.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

13 Aralık 2017 Çarşamba

Biraz dinleyebilir misiniz?



Son yıllarda ve özellikle de son günlerde Türkiye'de tüm siyasi, kültürel, dini vb. grupların kronikleşmiş bir hale gelen bir hastalığı var.
Bu durum sıradan insanlarda da oldukça yaygın.
Hastalık herkesin sürekli konuşması.
Ama dinlememesi.
Sanırım bu durum biraz, AKP'nin iktidara geldiği günden itibaren tüm basın ve yayın organlarını tedrici bir şekilde ele geçirerek sonunda ülkede neredeyse tek sesli bir basın oluşturmasından da kaynaklanıyor.
Bu durum hükumetin kamuoyunu istediği zaman istediği şeye inandırması ve istediği zaman esas problemlerden, yani hükumetin başına bela olacak problemlerden başka yere yönlendirmesi için oldukça kullanışlı olduğundan hükümet bu durumdan memnun.
Ama anlayamadığım şey kendisini hükumete muhalif olarak lanse eden partilerin ve değişik çevrelerin de aynı şekilde dinlemeden, anlamadan tek yönlü vaazlar şeklinde konuşması.
Durum böyle olunca girdiğimiz kısır döngüden bir türlü çıkamıyoruz.
Bunun en son örneği de bu günlerde yaşanıyor.

Zarrab davası ve CHP'nin açıkladığı belgeler tam hükumeti zor duruma sokmaya başlamıştı ki hemen Amerika'daki bir manyağın abuk subuk bir açıklamasına sarılan hükümet gündemi değiştiriverdi.
Şimdi toplumun büyük bir kısmı Zarrab davasını ve Man Adası olayını bir yana bırakıp Kudüs olayına odaklandı.
Bunlar muhalefetin ve bazı gazetecilerin Zarrab ve yolsuzlukla ilgili söylemlerini dinlemiyor.
Muhalefet te bu konuda kendi kendine konuşmak zorunda kalıyor.
Ama onlar da hükümet çevrelerini dinlemiyor.
Böylece iktidarıyla muhalefetiyle toplum belli sloganlar arkasında telef ediliyor.
Bence toplum uzun süredir salak yerine konuluyor.
Daha da ötesi, salaklaştırılmaya çalışılıyor.
Kurulmuş saat gibi işaret gelince hemen zil çalmaya başlıyor insanlar.
Düşünmek yok.
Değerlendirmek yok.
Yorum yapmak yok.

Çünkü kimse kimseyi dinlemiyor.
Dinlemeyen insan da anlayamaz.
Anlamayan insan ise düşünemez.
Düşünemeyen insan da değerlendiremez.
Sadece kendisine dikte edilenleri söyler ve yapar.
Yorum yapamaz, çünkü yorum yapmak için farklı düşüncelerin de bilinmesi gerekir.
Ama kimse kimseyi dinlemediğinden herkes kendi grubundan söylenenlerden başka bir şey bilmez.
Bu sebeple yorum da yapamaz.
Böylece koyun sürülerindekine benzer bir refleks hakim olur topluma.
Nasıl ki koyun sürülerilerinde bazen , sürünün başındaki koyun uçuruma düşünce veya atlayınca bütün sürü de arkasından uçuruma atlıyorsa (Bu sanılandan daha çok rastlanan bir durumdur. Gençliğimde koyun gütmüş biri olarak iyi biliyorum.) toplumda şu anda oluşmuş ve neredeyse sürüleşmiş siyasi partiler ve diğer gruplar da lider veya lider grubunun arkasından uçuruma atlamaktan başka bir şey yapmıyor maalesef.
Bu sadece hükümet partisine has bir durum değil.
Diğer partilerde de, parti liderinin ani yol değiştirmesine parti mensuplarının ne kadar çabuk uyum sağlayıp dün söylediklerinin tam tersini bu gün inançla savunduklarını görüyorsunuz.
Ülkenin büyük bir kısmı sanki derin bir hipnoz halinde yaşıyor.
Bir parmak şıklatmayla herkes her şeyi yapıyor.

Ülkenin kurtulması için insanlarımızın bu hipnozdan uyanması ve bu durumdan kurtulması gerekiyor.
Bunun için de önce dinlemeyi öğrenmek gerekiyor.
Ama masal dinler gibi değil.
Anlamak için dinlemek gerekiyor.
Ve açık fikirlilikle dinlemek gerekiyor.
Eğer bunu yapabilirsek zamanla her sorunu çözeriz.
Bunu yapıp yapamayacağımıza dair örnek mi istiyorsunuz?
Hemen bir örnek vereyim.
1919 yılında Osmanlı İmparatorluğu yıkılmak üzereydi.
Ülke paylaşılmış ve içerde de bölünmeler yaşanıyordu.
Çoğu insan padişahın peşine takılmış gidiyordu.
Padişah Damat Ferit'in peşine, o da İngilizlerin peşine takılmıştı.
İngilizlerin bizi nereye götürdüğü de malum.
Aynı koyun sürüsü pisikolojisi hakimdi ülkeye.
Ama bir kişi, daha doğrusu bir kişiyi lider kabul eden bazı insanlar çıktı ortaya.
Ve imkansız görünen şeyi yaptı.
Ülkeyi kurtardı ve yeni bir devlet kurdu.
Kurtuluş Savaşı'nı herkes biliyordur.
Atatürk'ü de bilmeyen yoktur sanırım.
Ama çoğu insan onun başarısının sebebini tam olarak bilmez.
Herkesin bir fikri vardır belki.
Ama bu fikirler, bu başarısının sebebinin ne olduğuyla ilgili kendi açıklamalarıyla pek uyuşmaz nedense.
Onun resimlerine bakanlar da dikkat etmez ne yaptığına.
Atatürk'ün insanlarla ve özellikle sıradan insanlarla konuşurken çekilmiş resimlerine bir bakın isterseniz.

O resimlerde de göreceğiniz gibi insanları çok dikkatle dinlediğini anlayacaksınız.
Öyle kulağıyla filan değil.
Beyniyle de değil sadece.
Tüm varlığıyla karşısındaki insanları dinlediğini fark edeceksiniz.
Nitekim bunu kendisi de açıkça ifade etmektedir.
Örneğin Profesör Pittard'ın eşi, roman ve tarihi kitap yazarı Noelle Royer bir gün Atatürk'e bütün hedeflerine başarıyla ulaşmasının sırrını sormuş.
Atatürk şu cevabı vermiş:
''İnsanları dikkatle dinlerim. Durur, durur tekrar dinlerim.''
Sonra sanki o insanları dinlediği anlar gözünde canlanmış gibi bir süre boşluğa bakıp tekrarlamış.
''Durur, durur dinlerim.''
Sonra da susup bu kadının söyleyeceklerini dinlemeye başlamış.
İşte başarısı ispat edilmiş bir yöntem.
Biraz dinleyelim.
Dinlediklerimizi anlamaya çalışalım.
Anladıklarımız hakkında biraz düşünelim.
Sonra bunları birbirleriyle kıyaslayalım ve değerlendirelim.
Ve en sonunda da buna göre hareket edelim.
Yoksa gidişimiz gidiş değil.
Çünkü yolumuz yol değil.

Saygılar sunarım.

M.Ç.
13.12.2017.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder