.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

22 Ekim 2013 Salı

Türkiye'de istihbarat savaşları: Ülkemizde ajanlar cirit atıyor.


Hürriyet gazetesinde son günlerde basının gündemine de oturan ve İsrail'li bazı yetkililerin açıklamalarıyla gündeme gelen istihbarat savaşları hakkında bir haber yayımlanmış. Haberi okumak isteyene linki veriyorum. http://www.hurriyet.com.tr/planet/24956471.asp

Haberi okuyunca zaten bilinen bir gerçek olmasına rağmen moralim bozuldu.

Eskiden Lübnan gibi istikrarsız ülkeler uluslar arası istihbarat savaşlarının arenası olarak kabul edilirdi.

Anlaşılan o ki Türkiye de bu devletler katogorisine girmiş.

İsrail, İranlı hedeflerini Türkiye'de ortadan kaldırıyor.

Bu da yetmiyor Türkiye'de İran aleyhine faaliyet gösteren casuslar istihdam ediyor.

E, zaten İran'ın Türkiye'de; başta rejim muhaliflerine yönelik olmak üzere istihbarat ve suikast faaliyetleri, başbakanımızın evine böcek koymaya kadar varan casusluk faaliyetleri iddiaları uzun süredir basında da konuşuluyor.

ABD, İngiliz, Fransız ve Alman faaliyetleri de o kadar sık olmamakla birlikte zaman zaman gündeme geliyor.

Diğer ülkelerin faaliyetlerini ise bazen yakalanan Yunanistan veya Bulgaristan casusları haberlerinden başka tam olarak bilemiyoruz.

Bunlar resmi İstihbarat Teşkilatlarının fiili eylemleri.

Bunlara farklı casusluk ve psikolojik harp vasıtaları olan etki ajanları da dahil değil.

Irak savaşı öncesi bu etki ajanlarından ABD'ye çalışanlara (gazeteciler ve kanaat önderleri) milyonlarca dolar ödendiği kamuoyuna kadar yansımıştı.

Mesela yabancı ülke destekli olarak ülkemizde faaliyet gösteren bir çok vakıflar ve STK(Sivil Toplum Kuruluşları)'lar var. Bunların Irak'ta faaliyet gösterenlerinin savaş döneminde ABD lehine casusluk ve psikolojik harp faaliyetlerinde bulunduğunu biliyoruz. Savaş öncesi ve sonrasında demografik durum çalışmasından misyonerliğe kadar birçok faaliyetler de yaptılar. Bizdekiler ne yapıyor acaba? Hangisi, kimin hesabına, ne çalışması yapıyor?

Bu tehdidi birçok devlet fark etmiş durumda ve sür'atle tedbir alıyor. Rusya, bu durumu görüp yabancılar tarafından finanse edilen STK'lara yasaklama getirdi mesela.

Bu arada bizde MİT ne yapıyor?

Polis ve Jandarma İstihbaratı ne yapıyor?

Acaba gazetelerde de yazıldığı gibi MİT, cemaat kontrolü dışında kaldığından cemaatin saldırıları ile mi uğraşıyor?

Polis istihbaratı ise cemaatçilerin kontrolünde; asker, yazar ve siyasetçi kimlikli kişilerden kendi ideolojisine engel gördüklerini tasfiye etmekte mi kullanılıyor?

Ya Jandarma istihbaratı? JİTEM karabasanı imajı yaratılarak etkisiz hale mi getirildi acaba?

Bizim istihbarat teşkilatlarımız; iç iktidar mücadelesi ve güç çatışmalarına boğulmuşken ülkeyi yabancı istihbarat örgütlerinin mücadele alanı olmaya mı terk ettiler?

Türkiye bu tehdide karşı kendini korumak için etkin adımlar atmaya ne zaman başlayacak?

Türkiye ne zaman bu istihbarat kargaşası ve çekişmesine son verecek?

Ne zaman bir üst koordinasyon ve planlama kurumu oluşturulacak?

İstihbarat teşkilatları ne zaman denetim altına alınacak?

Siyasi, TBMM, hukuki ve ekonomik denetim için ne zaman bir teşkilatlanma yapılacak?

Dışişleri de dahil bütün bakanlık ve devlet kurumlarının elde ettiği bilgilerin bir biri ile teyidi ve istihbarat çarkında işlenmesi için nasıl bir yasal ve kurumsal düzenleme yapılacak?

Devlet kurumları, bakanlıklar ve başbakan istihbarat kurumlarından nasıl tam olarak yararlanabilecek?

İstihbarat ihtiyaçları başbakandan en alt birime kadar nasıl tespit edilecek ve bu ihtiyaçların hangi birime verileceğine kim karar verecek?

Devlet yöneticileri acaba bu istihbarat düzeni ve bunun nasıl kullanılacağı konusunda bilgilendiriliyor mu?

Yoksa bunların hiç biri yapılmayıp ta, ülkemizde ajanları cirit atan ülkelerin elemanları (eğer doğru ise) iddia edildiği gibi birbirlerine deşifre edilerek basit bir intikam mantığıyla mı hareket ediliyor?

MİT müsteşarı Hakan Fidan; anladığım kadarıyla, şimdiye kadar gördüğümüz en etkim müsteşarlardan birisi. Toplumda tepki çeken PKK görüşmeleri ve bazı açık başarısızlıklara rağmen MİT'e bir hareket getirmiş gibi görünüyor. Teşkilatta ve eğitimde de yenilikler ve gelişmeler yarattığını basından öğreniyoruz. Diğer devletlerden alınan tepkiler de aslında bir nevi olumlu işaretler.

Kırk köpeği havlatmayan kurt kurt değildir derler. Henüz kırk olmasa da MİT (yetersizliklerine rağmen) oldukça fazla köpeği havlatmaya başlamış galiba.

Ama daha alması gereken çok yol var bence.

Çünkü bölgede faaliyet gösteren istihbarat teşkilatları oldukça etkin ve tecrübeli.

CIA ve MOSSAD'ı herkes biliyor. Ama mesela İngilizler pek bilinmiyor, ama istihbaratı belki de dünyaya öğreten onlar.

MOSSAD'ın çekirdeği onların desteği ile kurulmuştu.

Fransa ve Almanya'da aynı şekilde güçlü. Mesela CIA'yı CIA yapanın 2'nci Dünya Savaşı sonucu ABD hizmetine giren Gehlen gibi Alman istihbaratçıları olduğu iddia ediliyor.

KGB geleneğinden gelen Rus istihbaratı da oldukça önemli. Bu gün Türkiye'de ve tüm Ortadoğu da cirit attıklarından emin olabilirsiniz.

Bunları kısmen herkes biliyor ama Ortadoğu devletleri nedense küçümseniyor. Belki bu ülkelerin zayıflığı yüzünden küçük görülmesinden. Belki de bu ülkelerin daha çok iç kontrole ağırlık vermesinden. Ama yine de bunlar da dikkate alınmalı.

Ortadoğu'daki bir çok devlet için şunu söyleyebilirim. Bu devletlerin istihbarat teşkilatlarından bahsediliyor ama aslında bu ülkelerin istihbat teşkilatlarının devletlerinden bahsetmek daha uygun olur. Çünkü bu ülkelerde istihbarat teşkilatları devletin ve toplumun en küçük hücrelerine kadar sızmış ve bunları sürekli kontrol ediyor. Dış istihbaratta ise basın mensuplarından, havayolu ve turizm şirketleri personeline kadar herkes bu örgütlere çalışıyor.

Kısaca söylemek gerekirse bu devletler adeta istihbarat örgütü devletleri. İnanmayan İran'da; VEVAK ve SAVAMA'yı, Suriye'de; Muhaberat'ı incelesin. O zaman durumu daha iyi görecektir.

Daha önce bu blogumda bilgi harbinden bahsetmiş ve Türkiye'nin bilgi harbinin en kanlı cephelerinden biri haline geldiğini açıklamaya çalışmıştım.

Görülen odur ki Türkiye aynı zamanda; İstihbarat savaşlarının da hareketli bir cephesi haline gelmiş.

Bu bizim için büyük bir tehdit.

Kim savaşırsa savaşsın, bizim topraklarımızda yapılacak herhangi bir savaşın birinci mağlubu biz oluruz.

Bu savaşta çok kan akmaz belki ama devlet ve millet açık bir savaştan daha ağır ve daha kalıcı darbeler alır.

Bir iç hastalığı gibi vücudumuz yıpranır ve zayıflar.

Sonra vücudu zayıfladığı için basit bir grip mikrobundan ölen insanlar misali başka küçücük darbelerle, Allah korusun, yok oluruz.

''Sende ne diyorsun kardeşim? Atma! Kim Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkabilir? Hayal görüyorsun!'' diyenler olabilir.

Muhteşem Roma ve Osmanlı İmparatorlukları yöneticileri de muhtemelen o zamanlar benim gibi konuşanlara aynı tepkiyi veriyorlardı, diye cevap vermek istiyorum. Sanırım Hilmiye Çığ'ın kitabında Sümerli bir aydının devletin dağılması ile ilgili kil tablete yazılmış acıklı ağıtını okumuştum. Bana inanmayan o ağıtı da okuyabilir. Devletlerin nasıl yıkıldığı konusunda oldukça öğretici olacaktır.

Yapılacak şey basittir. Gerekli tedbirleri derhal almak ve ülkemizi bu az kanlı ve sessiz savaşların savaş alanı veya ana cephesi olmaktan çıkarmaktır.

Roma yada Osmanlı kadar büyük ve güçlü olmayabiliriz ama uygun tedbirler alırsak kaderimiz onlardan daha iyi olabilir.

Saygılar sunarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder