.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
Terörizm ve Terör Örgütleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terörizm ve Terör Örgütleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2015 Salı

Dağlıca'da ne oldu? Kısa bir değerlendirme.


Anahtar kelimeler: Dağlıca Taburu, PKK Terör Örgütü, PKK saldırısı, zırhlı araçlar, mayın, komando, özel kuvvetler, operasyon.


İki gündür her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi yüzlerce PKK'lının katıldığı mayınlı bir pusudan bahsediyor, kimi 70'e kadar şehit olduğunu iddia ederek provakasyon yapıyor. Ben, böyle dağ başında bir taburun komutanlığını yapmış ve birçok olayını yaşamış biri olarak şu ana kadar öğrendiklerime göre bir değerlendirme yapmak istiyorum. Öncelikle şehit ve yaralı miktarından başlayayım. Tüm haber ve görüntülerden 2 adet zırhlı araca mayınlı bir saldırı yapıldığı anlaşılıyor. Görüntülerdeki araçlar gerçek araçların görüntüsü ise o araçlar 3 mürettebat ve yaklaşık 8 personel alıyor. Yani 2 araçta normalde 22 kişi olması lazım. Araçların durumuna bakarsak herhangi bir zarar görmeden o araçlardan çıkan bir personel de olmaması lazım. Dolayısıyla 16 şehit ve 6 yaralı açıklaması doğru bir açıklamadır diye düşünüyorum. Diğer ülkelerin ve PKK kaynaklarının açıklamasına itibar edilmemelidir. Onlar haberleri PKK kaynaklarından almaktadırlar. PKK'lılar iki sebeple asker zayiatlarını abartılı olarak bildirmektedirler. Birincisi Türkiye ve dünya kamuoyunu etkilemek yani çok güçlü oldukları propagandası yapmaktır. İkincisi ise kendi iç kamu oylarına yöneliktir. Bu da iki sebeple yapılmaktadır. Öncelikle eylem yapan grup tarafından, PKK yöneticilerine, çok başarılı bir eylem yaptıklarını söyleyerek kendi iç hiyerarşilerinde yükselmek için rakamları aşırı abartarak rapor etmektedir. İkinci sebep ise PKK yöneticileri eylem yapan grupların yalan rapor verdiklerini bildikleri halde örgüt içindeki militanların moralini yükseltmek için buna göz yummalarıdır. Bu tür bir tecrübe müsaadenizle aktarayım. Tabur komutanlığını aldığımda eski tabur komutanından, PKK'lıların ayda en az bir defa tabur merkezinden 17-18 km. mesafedeki bir üs bölgemize ve onun emniyet tepesine taciz ve saldırıda bulunduğunu öğrendim. Hakikatten eski tabur komutanı gittikten 1 hafta sonra söz konusu üs bölgesi emniyet tepesine bir taciz yapıldı. Tarafımdan telsizle yönlendirerek taciz def edildi. Telsizle yönlendirmek zorunda kaldım çünkü taburda daha önce çatışma tecrübesi olan benden başka bir üstçavuş ve bir uzman çavuştan başka kimse yoktu. Onlar da benim bulunduğum bölgedeki bir bölükte görev yapıyorlardı. Neyse. Bu olayın hemen ardından tabur s-3'ünü 1 takım askerle birlikte gece sızma şeklinde bir yürüyüşle o üs bölgesine gönderdim. Oradaki personele moral vermek ve destek olmaları için de 15 gün orada kalacaklardı. 10-12 gün sonra tekrar bir taciz olunca ertesi gece ben yanıma bir takım ve 1 GKK timi alarak oraya gittim. Sabah erkenden emniyet tepesine, oradan da taciz gelen bölgenin en yüksek tepesine çıktım. Tepeye bir takım komutanı ile bir takımı emniyet için bırakarak yukarıdan aşağıya doğru sırtları ve dere yataklarını araştırdım. Gördüğüm şuytdu: Teröristler yıllar boyunca hep aynı mevzilere girip bu üs bölgesinin emniyet tepesine saldırmışlardı. Hatta bu tepeye askerler arasında şamar tepe deniliyormuş. Mevzilerde gördüğüm paslı kovanlarla yeni kovanların hep aynı yerde olduğuydu. Bu mevzilerin GPS ile koordinatını aldım. Emniyet tepesindeki s-3'e de harita ve manzara krokisi üzerinde işaretlettirdim. Tepeye dönünce bölükteki her silahı ateş ettirerek bu hedeflere tek tek tevcih ettirdim. Sonra da şu emri verdim: Her havanın 3 mermisi barut hakkı ayarlanmış halde hazır bulunacak. Havanların tevcihleri de asla bozulmayacak. Teröristler taciz ederse herkes mevzilerde yatacak ve hedef göstermeyecek. Ama her havan bu üçer mermiyi otomatik olarak atacak. Aynı anda her biri bir hedefe tevcih edilmiş uçaksavar makineli tüfekleri 50, uçaksavar topu 10, otomatik bomba atar 30 mermiyi hedef gözetmeksizin atacak. Ondan sonra personel kafasını kaldırıp hedef arayarak ateş edecek. Bu hazırlık ve müteakiben verdiğim diğer emniyetle ilgili emirlerden sonra geri döndüm. Ha birde acaba işe yarar mı diye tabur merkezindeki 1 ASKARAD'ı da oraya götürmüştüm. Köylüler de benim geldiğimi duyunca gelmişlerdi. Radar araçtan indirilince köylüler komutan bu nedir diye sordular. Ben de; Tugay'dan yeni bir cihaz gönderdiler. Bu yeni icat edilmiş gizli bir radar. Teröristler sürekli dere yataklarından görünmeden yaklaşıp karakola ateş ediyorlar ya, onu önlemek için gönderdiler. Bu alet tepelerin arkasında da olsa, dere yatağından da gelse yaklaşanı gösteriyor. Şimdi gelsinler de görelim bakalım dedim. Köylüler meraklı meraklı cihazın bir yerini görmek ister gibi baktılar ama sandık içinde olduğundan bir şey göremediler. Neyse 1 hafta sonra telsizden yine taciz haberi aldım. Bölük komutanını aradım. Tuhaf bir durum vardı. Teröristler makineli tüfekle ateş etmeye başlamışlar. Emir verdiğim gibi tüm tevcihli silahlar anında ateş etmiş ve 30-40 saniyelik bu sürenin ardından kafalarını kaldırınca ateş eden kimse görülmemiş. Acaba emniyet tepesindeki askerler gece ay ışığı yansıması vb. bir şeyi görüp ateş mi etti diye bu bölüğe 8-9 km mesafedeki diğer bölüğü telefonla aradım. Onlar da teröristlerin makineli tüfekle tacize başladığını ama ilk merminin hemen ardından ani karşılık alınca başka ateş etmediklerini söylediler. Ben de bölük komutanını tekrar arayıp; yeni radarın işe yaradığını, teröristler daha tepelerin ardından ve dere yataklarından yaklaşırken tespit edilip tedbir alındığını köylülere anlatmasını söyledim. Bundan sonra 2 yıl boyunca tek bir taciz olmadı. İlginç olan ertesi gün PKK yayın organlarında yapılan eylem sonucu 13 askerin şehit edildiğini, onlarca askerin yaralandığını, hatta askerleri kurtarmak için müdahale eden bir zırhlı aracın da roketle vurulduğunu yazıyordu. Daha sonra eylemi yapan grubun Kuzey Irak'a çektiği raporun telsiz dinlemesi Tugay'dan geldi. Bu raporda da aynı şeyler söyleniyordu. İşin komik tarafı taburda tek bir zırhlı araç, bir kobra vardı ve o da tabur merkezindeydi. O bölükte 3 mersedes kamyon hariç araç ta yoktu. Daha da komiği, bölük komutanı ertesi gün köylülere durumu anlatınca köylüler çok şaşırmışlar. Onların tacizden haberi bile olmamış. Akşamki atışları da benim zaman zaman yaptırılmasını emrettiğim gece atışlarından biri sanmışlar. Gelelim Dağlıca'daki saldırıyı yapan terörist sayısına. Bence en fazla 8-10 terörist tarafından yapılmıştır. Hatta belki de dağdan terörist bile gelmemiş olabilir. Bu eylemleri teröristlerin milis dedikleri köylerde yaşayan adamları bile yapmış olabilir. Anlaşılan bu yola asfalt dökülmeden yani olay gününden çok önce EYP (el yapımı patlayıcı) yerleştirilmiş ve araçlar geçerken patlama noktasını gören bir yerdeki birkaç kişi tarafından uzaktan patlatılmıştır. Sonra da bu herifler hızla olay yerinden uzaklaşmıştır. Bölgeye atılan timler eğer çatışmaya girmişlerse bu kaçan az sayıda teröristle veya bölgedeki başka teröristlerle çatışmaya girmiştir. Şehit cenazelerinin köylülerce çıkarılmasını da çok yadırgamıyorum. Başıma geldiği için biliyorum. Böyle bir mayın olayının ardından birlikler hemen yakın sırtlara yönelik operasyon yapıp eğer yakalayabilirse teröristleri imha etmeye çalışır (eğer personel ve birlik komutanları tecrübeliyse). Dolayısıyla olay yerinde sadece varsa yaralılara yardım edenler olur. Öte yandan Dağlıca taburu alan kontrolü mantığı içinde birliklerinin önemli bir kısmını emniyet tepesi ve üs bölgesi/bölgeleri'nde kullandığı için arazideki bu tür olaylara müdahale edecek fazla bir birliği de yoktur. Dolayısıyla olayın ardından öncelikle emniyeti sağlamaya çalışmış olmaları muhtemeldir. Ama bu olayın çok farklı bir özelliği de var. Tabur komutanı şehit, iki zırhlı araç imha olduğu için ilk anda emir komuta konusunda sıkıntı olmuş olabilir. Bir de bu kadar büyük patlamalar muhtemelen askerleri çok fazla tedirgin etmiştir. Hatırlarım, benim yaşadığım bir mayın olayından sonra uzun süre operasyonlarda asker yere basmamak için neredeyse ayak parmak uçlarında yürüyordu. Buradan konuşmak kolay ama olayı yaşayan bilir. İlk şoku atlatmak oldukça zordur. Hele birlik komutanı da şehit olmuşsa çok daha zordur. İşte bu sebeple muhtemel yeni mayınlardan şüphelenen bir rütbeli bölgedeki her şeyden haberi olan köylüleri dereye yuvarlanmış araçtan şehitleri çıkarmak için olay bölgesine götürmüş veya göndermiş olabilir. Bunları niye mi yazıyorum. Benim face listemdekilerin büyük çoğunluğu asker kökenli ama buna rağmen çok farklı ve bazıları da alakasız yorum ve paylaşımlar gördüm de ondan. Ayrıca bu kadar şehit verildiği bir zamanda politikayı biraz ertelemenin uygun olduğunu düşünüyorum. Elbette ki bu olayların sorumlularını herkes biliyor ama bence biraz güncel politikayı bir yana bırakıp acaba biz ne yapabiliriz diye düşünmekte fayda var. Bir kaç kişinin bu yöndeki girişimleri de bence oldukça önemli. Saygılar sunarım.




26 Eylül 2014 Cuma

Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) Dünyaya Yayılıyor (MU?). Türkiye ne yapmalı?


Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)
Afganistan ve Pakistan'da birçok eski El Kaide militanı ve sempatizanı da dahil olmak üzere çok sayısa gönüllünün IŞİD'e katıldığına dahil haber ve yorumlar son günlerde giderek artıyor.
Görünen o ki önemli liderleri öldürüldükten sonra artık bir tıkanma noktasına gelen El Kaide taraftarları da IŞİD'a katılıyor. Bundan başka eylem yapmakta ve popüler olmakta sıkıntılar yaşayan diğer radikal dini örgütlerin tabanında da IŞİD'e yönelik bir kayma var.
Bu da  giderek büyüyen IŞİD'in önümüzdeki günlerde yeni ve sansasyonel eylemler yapma kapasitesinin artacağı anlamına geliyor.
Bilindiği gibi IŞİD şimdiye kadar Irak ve Suriye alanında, daha çok yerel düzeyde eylemler yapan bir örgüttü. Şimdi, artan popülaritesiyle daha önce uluslar arası arenada asimetrik eylemler yapan diğer örgütlerin kadrolarının bir kısmını devşirmeye başladığına göre eylemlerini bu yeni katılanların tecrübe ve bilgi birikimlerinden de yararlanarak uluslararası düzeyde yaygınlaştırabilir.
Böyle bir durum ise Türkiye'yi doğrudan doğruya etkileyebilecek bir gelişmedir. Çünkü El Kaide örneğinde de gördüğümüz gibi Türkiye bazı sansasyonel eylemler yapmak açısından hem psikolojik, hem teknik, hem altyapı (terörist sempatizanlarının yaşadığı ve faaliyette bulunduğu bir ülke olarak) ve hem de örgüte coğrafi yakınlık açısından en uygun ülkelerden biridir.
Böyle bir eylem ülkemizde huzursuzluk ve iç istirarsızlık yaratarak Türkiye'ye sorun yaratabilir.
Diğer önemli bir husus ta bölgede şu anda hava müdahalesi şeklinde başlamış olan Batılı ülkelerin bölgeye yeni ve köklü müdahalelerini getirebilir. Bu da bölgeyi daha da istikrarsızlaştırarak bizi de derinden etkileyecek yeni bölgesel sorunlar yaratabilir.
Bilidiği gibi bölgeye demokrasi ve istikrar getirmek iddiasıyla Irak'a yapılan ABD müdahalesi sonuçları daha uzun yıllar devam edecek gibi görünen yeni istikrarsızlıkları getirmekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Bu istikrarsızlıklar güvenlik, dış politika, ekonomi vb. birçok alanda en çok Türkiye'yi etkilemiştir.
IŞİD militanları arasında birçok Türk vatandaşının da olduğu bilinmektedir. Bu örgütün eylemlerini genişletmesi her açıdan bizi etkileyecektir.
Türk güvenlik güçlerinin gerekli önlemleri almak için örgütün etkinliğini ülkemize de yayabileceğini göz önüne alarak şimdiden tedbir almaları zorunludur.

Saygılar sunarım.

26.9.2014. M.Ç.

IŞİD hakkında başka bir yazı okumak için lütfen tıklayınız.

1 Kasım 2013 Cuma

Kozakçıoğlu'nun sır dolu intiharı!.....



Eski Olağanüstü Hal Bölge (OHAL) Valisi Hayri Kozakçıoğlu (75) Sarıyer’deki villasının yatak odasında 25 Mayıs sabahı ölü bulunmuştu. 


Polis, Kozakçıoğlu’nun, kendine ait toplu Smith Wesson tabancayla kalbine tek el ateş ederek intihar ettiğini açıklarken savcılık araştırma başlatmıştı. 


Bitişik atış olarak tabir edilen namluyu bedene dayayarak ateşleme sonucu, merminin girdiği yerde yanık izi oluştuğunu, silah sesinin de duyulmamasına bu atışın neden olmuş olabileceğini söyledi. 


Evde herhangi bir not ya da mektup bulunmamıştı.


Kozakçıoğlu’nun villasında ölü bulunmasıyla ilgili soruşturma tamamlandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Kozakçıoğlu’nu ölümünde şüphe oluşturacak bir neden bulunamadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi. Kozakçıoğlu’nun intihar ettiği belirtilerek dosya kapatıldı.

Adli Tıp Kurumu, yaptığı ön otopsi raporunda olayı, ‘intiharla uyumlu ölüm’ şeklinde değerlendirdi.
El svapları ile ilgili incelemenin ise devam ettiği bildirildi. Olayın ardından villanın dışı ve bahçesindeki güvenlik kamera görüntüleri de incelendi. Görüntülerde, şüpheli bir duruma rastlanmadı.

Kozakçıoğlu'nun eşi Sabire Kozakçıoğlu’nun ifadesinde, “Gece saat 01.00’a kadar günlük konulardan konuştuk. Midesinin iyi olmadığını, kendisini iyi hissetmediğini söyledi. Randevuları olduğunu erken kalkması gerektiğini söyledi. Sabah kalktığında, odasından çıkmadığını gördüm. Kapıya yöneldim. Kapı kilitliydi. Oğlum Ferhan’ı aradım. Oğlum polisle eve geldi” diye ifade vermiş.

Sabire Kozakçıoğlu, eşinin neden ölümü seçtiği konusunda bir bilgisinin olmadığını söyleyerek, silah sesi duymadığını belirtti.

Hizmetçi de silah sesi duymadığını söyledi.

Haber özet olarak bu. Çok önemli makamlarda bulunmuş biri başından silahla vurulup ölüyor ve intihar denerek dosya hemen kapanıyor.

Biraz şüphe çekici değil mi?

Hiç bir belirti vermeden intihar etmesi tuhaf değil mi?

İntihar edecek birisi ertesi gün için neden birine randevu versin?

Peki neden hiç bir not bırakmamış?

Adam 75 yaşında, ani bunalıma girip intihar edebilecek bir yeni yetme değil

İntihar ettiğine dair deliller çok açık ve belirgin görünüyor.

Bizzat bu durum bile şüphe uyandırmıyor mu?

Bir zamanlar suç analizi dersi görmüştüm. Hocamızın bir sözü hala aklımda: Herşey aşırı derece açık ve normal görünüyorsa bu durum bir anormallik olduğunun en önemli işaretidir.

Burada da da her şey çok açık görünmüyor mu?

Yada öyle görünsün diye düzenlenmiş olamaz mı?

Açıkçası bilmiyorum.

Ama OHAL valiliği yapmış ve muhtemelen çok önemli düşmanları olabilecek birisi böyle ölürse, sanırım daha şüpheci olmak ve daha detaylı inceleme yapmak gerekir.

Daha sonra, elde edilebilecek bir bilgi veya birilerinin çocuklarının yaptığı gibi bir iddia sonucu mezardan çıkarılmasın.

Saygılar sunarım.

22 Ekim 2013 Salı

Abdullah Öcalan ve PKK'lılar ne zaman hapisten çıkacak? Apo hapisten ne zaman çıkacak?


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), İspanya'da 23 kişiyi öldürmekten hüküm giyen ETA militanı Ines del Rio'nun serbest bırakılması yönünde karar almış.

Bu şahıs İspanyol mahkemelerinde toplam 3 bin 828 yıl hapis cezası almış. İspanyol yasalarına göre bir kişi en çok 30 yıl hapis yatabiliyormuş. Ines'in iyi halden 18 yıl sonra, Temmuz 2008'de çıkması beklenirken İspanya Yüksek Mahkemesi yine bir İspanyol hukuk doktirinine göre bu cezayı 2017 yılına kadar uzatmış.


Gel gör ki Ines'in avukatları bu karar hakkında AİHM'de dava açmış. Mahkeme de dün (20 Ekim 2013) genel bir hukuk ilkesine dayanarak bu şahsın serbest bırakılmasına karar vermiş.


Olay bu kadarla da bitmiyor. Halen hapis yatan 136 ETA üyesinin de bu kararla serbest kalmasının yolu açılmış.


Şimdi İspanyollar bu kararın uygulanmamasını tartışıyorlarmış. 


Ancak bu karar uygulanmazsa İspanya, Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesinin uygulayabileceği yaptırımlara maruz kalacakmış.

Şimdi bize dönelim.

29 Haziran 1999'da yapılan son duruşma ile Abdullah Öcalan'ın; Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından, kurduğu silahlı terör örgütü PKK'yı, sevk ve idare ederek, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldü. Abdullah Öcalan, oy birliği ile idama mahkûm edildi. Karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından da onandı. 


Mahkemenin gerekçeli kararında, Öcalan'ın, eylemlerinin şiddeti, yoğunluğu ve sürekliliği ve içinde bebek, çocuk, ihtiyar ve kadınların da bulunduğu binlerce insanın öldürülmüş olması ve ülke genelinde ciddi tehlike oluşturması nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun 59. maddesinde düzenlenen cezai sorumluluğu kaldıran veya azaltan nedenlerden yararlandırılmasının uygun görülmediği açıklandı. 

Mahkemenin verdiği idam kararı, Yargıtay tarafından 25 Kasım 1999 tarihinde onandı, fakat idam cezası yerine getirilmedi, AB uyum yasaları ile idam cezası kaldırıldığı için İmralı'da hapis yatmaktadır.

Şimdi çoğu insan APO'nun serbest bırakılamayacağını, cezasının tümünü hapishanede çekeceğini düşünüyordur.


İspanyollar da Ides için aynı şekilde düşünüyordu, ama sonuç ortada.


Dünyanın ve ülkelerin durumu her geçen gün değişiyor. 


Ülkeler artık eskisi kadar bağımsız değil. 

Hele de AB gibi konfederasyondan yavaş yavaş federasyona giden bir yapıya üye olmuşlarsa.

Peki Apo serbest kalabilir mi?


Evet!


Kesinlikle!


Belki yakın bir gelecekte değil ama bir gün mutlaka!


Bu söylediğimi saçma bulanlar olabilir...


Buna inanmayanlar da olabilir...


Ama geriye dönüp bir bakın...


Apo neden asılmadı: AB uyum yasaları sebebiyle.


Herkeste Apo'nun asılacağına dair bir beklenti yok muydu?


Bimem ama bende vardı.


Fakat olmadı...

Bu güne kadar uygulamaya konan açılım yasaları ve son paketi ele alalım mesela.


10 sene önce bunların olacağını söylesek kimse inanır mıydı?


Elbette ki hayır!


Fakat oldu...


Yarın bir gün AB'ye girmemiz gündeme gelebilir.


Tam olarak üye olmamız bile gerekmez.


Üyelik arefesi denilebilecek bir durum olabilir mesela....


Veya tam üyeliğe çok yakın özel bir statü...


Millet hemen bir zafer sarhoşluğuna kapılmayacak mı?


Basın organları, 
amiyane bir tabirle ''Yazık, bu adam da burada çürüdü. Onun da anası ağlamasın!'' diye bir propaganda kampanyası başlatmayacaklar mı?

Bunları AB de; ''Demokrasi gereğidir. Hukuk gereğidir.'' gibi teranelerle desteklemeyecek mi?


Hatta ''Ama, bakın  Apo serbest kalmazsa 
falan ülke üyeliğinizi veto edecek!'' gibi sahtekarlıklarla el altından tehdit etmeyecekler mi?

Peki, sizce bunlar olmayacak mı?

Bence olacak...


Olay zaten bu mecraya girdi.


Şimdi bunun nasıl olacağı bile tartışılıyor.


Silahlı Kuvvetlerin siyasi yargılamalarla içeri atılan mensuplarının APO ve PKK'lıların serbest bırakılması için kullanılacağı bile konuşuluyor.

Terör örgütleri ve yöneticileri ile ilgili genel bir af çıkarılacakmış. Görüntüde bu komutanları serbest bırakmak için olacakmış. Ama aynı af ile APO ve PKK'lılar da çıkacakmış.

Zaten Komutanların, devleti yıkmak, terör örgütü kurmak ve idare etmek gibi iddialarla PKK'lılar gibi bir terör suçlusu konumuna sokularak hapsedilmesinin sebebi de buymuş.


Hem hükümet sadece komutanlara af çıkarıp ta APO ve tayfasına özel bir kural uygulamaya kalkarsa AİHM İspanyada olduğu gibi bir karar vermeyecek mi?

Ben bu konuda yorum yapmak istemiyorum. 


Yorumu siz yapın.

Bu olaydan bağımsız olarak, genel gidişatı değerlendirmeye çalışıyorum.

İddia edilen senaryo gerçek olmasa bile genel gidişat APO ve PKK'lıların bir gün serbest bırakılacağını gösteriyor.


Ben kişisel olarak bunun olacağına inanıyorum.


Sadece ne zaman olacağını bilmiyorum.


Hangi bahanelerin ileri sürülerek bunun yapılacağının ise hiçbir önemi yok.


Bu konu bu hükümete de bağlı değil artık.

Bu günkü hükümet iktidarda olsa da olmasa da bu olacak.


Çünkü 10 yıldan fazla bir zamandır bizi bu sonuca götürecek yolun kaldırımları döşeniyor.


Önümüzde hala birkaç yol ayrımı kalmış olabilir.


Ama yakın zamanda bu yol tek yola düşecek.


Bu yoldan kim yürürse yürüsün o yolun bizi götürdüğü yere gidecek. 


Saygılar sunarım.


21 Ekim 2013 Pazartesi

Karda Zordur Yürümek: Dağların ve Soğuğun fotoğrafı.

Bu görüntüler Herekol (Yazlıca) dağında çekildi. Bu bir operasyon değil. Doğanca Köyü'ne de verilen, bir bölüğümüzün suyu kar yüzünden kesilmiş, bu kesintiyi gidermek için su toplama ve dağıtım noktasına gidip kar ve borulardaki tıkanıklığı gidermek için düzenlediğimiz bir faaliyet.
Bu arada arazinin de genel bir keşfini yapmıştık.

Kar yükseklerde çok fazla olduğundan değil teröristler, arazide kurt, tilki ve domuz gibi hayvanlar bile yaşayamıyor, daha alçak arazi kesimlerine gidiyorlardı. Biz de herhangi bir iz veya emareye rastlamadık.

O zamanlar sıcak evlerinde karılarının koynunda yatıp ta; bize hiç bir şey yapmadınız muamelesi yapanlara da bir örnek olsun istediğimden bu resimleri yayımlıyorum.

Elbette bir çok operasyon da yaptık. Teröristlerle çatışmalara girdik, yaralılar ve şehit te verdik. Ama bunları yok saysak bile orada yaşamak ve devletin varlığını göstermek bile oldukça zor ve önemli bir görevdi. Çünkü, bizden başka hiç bir devlet görevlisi gelmiyordu oralara. 

Ha, bu arada öğretmenlerin hakkını yemeyeyim. Okulda üç genç erkek öğretmen (biri asker öğretmen) vardı. Daha sonra diğer üç köye de birer tane vekil öğretmen geldi. Öğretmenler ve bizden başka devlet memuru kalmıyordu benim sorumluluk alanımdaki köylerde. Sağlık ocağı ve camilerde resmi görevli yoktu. Atama yapılmıyor, atananlar da bir yolunu bulup gelmiyordu. Mesela Okçular Köyü camiine bir imam atanmış ama görev yerine hiç gelmeyip tayin süresini Pervari'de müftülükte geçirmişti.

Şimdi sağda solda bu askerler de görevini yapmamış diyenleri duydukça üzülüyorum. Biz görevimizi yaptık elbette, ama buna inanmayanlar görsün istedim ki hiç olmaz sa görev yerimizde bulunduk, başkalarının aksine.
Görevimizi de yapmaya çalıştık en iyi şekilde. Sırt üstü de yatmadık tabii ki.

Saygılar sunarım.










Siirt İli, Pervari İlçesi, Okçular Köyü Bölgesi: Yazlıca (Herekol) Dağı.








































20 Ekim 2013 Pazar

Terör Örgütü Kurmanın Sonuçları.


     Irak'ta bir ABD üssüne inerken direnişçiler helikopterlerimizi ABD helikopterleri olarak düşündüğünden olsa gerek havan ve roket atışına tutmuştu. Arkadaki duman o bölgede patlatılan bir el yapımı patlayıcı, öndeki toz bulutu ise patlayan havan mermisinin çıkardığı toz. Şükür bir zayiatımız olmamıştı.
     Alttaki resimde ise iniş yerinde personel ve helikopterleri yatay mermi yollu silahlara karşı korumak için beton bloklar konulmuş.
     Bu resimleri yayımlamamdan maksat ise şunu göstermek: ABD gibi süper güç bir devlet bile, her ne kadar barınma alanlarının etrafına blok taşlar ve tel kılıflar içine doldurulan toprak duvarlar ile kısmen emniyete almış olsa da, bu tür saldırılara karşı %100 tedbir alamıyor.
     Üç tane cahil adamın eline birer RPG verin, ölümü umursamayacak şekilde motive edin, en güçlü devletin en teknolojik sistemlerine rahatlıkla saldırabilirler. Maliyet ise neredeyse sıfır.
     Roketatarlar Ortadoğu piyasasında sudan ucuza bulunabiliyor. Eğitimsiz ve motive olmaya uygun sebepleri olan insan bulmak ise silah bulmaktan daha kolay.
     İşte bu yüzden ABD'ye bu dünyada askeri olarak meydan okuyabilecek, bunu yaparsa (Saddam gibi) da sonuç alabilecek hiçbir devlet olmadığı halde, bireysel veya küçük gruplar olarak örgütlenen ABD düşmanı herkes bunu yapabildi, hala da yapabiliyor.
     Bu sadece ABD için değil; Çin, Rusya, İran, AB ve Türkiye de dahil her ülke için de geçerli.
     Bu yüzden ülkeler en az birbirlerine karşı aldığı tedbirler kadar (hatta daha fazla) terör örgütlerine ve muhtemel eylemlerine karşı tedbir almalı. Aynı zamanda; bu işin ucuz olmasına bakıp ta terör silahını birbirine karşı kullanmamalı.
     Çünkü bu silah iki ucu da ısıtılmış bir demir gibi. Bir ucunu düşmana saplarken, tuttuğunuz ucu da sizin elinizi yakıyor.
     Karşı tarafın da size aynı silahla karşılık vermesi ihtimali de cabası.
     Son günlerde, basın ve yayın organlarında,  bazı terör örgütlerini (Suriye'de) desteklediğimiz söyleniyor.
     Eğer bu doğruysa, yetkililerin bir defa daha düşünmesinde yarar var.
     Afganistan'da ABD ile savaşan direnişçiler, ABD'nin Sovyetler Birliği İşgaline karşı eğittiği, silahlandırdığı ve beslediği mücahitler idi.
     Sovyetler gidince bunlarla savaşmak ABD'ye düştü.
     11 Eylül'de ise, ABD; tarihinin en ağır ve alçaltıcı saldırısına maruz kaldı. Bunu yapanlar da eski ABD müttefiki örgüt ve kişilerdi.
     Sanırım başka örnek vermeye gerek yok.
     Fazla söze de gerek yok.
     Akil olan anlar.
     Saygılar sunarım.


13 Ekim 2013 Pazar

Türkiye'deki Fethullah Gülen Cemaati Okulları Kime Hizmet Ediyor?


Hükümet, tartışmalı paketi açıkladıktan sonra herkes destek veya eleştiri mesajları içeren açıklamalarda bulundu. Bu arada, son moda cemaat demokrasisi (Cemaokrasi)  rejiminin gereği olarak meşhur cemaatimiz de açıklamalarda bulundu. Zaten artık devleti kendi kontrollerinde bir cihaz olarak gördüklerinden olsa gerek her devlet meselesinde açıklama yapmaktan hiçbir zaman geri duymuyorlar. Zaten bu açıklamalara alışan ve kendi yönünü çizmek için bir işaret bekleyen çevreler için bu açıklama gelmez veya gecikirse anormal gelmeye başladı.
Dedim ya, bayağı bir cemaokratik devlet olduk. Mesela genelkurmay başkanı artık askeri konularda bile fikrini söylemeye korkmakta (Örneğin askerliğin kısaltılması konusunda Genelkurmay ne dedi duyan veya anlayan var mı?), sivil idare nasıl uygun görürse, karar sivil idarecilerin kararı goygoyculuğu yapmakta ama kime hizmet ettiği belirsiz, resmi bir örgütlenme yapısı olmayan, vergi kaçırıyor mu, suç oluşturabilecek bir programı varmı belli olmayan ve kesinlikle hiçbir organ tarafından denetlenemeyen bir cemaat sanki devletin asıl ve tek sahipleri imiş gibi her devlet meselesinde açıklamalar yapmakta ve dahası bunlar büyük bir önemle ciddiye alınmaktadır.
 Nitekim cemaat yetkililerinden (ne konuda yetkili bilmiyorum ama Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı sıfatı ile tanınıyor) birisi bir gazeteciye yeni paket ile ilgili bazı hususlarda, özellikle de Kürtçe eğitim konusunda bazı demeçlerde bulunmuş ve bu gazete tarafından bu büyük bir olay olarak yansıtılmış.
Röprotajın bir kısmını değiştirmeden özet olarak aşağıda sunuyorum.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Uşak, Güneydoğu'daki Gülen cemaati okullarında mevzuat değişikliği ardından Kürtçe eğitim de verilmesi hakkında 'işin tabii seyri gereğidir' dedi.
Uşak, Hizmet Hareketi'nin yurt dışındaki okullarında yerel dilde de eğitim yaptığını hatırlattı ve "Türkiye'de de mevzuat değişikliği yapıldıktan sonra Kürtçe eğitim yapılması işin tabii seyri gereğidir" dedi.
Güneydoğu'da da pek çok okulu bünyesinde barındıran cemaatin "Kürtçe eğitimini bölgeye göre değil, talebe bağlı sağlacağını düşündüğünü" belirten Uşak, eğitimin sadece özel okullarla sınırlı kalmaması gerektiğinin altını çizerek "Türk vatandaşları ana dillerini nasıl öğreniyorsa Kürt vatandaşların da, Laz, Abaza, Çerkes vatandaşların da ana dillerini devletin finanse ettiği okullarda öğrenmesi sağlanmalı" dedi.
"Gülen cemaati, Kürtçe eğitim vermeye hazır mı?" sorusuna verdiği "Ben hazır olduğunu düşünüyorum, özel okullar hepsinden daha önce hazır" sözlerini hatırlattığımız Cemal Uşak, gelişmelere dair şöyle konuştu:
 "Ben bunu genel bir mantıkla ve muhakeme yürüterek söyledim. Irak Kürdistanı'nda Hizmet Hareketi'nin okullarında Kürtçe eğitim yapılıyor. Ayrıca, başka ülkelerdeki eğitim kurumlarında da söz konusu ülkelerin yerel dillerinde eğitim yapılmakta iken Türkiye'de de mevzuat değişikliği yapıldıktan sonra Kürtçe eğitim yapılması işin tabii seyri gereğidir, diye düşünüyorum."
 Kürtçe eğitim için Hizmet okullarında hazırlıkların başlayıp başlamadığını sorduğumuz Uşak, "şu an için hazırlıkların söz konusu olmadığını" belirtirken, gelişmelerin Başbakan Erdoğan'ın da açıkladığı üzere Bakanlar Kurulu'nun yapacağı düzenlemeye bağlı olduğunu söyledi.
 GYV Başkanı Mustafa Yeşil'in T24'e verdiği söyleşide dile getirdiği "İstanbul’da da Kürtçe dili tercihli yapılabilir" sözleri hatırlatılıp, cemaat bünyesindeki okullarda Kürtçe eğitimin Güneydoğu ile mi sınırlı kalacağını, yoksa talebe göre farklı şehir ve bölgelerde de verilip verilmeyeceğini sorusu üzerine Uşak, "Mantık, talep edilen her yerde bunun yapılabilmesini gerektirir. Dünyanın en büyük Kürt kenti İstanbul, burada da talep gelmesi tabiidir" dedi.
"Paketteki haliyle getirilecek mevzuatı yeterli görmüyorum. Ben bir an önce, Türk vatandaşları ana dillerini nasıl öğreniyorsa Kürt vatandaşların da, Laz, Abaza, Çerkes vatandaşların da ana dillerini devletin finanse ettiği okullarda öğrenmesinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Paketteki önerinin kamuoyunu hazırlamak için ilk adım olduğunu düşünüyorum ve devamının geleceğini ümit ediyorum."
Ben bunu dudaklarımı ısırarak okudum. Bu şahıs kendi kafasına göre Irak Kürdistanı gibi uydurma tanımlar kullanarak Türkiye’nin bir kısmının da Türkiye Kürdistanı olduğunu ima etmekte, yani ülkemize yeni bir coğrafi tanımlama kazandırmakta, Kürtçe ile yetinmeyip daha bir çok dilde eğitimden bahsetmekte ve hatta hızını alamayıp İstanbul’a en büyük Kürt şehri diyerek bölücülerin (PKK ve taraftarlarının) bile söylemeye utanacağı abes kelimeleri rahatça kullanmakta ve bunu çok normal bir şeymiş edasıyla ifade etmektedir.
Elbette bu konuşmanın bu yönleri de kabul edilemez densizliklerdir bana göre. Ama ben burada başka bir konuyu vurgulamak istiyorum.
Kürtçe eğitimin özel okullarda serbest bırakılması açıklanınca çoğu insanın aldatılarak ‘’eh kim kuracak bu okulları da bu eğitimi verecek, Kürtçe dil okulları girişimleri nasıl fiyaskoyla bittiyse bu da etkisiz bir taviz.'' diye düşünmesi sağlanmıştı.
Ama pandoranın kapağı açılınca içinden çok farklı bir şey çıkmaya başladı….
Demek ki yeni özel okul kurulmasına ihtiyaç yokmuş. Cemaat okulları bu görevi gönüllü olarak üzerine alacakmış anlaşılan.
Her yıl Türkçe olimpiyatları yaparak milletin gözünü boyayan cemaatin gerçek niyeti demek ki farklıymış. ‘’Dünyaya Türkçe öğretiyoruz.’’ derken aslında bu tiyatroyu, çoğunluğu milliyetçi vatansever insanlar olan Türk halkını kandırarak kendi okullarına ekonomik destek sağlamak yani sömürmek için tezgâhlıyorlarmış.
Arkadaş, sen dünyaya Türkçe öğretmeden önce kendi ülkenin vatandaşlarına Türkçe öğretsene. Sen ülkede iki dilli ve hatta çok dilli bir yapının temellerine harç taşıyarak Türkçe’nin yaygınlaşmasına zarar vermesene.
Bu paket ten bir şey olmaz diyenlere sesleniyorum!....
Yanılıyorsunuz.
Bu paketten bir şey olacak, hem de tahmin etmediğiniz kadar kötü bir şeyler.
Ve bunlar yavaş yavaş çıkmaya başladı bile…
Özel okul lafı sizi kandırmasın.
Hükümet bu kanunu çıkaracak, cemaat te bu işin taşeronluğunu yapacak, başka okula filan da gerek kalmayacak.
Cemaat, başkalarının taşeronluğunu yapmak konusunda oldukça tecrübeli zaten….
Tüm Türkiye’de yaygın bir okul ağları da var.
Şimdi, cemaat dershaneleri kapanınca onlar da yeni özel okullara dönüşecek ve okul ağı daha da büyüyecek.
Yeni bir yatırıma, yeni bir okula da gerek yok…
Bu eğitim çok kısa bir zamanda yaygınlaşabilir.
Hükümet kanunuyla ve cemaat okuluyla…
Ne demiş atalarımız: ‘’Çingene çalar Kürt oynar.’’
Anlaşılan bu konuda: ‘’Hükümet çalıyor, cemaat ise oynayacak.
Sanırım PKK ve BDP’de (düğünlerde aslında kendileri oynamaktan pek anlamayan ve el çırparak oynuyor görünen beleşçiler gibi) bunların etrafında halka yapıp alkış tutacak.
Oh ne ala!
Herkes mutlu….
Herkes eğleniyor….
Benim se duyduğum gürültüden uykularım kaçıyor.
Ama milletimizin kulaklarına tıkaç, gözüne siyah bez takılmış.
Makarnayı, hem de yoğutlu olarak yemiş.
Bedava kömürü de sobaya ağzına kadar doldurmuş, sıcaktan mayışmış.
Maşallah horul horul uyuyor.
Uyutuluyor!.....

Saygılar sunarım. 




29 Eylül 2013 Pazar

PKK Terör Örgütünün Yaptığı Katliamlar.


     Son zamanlarda, açılımdır, demokratikleşme paketidir söylemleri ''Analar ağlamasın!'' sloganı altında aldı başını gidiyor. Muhalefet partileri dirayetsiz, hatta bazıları oy peşinde bunlardan daha az tehlikeli olmayan bazı yeni söylemler geliştirme peşinde, Silahlı Kuvvetler iğdiş edilmiş, hala anlayamadığı, çoğu iç güç odaklarından kaynaklanan, asimetrik tehditlere karşı kendini korumaktan aciz ve endişe içinde, halk başsız, amaçsız ve umutsuz, günlük ekmek peşinde. Bu gidişe karşı çıkacak, direnecek bir irade yok gibi görünüyor. Polis ve yargı işbirliğiyle; direnen veya direnebilecek olanlar ya gaza boğuluyor, ya da hapse atılıyor. Hükumet, bilerek veya bilmeyerek ülkeyi bölünmeye götüren yolun kaldırım taşlarını, doğru dürüst bir direnmeyle de karşılaşmadan, adım adım döşüyor. Apo siyasi lider, hatta Tüm Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi gibi gösteriliyor, devletle görüşmeler yapan resmi bir taraf sıfatını zımnen kazanmış, istediği gibi manevra yapıyor. Onu hapse atanlar hapse atılmış, PKK ile mücadele edenler terör örgütü üyeliğinden içeri girmiş, KCK'lılar serbest bırakılıyor. Apo; barış güvercini rollerine bürünmüş, kendini Beyaz Mandela gibi görüyor ve anladığım kadarıyla onun yolunu taklit etmeye çalışıyor. Doğrusu bir gün Mandela gibi törenlerle çıkması ve omuzlarda taşınması ihtimali de yok diyemem.
    En kötüsü de basın! Kendilerine gazeteci diyen bazı şahıslar, devlet aleyhine, millet aleyhine durmadan propaganda yapıyor. PKK'nın tüm yaptıkları millete unutturulmaya çalışılıyor ve terör örgütü mensuplarını sanki haksızlığa uğramış mağdurlar gibi millete yutturmaya çalışıyorlar. Barış diyorlar, demokrasi diyorlar, analar ağlamasın diyorlar; adeta millete kendini öldürecek zehri süslü püslü, altın, gümüş bardaklarda içirmeye çalışıyorlar.
     Acı olan ise; milletin oldukça önemli bir kısmı bunlara inanmış durumda olması. Nasıl inanmasınlar ki. Zaten günlük yaşamın ağırlığı, geçim sıkıntısı gibi dünya meselelerinden, okumaya-yazmaya, hele hele düşünmeye hiç fırsatı olmayan insanlarımız; başta hükümet yetkilileri olmak üzere, basın yayın organları, yüklü miktarda parayı ceplerine indirerek bu görevi kabul edecek kadar akıllı olan akil adamlar ve artık sivil toplum kuruluşu sıfatını alarak daha modern, daha güncel bir havaya bürünen cemaat (lar) tarafından koro halinde aynı şeyler (Barış! Demokrasi! Analar ağlamasın!) söylenerek uyutulmaya, hipnotize edilmeye çalışılıyor. Bu faaliyet sürekli tekrarlanıyor. Sürekli tekrar vasıtasıyla, tüm algılar yönetilerek ve yönlendirilerek (Tekrar öğrenmenin ve propagandanın temel yöntemlerinden birisidir. Bir yalan sürekli tekrarlanınca onu dinleyenler gibi onu söyleyenler de bunun gerçek olduğunu düşünmeye başlar.) insanlarımızın duyguları, düşünceleri ve davranışları değiştiriliyor. Aslında vatanı için her şeyini feda etmeye hazır olan insanlarımız; korkak, ürkek, kararsız, pasif ve edilgen bir duruma sokuluyor.
     Doğruları söyleyecek kimse kalmamış, olanların söylenmesi engelleniyor, söyleyebilenlerin de sesi duyulmuyor. Ancak birileri her ne olursa olsun doğruları söylemeli. Vicdanı olan, vatanını seven, azıcık insanlık taşıyan herkes yarın ''Ben biliyordum böyle olacağını!'' ukalalığını yapmayı beklememeli ve bildiklerini bugünden söylemeli diyorum. Hem neden korkacağız ki. Yıllardır bu teröristlerle mücadele de hayatımızı her an kaybetme riski olmasına rağmen bundan korkmuyor duyduk ta şimdi korkacağız. Ölümden öteye köy var mı?
     İşte bu duygular içinde eski defterlerimi karıştırırken 2000 yılında akademide okurken hazırladığım(ız) bazı çalışmalara rastladım. Bunları paylaşırsam, başka hiç bir şey söylemesem bile şu an estirilen havanın, yalancı bir bahar havası olduğu, asıl gerçeklerin insanlara gösterilenden çok farklı olduğu anlaşılır diye düşündüm.
     Geçmiş unutturulmaya çalışıyor, ancak bunları okuyanlar geçmişi tekrar hatırlar diye umuyorum. Biliyorum bunları sınırlı sayıda insan okuyacak, bununla tüm Türkiyeyi aydınlatmak mümkün değil ama bir kişi bile bunları okusa yine de faydalı olacağına inanıyorum. Belki o da başka birine anlatır. Belki o başka biri de başkalarına. Her halükarda hiç söylenmemiş olmasından daha iyi.
     Bu çalışma; PKK'nın 1984'ten ve 2000 yılına kadarki faaliyetleri ile katlettiği insanların bir çizelgesinden oluşmaktadır. Umarım okuyanlara yapılanların vahameti ile ilgili bir fikir verebilir. Şimdiki gençlerin çoğunun zannettiği gibi. PKK'nın; sadece askeri birliklerle çatışan bir terör örgütü olmadığı, öğretmen, imam, memur ve köylü gibi silahsız sivil insanları (ve bizzat şu anda temsil ettiğini iddia ettiği insanları) infaz ederek insanlık suçu sayılan katliamlar yapan bir terör örgütü olduğunu gösterebilir.  Bunlar eski bilgiler diye düşünmeyin. Çünkü Apo yakalanıp hapse atılana kadar olan süreç PKK eylemlerinin en yoğun olduğu süreçtir. Ondan sonraki süreç daha durağan bir dönem olduğundan gerek çatışmaların yoğunluğu, gerekse verilen kayıplar (şehit ve gazi) daha az olmuştur.
     Bu dönemde; askeri olarak yenilen, lideri hapse atılan terör örgütü, şu andaki hükumetin de hatalı politikaları sonucunda, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi alanda yoğun çalışmalar içine girmiş, dağdaki çatışmaların durmasından faydalanarak yerleşim yerlerinde tüm ülkeyi kapsayacak şekilde örgütlenerek yeniden güçlenmiş, adeta devlete paralel bir devlet oluşturma gayretleri içine girmişlerdir. Şimdi de çözüm süreci teranesiyle ülkeyi bölmenin temel taşlarını atacak siyasi adımların atılmasına çalışmaktadırlar. Bunda da hükumetle belli bir anlaşmaya varmış olacaklar ki, hükumetin bazı bakanları; anayasanın ilk üç maddesinin bile değiştirilebileceğinden  bahsede bilmektedir.
   Artık daha fazla sözü uzatmadan PKK bu terör örgütünün zalimliklerini rakamsal olarak ta ortaya döken çalışmayı sunmak istiyorum.

   Saygılar sunarım.



PKK Terör Örgütü
Rakamlarla PKK Faaliyetleri ve Karşı Mücadele
PKK terör örgütünün 15.08.1984 - 20.02.2000 tarihleri arasında gerçekleştirmiş olduğu eylemler.

21.866 terör olayına sebebiyet vermiş olduğu görülmektedir.
OLAYLAR
Silahlı saldırı :
6.751
Güvenlik kuvvetleriyle çatışma :
8.581
Mayın döşeme ve bombalama suretiyle patlama
3.519
Gasp :
411
Yol kesme ve adam kaçırma :
1.076
Bildiri dağıtma :
676
Kanunsuz toplantı :
852
Bu olaylarda 5.546 güvenlik görevlisi vatanları uğruna şehit olmuşlardır.

ŞEHİTLERİMİZ
Asker :
4.027
Geçici Köy Koruyucusu :
1.265
Polis :
254
TOPLAM
5.546
bu olaylarda 11.387 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.


YARALILARIMIZ
Asker :
8.676
Geçici Köy Koruyucusu :
1.725
Polis :
986
Vatandaş :
4.561
TOPLAM :
11.387


Güvenlik güçlerince yurt içinde yapılan operasyonlarda; bu kanlı olaylara neden olan;
.
TERÖRİSTLER
Ölü ele geçirilenler.
18.958
Yaralı olarak yakalananlar.
706
Yardım-yataklık yapanlar dahil olmak üzere
TOPLAM :
58.165 terörist yakalanmıştır.
Teslim olanlar :
2.192
Güvenlik güçlerinin gerçekleştirmiş olduğu başarılı operasyonlar neticesinde örgüte ait;
Uzun namlulu silah :
24.183
Tabanca :
5.614
Bomba :
21.625
çok miktarda mühimmat ve örgütsel malzeme ele geçirilmiştir.
BASIN MENSUPLARI
Basın mensuplarına yönelik 35 olayda
Hayatını kaybeden basın mensubu sayısı
21
Yaralanan basın mensubu sayısı:
6
Bölgeye yerel anlamda hizmet götürmek için bölge halkının hür iradesiyle seçtiği Belediye Başkanları ve Muhtarlar da acımasızca terörün hedefleri arasında yer almıştır.
BELEDİYE BAŞKANLARI
Belediye Başkanlarına yönelik 23 olayda
Hayatını kaybeden Belediye Başkanı sayısı
23
Yaralanan Belediye Başkanı sayısı:
.
8
MUHTARLAR
Muhtarlara yönelik 105 olayda
Hayatını kaybeden Muhtarların sayısı
60
Yaralanan Muhtarların sayısı :
8
Kaçırılan Muhtarların sayısı :
30
Kaçırıldıktan sonra geri dönebilen Muhtarların sayısı :
7
Dünyanın hiç bir yerinde öğretmenler terörün hedefi olmamışlardır. Görevleri çocukları eğitmek, insanları aydınlatmak olan Öğretmenler bu kutsal görevlerine rağmen terör örgütü PKK'nın acımasız şiddet eylemleriyle yıldırılmak istenmiştir. Eğitim müesseslerini işlemez hale getirebilmek ve bölge halkını cahil bırakabilmek için öğretmenlerin yan ısıra eğitim kurumlarına karşı da terör örgütü PKK tarafından bir çok eylem gerçekleştirilmiştir.
.
ÖĞRETMENLER
Öğretmenlere yönelik 128 olayda
Hayatını kaybeden Öğretmenlerin sayısı
116
Yaralanan Öğretmenlerin sayısı :
48
Kaçırılan Öğretmenlerin sayısı :
37
Kaçırıldıktan sonra geri dönebilen Öğretmenlerin sayısı :
21
Ayrıca, bölge insanlarına dini hizmetleri götürmekle görevli İmamlara dahi saldırılar yapılmıştır.
.
İMAMLAR
İmamlara yönelik 40 olayda
Hayatını kaybeden İmamların sayısı
27
Yaralanan İmamların sayısı :
8
Kaçırılan İmamların sayısı :
5



Bölgenin alt yapısını geliştirmek, bölge halkına daha iyi hizmetler götürmek için gerçekleştirilen devlet yatırımlarının önlenmesine yönelik olarak tesislere, araç ve gereçlere de sabotajlar yapılmıştır. 



    & Artık kimse bunlardan bahsetmiyor. Analar ağlamasın diyenler sanki barışçıl, siyasi bir hareketin temsilcileriymiş gibi gösteriliyor. Ama Teröristlerle görüşenler de, bunu çeşitli sebeplerle destekleyen, en azından faydalı görenler bilsinler ki görüşülen kişiler yukarıda bahsedilen insanların katilleridir. Unutulmamalıdır ki o şehitlerin, o gazilerin de anaları vardır. Her analar ağlamasın dendiğinde onlar yüreklerinin ta derinliklerinde, kahrolmakta ve acı acı ağlamaktadırlar.