer birçok Avrupa ülkesinde de durum aynıydı.

Ama sonra sosyal devlet anlayışı gelişti.

Bunda sosyalizmin ve Rusya'da meydana gelen Bolşevik Devrimi'nin de etkisi oldu.

Fakirler ayaklanmasın ve ülkeye komünizm gelmesin diye tir tir titreyerek bir çare arayan aristokrasi ve burjuvazi, çareyi sosyal devlet uygulamasında buldu.

Amaç, fakirlerin, öğrencilerin, askerlerin ve işçilerin isyan etmemesini sağlamaktı.

Bunun sonucunda bu günkü Avrupa sistemi ortaya çıktı.

Ama oldukça uzakta bulunan Amerika'nın böyle bir derdi olmadı hiç.

Amerikalılar zaten yerli halkları öldürüp topraklarını çalan insanların torunları.

İsyan edeni, direneni yumuşatmak, derdini dinlemek alışkanlıkları yok. 

Dinlemek yerine öldürmek, onlar için daha kolay.

Bu sebeple vahşi kapitalizm ABD'de yaşamayı başarıyor.

Bazı insanların milyarlarca doları, arabaları, malikaneleri filan varken bazılarının da hiçbir şeyi yok.

50 Cent bile bulamayan on binlerce kişi ise sokaklara düşmüş, bizdeki sokak köpeklerinden bile daha kötü bir hayat sürüyorlar.

Sonuç olarak bir devletin zenginliği, güçlülüğü, her zaman herkesin zengin ve mutlu olduğu anlamına gelmiyor.

Özgür basın olmayan ülkelerde halkı köleleştirmek kolaydır.

 Dün akşam televizyonları seyrediyorum.

Cumhurbaşkanımız BM'de bir konuşma yapmış.

Televizyonların çoğunda ve sosyal medyada tuhaf bir tutum görülüyor.

"Reis dünyaya ayar verdi!..."

"Reis, İsrail'i yerin dibine soktu!"

"İsrail temsilcisi, utancından masanın altına girecekti!"

Buna benzer daha bir sürü manşet ve söylem.

Daha önce bu tür söylemlere pek rastlamazdık.

Kim ne demiş anlatılır ve tartışılırdı.

Şimdi bu abartı ve gerçek dışı söylemler halkı uyutuyor.

Olan biteni algılamamızı ve düşünmemizi engelliyor.

Düşünemeyen halk da köleleşir.

İçinde bulunduğu durumun gerçeklerini algılayamaz.

Sorunları fark edemez.

Fark edemeyince de çözüm yolları düşünemez.

İnsanları uyandırmak için farklı sesler de olması lazım.

Bu sebeple, basın özgürlüğü ve özgür basın her ülke için çok önemlidir.


İklim değişikliği hayvan davranışlarını değiştiriyor mu?

 Ne veterinerlik, ne biyoloji ne de hayvan davranışları ile ilgili bir okulda eğitim görmedim.

Ama köyde büyüdüm ve meslek yaşamım boyunca daha çok açık havada çalıştığımdan hayvan davranışlarını gözlemleme imkanım oldu.

Hayvanların üremesi, yuva yapması vb. hep belli aylarda meydana gelir.

Primatların bazı türlerinin yılda birden fazla ve her ayda çiftleştiğini televizyonlardan öğreniyoruz.

Tavuklar da her mevsim yumurtlarlar fakat kuluçkaya yaz aylarında yatarlar.

Kumru ve güvercin gibi kuşlar ise yılda bir kez ve bahar aylarında çiftleşirler.

Bu gün balkonda otururken, karşıdaki binanın çatısında iki güvercin gördüm.

Kur yapma davranışlarının ardından çiftleştiler.

Bunu görünce şaşırdım.

Çünkü Eylül ayının sonlarına geldik ve güvercinler bildiğim kadarıyla nisan-mayıs aylarında çiftleşir.

Bu mevsimde çiftleşmemeleri lazım.

Muhtemelen havanın çok sıcak olmasından kaynaklanıyor.

Ankara'da bahar hatta yaz havası var.

Hayvanların takvimi olmadığına göre üreme davranışlarını hava sıcaklığına göre ayarlıyor olmalılar.

İklim değişince de hayvanlar buna uyum sağlamış gibi görünüyor.

Vücutları ısındığından hormonları harekete geçmiş olmalı.

Bu durum, dünyanın ve bu arada insanoğlunun geleceği açısından önemli.

Aynı şeyin bitkiler için de geçerli olabileceği düşünüldüğünde, dünyada bazı türlerin yok olması tehlikesi olabilir.

Türler yok olunca, yaşayan türlerin, bu arada bizim de besin temin etmekte sıkıntılar yaşayacağımız ortada.

Bu sebeple, ülkemizde iklim değişikliği konusunda ciddiyetle çalışılması şart.

Bunun yaratacağı sonuçlardan etkilenmemek için şimdiden tedbir almak gerekiyor.

En azından ben öyle düşünüyorum.

Benden söylemesi.

Ülkede Yavşak ve Salak Sayısı Artmış Gibi Görünüyor.

 Birkaç gündür internette bir paylaşım görüyorum.

Uyduruk bir kağıt görüntüsü paylaşılmış.

Kağıdın üzerinde de sanki Atatürk tarafından gizli bir teşkilata yazılmış gibi bir intiba uyandırmaya çalışan bir yazı var.

Bunu paylaşan yavşak oğlu yavşak, herhalde milleti salak yerine koyuyor.

Veya kendisi salak.

Uydurduğu sözde belgenin uydurma olduğunu anlamamak için salak olmak lazım.

Daha sayfanın başında salakça bir hata yapmış.

Musa ismini sözde Fransızcaya benzetmek için olsa gerek tuhaf bir şekilde yazmış.

Halbuki Musa ismi hiçbir dilde o şekilde yazılmaz.

İçindeki ifadeler de orangutan kadar bir zeka seviyesine bile sahip olmayan birinin yazabileceği kadar ahmakça ve basit.

Sayfanın altında ise tarih var.

Yabancı birine yazdığı ima edilen yazının altındaki ay ismi osmanlıda kullanılan ay ismi.

Başka bir salaklık da yazı dili bozuk bir Türkçe ama 1923 tarihli olduğu iddia edilen yazının yazıldığı alfabe Latin alfabesi.

Halbuki o tarihte Arap alfabesi hala yürürlükte.

Hadi yazının muhatabı yabancı, başka bir ülkede yaşıyor, o yüzden Latin alfabesi ile yazılmış diyelim.

Ama o zaman bahse konu şahsın Türkçeyi de bilmemesi lazım.

Yazı neden Fransızca filan değil?

Yani yazı tamamen saçma sapan bir yazı.

Bir yavşak bunu uydurmuş.

Muhtemelen salak olduğundan o beyinle ancak bu kadar uydurabilmiş.

Veya bu yavşak, memlekette saçma sapan şeylere inanacak bir sürü salak insan olduğunu düşünüyor.

Bu yüzden fazla kafa yormaya, çaba göstermeye gerek görmemiş.

Ayak üstü çalakalem bir şeyler yazıp paylaşmış.

Yorumlara bakınca adamın haklı olduğunu gösteren bir manzara var.

Yazının iddiası konusunda değil, bir sürü salak olduğu konusunda haklı.

Çünkü bir sürü salak bu paylaşıma inanıp abuk sabuk yorumlar yazmış.

Allah sonumuzu hayır etsin.

İNG Bank Kapanıyor mu?

 Bu gün bir konuyu danışmak için İNG Bank'a gitmeye karar verdim.

Google'dan konumları taratınca Dikmen'de bir şubesi olduğunu gördüm.

Dolmuşla veya otobüsle geçerken gördüğümü hatırladım ve oraya gittim.

Fakat şubenin yerinde başka bir dükkan vardı.

Acaba yanlış mı hatırlıyorum diye şüphelendim.

Bir esnafa sordum.

Doğru hatırladığımı ama şubenin bir süre önce kapandığını söyledi.

Tekrar en yakın İNG şubesini Google'da arattım.

Atakule yakınlarında bir şube olduğunu görünce oraya gittim.

Ama orada da bir şube bulamadım.

Bunun üzerine, daha önce gitmiş olduğum Turan Güneş Caddesi'ndeki şubeye doğru yola çıktım.

Ama o şubeyi de bulamadım.

Şube kapanmış ve yerine başka bir dükkan açılmıştı. 

Mecburen Panora Alışveriş Merkezine döndüm.

İyi bir tesadüfle uzun süredir görmediğim bir arkadaşa rastladım ve biraz sohbet ettik.

Bahsettiğim yerler oldukça geniş bir bölgeyi kapsıyor.

Bu bölge içindeki Dikmen, Çankaya ve Turan Güneş Caddesi'nde birçok bankanın şubesi var.

Buralarda bulunan İNG Bank şubelerinin kapanmış olması iyiye işaret değil.

Ya banka iyi iş yapamadığından küçülmeye gitmeye başlamış.

Veya işler daha da kötü durumda ve bir tasfiye sürecine girmiş.

Hangisi doğru bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, İNG Bank şubesi bulmanın artık o kadar kolay olmadığı.

İnşallah batmamışlardır.


25 Eylül 2024 Çarşamba

İsrail canı istediği zaman Suriye'ye saldırıyor. Peki ama Suriye neden hiç karşılık vermiyor.

 İsrail, uzun süredir Suriye'deki bazı hedefleri vuruyor.

Hatta helikopterle sızdırdığı personel tarafından bazı hedeflerin imha edildiği bile iddia ediliyor.

Fakat nedense Suriye, buna herhangi bir cevap vermiyor.

Genellikle vurulan hedeflerin İran'a ait tesisler ve Hizbullah üsleri olduğu söyleniyor.

Yani, Suriye rejiminden ziyade İran ve onun desteğindeki örgütlere ait hedefler vuruluyor.

Zaten İsrail, İran'da da çekinmeden saldırılar düzenleyebiliyor.

Yakın zaman önce HAMAS lideri İran'da öldürüldü mesela.

İranlı yetkililer esip gürlediler ama sonuç yok.

Henüz İsrail'e bir karşılık vermiş değiller.

Muhtemelen bölgeye yığınak yapan Amerikalılara kendilerine saldırmaları için bir bahane vermek istemiyorlar.

Bunu gören Suriye de muhtemelen bu yüzden İsrail'e karşılık vermiyor.

Desteği sayesinde ayakta kaldığı Rusya ve İran'ın zor durumda olduğunu gören Suriye rejimi, ülkenin büyük bölümünde iktidarını sağlamlaştırmayı başarmışken yeni bir maceraya girmek istemiyor anlaşılan.

Türkiye'nin görüşme taleplerine de muhtemelen bu sebeple sıcak bakmaya başladılar.

Bu yüzden Suriye, İsrail'in yaptığı saldırılarda atılan füzeleri hava savunma sistemleri ile vurduğuna dair pek de inandırıcı olmayan açıklamalar yapmakla yetiniyor.

24 Eylül 2024 Salı

Ölen öldüğüyle kalır. Herkes unutulur. Her şey, unutulur.

 Daha bir hafta öncesine kadar neredeyse tüm televizyon kanallarında Narin kızımızın ölümü tartışılıyordu.

Programlarda artık iyice kanıksadığımız ota boka, her şeye yorum yapan malum şahısların yanında bazı uzmanlar da katılıyor ve dava hakkında fikirlerini söylüyorlardı.

Sadece televizyonlar değil, sosyal medya da ağırlıklı olarak bu olaydan bahsediyordu.

Sonra İsrail Lübnan'ı bombalamaya başladı.

Hemen ardından Hizbullah'ın çağrı cihazları patladı.

Bir gün sonrasında da telsizlerinin başına aynı şey geldi.

Neredeyse bıçakla kesilmiş gibi Narin ile ilgili programlar birden bire ortadan kalktı.

Herkes İsrail'in adeta sihirbazlık gibi olan bu saldırısından bahsetmeye başladı.

Hizbullah buna cevap verince olay iyice çığırından çıktı.

Bu günlerde Amerika'da yapılan BM toplantıları, bu toplantılar sırasında Reis'in konuşması, Hakan Fidan'ın konuşması, Türk Evi'nde yapılan görüşmeler, Sinan Ateş cinayetinde ortaya çıkan yeni veriler derken Narin'in davası ile ilgili basın organlarındaki haberlerde de büyük bir azalma yaşandı.

Bunu görünce ister istemez şunu düşündüm.

"Ölmemeye bakmak lazım."

"Ölen, öldüğüyle kalıyor."

"Hayat devam ediyor."

"Herkes ve her şey zamanla unutuluyor."

Yakında Dünyanın İki Ay'ı Olacak.

 NASA tarafından yapılan açıklamaya göre oldukça büyük bir göktaşı hızla dünyamıza doğru yaklaşıyor.

Hemen korkuya kapılmayın.

Büyük bir ihtimalle dünyaya çarpmayacak.

Ama bir süre için dünyanın yörüngesine girecek ve çevresinde hareket edecek.

Bu zaman süresince dünyanın adeta ikinci bir ayı olacak.

Anladığım kadarıyla bu göktaşı Ay ile karşılaştırıldığında oldukça küçük.

Ancak sıradan göktaşlarına göre de çok çok büyük.

Kim bili, belki de geceleri üzerine çarpan güneş ışınlarını görmemiz mümkün olur.

Hayatımızda ilk kez, gök yüzünde iki an görmüş oluruz.

Merakla bekliyorum.

Elbette biraz da endişe ile.

Ya hesap edildiği gibi yörüngeye girmekle kalmazsa.

Ya yer çekimi etkisi ile dünyamıza çarparsa?

Allah korusun....