.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}
İstihbarat Ve İstihbarata Karşı Koyma Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstihbarat Ve İstihbarata Karşı Koyma Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2013 Salı

İstihbarat Örgütleri ve İstihbarat Savaşları.



İstihbarat örgütlerinin faaliyetleri ve gizli dinlemeler şu sıralar Avrupa gündeminde üst sıralara yerleşmiş durumda.
Almanya’daki dinleme olayının ardından yapılan çeşitli açıklamalardan sonra bu gün de Yunanistan’ın eski dışişleri bakanlarından  Teodoros Pangalos, kendi bakanlığı döneminde Yunan İstihbarat Teşkilatı’nın (EYP) ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ni dinlediğini ileri sürdü. Kendisinin dışişleri bakanı olduğu dönemde (1996-1999) EYP’nin ABD’nin Atina ve Ankara büyükelçilerinin konuşmalarını dinlediğini belirten Pangalos, “Her sabah kahve ve simidimi alıp ofisime gittiğimde masamda bir sürü belge buluyordum” dedi.
Bu arada Alman “Der Spiegel” dergisi, ABD Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) dünyada toplam 80, Avrupa’da ise 19 dinleme noktası bulunduğu, Avrupa’daki noktalarından birisinin de Atina’da şehir merkezinde bulunan ABD Büyükelçiliği olduğunu yazdı. Habere göre, NSA Atina’daki ABD Büyükelçiliği binasının çatısına gizlenmiş dinleme cihazı antenleri yerleştirmiş. 
Ta Nea gazetesi de, ABD Büyükelçiliği’nin helikopterden çekilmiş fotoğrafında antenlerin nereye yerleştirildiklerini gösterdi.
Yunanistan’da 2005 yılında dönemin Başbakanı Kosta Karamanlis ve Dışişleri Bakanı Petrol Molivyatis dâhil 100’den fazla siyasetçi, yüksek rütbeli asker ve işadamının telefon görüşmelerinin dinlendiği ortaya çıkmış, dinlemelerin ABD’nin Atina Büyükelçiliği binası veya civarından yapıldığı iddia edilmişti.
Bunlar gösteriyor ki dost düşman demeden herkes birbirini dinliyor. Çünkü her yönetimin bilgiye ihtiyacı vardır. Bilgi güç’tür. İstihbarat sadece düşmana yöneltilmez. İstihbarat; düşman, dost ve tarafsız her kesime yöneltilir.
Her ülke dinleme sistemini kurmuş ve kullanmaktadır. Ama ABD dinleme sistemi diğer ülkelerden farklı olarak tüm dünyaya yayılmıştır. Yani ABD herkesi dinlemektedir.
Durum kısaca böyledir.
Kuvvetle muhtemeldir ki Türk makamları da başta ABD olmak üzere birçok ülke tarafından dinlenmektedir. Sanırım bizim de dinleme faaliyetlerimiz oluyordur.
Yani bizim de iştirak ettiğimiz sessiz bir istihbarat savaşı dinleme alanında yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Bu savaştan zarar görmemek için yapılması gereken ilk şey çok güçlü bir İKK (İstihbarata Karşı Koyma) sistemi kurmak ve karşı tedbirleri uygulamaktır.  Bunda en önemli husus gizli bilgilerin, ne kadar güvenli olursa olsun kişilerce mümkün olduğu kadar elektronik cihazlarla haberleşmede konuşulmamasıdır. Önemli toplantı ve görüşmelerin yapıldığı odalar da her toplantı öncesi; gözle ve elektronik cihazlarla böcek vb. cihazların aranması işlemine tabi tutulmalıdır. Gnkur. Bşk.,Kuvvet Komutanları, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakanlar ve diğer önemli kişilerin çalışma odaları da planlı-plansız sık sık aranmalıdır.
Sadece savunma hiçbir zaman tam sonuç almaz. İKK ile birlikte aldatma, karıştırma vb. aktif tedbirler de koordineli olarak uygulanmalıdır.
Tabii ki bizim de bilgiye ihtiyacımız vardır. Dinleme sistemleri de geliştirilmelidir. Sistem derken sadece cihazlardan söz etmiyorum. Teşkilat ve eğitim konuları da dâhil köklü değişiklik ve gelişmeden söz ediyorum.
Bizde stratejik dinleme sistemleri basından öğrendiğimiz kadarıyla MİT’e bağlanmış durumda. Bu konu da, iyi değerlendirilmelidir. Mesela İngiltere dâhil birçok ülkede bu dinleme teşkilatı bağımsız bir kurum olarak başbakana bağlıdır. İstihbarat teşkilatlarının koordinesini sağlayan üst yapıya da bağımsız bir organ olarak iştirak eder.
İlla ki böyle olsun demiyorum ama tüm dünya sistemleri incelenerek bu konuya ivedi el atılması zaruridir. Çünkü herkes herkesi dinlemektedir.
Kurumlarımızı ve önemli kişilerimizi yabancı dinlemesine karşı korumalıyız. Dinlenmeyi tam olarak engelleyemiyorsak bile en azından sızıntıyı azaltmalıyız.
Söylemeye hiç gerek yok, tabii ki biz de; dinlemeye karşı tedbir alırken dinlememiz gereken yabancı kişileri dinlemeliyiz. Ancak bunu sıkı kurallara bağlamalı, dinleme kurumunu kişilerin insafına terk etmemeli ve bir denetim mekanizması kurmalıyız. Kendi vatandaşlarımızı ise mümkünse hiç dinlememeli, dinlemeyi birinci suç tespit vasıtası olarak görmemeliyiz. 

Saygılar sunarım.

22 Ekim 2013 Salı

Türkiye'de istihbarat savaşları: Ülkemizde ajanlar cirit atıyor.


Hürriyet gazetesinde son günlerde basının gündemine de oturan ve İsrail'li bazı yetkililerin açıklamalarıyla gündeme gelen istihbarat savaşları hakkında bir haber yayımlanmış. Haberi okumak isteyene linki veriyorum. http://www.hurriyet.com.tr/planet/24956471.asp

Haberi okuyunca zaten bilinen bir gerçek olmasına rağmen moralim bozuldu.

Eskiden Lübnan gibi istikrarsız ülkeler uluslar arası istihbarat savaşlarının arenası olarak kabul edilirdi.

Anlaşılan o ki Türkiye de bu devletler katogorisine girmiş.

İsrail, İranlı hedeflerini Türkiye'de ortadan kaldırıyor.

Bu da yetmiyor Türkiye'de İran aleyhine faaliyet gösteren casuslar istihdam ediyor.

E, zaten İran'ın Türkiye'de; başta rejim muhaliflerine yönelik olmak üzere istihbarat ve suikast faaliyetleri, başbakanımızın evine böcek koymaya kadar varan casusluk faaliyetleri iddiaları uzun süredir basında da konuşuluyor.

ABD, İngiliz, Fransız ve Alman faaliyetleri de o kadar sık olmamakla birlikte zaman zaman gündeme geliyor.

Diğer ülkelerin faaliyetlerini ise bazen yakalanan Yunanistan veya Bulgaristan casusları haberlerinden başka tam olarak bilemiyoruz.

Bunlar resmi İstihbarat Teşkilatlarının fiili eylemleri.

Bunlara farklı casusluk ve psikolojik harp vasıtaları olan etki ajanları da dahil değil.

Irak savaşı öncesi bu etki ajanlarından ABD'ye çalışanlara (gazeteciler ve kanaat önderleri) milyonlarca dolar ödendiği kamuoyuna kadar yansımıştı.

Mesela yabancı ülke destekli olarak ülkemizde faaliyet gösteren bir çok vakıflar ve STK(Sivil Toplum Kuruluşları)'lar var. Bunların Irak'ta faaliyet gösterenlerinin savaş döneminde ABD lehine casusluk ve psikolojik harp faaliyetlerinde bulunduğunu biliyoruz. Savaş öncesi ve sonrasında demografik durum çalışmasından misyonerliğe kadar birçok faaliyetler de yaptılar. Bizdekiler ne yapıyor acaba? Hangisi, kimin hesabına, ne çalışması yapıyor?

Bu tehdidi birçok devlet fark etmiş durumda ve sür'atle tedbir alıyor. Rusya, bu durumu görüp yabancılar tarafından finanse edilen STK'lara yasaklama getirdi mesela.

Bu arada bizde MİT ne yapıyor?

Polis ve Jandarma İstihbaratı ne yapıyor?

Acaba gazetelerde de yazıldığı gibi MİT, cemaat kontrolü dışında kaldığından cemaatin saldırıları ile mi uğraşıyor?

Polis istihbaratı ise cemaatçilerin kontrolünde; asker, yazar ve siyasetçi kimlikli kişilerden kendi ideolojisine engel gördüklerini tasfiye etmekte mi kullanılıyor?

Ya Jandarma istihbaratı? JİTEM karabasanı imajı yaratılarak etkisiz hale mi getirildi acaba?

Bizim istihbarat teşkilatlarımız; iç iktidar mücadelesi ve güç çatışmalarına boğulmuşken ülkeyi yabancı istihbarat örgütlerinin mücadele alanı olmaya mı terk ettiler?

Türkiye bu tehdide karşı kendini korumak için etkin adımlar atmaya ne zaman başlayacak?

Türkiye ne zaman bu istihbarat kargaşası ve çekişmesine son verecek?

Ne zaman bir üst koordinasyon ve planlama kurumu oluşturulacak?

İstihbarat teşkilatları ne zaman denetim altına alınacak?

Siyasi, TBMM, hukuki ve ekonomik denetim için ne zaman bir teşkilatlanma yapılacak?

Dışişleri de dahil bütün bakanlık ve devlet kurumlarının elde ettiği bilgilerin bir biri ile teyidi ve istihbarat çarkında işlenmesi için nasıl bir yasal ve kurumsal düzenleme yapılacak?

Devlet kurumları, bakanlıklar ve başbakan istihbarat kurumlarından nasıl tam olarak yararlanabilecek?

İstihbarat ihtiyaçları başbakandan en alt birime kadar nasıl tespit edilecek ve bu ihtiyaçların hangi birime verileceğine kim karar verecek?

Devlet yöneticileri acaba bu istihbarat düzeni ve bunun nasıl kullanılacağı konusunda bilgilendiriliyor mu?

Yoksa bunların hiç biri yapılmayıp ta, ülkemizde ajanları cirit atan ülkelerin elemanları (eğer doğru ise) iddia edildiği gibi birbirlerine deşifre edilerek basit bir intikam mantığıyla mı hareket ediliyor?

MİT müsteşarı Hakan Fidan; anladığım kadarıyla, şimdiye kadar gördüğümüz en etkim müsteşarlardan birisi. Toplumda tepki çeken PKK görüşmeleri ve bazı açık başarısızlıklara rağmen MİT'e bir hareket getirmiş gibi görünüyor. Teşkilatta ve eğitimde de yenilikler ve gelişmeler yarattığını basından öğreniyoruz. Diğer devletlerden alınan tepkiler de aslında bir nevi olumlu işaretler.

Kırk köpeği havlatmayan kurt kurt değildir derler. Henüz kırk olmasa da MİT (yetersizliklerine rağmen) oldukça fazla köpeği havlatmaya başlamış galiba.

Ama daha alması gereken çok yol var bence.

Çünkü bölgede faaliyet gösteren istihbarat teşkilatları oldukça etkin ve tecrübeli.

CIA ve MOSSAD'ı herkes biliyor. Ama mesela İngilizler pek bilinmiyor, ama istihbaratı belki de dünyaya öğreten onlar.

MOSSAD'ın çekirdeği onların desteği ile kurulmuştu.

Fransa ve Almanya'da aynı şekilde güçlü. Mesela CIA'yı CIA yapanın 2'nci Dünya Savaşı sonucu ABD hizmetine giren Gehlen gibi Alman istihbaratçıları olduğu iddia ediliyor.

KGB geleneğinden gelen Rus istihbaratı da oldukça önemli. Bu gün Türkiye'de ve tüm Ortadoğu da cirit attıklarından emin olabilirsiniz.

Bunları kısmen herkes biliyor ama Ortadoğu devletleri nedense küçümseniyor. Belki bu ülkelerin zayıflığı yüzünden küçük görülmesinden. Belki de bu ülkelerin daha çok iç kontrole ağırlık vermesinden. Ama yine de bunlar da dikkate alınmalı.

Ortadoğu'daki bir çok devlet için şunu söyleyebilirim. Bu devletlerin istihbarat teşkilatlarından bahsediliyor ama aslında bu ülkelerin istihbat teşkilatlarının devletlerinden bahsetmek daha uygun olur. Çünkü bu ülkelerde istihbarat teşkilatları devletin ve toplumun en küçük hücrelerine kadar sızmış ve bunları sürekli kontrol ediyor. Dış istihbaratta ise basın mensuplarından, havayolu ve turizm şirketleri personeline kadar herkes bu örgütlere çalışıyor.

Kısaca söylemek gerekirse bu devletler adeta istihbarat örgütü devletleri. İnanmayan İran'da; VEVAK ve SAVAMA'yı, Suriye'de; Muhaberat'ı incelesin. O zaman durumu daha iyi görecektir.

Daha önce bu blogumda bilgi harbinden bahsetmiş ve Türkiye'nin bilgi harbinin en kanlı cephelerinden biri haline geldiğini açıklamaya çalışmıştım.

Görülen odur ki Türkiye aynı zamanda; İstihbarat savaşlarının da hareketli bir cephesi haline gelmiş.

Bu bizim için büyük bir tehdit.

Kim savaşırsa savaşsın, bizim topraklarımızda yapılacak herhangi bir savaşın birinci mağlubu biz oluruz.

Bu savaşta çok kan akmaz belki ama devlet ve millet açık bir savaştan daha ağır ve daha kalıcı darbeler alır.

Bir iç hastalığı gibi vücudumuz yıpranır ve zayıflar.

Sonra vücudu zayıfladığı için basit bir grip mikrobundan ölen insanlar misali başka küçücük darbelerle, Allah korusun, yok oluruz.

''Sende ne diyorsun kardeşim? Atma! Kim Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkabilir? Hayal görüyorsun!'' diyenler olabilir.

Muhteşem Roma ve Osmanlı İmparatorlukları yöneticileri de muhtemelen o zamanlar benim gibi konuşanlara aynı tepkiyi veriyorlardı, diye cevap vermek istiyorum. Sanırım Hilmiye Çığ'ın kitabında Sümerli bir aydının devletin dağılması ile ilgili kil tablete yazılmış acıklı ağıtını okumuştum. Bana inanmayan o ağıtı da okuyabilir. Devletlerin nasıl yıkıldığı konusunda oldukça öğretici olacaktır.

Yapılacak şey basittir. Gerekli tedbirleri derhal almak ve ülkemizi bu az kanlı ve sessiz savaşların savaş alanı veya ana cephesi olmaktan çıkarmaktır.

Roma yada Osmanlı kadar büyük ve güçlü olmayabiliriz ama uygun tedbirler alırsak kaderimiz onlardan daha iyi olabilir.

Saygılar sunarım.

20 Ekim 2013 Pazar

Bilgi Harbi Nedir?


Bilgi Harbi: Hedef ülkeye karşı bilgi üstünlüğü sağlamak, hasım ülkenin uygulayacağı bilgi harbini etkisiz kılmak maksadıyla, devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşlarıyla barışta ve savaşta uygulayacağı faaliyetlerin tümüdür.

Bilgi harbinin silahlı kuvvetler tarafından uygulanan bölümüne ise bilgi harekatı denir. Bilgi harekatı: Devletin milli hedeflere ulaşmasını desteklemek için, kendi bilgilerimizi ve bilgi altyapımızı etkin olarak kullanır ve korurken diğer ülkelerin (düşman veya muhasım ülkeler) bilgileri ve bilgi alt yapılarını etkisiz hale getirmek ve istismar etmek amacıyla yapılan faaliyetlerdir.

Bilgi harekatı; İstihbarat, Komuta Kontrol, Sayısal Bilgi, Psikolojik, Sivil Asker İşbirliği ve Basın ve Halkla İlişkiler gibi faaliyetlerini kapsayan bir harekattır.

Bilgi harbi, geleneksel harbi ortadan kaldırmamakla birlikte savaşın şeklini değiştirmektedir. Çağdaş savaş uygulamaları bilgi harbini ve bilgi tabanlı faaliyetlerin entegre edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Amaç bilgi üstünlüğünü elde bulundurmaktadır. Bilginin; zamanında, uygun kullanıcılara emniyetli bir şekilde ve kesintisiz olarak ulaştırılması temel esastır.

Bilgi harbi, hedef ülkenin; finans sisteminden kamuoyuna, enerji üretim ve dağıtım merkezlerinden haberleşme ve komuta kontrol sistemlerine kadar geniş bir yelpazede faaliyet göstermeyi gerektirir. Dolayısıyla sadece askeri birliklerin değil devletin tüm kurum ve kuruluşlarının (hatta stratejik konulardaki sivil şirketlerin bile) dikkate alınarak planlama yapılması ve topyekun harp mantığıyla icra edilmesi gerekir. Bunun için de; başta yasal düzenlemelerin yapılması, bu birimler arasında koordinasyon sağlayacak bir teşkilatlanma yapılması ve bir koordinasyon mevkisi tesis edilmesi gereklidir.

Ulusal bilgi harbi şu sonuçları elde edecek şekilde planlamalı ve icra edilmelidir: Bilgiye sahip olma, istenen yer ve zamanda ve istenen hızda kullanma, bilgilerin emniyetini sağlama, muhasım devlet veya devlet dışı yapıları (mesela terör örgütleri vb) bilgiden mahrum etmek.

Anlaşılacağı gibi bilgi harbi tüm ülkeyi ilgilendiren bir konudur. Bu sebeple de hükumetin ilgili bakanlıklarının ve devletin başta istihbarat ve güvenlik kurumları olmak üzere tüm kurumlarının katılımıyla planlamalı ve bu plana göre yerinden icra edilmelidir.

Şimdi bazı okurlar ''Yahu arkadaş nereden çıktı bu bilgi harbi? Neden bu nazari konulardan bahsediyorsun?'' diyorlardır.

Ben de diyorum ki; ''Bu konuda bir şeyler söylemek için geç bile kaldım.''

Çünkü Türkiye uzun süredir bir bilgi harbine, hem de yoğun olarak maruz kalmaktadır.

Bunu nereden mi çıkarıyorum? Birkaç örnekle anlatman yeterli olur sanırım.

Uzun süredir Silahlı Kuvvetlerimize ait olan veya ait olduğu iddia edilen evraklar piyasalarda dolaşmaktadır.

Başta planlama ve karar merciinde olan general ve kurmay subaylar olmak üzere askeri personelin telefon konuşmaları dinlenmekte, kaydedilmekte ve istenildiği şekilde kullanılmaktadır.

Silahlı kuvvetler personelini karalamak ve etkisiz hale getirmek için bazı İnternet siteleri kurulmuş, bunlara birliklerden olduğunu tahmin ettiğim yalan yanlış bilgiler gönderilmekte ve yayımlanmaktadır.

Ana muhalefet partisinin lideri neredeyse bir gecede bir kamera kaydı amaçlı kullanılarak değiştirilmiştir.

MİT Müsteşarının hayatı mercek altına alınmış, hatta PKK'lılarla başbakanın talimatıyla yaptığı görüşmeler basına sızdırılmıştır.

En vahimi de başbakanın evinde böcek bulunmuştur.

Kim koydu, neyi dinliyordu, neler öğrendi?

Bilmiyoruz.

Ama başbakanın konutunda önemli şeyler konuşulacağını da tahmin edebiliyoruz.

Neticede köy kahvesi değil! Başbakan konutu...

Bunlar buz dağının sadece görünen kısmıdır.

Bu kadarı ortaya çıktıysa siz bunu tüm kurumlara yayın ve en az 10 ile çarpın.

Bunlar henüz ortaya çıkmadıysa henüz kullanmaya uygun ortam oluşmadığından çıkmamıştır.

Yarın ne ortaya çıkacak, veya kimlere bunlar ortaya çıkmasın diye şantaj yapıldığı ve karşılığında bir şeyler alındığını bilemiyorum.

Düşman bilgi toplamakta ve istediği gibi kullanmaktadır.

Türkiye'nin önemli kurumlarını ve hatta muhalefet partisi gibi siyasi yapıları bile bu bilgileri istediği gibi kullanarak yeniden dizayn etmektedir.

Yarın sıra kime gelecek bilemiyorum.

Acı olan ise şu ki...

Biz buna karşılık vermiyoruz gibi geliyor bana.

Belki yetkili mevkilerde olanlar durumun vahametinin farkında değildir.

Bunu düşünmek bile istemem ama, belki de devletin ali menfaatlerini kendi şahsi ve siyasi menfaatleri için feda edenler vardır.

Onu da, işi bu konuları düşünmek ve tedbir almak olanlar düşünsün.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenlere söylüyorum.

Yılanın ne zaman kimi sokacağı belli olmaz ve atasözümüz der ki; ''Yılanın başı küçükken ezilmelidir.''

Karşı saldırı da bulunamıyorsak bile, hiç olmazsa savunma tedbirleri alalım diyorum.

Yoksa?

Harbi kaybediyoruz!.....

Saygılar sunarım.




12 Ekim 2013 Cumartesi

İran'ın istihbarat teşkilatı ve son zamanlarda çevirdiği dolaplar.


Bir süredir Gültekin Avcı tarafından; İran ve onun istihbarat teşkilatları hakkında değişik yazılar yayımlanmaktadır.
Hem İstihbarat konularına hem de İran ile ilgili konulara dair kişisel bir ilgim olduğundan bu yazılar özellikle dikkatimi çekti. Çünkü, çalışma hayatımın belirli dönemlerinde (bu teşkilatların elemanlarını görmesem de) bunların faaliyetlerinden dolayı varlıklarını şahsen hissettiğim zamanlar olmuştu.
Peki, nedir bu İran istihbaratı?
Ben bunlarla nerede karşılaştım?
Ne yazık ki biz (biz derken Türk halkını kastediyorum, belli bir grup veya kurumu değil) bu istihbarat teşkilatı hakkında bilgileri genelde ABD yetkililerinin kamuoyuna yaptığı açıklamalardan öğrenmek zorunda kalıyoruz.
Çünkü bu teşkilat bölgede istihbarat açısından en büyük iki aktör olan CIA ve MOSSAD’ı bile tedirgin etmektedir. Bu sebeple hem bölge ülkelerinin istihbarat teşkilatlarını uyarmak, hem de İran’a ‘’sizi takip ediyoruz, faaliyetlerinizden de haberimiz var’’ mesajı vermek için zaman zaman (İsrail doğrudan açıklama yapmıyor çünkü İran’a kendi aleyhinde kullanacağı bir koz vermek istemiyor.) ABD’li yetkililer basına çeşitli demeçler vermektedirler.
Örneğin; 2012 yılı Aralık ayında,  ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) İran İstihbarat Teşkilatı'nı Ortadoğu'nun en güçlü servisi olarak tanımlarken, Pentagon kaynakları tarafından İran'ın aktif 30 bin istihbarat personeli olduğu söyleniyordu.
Şimdi, gerek bu ve benzeri açık kaynaklardan öğrendiğimiz genel bilgilerden, gerekse yukarıda adını zikrettiğim yazarın yazılarından, kısaca İran istihbarat teşkilatı hakkında bilgi verelim.
İran çok eski bir tarihi ve kültürel mirasa, köklü bir devlet geleneğine sahiptir. İşte bu mirasın gereği olarak İran, en eski dönemlerinden beri istihbarata çok büyük önem vermiş, tarihten gelen bu geleneksel yapılar gelişerek 1957 senesine kadar devam etmiştir. 1957 senesinde, Şah Muhammed Rıza, Batılı istihbarat örgütlerinin (CIA-MOSSAD) desteğiyle SAVAK ismiyle batılı anlamda modern bir istihbarat teşkilatı kurmuştur.
Şah bu teşkilatı, komşu ülkeler ve kendi ilgi sahasındaki devletlerden istihbarat elde etmek için kullanmakla beraber, esas itibariyle; başta yurt dışında okuyan öğrenciler olmak üzere yurt dışındaki İranlıları takip etmek ayrıca içerde ve dışarda bulunan muhaliflerini etkisiz hale getirmek için kullanmıştır.
SAVAK; bu faaliyetlerinden dolayı doğal olarak, tüm rejim muhalifi örgütlerin nefretini üzerinde toplamayı başarmıştır. Bu sebeple, Şah'ı devirerek iktidarı ele geçiren Humeyni, ilk iş olarak SAVAK'ı lağıv etmiştir. SAVAK hakkında duyulan nefret ve endişe o kadar büyüktü ki; servisin ileri gelenleri yargılanarak idam edilmiş, yüksek rütbeli SAVAK ajanları 1979-81 yılları arasında neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Şah’ın istihbarat teşkilatını ortadan kaldıran molla rejimi bu sefer benzer amaçlarla yeni bir istihbarat teşkilatı olan SAVAMA’yı kurmuştur. Bu teşkilat kurulurken eski teşkilatın alt seviye elemanlarının çoğu kullanılmaya devam edilirken, bunların başına rejime bağlı yeni kişiler getirilmiştir.
Tabii İran’da tek istihbarat teşkilatı SAVAK ve onun yerine kurulan SAVAMA değildi. Başta silahlı kuvvetler olmak üzere başka bazı teşkilatlar da vardı. Bunlar da yeni rejim anlayışına göre yeniden yapılanmış, ayrıca yeni rejimin kurduğu bazı askeri ve güvenlik gruplarının da istihbarat teşkilatları oluşturulmuştur.
Bu tür yeni teşkilatların en önemlisi Devrim Muhafızları’dır. Benzerleri Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde bulunan bu yeni yapı, klasik silahlı kuvvetlerin yanında oluşturulmuş bir ordu gibi teşkil edilmiştir. Bu teşkilatta rejime fanatiklik derecesinde bağlı personel  istihdam edilmektedir. Rejimin ve uygulanan gayri nizami harekâtların etkili gücü olarak faaliyet gösteren bu bir nevi ikinci ordu, (birçok batılı askeri uzmanlar tarafından emir komuta birliğini bozan ve düzenli savaşta İran’ın başarı olasılığını azaltan bir hassasiyet olarak görülmekle birlikte) barış zamanında kendinden beklenen görevi başarıyla yapmaktadır. Hatta bu ordu ulaştığı personel sayısı ve etki gücü ile düzenli orduyu gölgede bırakır duruma gelmiştir.
Bu karmaşık ve çok başlı yapı istihbarat faaliyetlerinde verimsizliğe ve kargaşaya sebep olmuş olacak ki; 1984'te Muhammed Reyşehri'nin başkanlığında ülkedeki güvenlik ve istihbarat birimleri örgütlenerek Vezaret-i Ettela'at Ve Amniyet-i Kisvar-VEVAK (İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı) altında birleştirilmiştir.
Geniş bütçesi ve devasa örgütlenmesiyle VEVAK, İran yönetimindeki en güçlü bakanlıklardan birisi haline gelmiştir. Bu bakanlık, Ali Hamaney'in Velayet-i Fakih Örgütü'nün rehberliğinde faaliyet göstermektedir.
Asli personeli, ya İran elçilik ve konsolosluklarında çalışan diplomatlar veya rehberlik ve propaganda temsilcileridir. Gayriresmi personeli arasında ise Iran Hava Yolları personeli, İranlı öğrenciler, işadamları, gazeteciler ve bazı muhalefet mensupları bulunmaktadır.
İran Cumhurbaşkanı ve dinî liderlik te "onay" makamı olarak baş sorumluluğu yüklenmektedir.
VEVAK, bilgi toplamanın yanında radikal gruplar ve İslâmi Hareket Örgütleri ile irtibat sağlamaktan da sorumludur. VEVAK güdümlü faaliyetler, iki hedef ekseninde gerçekleşmektedir:
*Rejim muhaliflerini cezalandırmak.
*İslâm Devrimi'ni ihraç etmek.
Bugün İran bu faaliyetlerini özellikle tüm Kafkasya, Güney Asya ve Orta Doğuda yoğun olarak icra etmektedir. Zira Şii jeopolitiğini ilgilendiren her bölge operasyon hedefi olarak seçilmektedir.
Şu ana kadar açıklamaya çalıştığımız ve bir şemsiye olan VEVAK bünyesindeki bulunan istihbarat kurumları şunlardır:
1- SAVAMA:
Dış istihbarattan sorumlu asıl servistir. Batılı ülkelere (Türkiye'ye) yönelik faaliyetler, Hizbullah ve diğer şeriatçı örgütlerin faaliyetlerini yönlendirir.
2- Devrim Muhafızları (PASDARAN):
120 binin üzerinde askeri personeli olan yapı, rejim muhaliflerini takip etmekle görevli bir istihbarat ünitesine de sahiptir. Ayrıca "Basij" adı verilen gönüllüler de PASDARAN'ın kontrolü altındadır. 900 000’den fazla elemanı olan yapı, Şii itikadına (jeopolitiğine) uymayan kişilerin tespiti ve ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktadırlar. Dış operasyonlar her halükarda SAVAMA ile ortak yürütülmektedir. Yine başında bir general bulunan PASDARAN'a bağlı "Kudüs Kuvveti" de ülke dışı harekâtlardan sorumludur.
3- Kurtuluş Hareketleri Dairesi:
PASDARAN'ın Körfez Taburu olarak kurulmuştur. Bu yapı; PKK, ASALA, Japon Kızıl Ordusu ve Hizbullah gibi uluslararası terör örgütlerine uzun yıllar boyunca askerî, malî ve lojistik destek vermiştir. Bu faaliyetlerine açık veya gizli olarak halen devam etmektedir.
4- İran Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı (J-2)
Aslında, Şah döneminde ABD sistemine göre teşkilatlanan bu yapı daha çok klasik askeri istihbarat ile meşgul olmaktadır.
Kısaca mevcut istihbarat teşkilatları ve bunların görev ve sorumlulukları hakkında bilgi verdikten sonra, gelelim İran istihbaratının bugünkü faaliyetlerine….
Önce Türkiye’den başlayalım. İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç etme, ülkemizdeki şeriatçı olduklarını iddia eden terör örgütlerini destekleme faaliyetlerini uzun süredir yürüttüğü çok fazla kişi tarafından yazılıp çizilmiştir. Günümüze gelecek olursak İran’ın bu ve daha geniş istihbari faaliyetlerini genişleterek artırdığı iddia edilmektedir. Mesela; kamuoyunda, daha önce, bazı cemaatçi polisler tarafından konulduğu da iddia edilen, başbakanımızın evinde bulunan böceğin, bazı çevreler tarafından, İran istihbaratı tarafından konulduğunu iddia edilmektedir. Nitekim devlet yetkililerinin de bu yönde düşündüğünü doğrular nitelikte bazı olaylar da meydana gelmektedir. Bazı İran vatandaşı kişilerin ülkemizin İran’a sınır bazı illerinde ajanlık iddiasıyla tutuklanıp sorgulandıktan sonra sınır dışı edilmesi bunun işareti olarak görülebilir.  Son dönemlerde gerek Suriye gerekse tüm Ortadoğu’da meydana gelen gelişmeler dikkate alındığında bu iddia akla yatkın bir ihtimal gibi görünmektedir.
Komşularımızdan başlayarak, son zamanlarda tüm dünyanın dikkatini üzerinde toplayan tüm Ortadoğu ülkelerine bakınca da bu istihbarat örgütlerinin faaliyetlerinin dışarıdan açıkça fark edilecek kadar arttığı görülmektedir.
Mesela; PASDARAN’ın Suriye’de savaştığı, istihbarat ve Gayri Nizami Harp (GNH) faaliyetlerinde bulunduğu basın organlarına kadar yansımış bir İran faaliyetidir. İran’ın Lübnan’da, Hizbullah ile ilişkisi ise eskiden beri bilinmektedir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus ta; İran’ın Suudi Arabistan ve bazı körfez emirliklerindeki faaliyetleridir. Anlaşılan o ki, ABD’nin artık Şii temelli örgütlerden gelen tehdidi ikinci plana atıp Selefi ve Sünni kökenli örgütlerden gelen tehdidi birinci sıraya yükseltmesiyle birlikte İran ile ABD arasında imzası bulunmayan bir barış ve işbirliği havası ortaya çıkmıştır.
İran; ABD ve Batı’nın yaptıkları icraatlarla ortaya çıkarmakta oldukları Şii hilali oluşumunu kendi menfaatlerine hizmet ettiği için el altından desteklemektedir. Bu yüzden Arap Baharı’nı; Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkelerinde bir Şii Baharı’na dönüştürmeye çalışmaktadır. Doğal olarak bu maksatla yukarıdaki yapılardan uygun olanları bazen gizlemeye bile gerek duymadan kullanmaya çalışmaktadır.
Nitekim tehlikeyi fark eden ve ülkesindeki iç karışıklıklardan İran’ın sorumlu olduğunu açıklayan Suudi yetkililer, sınırlarına komşu emirlikler ve Yemen’deki olayları yakından takip etmekte ve gerektiğinde kendi askeri güçlerini de kullanarak müdahalelerde bulunmaktadır.
Şimdi de İran’ın uzun süredir çok etkili bir şekilde faaliyet gösterdiği bir başka bölgeye, Irak’a,  gelelim. İran; Irak’ta bulunan şeriatçı Şii yapıların tamamı ile yakın işbirliği halindedir. Laik Şiiler daha Arap milliyetçisi olmakla birlikte bunlarla da yakın ilişki kurma çabası içindedir.
İran; Irak kuzeyindeki Sünni Kürt şeriatçı örgütlerinin de baş destekçisidir. Bu durumun farkında olan Barzani yönetimi İran’ı yakından takip etmekte, İran’a karşı Türkiye’ye, Sünni Araplara ve tüm İran karşıtı bölge ve bölge dışı devletlerle işbirliği imkanları bulmaya çalışmaktadır. Talabani bölgesi İran’a yakın olduğundan, daha önce İran ile işbirliği tecrübeleri bulunduğundan ve İran’ın acımasız operasyonlarından duydukları korkudan dolayı Talabani yönetimi (KYB) her zaman İran ile yakın ve iyi ilişkiler içinde bulunmaya çalışmıştır.
1997-1998 yılında; PKK ile ittifak halinde bulunan KYB; KDP’ye saldırarak Erbil dâhil büyük bir bölgeyi ele geçirmiş, Barzani ile hareket eden Türkiye zırhlı birliklerin de kullanıldığı çatışmalarda Talabani ve PKK güçlerini dağıtmış, kaybedilen yerlerin tamamını tekrar ele geçirmiş ve KDP’ye teslim etmiştir. Bu çatışmalarda İran askeri birlikleri (çoğunlukla PASDARAN) de çatışmalara Talabani’nin yanında gayri resmi olarak fiilen katılmıştır. Yani Irak’ın kuzeyinde resmi olarak olmasa da İran ve Türk askerleri karşı cephelerde çarpışmış, İran tarafı bu çatışmadan yenik çıkmıştır.
İşte benim İran’ın varlığını hissettiğim yer de Irak’ın kuzeyi olmuştur. Orada görev yaptığım süre içerisinde gerek takip ettiğim olaylar, gerek se temasta bulunduğum KDP yetkililerinin anlattıkları İran istihbarat teşkilatlarının yaptıkları eylemler hakkında bilgi sahibi olmamı sağlamıştır.
Yerel yetkililerin söylediğine göre; İran hiçbir olayın kendisi ile bağlantılı olduğunu kabul etmemiştir. Ancak olayları gören ve biraz bilgisi olan herkes bu olayların İran’ın işi olduğunu söylemekteydi. Bahsettiğim olaylar neydi diye merak edenler olabilir. Söyleyeyim. Irak’ın kuzeyinde, özellikle Süleymaniye ve ona yakın bölgelerde değişik zamanlarda, yol kenarına atılmış cesetler bulunmaktaydı.
Peki, bu cesetlerin İran ile ne alakası neydi?  Bu cesetlerin tamamına yakını İran’a muhalif ve İran çıkarlarına engel olabilecek kişilere ait cesetler idi. İşin daha belirgin tarafı; tüm cesetler aynı şekilde canice ve bazen de işkence ile sorgulandıktan sonra öldürülmüş. Yol kenarına da, sanki birilerine mesaj iletilmek ister gibi, görünecek şekilde konulmuş.
Bu durum daha çok Barzani taraftarlarında olmakla birlikte herkeste İran’a karşı belirgin bir korku ve nefrete sebep olmuş. Benim konuştuğum ve bu konuyu ben sormadan bana anlatan yerel yetkililer; ‘’Biz Türkiye ile PKK’ya karşı yıllarca beraber savaştık. Hiçbir zaman Türk askerinin böyle bir vahşilik yaptığını görmedik. Türk ordusunun belli bir hukuk ve insanlık anlayışı var. Ama İranlılarda yok. Onlar ne acır, ne hukuk dinler, ne din bilirler ne de iman. Bu işleri bu bölgede sadece İran yapar. İran, Saddam yönetiminden ve tüm Arap örgütlerinden daha acımasız. Affetmez, acımaz ve tehdit olarak gördüğü herkesi ortadan kaldırmaya çalışır. Buna rağmen hiçbir cinayeti de kabul etmez, reddeder. Onun için biz en çok buraya İran’ın hâkim olmasından korkarız. Çünkü onların rejimine  İslam deseler de İranlılar en dinsiz adamdan daha acımasızdırlar.’’   
Nitekim bu iddiaları destekleyecek şekilde haberler bize de geliyordu. İran karşıtı değişik gruplarla birlikte birçok PJAK elebaşının da Irak’ın kuzeyinde İran istihbaratı tarafından, genellikle boğazları kesilerek veya telle boğularak, öldürüldüğü haberlerini alıyorduk.
Uzun lafın kısası, yukarıda da kısaca anlatmaya çalıştığımız gibi İran’ın güçlü bir istihbarat teşkilatlanması bulunmaktadır. Dahası İran bu gücünü hiç kimseyi umursamadan çıkarları doğrultusunda en sert şekilde ve sonuna kadar kullanmaktadır. Bu sebeple CIA ve MOSSAD gibi tüm dünyada önem verilen teşkilatların bile ciddiyetle dikkate almak zorunda kaldığı bir unsur haline gelmiştir. İran, istihbarat teşkilatlarını sadece bir haber alma teşkilatı olarak değil, operasyonel bir yetenek olarak ta kullanmaktadır. Bu sebeple de herkes üzerinde etkili olmaktadır.
Peki MİT ne yapmaktadır?
Benim; MİT’in ne yaptığını bilmem de, biliyor olsam dahi bunu burada açıklamam da mümkün değildir.
Ancak şu kadarını söyleyeyim.
Mehmet Eymür’den sonra MİT Operasyonlar dairesi kapatılmıştır. Yani; MİT’in kolları koparılmış, kocaman vücudu, kocaman kulakları olan ama rakibine tek bir yumruk atamayan bir dövüşçü gibi komik bir hale sokulmuştur.
Bu bilgilerden sonra şu soruları soruyorum:
Acaba MİT ne zaman tekrar operasyon yapma yeteneğine kavuşturulacaktır?
MİT ne zaman sadece haber toplayan yapısından çıkıp artık bölgesinde ciddiye alınan bir örgüt haline gelecektir?


Saygılar sunarım.