.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

13 Mart 2019 Çarşamba

Memleketin Durumu: Herkes Burnundan Soluyor.

Bu gün bir taksiye bindim. 

Baktım taksici biraz tuhaf. 

Yüzü kül gibi. 

"Hayrola hemşehrim, bir sıkıntı mı var?" diye sordum. 

Adam başladı anlatmaya. 

"İşler çok kötü." dedi önce. 

Sonra devam etti. 

"10 liralık bir yola gidecek yolcu icin durakta kavga çıktı. 

İnsanlar birbirine bıçak, silah çekti. 

Böyle şeyler olmazdı önceden. 

İşler çok durgun. 

Yolcu yok. 

İnsanlar burnundan soluyor. 

Eve ekmek götürmek imkansız oldu. 

30_40 polis geldi durağa. 

Ancak sakinleşti insanlar...." 

Ülkenin durumu maalesef budur. 

İnsanlar ekmek derdinde ama ekmek aslanın midesinde. 

Herkes burnundan soluyor. 

Böyle bir ortamda devleti yönetenler provokasyonlardan uzak durmalı. 

Ülke barut fıçısına dönmüş. 

Kimse olur olmaz yerde kibrit çakmasın. 

Sadece yakmak istedikleri değil, kendileri de yanarlar.

Yerel Seçimler Hakkında Bir Değerlendirme

Seçime 18 gün kaldı. 

Demirel'in dediği gibi politikada bir hafta çok uzun bir zamanıdır. 

Bu sebeple 18 gün önemli. 

Ama sonuç ne olursa olsun bu seçim ilginç bir seçim olacak. 

İlk defa yerel seçimlerde ittifak sistemleri arasında bir mücadele var. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakarsak iyi parti taraftarlarını sandıkta işaret ettiği yere oy vermeye yönlendirebildi. 

MHP tüm tahminlerin aksine oy oranını korudu. 

AKP de çok fazla oy kaybetmedi. 

Ama bu seçimde AKP seçmeni ekonomik durum sebebiyle daha kararsız görünüyor. 

CHP genelde iyi adaylar gösterdi. 

Ama küskünler DSP'ye gitti. 

Bu küskünlerin büyük bir etkisi olmayacak gibi ancak yine de şimdiden bir şey söylemek zor. 

Benim tahminim bu seçimin sonucunu MHP ve AKP nin sessiz kitlesinin neye karar vereceği belirleyecek. 

Hükumetin ajitasyonlara başlaması da bu kitleyi kendi lehine kazanmak için diye düşünüyorum. 

Bir de bu seçimde halkı etkileyecek şeylerin değiştiğini değerlendiriyorum. 

Eskiden hükumete oy verenler çalıyor ama çalışıyorlar diyorlardı. 

Şimdi her il ve ilçede adaylar var. 

Bunların içinde hem çalmayacak, hem de çalışacak adaylar bu söylemi bozar. 

Ayrıca evlerde tencereler eskiden olduğu kadar neşeli kaynamıyor. 

Bunun hükumete mutlaka bir maliyeti olacaktır. 

Bu da benim seçim değerlendirmem. 

Sonuç ne olursa olsun, ülkemiz için HAYIRLI olsun.

15 Şubat 2019 Cuma

FETÖ, ZETÖ ve diğerleri: Bir karga hikayesi.

Bir zamanlar Manisa'da bir parkta oturuyordum. 

Hemen arka tarafta mantı, börek filan satan bir dükkan vardı. 

Bütün gün kapalı olan dükkan akşam üzeri açıldı ve hemen önünde uzun bir kuyruk oluştu. 

Ben yanımdakilere, "Bu dükkanın mantısı çok meşhur her halde. Baksanıza insanlar nasıl kuyruk oldu." dedim. 

Onlar; "Hayır. O FETO'cu birinin dükkanı. Akşam üzeri bir-iki saat açık olur. Manisa'da ne kadar FETO'cu varsa sıraya girer ve torbalar dolusu mantı-börek filan alır. Maksat kendi adamlarını kalkındırmak." dediler.

Bu durum FETO'cu veya Zetocu bir sürü garip topluluğun neden böyle güçlü olduğunu gösteren çok önemli bir örnek. 

Bir de bu tür organizasyonlara karşı olanlara bakıyorum. 

Durum felaket. 

Özellikle bazıları tam bir felaket. 

Bizim orada bir söz var: "Kargaya bo..undan ilaç yapılıyor demişler, ondan sonra hep denize sı...mış.'' 

Bu söz, herhangi bir kişiye faydası dokunmasın diye kendini bile sıkıntıya sokmaktan kaçınmayan, kıskanç, fesat ve sorunlu tiplere denir. 

Aman kimse kazanmasın, kimse ilerlemesin, kimse benden bir fayda görmesin takıntısı olan tipler.

Maalesef bu tür insanlar çok. 

Hatta bunların bazıları en uç noktadalar. 

Denize değil gidip okyanusun ortasına pisleyecek türde tipler. 

Üstelik ortada herhangi bir kişinin menfaat kazanması diye bir şey olmadığı durumlarda bile, onlar kafaları öyle bastığı için hemen okyanusa doğru uçuyorlar.

Ozan Arif'in ölümü

Bu gün bir yere gittim. 

İşim bitip asansöre binecekken 30 yaşlarının ortalarında görünen biri yanıma geldi ve asansörü beklemeye başladı. 

Mesleki takıntılarımdan olsa gerek evden çıktığım andan itibaren sürekli olarak etrafı kontrol ederim. 

Bu sebeple adamı çaktırmadan süzmeye başladım. 

Her halinden sıkıntılı olduğu belle oluyordu. 

Kendi kendine mırıldanıyor ve zaman zaman derin derin nefes alıyordu. 

Asansör gelince içeri girdik. 

Adamın yüzüne dikkatle baktım. 

Dokunsan ağlayacak gibi duruyordu.

Pek huyum değildir ama adamın bu halini görünce ne olduğunu merak edip adamla konuşmaya karar verdim. 

"Çok üzgün görünüyorsunuz. Bir sıkıntı mı var?" diye sordum. 

Adam derin bir nefes aldıktan sonra cevap verdi. 

"Nasıl üzülmeyeyim ki? Ozan Arif öldü. " diye cevap verdi. 

Bu cevabi beklemediğimden hazırlıksız yakalanmıştım. 

Bir an durakladıktan sonra kendimi toparladım.

"Haklısın. " diye cevap verdim.

"Rahmetli sadece şair veya müzisyen değil, adeta halk ozanı gibiydi." 

Adam bunu duyunca bir anda toparlandı. 

"Ne gibisi bey efendi. Halk ozanıydı." dedi. 

Adamla bina çıkışına kadar sohbet ettik. 

Şunu anladım ki Ozan Arif milliyetçiler için çok önemli bir kişi. 

Adeta hareketin ruhu gibi. 

Ama maalesef parti rahmetlinin ölümünden sonra hiçbir açıklama yapmadı. 

Parti hareketin ruhuna küsmüş. 

20 Ocak 2019 Pazar

Uygurlar ve Çin'in Kaurduğu Toplama Kampları Gerçeği.

Son günlerde Çin'de Uygurların toplama kamplarında toplandığı haberleri yoğunlaştı ama nedense; tek bir Ermeni ölünce hepimiz Ermeniyiz diye sokağa çıkan (Yanlış anlaşılmasın. Ben de kişisel olarak, kim öldürülürse öldürülsün buna tepki göstermek gerektiğine inanıyorum. Tepki gösterme metotlarına pek katılmasam da.) veya İsrail tek bir Filistinliyi öldürünce dört parmağını kaldırıp rabia işareti yapan (Ben Filistinlilerin maruz kaldığı şiddet ve soykırıma da karşıyım.) halkımızdan herhangi bir tepki yok. Halbuki Uygurlar da Ermeniler gibi insan ve Filistinliler gibi Müslüman. 
Bunda hükumetimizin Türk hariç herkesi seven ama Türk'ü pek sevmeyen anlayışı yanında Perinçek grubunun yaptığı psikolojik faaliyetler ve propagandanın da etkisi olduğu anlaşılıyor.
Bu propagandalar sebebiyle herkes bir şey söylediğinden kimse olayları tam anlamıyor. Ama işin anlatıldığı gibi olmadığı da ortada. Şimdi ben kendi bilgim dahilinde bu durum hakkındaki görüşlerimi anlatmaya çalışacağım. Uygur soykırımının diğer boyutlarına ve bu soykırımın altında yatan sebeplere değinmeye çalışacağım.
Çin'de uzun süre tek çocuk uygulaması vardı. Bu, Çin'in fazla nüfusun yarattığı baskıyı azaltmak için yaptığı bir uygulamaydı. Fakat hiç hesapta olmayan sonuçlar doğurdu. Bunlardan birincisi genç nüfus azalırken yaşlı nüfusun artmasıydı. Bunun Çin ekonomisine ve özellikle de emeklilik sistemine büyük bir darbe vuracağı görüldü. Diğer önemli bir sorun ise Çin'de gençler arasındaki erkek ve kadın oranının çarpıcı bir şekilde değişmeye başlamasıydı. Çinli aileler erkek çocuk istediklerinden ve tek çocuğa izin verildiğinden başta kırsal kesimde yaşayanlar olmak üzere çok sayıda Çinli aile çocuklarının kız olduğunu öğrenince kürtaj yaptırdı veya doğan kız çocuklarını öldürdü (Bu konu Çinli bazı kişilerle yaptığım konuşmalarda öğrendiğim bir husus. Daha sonra bu konu Batı basınına da yansıdı.). Bu durumun vahşet boyutu çok acıklı olmakla birlikte bu vahşetin bir yan etkisi de ortaya çıktı. Çünkü herkes erkek çocuk sahibi olmaya çalıştığı için ülkede kız çocuk oranı azaldı. Bu sorun başlangıçta pek fark edilmedi. Ama bu çocukların ergenliğe ulaşıp evlenmeyi düşünmeye başladığı zaman çözümü mümkün olmayan bir problem olarak ortaya çıktı. Bu sebeple Çinli gençler (erkek çocuklar) kız bulamayınca Uygur ve Tibetli kızlara sarkmaya başladılar. Çünkü Çin yasalarına göre bu uluslar özerk bir yapıya sahip olduklarından bir çocuk uygulamasından muaf tutulmuşlardı. Bu sebeple bu uluslara mensup yeterince kız çocuğu vardı. Çinlilerin Uygur kızlarına sarkması toplumda birçok çatışmaya sebep oldu. Uygur-Çinli kavgaları ve düşmanlığının bu sebeple arttığını iddia edenler var. Nitekim bu durumu gören Çinli yetkililer tek çocuk uygulamasını kaldırdı. Sanırım şimdi iki çocuğa izin veriliyor. 
Öte yandan, tek çocuk uygulaması olmadığı ve genellikle kırsal nüfus fazla olduğu için devlet kontrolünün daha az olduğu Uygur ve Tibet'te nüfus artış hızı Çin etnik kökenlilerin nüfus artış hızına göre daha fazla oldu. Çin ekonomisi genel olarak güneyde ve okyanusa yakın yerlerde hızla gelişmesine rağmen bu bölgelerde ekonomik gelişme çok kısıtlı oldu. Bu da Uygur ve Tibet halkının güneye göre daha fakir hale gelmesine ve işsiz gençlerin artmasına sebep oldu. Bunun sonucu iki yönde ortaya çıktı: 1. Milliyetçiliğin yükselişi, 2. Radikal İslamcı örgütlerin yükselişi. Bu durum Çin'i endişelendirdi. Çünkü Uygur ve Tibet yüzyıllardır Çin egemenliğinde olan bölgeler değildi. Bu bölgelerde 19. yüzyıl sonu ve 20 Yüzyıl başlarında bağımsız devletler vardı. Çin, Çarlık Rusyası ve daha sonra da Sovyetlerle Orta Asya'yı bölüşünce Uygur ve Tibet Devleti Çin tarafından işgal edildi. Yani Çin kendi içindeki bir azınlıkla değil, bir süre önce işgal ettiği ve bağımsızlığına son verdiği bir ülke halkı ile karşı karşıya. Bu sebeple Uygurlar arasında ortaya çıkan milliyetçi ve radikal İslamcı yükseliş karşısında endişelendi ve bazı tedbirler almaya başladı. Ancak aldığı tedbirler bir işe yaramıyordu. Bunun üzerine Uygur Türklerini tarihi Çin geleneklerine göre asimile etmeye ve soykırım ile sorunu çözmeye karar verdi. Bu sebeple toplama kampları açıp milyonlarca Uygur vatandaşını bu kamplarda topladı. Bu kamplar açığa çıkınca da radikal İslamcıları rehabilite ettiğini ileri sürdü. Ama Uygurlar arasında 3 milyon radikal İslamcı var demek neresinden bakarsanız bakın palavradan başka bir şey değil. Çünkü üniversite hocalarından halk müziği sanatçılarına kadar hemen her kesimden insanı bu kamplarda topladı. Özellikle milli bilinci artıran halk şairi ve ozanları içeri attı. Şimdi bizden giden gazeteciler Çin'in ne kadar iyi bir iş yaptığını anlata anlata bitiremiyorlar. Ama söyledikleri şeyler benim düşüncelerimi doğrular nitelikte. Çünkü o gazetecilerin sanki iyi bir şeymiş gibi anlattıkları hususlardan bu kamplarda insanlara Çin dili ve kültürünün enjekte edildiği anlaşılıyor. Bu gün bir haberde Uygur kökenli kızların işsizlik bahanesiyle toplanarak güneye gönderildiğini okudum. Bunlar güneyde Çin gençleri ile evlendirilip asimile edilecekler. Bekar çin gençlerine evlenecek kadın olarak götürülüyorlar. Bumin Göktürk yazıtlarında da anlatıldığı gibi, Çin Türklerin erkeklerini köle kızlarını cariye yapmaya çalışıyor. Bu işler ne ABD, ne de CIA vb. işi. Çin'in tarihi geleneklerinin ve kültürünün vahşet boyutunun yeni bir göstergesinden başka bir şey değil. Haaa... Bunu ABD veya CIA kullanıyor olabilir mi? Olabilir. Ama bunu önlemek bizim değil Çin'in görevi. Sırf başkaları da söylüyor diye yanlış bir şeye doğru demek ne kadar hatalıysa, sırf ABD vs. dillendiriyor diye doğru bir şeye yanlış demek veya doğruları görmezden gelmek de o kadar hatalıdır. Eğer ABD propagandası varsa ve bu önlenmek isteniyorsa çözüm çok kolay. Çin asimilasyon ve soykırım kamplarını kapatıp insanları serbest bırakırsa sorun kendiliğinden çözülür.

18 Ocak 2019 Cuma

Atatürk'ü Anadolu'ya Vahdettin mi Gönderdi?

Uzun bir süredir Vahdettin'in Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya milli mücadeleyi başlatmak için gönderdiği ve hatta ona büyük miktarda para verdiği iddiaları gündeme getiriliyor.
Bu iddialar nedense herhangi bir delile değil, bazı kişilerin kendi kafalarına göre yaptığı yorumlara dayanıyor.
Bu iddia ve yorumların ne kadar saçma olduğunu anlatmak için herhangi bir araştırma yapmaya da gerek yok aslında.
Çünkü Vahdettin'in anıları vb. kitaplar yayınlandı.
Nedense Vahdettin Yurt dışına kaçtıktan sonra bile Mustafa Kemal Paşa'yı milli mücadeleyi başlatmak için Anadolu'ya gönderdiğini söylemiyor.
Para konusundan ise hiç bahsetmiyor.
Zaten Osmanlı'nın savaş sonrasında memurlara verecek maaş bile bulamadığı göz önüne alınınca o kadar para bulup bir generale vermesi de mümkün değil.
Üstelik o kadar para verildiği iddia edilen Mustafa Kemal Paşa ve yanındakilerin Erzurum'dan Sivas'a gelecek parayı bile bulamayıp borç aldıkları belgeleriyle ortada.
Ama yine de biz Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya nasıl gittiğini açıklamaya çalışalım.
Mondros imzalandığı sırada Osmanlı İmparatorluğu'nun 8 ordusu vardı. 
Bu orduların komutanlarından tutuklanan, yurt dışına kaçan, hasta olup tedavi görenler hariç İstanbul'da sadece üç kişi kalmıştı. 
Mersinli Cemal, Cevat ve Mustafa Kemal Paşa. 
Bir de daha önce ordu komutanı iken sağlık sorunları sebebiyle İstanbul'a gitmiş olan Fevzi (Çakmak) Paşa İstanbul'daydı ve iyileşmişti.
Hristiyanların özellikle Karadeniz bölgesinde Müslüman halka katliam yapmaya başlamasıyla bazı kişiler silahlanarak dağa çıktılar ve Müslüman çeteleri oluşturdular.
Bu durum Pontus çetelerinin istediği gibi katliam yapmasının önüne geçti ve Müslümanların kruduğu çetelerle Pontus çeteleri çatışmaya başladılar.
Bunun üzerine İngilizler endişeye kapıldılar.
Osmanlı hükümetinden Anadolu'daki karışıklıkların bastırılmasını istediler.
Bunun üzerine hükümet 4 ordu müfettişliği kurup bunlara mülki yetkiler de vererek iç güvenlikte görevlendirmeyi planladı. 
Bunlardan Trakya'da kurulması düşünülen 4. Ordu Müfettişliği'ne ordu komutanı yokluğundan kolordu komutanı Nurettin Paşa görevlendirildi.
Ama bu müfettişlik fiilen hayata geçemedi. 
Geriye kalan üç müfettişlik ile genelkurmay başkanlığına ise ortada mevcut olan dört ordu komutanı atandı. 
Genelkurmay'a Cevat Paşa, 1. Ordu'ya Fevzi (Çakmak) Paşa, 2. Ordu'ya Mersinli Cemal Paşa ve 9. Ordu'ya Mustafa Kemal Paşa. 
Kimsenin özel seçildiği filan yok. 
Kadro ortada, adaylar ortada. 
Başka uygun aday yok.
Hükumet de bu kişileri ülke güvenliğini sağlasınlar diye gönderdi. 
Vahdettin'in kimseyi gönderdiği filan yok.
O zaman tüm büyük birlik tayinleri padişah tarafından onaylandığı için Vahdettin onayladı. 
Yani Demirel'in Özal'a söylediği Çankaya'daki noter sözü gibi padişah sadece noter pozisyonunda imza attı. 
Bunun dışında söylenen herşey ve ortaya atılan iddialar yorum ve palavradan ibaret.

Osmanlı Torunlarının Tuhaf Tavırları.

Hiç anlayamadığım bir şey var. 
Osmanlı İmparatorluğu 600 küsur sene yaşamış, dünyanın en uzun ömürlü ve şanlı imparatorluklarından biri. 
Bu imparatorluk birçok büyük padişah ve komutan yetiştirmiş. 
Birçok bilim adamı, şair, sanatçı ve yazar yetiştirmiş. 
Ama ne ilginçtir ki Yeni Osmanlıcı diye ortada dolaşan ve "Osmanlı torunu" olduklarını söyleyen bazı soytarılar bu şanlı imparatorluğun en rezil ve rüsva duruma düştüğü mütareke dönemini ve en rezil rüsva yöneticiler olan mütareke dönemi padişahı ve yöneticilerini yüceltmeye çalışıyorlar. 
Vahdettin gerek zeka, gerek eğitim ve gerekse yönetim kabiliyeti açısından neresinden tutsanız elinizde kalacak, sapır sapı dökülen bir padişah. 
Ama bizim yeni Osmanlıcılar sürekli olarak Vahdettin'i yüceltmeye çalışıyorlar. 
Bunu anlamak mümkün değil. 
Fatih gibi zamanının çok ilerisinde bir kabiliyet, büyük bir entellektüel, büyük bir zeka, büyük bir general ve hatta devleti imparatorluk yapan büyük bir lider varken sen kalk İngiliz gemisiyle gizlice ülkeden kaçan korkak bir adamı cilalamaya çalış: 
Anlaşılır gibi değil. 
Kardeşim eğer Osmanlıcıysanız, açın biraz Osmanlı tarihi okuyun. 
Fesli Kadir ve Fetö'cü Armağan'ın çöp değerindeki konuşmalarına inanmayın. 
Onlar tarihçi değil. 
Şaklaban. 
Çanak yalayıcı. 
Siz gidin Yıldırım Beyazıt'ı okuyun, 1. ve 2. Murat'ı okuyun, Fatih'i okuyun, Kanuni'yi okuyun. 
Hatta 4. Murat'ı, 3. Selim'i, 2. Mahmut'u ve 2. Abdülhamit'i okuyun. 
Ama tarihçilerin yazdığı ve belgelere dayanan kitaplardan okuyun. 
Son saydığım padişahların bu gün inkılaplar yaptı diye ağzınızdan salyalar akarak kötülemeye çalıştığınız Atatürk'ün yaptıklarının büyük bir kısmını kendi padişahlıkları süresince yapmaya çalıştıklarını ve Atatürk'ün yaptığı inkılapların onların çabalarıyla ortaya çıkan uzun vadeli bir oluşum sürecinin bir sonucu olduğunu görünce de şaşırmayın. 
Yani o padişahların da Atatürk gibi yenilikçi ve modernist olduğunu görünce hayal kırıklığı yaşamayın sakın.

10 Ocak 2019 Perşembe

Fethullah Gülen'den şaşırtan açıklamalar.

Terör örgütü başı Fethullah Gülen şaşırtıcı bir açıklamada bulunmuş.

Videoyu seyredince tüylerim ürperdi.

Çünkü 7-8 aydır, Pensilvanya ile Reis arasında heyetlerin gidip geldiğine ve barış görüşmeleri yapıldığına dair bazı söylentiler duyuyordum.

Ama bu söylentilere tam olarak inanamıyordum.

Videoyu izleyince bu yüzden çok şaşırdım.

Galiba duyduğum söylentiler doğruymuş. 

Sanırım anlaşmada belli bir seviyeye gelinmiş. 

Baksanıza, 

Fetö, adamlarını satıp kendini ve teşkilatını kurtarmaya çalışıyor.

Kenevir ekimi ve tarım sektörünün durumu.

Duyduğuma göre hükumetimiz kenevir ekimini serbest bırakacakmış.

Bir söz vardır. 

Her kuşu s....k, bir haçı leylek kaldı. 

Bu biraz bu sözü hatırlatıyor. 

Kenevir ürünlerini ithal etmek zorunda kaldığımız için kenevir ekimini serbest bırakacak mışız. 

Eyvallah...

İyi düşünmüşsünüz. 

Ama biz dışarıdan bir sürü tarım ürünü ve hatta saman bile ithal ediyoruz.

Bildiğim kadarıyla bu ürünlerin ülkemizde ekilmesi yasak filan değil. 

Bu konuda ne yapacaksınız.

Dünyanın en önde gelen zeytin ve zeytinyağı üreticisi ülkelerden biriyiz.

Buna rağmen basından öğrendiğimiz kadarıyla zeytin yağı ithal etmişiz.

Mısır hasadı yaklaşınca da mısır ithal ediyoruz. 

Bu kenevir hikayesi bana pek inandırıcı gelmedi bu yüzden. 

Bunun altında bir çapanoğlu var. 

İhtimallerin en hafifi; seçim sürecinde savunulacak bir şeyleri kalmadığı için yapay kahramanlıklar yaratmaktır. 

Diğer ihtimaller felaket olur.

Atık gaz vergisi

Yeni vergi önerilerim üzerine "Adamların kulağına kar suyu kaçırma. Ciddiye alıp yeni vergiler koyarlar." şeklinde bazı tepkiler aldım. 

Bu şekilde tepki gösterenler rahat olsun. 

Biraz araştırma yaptım ve devletin zaten her şeyden çuvalla vergi aldığını gördüm. 

Hatta aynı üründen üç/dört ayrı vergi alınıyormuş. 

Vergiler o kadar yüksek ki bazı ürünlerin vergisi ürünün gerçek fiyatından fazlaymış. 

Örneğin 1000 liraya satılan bir cep telefonunun gerçek fiyatı 377 lira, vergisi ise 623 liraymış. 

Benzin, doğalgaz, motorlu araçlar ve elektrik gibi birçok şeyde de durum aynı. 

Bu yüzden yeni vergi uygulanabilecek pek fazla bir şey bulamadım. 

Ama yine de bazı tespitlerim oldu. 

Mesela içtiğimiz suyun ücretini ödüyoruz. 

Bunun bir vergisi var. 

Belediye bu suyu bir şekilde atıyoruz diye atık su ücreti alıyor. 

Ama yemeklerin atıkları ile ilgili bazı yeni vergiler konabilir. 

Mesela fasulye ve nohut için atık gaz vergisi alınabilir. 

Bütün yemekler için katı atık vergisi alınabilir. 

İstenirse yeni gelir kaynakları bulunabilir. 

Yeter ki hükümet görevlileri biraz düşünsünler.