Bazı gazetelerde, sosyal medyada ve arkadaş sohbetlerinde, Ankara'nın tarihi bölümünün, yani kale ve çevresinde hala ayakta kalan klasik Ankara evlerinin restore edilerek Ankara'nın önemli bir kültürel merkezi haline getirileceğine dair haberlere rastlıyorum.
Bunun gerçek olmasını canı gönülden istiyorum.
Çünkü geçmişinden kopuk bir şehir, yaşanılası bir şehir olamaz.
Bu yüzden, arada bir gittiğim eski Ankara'nın yıkılmaya yüz tutan ve harabeye dönen eski evlerini görünce hep üzülürüm.
Şimdi, Ankara Belediyesini yönetenler de aynı şeyleri hissediyor olacak ki böyle bir proje hazırlamışlar.
Geçmiş dönemlerde, açgözlülükleri yüzünden yeni arsalar üreterek yakınlarını emlak zengini yapmaktan başka hiçbir vizyonu olmayan eski yöneticilerin mahvettiği Ankara, sonunda tamamen elden çıkma tehlikesi ile karşı karşıya olan tarihi zenginliklerine tekrar kavuşacak.
Aslında bu tarihi bölgeye bakış açısı ve gösterilen ilgi, her zaman böyle değilmiş.
Tan aksine, Cumhuriyet kurulduğunda bu bölge, şehrin en önemli bölgesi olarak görülmüş.
Doğal olarak bu anlayış, şehir planlaması çalışmalarına da yansımış.
Şehir planlaması için getirilen yabancı mimarlar da bu tarihi bölgenin önemini kavrayarak planlarını ona göre yapmışlar.
Ama nüfus hızla arttığından daha sonraları yeni planlar yapılmak zorunda kalınmış.
Ankara'nın nüfusu 1920 yılında 20-25 bin olarak tahmin ediliyor.
Bu nüfus, Milli Mücadele sırasında hızla artarak şehrin başkent ilan edildiği 13 Ekim 1923'te 47.000'e yükselmiş.
Bunun üzerine, geleceğin başkenti Ankara için 1924-25 yıllarında Stuttgardlı Profesör Carl Christoph Lörcher'e bir şehir planı hazırlatılmış.
Şehir nüfusu 1928 yılında 107.000 kişiye ulaştığından, şehir planlaması üzerinde daha büyük bir hassasiyetle durulmaya başlanmış.
Görev, şehir planlamacısı Hermann Jansen'e verilmiş ve şehir nüfusunun yakın zamanda 250.00'e ulaşacağı; bu sebeple şehri, bu kadar nüfusun yaşayacağı bir başkent olarak planlaması istenmiş.
Jansen, Lörcher'in hazırladığı taslaklardan da yararlanarak işe başlamış.
Jansen, şehir planını hazırlarken yeni yerleşimleri ovaya yapmayı ve böylece eski Ankara'yı korumayı esas almış.
O günlerde aldığı notlarda düşüncelerini şöyle ifade etmiş:
"Eski Ankara'yı, ovada kurulacak yeni kentten ayırmayı başarabilirsek, koruyabiliriz. Basamak basamak yükselen bir tepenin yamaçlarına kurulmuş olan eski evler, bu eski yerleşimi değişik, güzel ve çekici yapıyor."
Hazırladığı plan Ankara belediyesi tarafından onaylanmış.
Atatürk döneminde, daha sonraki yıllarda da Ankara'nın tarih ve doğadan kopmadan modern bir başkent haline getirilmesine çok önem verilmiş.
Bu gün Ankara'daki meydanlar, anıt binalar ve eski semtler hep Atatürk döneminde yapılmış.
Örneğin Bahçelievler semti.
Bahçelievler, Türkiye'nin ilk bahçe şehir uygulaması olarak hayata geçirilmiş.
Semt, 1934-36 yılları arasında Berlinli mimar ve kent planlamacısı Herman Jansen tarafından tasarlanıp gerçekleşmiştir.
Maalesef Atatürk'ten sonra gelenler Ankara'ya yeterli özeni göstermemişler.
Yakın geçmişte de bu özensizlik devam etti.
Ne tarihi alanlar, ne sanat, ne kültür, ne de doğa pek umursanmadı.
Örneğin, Atatürk'ün ağaçlandırdığı alanlara ve çiftliklere binalar yapıldı.
Eski binalar yıkıldı ve yerlerine çirkin apartmanlar yapıldı.
Bunu kendi gözlerinizle de görmeniz mümkün.
Atakule'ye çıkıp şehre kabaca bir göz atın.
Nerede yeşillikler arasında yaşanası mekanlar görürseniz Atatürk zamanında yapılmıştır.
Nerede birbiri içine girmiş ve yeşillikten eser görülmeyen beton yığını şeklinde binalar görürseniz, Atatürk'ün ölümünden sonra yapılmıştır.
İşin ilginç yanı, Atatürk'ün ölümünden sonra şehir genişledikçe şehrin daha da betonlaştığının açıkça görülmesidir.
Bu gidişe dur demek lazım.
Eski Ankara'nın restorasyonu projesi, eğer gerçekleştirilirse, iyi bir başlangıç olacaktır.