2005-2007 yılları arasında Siirt’in Pervari İlçesi’nin Okçular Köyü’nde iki yıl görev yaptım. Bu yıllarda, bir süre önce azalan ve durma noktasına gelen terör olayları tekrar başlamış ve giderek artış gösteriyordu. Saldırılar ben gitmeden birkaç ay önce başlamıştı. Tabur’a bağlı bir bölüğün üs bölgesine yapılan saldırıda 2-3 asker yaralanmış, bunun ardından aynı bölüğün emniyet tepesine yapılan bir saldırıdan sonra bölgede operasyon düzenleyen bölük komutanı bir patlayıcı ile yaralanarak görev bölgesinden ayrılmış ve yarası iyileşene kadar tayin süresi dolduğundan bir daha görevine geri dönememişti.
Tabur’u teslim almamdan bir kaç hafta sonra Doğanca
Köyü’nde bulunan ve bana bağlı olan aynı bölüğün emniyet tepesine yeni bir
saldırı oldu. Bu emniyet tepesi, konumu itibariyle çok kritik bir bölgede
bulunduğundan ve teröristlerin görünmeden tepenin çok yakınlarına kadar
yaklaşmasına imkân veren birbirine paralel sırtlar ve dereler olduğundan,
kurulduğu günden itibaren onlarca defa saldırıya uğramış. Bu sebeple tepenin
adı askerler arasında” Şamar Tepe” olarak anılır olmuştu.
Ben bu ilk saldırıdan sonra verdiğim emirlerle gerekli
tedbirleri aldırmaya çalıştım. Bu bölüğün iyi, dirayetli ve cesur bir bölük
komutanı vardı. Daha önce bu bölüğün takım komutanıymış. Yaralanan bölük
komutanı tedavi görmek için bölüğün başında bulunmadığı dönemde bu arkadaş
bölüğe vekâlet etmiş. Tayin döneminde de bölük komutanlığına atanmış.
Ben katıldıktan sonra meydana gelen baskından kısa bir
süre sonra bölük komutanı yıllık izne gitti. O gidince Tabur Karargâhından
kıdemli bir subayı, o dönene kadar, bu bölüğe takviye olarak gönderdim. Bu
subay bölüğe gittikten 1-2 gün sonra, emniyet tepesi yine saldırıya uğradı.
Allahtan, alınan tedbirler sayesinde zayiat olmadı.
Bu duruma el atmak ihtiyacını hissettiğimden olayın
ardından 19 kilometre yürüyerek bu bölüğe gittim. Yanıma aldığım tecrübeli 1-2
korucunun kılavuzluğuyla Bölüğün civar arazisinde incelemelere başladım.
Kontrol ettiğim bölgede, bu emniyet tepesine ve bölüğe yapılan saldırılarda
teröristlerce kullanılan mevzileri tespit ettim. Bunları harita üzerinde
işaretlettim ve GPS ile koordinatlarını aldım.
Bu işlemler sırasında, arazide tespit ettiğim terörist
mevzilerinde ilginç bir durum olduğunu fark ettim. Muhtemelen bu tepeye yıllar
önce yapılan ilk saldırılarda atılan mermilerin kovanları ile daha sonra
değişik zamanlarda yapılan baskın ve tacizlerde kullanılan mermilerin kovanları
ve son saldırıdan kalan kovanlar, teröristlerin hep aynı mevzileri
kullandıklarını gösteriyordu. Bu durum, gelecekte yapılacak saldırılarda da
teröristlerin aynı mevzilere gireceğini gösteriyordu. Çünkü bu mevziler konum olarak
çok emniyetli ve yapı olarak çok korunaklıydı. Ateş ve gözetleme sahaları
açısından da en uygun yerlerde bulunuyorlardı.
Arazide çalışmaları tamamlayınca üs bölgesine dönüp
mevcut havan, otomatik bomba atar, uçaksavar topu ve ağır makineli tüfek gibi
silahları, teröristlerin kullandığını tespit ettiğim mevzilere paylaştırdım.
Her silahı bir hedefe tevcih ettirdim. Tevcihleri bizzat atış taptırarak
ayarlattım. Bu silahlar için herhangi bir saldırıda ani bir karşı baskı için
hemen ateş edilecek mermi miktarını belirledim.
Verdiğim emre göre, bundan sonra her silah bir hedefe
tevcihli ve belirlediğim miktarda mermi hemen ateş edecek ve namluya sürülmüş
şekilde hazır olarak bekleyecekti. Havanların mermileri ise barut hakları dahi
ayarlanmış olarak ve taciz durumunda hemen atılacaktı. Bu mermileri ateşlemek
için her destek silahının başında sürekli olarak, çelik başlık ve çelik yelekli
en az iki personel bulunacaktı. Birliğe ve emniyet tepesine herhangi bir ateş
geldiğinde, bu personel herhangi bir emir beklemeden tahsis edilen mermilerle,
ateşin nereden geldiğine bakmaksızın kendilerine tahsis edilen hedeflere ateş
edilecek ve bu ilk karşı ateşten sonra ateşler ihtiyaca göre kaydırılacaktı.
Muhtemel bir terörist saldırısında ilk silah sesiyle
birlikte “hiç kimse hedef göstermeyecek, bu silahlar tahsis edilen mermileri
attıktan sonra görerek düzeltmeler yapılacak ve hafif silahlar da belirli
hedeflerde ateş toplaması yapacak şekilde ateş edecek” dedim. Bunu silah ve
arazi üzerinden göstererek bölük komutanı da dâhil manga ve kısım komutanına
kadar tüm lider personele anlattım ve gerçek olaymış gibi mermiler kullanarak
prova ettirdim.
Bu işleri tamamlayıp ertesi gün diğer bölüğe gittim.
Orada da emniyet tedbirleri ve yapılması gereken işlerle ilgili düzenlemeler
yapıp bazı emirler verdim. Bir gün sonra da 20 kilometreden fazla bir yolu
yürüyerek Okçular’a döndüm. Okçulara döndükten bir iki gün sonra telsizden
”Şamar Tepe’ye baskın var!” haberini aldım. Hemen harekât merkezine geçtim.
Fakat bir tuhaflık vardı. Bölük komutanının söylediğine göre teröristlerden
ateş gelmiyordu.
Ne yalan söyleyeyim; önce bir askerin yanlışlıkla ateş
ettiğini, bu atış sonucunda bir kayaya çarpan merminin diğer askerler
tarafından terörist ateşi sanıldığını ve bu yüzden bir kargaşa yaşandığını
düşündüm. Bu sebeple diğer üs bölgesindeki bölük komutanını aradım. Bu bölüğün
ve onun emniyet tepesinin bulunduğu yerden Şamar Tepe çok net görünüyordu.
Onlarla görüşünce, o bölükten de bir saldırı girişimi
olduğunu teyit edildi. Her zamanki gibi, hava karardıktan hemen sonra
teröristler hep ateş ettiği mevzilerin birinden makineli tüfekle ateş etmeye
başlamışlar. Daha önceki baskınlarında da ya bir roketatar ateşi veya makineli
tüfek ateşi ile baskını başlatıyorlardı. Fakat bu sefer daha 5-6 mermi atmadan,
yaptığım planlamaya göre, anında üzerlerine destek silahları ile ateşle
karşılık verilince, ne bu makineli tüfek, ne de diğer mevzilere giren teröristler
ateş edememişler.
Ertesi gün, PKK’nın televizyon ve radyolarında
karakolumuzu bastıkları ve 13 askerimizi şehit ettikleri propagandası
yapılıyordu. Haberlerde kendilerinin ise 4-5 yaralıları olduğunu söylüyorlardı.
PKK yayın organı olayı öyle büyük bir çatışma gibi gösteriyordu ki bunları
dinleyen köylüler, gerçek durumu kendileri de gördüklerinden, bunlara
inanamamışlar. Telefon açıp bana durumu sordular. Ben herhangi bir zayiat
olmadığını, tek bir askerin burnunun bile kanamadığını, PKK’lıların her zamanki
gibi yalan söylediklerini söyledim. Ayrıca, bizim aldığımız istihbarata göre
zayiatlarının da çok fazla olduğunu öğrendiğimi ilave ettim. Gerçekten de
telsiz dinlemelerinde teröristlerin zayiat verdikleri bilgisi yakalanmış ama
miktar anlaşılamamıştı. Ama PKK televizyonundan 4-5 rakamını duyunca daha
önceki tecrübelerimden bu sayının en az 2 katı yaralı olduğunu tahmin
ettiğimden köylülere bu şekilde bilgi verdim.
Oysaki biz, bırakın zayiat vermeyi, bunun gerçek bir
çatışma olup olmadığını bile araştırmak zorunda kalmıştık. Ben ertesi gün bu
bölüğe gidip yerinde incelemelerde bulundum. Giderken yanımda, bu bölükte
faydalı olabilir diye, merkezde atıl durumda olan bir kara gözetleme radarı ve
personelini de götürdüm. Arazi engebeli diye pek işe yaramaz düşüncesiyle
gözetlemeye daha uygun olan benim bulunduğum merkeze konulmuş ama ihtiyaç bu
bölükteydi. Çok az da faydası olsa burada kullanmayı düşündüm. Ama sanırım bunun
daha önce hesaplayamadığım psikolojik yönlü bir faydası da oldu.
Bu cihaz taşınırken köylüler görüp ” Komutanım,
hayrola, bu nedir?” diye sorunca, ben hepsi duyacak şekilde yüksek sesle; ”Ya,
bunun bir tanesini geçen gelişimde getirmiştim. Bu, yeni bir radar. Tepelerin
ve sırtların arkasını da gösteriyor. Yani teröristler ne kadar gizlice gelseler
de artık görünmeden emniyet tepesine yaklaşamayacaklar. Son çatışmada, daha
önce getirdiğim radardan teröristleri çok uzaktan ve daha dere içinden
yaklaşırlarken görüp silahları tevcih ettik ve tepelerine mermi yağdırdık. Karakolu
basmaya gelen teröristler tek bir mermi atamadan bir sürü yaralı vererek
kaçtılar. Bu cihaz burada çok işe yarayınca, bundan bir tane daha getireyim
dedim.” diye cevap verdim.
Köyün uyanık muhtarı pek te inanmamış gözlerle bana ve
bölük komutanına bakarken bölük komutanı akıllıca duruma ayak uydurarak;
”Komutanım. Bunu da getirmeniz çok iyi oldu. Bu cihazlar dağın arkasını da çok
net gösteriyor. Teröristleri erkenden görüp tepelerine ateşi bastık. Bunu da
kurunca bir daha hiç yaklaşamazlar artık. İnşallah yakın zamanda gelirler de
hepsini gebertiriz. ” diyerek benim yalanıma hemen ayak uydurdu.
Bu olaydan sonra, görev yaptığım iki yıla yakın süre
içinde, bu emniyet tepesine bir daha baskın yapılmadı. Taciz ateşi bile
açılmadı. Bu bölüğün bölük komutanı benim görevimin birinci yılı sonunda
değişti ama yeni bölük komutanı da cevval, çalışkan ve cesur bir arkadaştı.
Aynı şeylere o da dikkat etti. Böylece yıllardır süren taciz sebebiyle adı
Şamar Tepe’ye çıkan emniyet tepesi bu ünvanından kurtuldu. Haritalarda herhangi
bir ismi olmayan bu tepenin adını Cesur Tepe olarak değiştirdik.
Ben ayrıldıktan sonra durum ne oldu bilmiyorum.
ASKARAD’lar hakkında uydurduğumuz hikâyenin psikolojik etkisi ne oldu kesin
olarak ölçmek mümkün değil ancak sanırım aldığımız diğer tedbirlerle birlikte
çok işe yaradı. Terörle mücadele denilince çoğu insanın aklına hayali ve
efsanevi birçok şey gelir. Ama gerçek çok farklıdır. Clausewitz in “Savaş
basittir, ama kolay değildir.” diye bir sözü vardır. Bu söz iç güvenlik
harekâtında da geçerlidir.
İç güvenlik harekâtı klasik savaştan bile zor bir
harekâttır. Ama aynı zamanda ondan çok daha basittir. Küçük küçük bir sürü şey
size sonucu getirir. Bir yere bir baş siperi yaparsınız, o mevzi bir
askerinizin hayatını kurtarır. Bir patikayı gözetlemezsiniz, teröristler sizi o
patikadan gelip basarlar. Hep aynı yolu kullanırsanız, o yol üstüne mayın
koyarlar. Bu sebeple, tahmin ettiğiniz veya edemediğiniz her duruma göre ve her
türlü tehdide göre küçük küçük de olsa tedbir almak gerekir. İşe yarayabileceğini
düşündüğünüz her şeyi yapmak gerekir. Çünkü hiç de önemli gibi görünmeyen küçük
şeyler, bu gün olmazsa yarın mutlaka işinize yarayacaktır. Bu da sizin ve
askerlerinizin hayatını kurtarırken, teröristlerinkinin yok olmasına sebep
olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder