.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

21 Şubat 2020 Cuma

Suriye'de Türkiye ve Rusya Politikalarının Çatışma Sebepleri

Atatürk Vahdettin veliat iken Almanya'ya yaptığı resmi ziyarette ona refakat etmişti. Bu ziyaret süresince Vahdettin Atatürk'ün bilgi, tecrube ve ileri görüşlülüğünden etkilenmiş gibi bir manzara çizmişti. Bu sebeple Atatürk, Vahdettin padişah olunca ülkenin kurtarılması için yönlendirilebileceğini düşünmüş olmalı ki kendisine yanaşmıştı. Fakat Vahdettin padişah olunca kendisini ziyaret ettiğinde, Vahdettin'in çok farklı bir davranış tarzı içine girdiğini görmüştür. Bu olayı anlatırken şöyle bir ifade kullanmaktadır: "Hacı zannettiğimiz zatın zir-i bagal'de (koltuğunun altında) haç'ı çıktı."
Avrasyacılar, Putinciler ve ABD'ye karşı Rusya ile denge kurmak gibi kerameti kendinden menkul fikir sahipleri şu anda aynı duyguyu yaşıyor olmalılar. Hacı zannettiklerinin koltuk altında haçı değil belki ama Rusya'nın tarihi emelleri ortaya çıktı. Ben Avrasyacıları anlamakta başından beri zorlandım zaten. Çünkü Putin'in akıl hocası olduğu söylenen Aleksandr Dugin'in Avrasya Jeopolitiği ile ilgili kitabını Türkçesi yayınlanır yayınlanmaz okudum. Adamın Türkiye'ye bakış açısı gayet açık. Türkiye'yi Rus jeopolitik çıkarlarının önünde önemli bir engel ve düşman olarak gördüğü kitabından net bir şekilde anlaşılıyor. Buna rağmen bizde uzun süredir Rusya ile birlikte hareket etmek gerektiğini savunanlar var. Bunun acı sonucunu Suriye'de açıkça gördük. Aslında adamın haçı koltuğunun altında filan da değildi. Dugin'in kitapları ve uygulanan Rus politikaları ile gözümüze sokulmuş durumdaydı. Sanırım bir şeye çok yakından bakmanın sıkıntısını yaşıyoruz. Bir şeye çok yakından bakarsanız, onu bir bütün halinde göremezsiniz.Dolayısıyla ne olduğunu ve ne yapmak istediğini anlayamazsınız.

6 Aralık 2019 Cuma

İran'dan gelen yolcu otobüsü kontrolünde şaşırtıcı görüntüler.

google.com, pub-2682103407289776, DIRECT, f08c47fec0942fa0
Sanırım 1994 veya 95 yılıydı. 
Aldığımız bir emir üzerine Doğu Anadolu bölgesinde İran'dan gelen bir anayol üzerinde tertiplendik.
 Alınan bir bilgiye göre önemli bir terörist İranlı yolcular arasında, muhtemelen sahte bir kimlikle İstanbul'a gidecekmiş. 
Bize eşgali verilmişti. 
Biz de plakası verilen İranlı turistleri taşıyan otobüsü durdurduk. 
Otobüse ilk ben girdim. 
Farsça bilmediğimden İngilizce konuşarak yolculara hitap etmeyi düşünüyordum. 
İçeri girince yaşadığım ilk şok, otobüste tek bir baş örtülü kadın bile olmadığını görmek oldu. 
Tam aksine kadınların hemen hemen hepsi oldukça şık ve dekolte giyinmişlerdi. 
Makyajlar itinayla yapılmış ve saçlar kuaför elinden geçmiş gibi görünüyordu. 
Bu ilk şaşkınlığı atlatıp tam konuşmaya başlayacağım sırada o zamanlar benim yaşlarımda olan bir delikanlı seslendi: 
"Afedersiniz... Kimlik ve pasaportlarımızı çıkaralım mı?" 
Bunu duyunca daha da şaşırdım. 
Çünkü bu kişi benden bile daha güzel bir aksanla Türkçe konuşuyordu. 
İran nüfusunun önemli bir kısmının Türk olduğu aklıma gelince sordum: 
"Türk müsün?" 
Adam Türk değil Fars olduğunu, ama yanında oturan arkadaşının Azeri Türkü olduğunu söyledi.
 Arkadaşı konuşmaya başlayınca klasik Azarbeycan Türk ağzıyla konuştuğunu gördüm. 
Bu iki kişi otobüstekilerin çoğunun Türkçe konuştuğunu söylediler. 
Bunun üzerine Türkçe olarak durumu açıkladım. 
Arama ve kontrolü tim personeli yaparken bu iki delikanlıya kadınların İran'da tesettürlü dolaştıklarını zannettiğimi, ama otobüste tek bir örtülü kadın görmediğimi söyledim. 
Bana, İran'da hepsinin örtülü olduklarını ama sınırı geçip Türkiye'ye girer girmez örtülerini attıklarını söylediler. 
O zaman arkadaşlarla bu konuyu konuşurken İran'ın bir gün bu yüzden yıkılabileceğini söyleyenler oldu. 
Halkın büyük bir kısmı tarafından benimsenmeyen ve devlet baskısıyla insanların sokağa bile istediği şekilde çıkamadığı bir rejim oldukça otoriter bir rejimdir. 
Bu çağda bu kadar otoriter bir rejim ayakta kalamaz. 
Ya yönetim yöneticiler eliyle demokratikleşmeli veya dış güjlerin de desteğiyle iç savaşa girmeyi göze almalıdır. 
Suriye yönetimi 2. şıkkı seçti ve sonuç ortada. 
Umarım mollalar daha mantıklı davranırlar.

İran'da neler oluyor?

google.com, pub-2682103407289776, DIRECT, f08c47fec0942fa0 İran'da son günlerde yaşanan olaylar normalde bir Avrupa ülkesinde olsa halkın hükümete tepkisini gösterdiği sıradan bir protesto olurdu. 

Ama Ortadoğu'da olunca her şey değişiyor. 

ABD ve Batı demokrasi ve insan hakları diyerek olayı bir ayaklanmaya dönüştürmeye çalışıyor. 

Rejim de bundan faydalanıp, olayların arkasında dış düşmanlar var diyerek göstericileri hainlikle suçluyor. 

Böylece diğer anti demokratik baskıcı Ortadoğu rejimleri gibi mollalar da kendilerine ve yaptıkları insanlık dışı muamelelere meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. 

Suriye'de böyle oldu.

İran da aynı yolda. 

İşin aslı şudur: 

İran, Suriye rejimini ayakta tutmak için milyarlar harcıyor, faturayı halka ödetmeye kalkınca da ortalık karıştı. 

Ortalık karışınca diğer sorunlar da ortaya dökülüyor. 

İran, şimdi her otoriter rejim gibi kendi vatandaşlarını öldürerek halkı yıldırmaya çalışacak. 

Suçu da dış güçlere atacak. 

Zaten dış güçler de protestoları desteklediklerini açıkça ilan ettiler. 

Oh ne ala. 

Olan suçsuz, günahsız insanlara olacak.

5 Aralık 2019 Perşembe

İran ve demokrasi

google.com, pub-2682103407289776, DIRECT, f08c47fec0942fa0 İran'ın işi zor. 
Artık açılım yapmak zorunda. 
Sorun benzin fiyatlarından çok daha büyük. 
20. Yüzyılın başında iktidarı ele geçiren Fars azınlık artık yönetim erkini paylaşmak zorunda. 
Son yıllarda Güney Afrika, Irak ve Suriye'de azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği rejimler çöktü. 
Çözüm demokraside. 
Aksi halde sonuç kan ve gözyaşı olacak gibi. 
Mollaların devlete hakim olduğu rejim çökecek gibi görünüyor. 
Eğer demokrasiye geçilmezse ülke bölünecek.
Hiç kimse bu olayların altında Amerika var diye geçiştiremez. Gerçekten öyle olsa bile.
Çünkü İran kötü yönetiliyor.
İran'ın ekonomisi kötü.
Rejimi kötü.
Çünkü baskıcı.
İletişimin bu kadar yaygın olduğu bir çağda insanları bir kafes içinde yaşatamazsınız.
Her kafasını kaldıranın kafasına sopayı vuramazsınız.
Vursanız da bundan bir sonuç alamazsınız.
Kendi halkınıza fakirlik çektirirken, Suriye rejimini ayakta tutmak için milyarlar harcayıp faturasını halka ödetemezsiniz.
Ödetmeye kalkarsanız sonunuzu kendi ellerinizle hazırlamış olursunuz.
Amerika birçok ülkenin karışmasını ister.
Ama sadece İran'ı karıştırabiliyorsa bu rejimin ve yönetimin suçu.
Çünkü ülkeyi dışarıdan birilerinin karıştırabileceği kadar zayıflatmışsınız demektir.
Bence sanal tehditlerle vakit kaybetmenin alemi yok.
Bir an önce İran demokratikleşmeli.
Halkına zulmeden değil hizmet eden bir yönetim kurmalı.
Aksi takdirde sonuç hüsran olacaktır.
Örnek aramaya da gerek yok.
Suriye ortada.
Görmek isteyen gözler görür.

3 Eylül 2019 Salı

Yeniçeri Ocağı'nın Ortadan Kaldırılması: Vakayı Hayriye ve Sonuçları.

Yeniçeri ocağının kaldırılmasına vaka-i hayriye dediler. 

Yani hayırlı olay. 

Acaba öyle miydi? 

1826'da cadı avı gibi yeniçeri avına çıkıldı. 

İstanbul'daki darbe girişiminden haberi bile olmayan memleketin uzak köşelerindeki yeniçeriler bile öldürüldü. 

Ölüleri sokaklara atıldı ve kedilere, köpeklere yem edildi. 

Korkudan kimse günlerce ölüleri gömemedi. 

Osmanlıyı bir dünya devleti haline getiren ve bütün Avrupa ordularına model olan bir kurum, adeta soy kırımına uğratıldı. 

Sonuç ne oldu peki? 

Yunanistan elden gitti. 

Sözde yeniçeriler sebebiyle isyan bastırılamamıştı. 

Ama onların katledilmesi bir işe yaramadı. 

2. Mahmut, tam bir mutlakıyet kurdu. 

Ekonomi liberalleşti ve dolayısıyla halk fakirleşti. 

Çünkü topraklar özelleştirildi ve arazilerin çoğu üç/beş ailenin eline geçti. 

Halk çiftçilikten ortakçılığa ve ırgatlığa sürüklendi. 

O arazileri bu gün bile o ailelerin torunları yiyor. 

Devletin Mısır'daki valisi Batı Anadolu'ya kadar tüm Ortadoğu ve Anadolu topraklarını ele geçirdi. 

Osmanlı ayakta kalmak için Rus ordusunu boğazları işgal etmeye çağırdı. 

Ruslar boğazlara asker çıkardılar. 

Bundan rahatsız olan İngilizler bastırınca, Rus ordusu çekildi fakat İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması ile ülkenin zaten zayıf olan ekonomisi tamamen çöktü. 

Halk iyice fakirleşti. 

Bu durum sadece batı ile ticari ilişkiler kuran azınlıklar ve toprak ağalarına yaradı. 

1880'lere kadar düzgün bir ordu kurulamadı ve doğal olarak ülke topraklarının neredeyse yarısı kaybedildi. 

1897 Türk-Yunan savaşına kadar her savaş bozgunla sona erdi.

Bence Yeniçeriler yeniden ve açık fikirli olarak incelenmeli. 

Çünkü vakayı hayriyenin o kadar da hayırlı olmadığı gayet açık bir şekilde ortada.

2 Eylül 2019 Pazartesi

Eğitim Sistemimizin Sonuçları

google.com, pub-2682103407289776, DIRECT, f08c47fec0942fa0
Facebook'ta bir reklam gördüm. 
Reklamda, televizyonlarda programlar yapan ve bazı bitkiler ısıtılıp/kaynatılıp yenilirse veya suyu içilirse neredeyse bütün hastalıkların tedavi edilebileceğini iddia eden bir kimya profesörü konuşuyor. 
Söylediği cümle şöyle:
"..... yegane tedavilerden biri......" 
Bu reklamda, koskocaman bir profesörün Türkçe konuşmayı bilmediğini görünce çok üzüldüm. 
Çünkü bu durum, okullarımızda Türkçe ve edebiyat gibi isimler altında verilen derslerin ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor.
Yegane Farsça kökenli bir kelime. 
Bu kelime; biricik, tek anlamına geliyor. 
Şimdi kelimenin Türkçesini kullanarak cümleyi tekrar yazıyorum. 
"..... tek tedavilerden biri......" veya "..... biricik tedavilerden biri......". 
Bu cümleyi okuyan herkes ortada bir tuhaflık olduğunu anlamıştır, sanırım. 
Eğer bir şey biricik ise o şeylerden biri diye bir ifade kullanılamaz. 
Çünkü tek veya biricik olan bir şey doğası gereği çoğul olamaz. 
Dolayısıyla, "..... yegane tedavilerden biri......" demek yanlış bir ifadedir. 
Bunu anlı şanlı bir profesör bilmiyorsa, vay memleketin haline.

15 Nisan 2019 Pazartesi

Anlamsız konuşmalar.

Son günlerde duyduğum en anlamsız birkaç cümle:

"DSP secimde aday göstererek oylarımızı böldü." 

"SP secimde aday göstererek CHP zihniyetine hizmet etti." 

"Imamoğlu derbiye gitmesin." 

"CHP, HDP'lilerin oylarıyla kazandı."

"Ilçe belediye başkanlarını, il belediye başkanları seçsin."

"Belediye başkanlarını, cumhur başkanı atasın."

"Kimin belediye başkanı olduğu, mazbata verildikten sonra belli olur."

"Falanca belediye başkanı, benim belediye başkanım değil." 

Halk iradesi, milli irade, demokrasi gibi sözlerin amentü gibi tekrarlandığı bir yerde, bu sözleri söylemek abesle iştigal etmekten başka bir şey değildir. 

Çünkü demokrasilerde, her parti seçime girme hakkına sahiptir. 

Kazanan, sandıktan çıkan oya göre belirlenir, bir devlet memurunun yazacağı bir kâğıda göre değil.

Seçilen kişiler bazı çevreleri veya kişileri değil, tüm halkı temsil eder. 

Herkes, istediği partiye oy verir. 

Kimsenin oyu herhangi bir partinin tapulu mali değildir.

İstanbul'a bakıp tüm ülke hakkında çıkarımda bulunmak doğru değildir. 

Şırnak da oy kullanılan yerlerden biridir. 

Secim demokrasinin olmazsa olmaz unsurudur. 

Yöneticiler atamayla göreve gelirse bu otoriter bir yönetim şekli olur. 

Bir kişinin bir maça gitmemesini istemek ise tam bir saçmalıktır.

13 Nisan 2019 Cumartesi

Suriyeli Göçmenler ve Belediyeler.

Son zamanlarda sanal medyada, bazı belediye başkanlarının Suriyelileri göndereceğine dair paylaşımlar yapılıyor.

Suriyelileri ülke dışına gönderme yetki ve sorumluluğu iç işleri bakanlığında.

Sinirda calisirken deport ile ilgili yasal duzenlemelere gore bir cok kacak gocmeni ulkeye girdigi yerden disari atmistim. 

Bunlar belediye başkanları gönderemez. 

Belediye başkanları bunlara kafaya göre yapılan yardımları kesebilir ve iş yeri açma ruhsatı vermeyebilir. 

Bunu yapmalıdır da. 

Hiçbir ülkede bir yabancı gelip kafasına göre iş yeri açamaz. 

Yasadışı göçmenler, sığınmacılar vb. kişilerin tabi olduğu kanunlar neyse o uygulanmalı. 

BM kararları da buna uygun. 

Binlerce suriyeliyi sokaklara bırakıp dinlendirmek, maharet degil. 

Din kardesligi de degil. 

Göçmenler her ülkede olduğu gibi sınırları belli kamplarda toplanmalı ve bu kamplar BM ye bildirilip BM fonlarından desteklenmeli. 

Yok böyle olmasın, suriyeliler benim kardeşim diyen varsa, o zaman evinin bir adasını tahsis etsin. 

Alsın bir aile ve bezlesin. 

Sokaga her ciktigimda bir suriyeli onumu kesip para istemesin. 

Ülke ekonomik krizle yerle bir olmuşken, yabancılara para harcamak hiç mantıklı değil.

12 Nisan 2019 Cuma

İstanbul Seçimlerinin Henüz Görünmeyen Sonuçları

Bir zamanlar, çalıştığım bir yerde, astığı astık, kestiği kestik bir birlik komutanı vardı. 

Adam parlak bir kariyere ve geçmişe sahipti. Her girdiği sınavı kazanmış, her girdiği denetlemeden başarıyla çıkmıştı. 

Muhtemelen bu sebeple aşırı bir öz güveni vardı. 

Bunun bir neticesi olsa gerek, oldukça otoriter ve merkeziyetçiydi. 

Ona yakın kişiler, aldıkları görevleri yerine getiremezlerse büyük bir fırça yiyecekleri korkusuyla hep gergin bir şekilde çalışırlardı. 

O yıl kara kuvvetleri denetlemesi vardi. 

Askerler bilir, bu denetleme, özellikle de terfi sırasındaki kisiler için cok önemlidir. 

O kisi de terfi sırasında olduğundan birliğini tepeden tırnağa denetlemeye hazırlıyordu. 

Bir gün bu komutan bir devlet kurumunun müdürü ile görüşüp kışlada ihtiyaç duyduğu bir malzemeden bahsetmiş. 

Bu mudur de o malzemeden kendilerinde bol miktarda olduğunu ve bir miktar verebileceğini söylemiş.

Bunun üzerine ertesi gün bir takım asker ve birkaç kamyon ile birliğinden bir kişiyi o kuruma göndermiş. 

Fakat kurum müdürü bir toplantı için şehir dışındaymış. 

Mudur herhangi bir şey söylemediği için kurumdaki personel malzemeyi vermek istememiş. 

Komutanın gönderdiği şahıs, malzemeyi alamadan dönerse çok pis fırça yiyeceği endişesiyle kurum personelini zorlamış. 

Bunun üzerine tatsızlık ve tartışma yaşanmış. 

Buna rağmen malzemeyi alamayınca geriye dönmüş ve bu başarısızlığı sebebiyle fırça yemekten kurtulmak için olayı abartılı bir şekilde anlatmış. 

Üstelik o kurumdaki personelin davranış ve sözlerini komutana karşı bir nefret ve düşmanlık şeklinde aktarmış. 

Bunun üzerine o komutan yanına birkaç kişi alıp o kurumu basmış. 

Olayların detayını ertesi gün yerel gazetelerden öğrendik. 

Gazeteler o komutanı yerden yere vurmuşlardı. 

Görev yaptığımız yerdeki halk da olaya tepki göstermişti. 

Buna rağmen o komutan yargılamaktan kurtuldu. 

Denetlemede de çok başarılı oldu. 

Ama terfi günü geldiğinde, terfi edemedi. 

Bu gün ülkemizde yaşananlara bakıyorum ve bu olayla ne kadar çok benzerlik bulunduğunu görüp şaşıyorum. 

Secimi kaybedenler, korkudan suçu başkalarına yıkmaya çalışarak reisi kandırıyorlar. 

Bunun sonucunda da bir sürü tatsız durum yaşanıyor. 

Ama terfi zamanı geldiğinde bunun cezasını reis çekecektir. 

Üstelik bu günkü gereksiz ve hatta haksız mücadeleyi kazansa da bu durum değişmeyecektir. 

Çünkü halk, bu duruma sessiz kalsa bile reisi suçlayacak ve seçim zamanı affetmeyecektir. 

Bence hatanın neresinden dönülürse iyi olur.

10 Nisan 2019 Çarşamba

Avrupa'da İslam yayılıyor mu?

Ne zaman Avrupa'da veya başka bir yerde birilerinin Müslüman olduğunu söyleyen ve bunu bir müjdeymiş gibi anlatan kişileri dinlesem şaşırıyorum. 

Ortadoğu'nun tamamına yakını Müslüman. 

Ama hepsi birbirini öldürmekle meşgul. 

Üstelik çoğu bize de düşmanlık yapmakta gavurlardan daha azimliler. 

Mevcut olandan bir fayda görmüyorken, yenilerinin ortaya çıkmasına umut bağlamak ne kadar mantıklı, anlamakta zorlanıyorum. 

Hemen yanımızdaki İran ve bazı Arap ülkeleri her gün altımızı oymaya çalışırken, İsveçli biri Müslüman olduysa bunun bize ne faydası olabilir ki?

Öte yandan, en az Müslüman olan Hristiyan kadar, Hristiyan olan Müslüman da var.

Ülkemiz dahil her yerde misyoner teşkilatları harıl harıl çalışıyor.

Daha da önemlisi, ülkemizde yapılan anketlerde ateist ve deistlerin sayısı her yıl katlanarak artıyor.

Bu yüzden bırakalım Müslüman olan tek tük Hristiyanla kendimizi avutmayı.

İyi bir Müslüman nasıl olunur ona bakalım.

Yoksa....

Dimyat'a pirince giderken, eldeki bulgurdan da olacağız.