.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

14 Mart 2016 Pazartesi

Osmanlı İmparatorluğu'nu karalamanın dayanılmaz hafifliği? Gerçekten de bazıları hafiflik mi yapıyor?





Osmanlı İmparatorluğu'nu karalamanın dayanılmaz hafifliği?

Gerçekten de bazıları hafiflik mi yapıyor?

  Son zamanlarda ülkemdeki insanları anlamakta giderek daha fazla zorlanmaya başladım. Bazıları kafasına fes takıp hırpani bir kıyafetle soytarı gibi ortada dolaşıp Osmanlı torunu olduğunu söyleyip Cumhuriyete hakaret etmeye çalışırken bazıları da sözde bu geri zekalılara karşılık verdiklerini düşünerek Osmanlı İmparatorluğu'na her türlü haksız ve hakaret içeren cümleler kurmaktan çekinmiyor. Sanırsın ki Türkiye'de değil de Türk düşmanlarıyla dolu bir ülkede yaşıyoruz. 
     Tüm dünyada insanlar ataları ile övünürken bizde bir grup yakın dönem geçmişimize, bir grup ta biraz daha uzun geçmişimize nasıl çamur atarım derdine ve yarışına girmiş gibi. Ben kafasına fes giyen manyaklara burada bir şey demeyeceğim. Onlar Atatürk'ün ülkeyi modernleştirmesine kızıp Osmanlı'ya sarılırken biraz zahmet edip te Atatürk'ün yaptıklarının, yani modernleşmenin temelini atan Osmanlı padişahlarının hayatını okusunlar bir zahmet. O zaman Atatürk'ün yüzyıllar boyunca Osmanlı Padişahlarının uğraşıp ta tam olarak gerçekleştiremediği şeyleri yaptığını görecekler ve eğer biraz utanmaları varsa utanacaklardır. Ben burada Osmanlı'ya çamur atmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak için ağzına ne gelirse söyleyenlere birkaç şey söylemek istiyorum.
     Bu tür davranışlar içinde bulunanlar genellikle Osmanlı padişahlarının yabancı kadınlardan çocuk yapmaları, yani padişahların çoğunun annesinin Türk olmamasını, harem yaşamını, yani padişahların çok sayıda kadınla birlikte olmasını, tahta geçen padişahların kardeşlerini öldürtmesini dillendiriyorlar genellikle. Ve bunu yaparken de Padişahları da aynı kendileri gibi evinde masa başında internete giren ve hala yaşayan insanlarmış gibi düşünerek onları bu günün şartlarına göre değerlendirmektedirler. 
     En acı olanı da sadece bir padişahı veya belli bir dönemi alıp sanki Osmanlı kurulduktan yıkılana kadar hep öyleymiş gibi yansıtmaları. Bu en çok yapılan hata. Mesela III. Osman'ı ele alıp padişahların 100'den fazla çocuğu olduğunu söyleyen olduğu gibi Fatih'in Yeniçeri Ocağını ve devşirmeleri güçlendirmesine değinerek Osmanlının Türkleri hep geri plana attığını, öte yandan Yavuz Sultan Selim'i örnek göstererek Osmanlının Türk düşmanı olduğunu söyleyenler oluyor. Ama böyle tek tek olayları almak oldukça yanıltıcı sonuçlara götürür bizi.
     Ben 50'ye geldim, çocukluğumla delikanlılığımda farklıydım. Bu yaşa geldim biraz daha değiştim. Tek bir insanın hayatı bile, kişi aynı olmasına rağmen, sadece bir dönemine bakarak değerlendirilemezken 600 küsur sene yaşayan bir imparatorluk tek bir padişaha veye bir döneme bakılarak nasıl yorumlar yapılıyor ben şahsen anlamakta zorluk çekiyorum. 
     Ayrıca 1300'lerde kurulmuş bir devleti o zamanın dünyasını göz önüne almadan 2016'ya göre değerlendirmek te çok mantıklı gelmiyor bana. Bize şu anda çok saçma gelen şeylerin çoğu o zamanlar çok sıradan şeylerdi. İsterseniz buna bir örnek vereyim. İbni Sina tıp literatürünü ilk defa bir kitapta toplayan kişidir. O dönem için tıp alanında bir dahi kabul edilen bir şahsın (Bu gün de tarihçiler aynı fikirdeler, adam gerçekten de dahiymiş.) yazdığı bu tıp kitabının bu gün yüzde doksanının modern tıp açısından çok hatalı ve tedavilerin bir kısmının yararsız bir kısmının da zararlı olduğu söyleniyor. Ama bu durum onun dehasının ve yaptığı işin önemini azaltmıyor. Çünkü o bu günkü tıbbın gelişmesi açısından çok önemli bir safhanın geçilmesini sağlamış.
     Şimdi konumuza gelelim ve bununla ilgili olarak ta bazı örnekler verelim. Mesela herkes tutturmuş diyor ki Osmanlı padişahları hep yabancılarla evlenmiş. Gerçi bu tam doğru değil. Türklerle evlenen padişahlar da var. Ama farz edelim öyle olsun. Bu bugün bazılarına anormalmiş gibi gelebilir. O zaman lutfedip bizim Cumhuriyet hükumetlerini incelesinler. Göreceklerdir ki bizim hükumetlerimizde de her zaman bir-iki bakanın eşinin yabancı kökenlidir. 
     Bunu bir de şöyle düşünün. O zamanlar bu durum dünyanın hemen her yerinde aynıymış. Asya ve Ortadoğu'daki hükümdarları bir yana koyalım ama Batı'da da bu böyleymiş. Mesela İngiliz kıralları genellikle Fransa, İspanya ve Almanya'dan prenseslerle evlenmişler. Rus sarayında çoğu prens ve prenses Rusça bile bilmezmiş. Yani yabancılarla evlenmek geçmişteki hanedanlıkların genel uygulaması. O dönem için de hiç anormal karşılanmıyormuş. 
      Tek fark şu ki Osmanlı padişahları başlangıçta aynı Avrupalı hanedan mensupları gibi başka devletlerin prensesleri ile evlenirken bir dönemden sonra köleler arasından seçilerek eğitilen yabancılarla evlenmişler. Yabancılar ise başka bir hanedandan gelen bir prenses ile evlenmeye devam etmişler ama bunun da mahzurları ortaya çıkmış. Bir müddet sonra Avrupa hanedanlarının hepsi bir şekilde birbirleriyle akraba olmuşlar. Bu da Avrupa hanedanlarında kan bağı sebebiyle aktarılan bazı kalıtsal hastalıklara sebep olmuş. Ayrıca bu durum öyle bir hal almış ki 1. Dünya Savaşı sonrası devrilen bütün krallar, Rus ve Bulgar Çarı dahil İngiliz Kraliçesi Victoria'nın akrabasıymış. Bu durum hala da devam ediyor. Mesela bugünkü İngiliz Kraliçesi 2. Elisabeth'in kocası son yunan kralının kardeşi ve Sakarya Meydan Muharebesi'nde bir yunan kolordusuna komuta eden Prens Andrew'in savaş sırasında doğan oğlu. Yani o iddia edilen şeyler sadece bize ait değil. 
      Öte yandan bizim tarihimizde de yabancı kadınla evlenmek sadece Osmanlı'ya has değil. Hatta ilk Türk imparatoru Mete/Oğuz Han'ın babası da karısı ölünce Çinli bir prensesle evlenmiş ve Oğuz Han'ı Çin sarayına esir vermiş. Mete babasının Çin dinine geçtiğini ve Çinli karısından olan çocuğu (henüz çocuk yaştaymış) kendi yerine veliaht bıraktığını duyunca Çin sarayından kaçarak geri dönmüş ve kendine bir ordu kurmuş Bir gün kendisini görmeye gelen babasını adamlarına oklatarak öldürtmüş, Çinli kadın ve oğlunu da ortadan kaldırmış ve kendisi han olmuş. 
     Bu kardeşlerini öldürme eleştirisine de bir cevap sayılır aynı zamanda. Yani kardeş öldürmek sadece Osmanlı hanedanının yaptığı bir şey değil. Başka bir örnek daha vereyim. Bizim Hindistan'da kurulan Türk devletlerinin tarihini okuyun isterseniz. Şah veya padişah unvanını alan bu kişilerin çok az bir kısmı tahtında normal yolla ölmüş. Tamamına yakını, bir oğlu tarafından tahttan indirilip hapsedilmiş ve bazı iddialara göre birçoğu hapisteyken  öldürülmüş. Bu olay o dönem ayıplanan veya kötü gözle görülen bir şey değilmiş herhalde. Çünkü halk ve devlet erkanı bunu sorun edip yeni Şah'a karşı çıkmamış. 
    Hadi bunlar normal insanlar. İktidar için nefislerine yenildiler diyelim. Ya 4 halife dönemi ve sonrasına ne demeli? Peygamberimiz ölür ölmez, daha içeride cenaze hazırlanırken dışarıda yerine kimin geçeceği pazarlıkları yapılmış. İlk halifede çok sorun yaşanmamış. Adaylar arasında en yaşlısı olduğundan kimse pek itiraz etmemiş. Zaten Halife olduktan sonra çok yaşamamış ve eceliyle ölmüş. Ama diğer halifelerin hiç biri eceliyle ölmemiş. İkisi bıçaklanmış, (Hz.) Osman ise linç edilmiş. Daha peygamberin hatıraları çok tazeyken (Hz.) Ali ve Muaviye iktidar için meydan savaşı yapmışlar. Binlerce Müslüman ölmüş. Yezit ise daha da kötüsünü yapmış iktidarda kalabilmek için: Peygamberin torunlarından birini zehirletmiş, birini ise Kerbela'da öldürtmüş. 
      Hadi biraz da yabancılara gidelim. İngiltere'yi, Galler ve İskoçya'yı alarak İngiltere yapan 8. Hery diye bir kıral var. 1500'lerde Kanuni dönemlerinde yaşamış. Adam, veliaht olan abisi ölünce, aynı Beşar Esat'ın Suriye'de olduğu gibi, hiç hesapta yokken kral olmuş. Kral olurken de aynı zamanda İspanya Kralının kızı olan abisinin karısı ile evlenmiş. İlginç değil mi? Abisinin karısı ile evlenen İngiliz kralı. İngilizler bunu hiç dert etmiyorlar. Tudor hanedanının en önemli kralı olan bu adamı biraz eğlenceli bir dille anlatsalar da saygıda kusur etmiyorlar.
      Sonra bu kadından erkek çocuğu olmayınca, bunu abisinin karısı ile evlenmenin getirdiği bir uğursuzluk diye düşünerek boşanmak istemiş. Ama Papa, en büyük destekçisi olan  İspanya kralının kızı zor duruma düşecek diye buna karşı çıkmış. Fakat Henry biraz çılgın bir adammış. O zamanlar kimsenin karşı çıkmadığı iki kişiye, Avrupa'nın dini tek otoritesi Papa ve en güçlü siyasi otoritesi İspanya kralına meydan okumuş. Adam kadını boşadığı gibi ülkedeki tüm kiliselere el koyup Katolik papazları öldürtmüş veya kovmuş. Kiliselerdeki para, gümüş ve altın ile kilise arazilerine el koymuş. Bir papaz bulup Aynen Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra kendini halife ilan etmesi gibi kendisini İngiliz kilisesinin başı,  o papazı da yardımcısı atamış. Atadığı papaz da yeni bir kilise, İngiliz milli kilisesi olan Anglikan kilisesini kurmuş. 
     Henry eski kadını boşamış ama aldığı yeni kadın onu eski sevgilisi ile aldatınca hayal kırıklığı yaşamış ve bağırsaklarını deşerek yaptırdığı bir işkencenin ardından ikisini de kafalarını kestirmiş. Sonra hemen başka bir genç kadınla evlenmiş. Ama kısa süre sonra bundan da sıkılınca bu sefer ''bu kadın beni aldatıyor'' diye (aslında yalan) o kadının da kafasını kestirmiş ve başka kadınla evlenmiş. Böyle böyle adamın onlarca cariyesi yanında tam 6 karısı olmuş. Sanırım 3'ünü bu öldürtmüş. Biri İspanya'ya dönmüş, biri eceli ile ölmüş, sonuncusu ise ondan uzun yaşamış. Bu kadar acayip işler yapmasına rağmen hiçbir İngiliz bu işlerden dolayı bu krala sövmüyor. Çünkü o adamın İngiltere İmparatorluğu'nun temellerini attığını biliyorlar. En çok tanınan kral da o. İlkokulda bile hayatı ders olarak okutuluyor.
       Bir olay daha anlatayım İngiltere'den. İngilizlerin ilk kraliyet sarayı olan Tower of London'a toplantı vs. için bir iki defa gitmiştim. Orada krallar hakkında anlatılanlar acayip korkunç ve sadistçeydi. Biraz anlatayım isterseniz. Eğer bir prens babası ölünce hemen saraya gelip diğer kardeşlerini öldüremezse onlar da saraydaki veya civardan topladığı adamlarıyla hazırlanır ve sarayda ölümüne bir kavga olurmuş. Eğer bir prens öldürülürse kafası kesilip, sarayın önünde sırf bu iş için yapılmış bir tepeciğe konurmuş. Onun taraftarları bunu görünce hemen sağ kalanlardan birini seçer ve onun yanında savaşa katılırmış. Eğer prens sayısı çoksa her kesilen baş aynı yere konur ve aynı süreç işlermiş. Prensler tek kişi kalana kadar bu böyle devam edermiş. Ama esas sadistlik te bundan sonra başlarmış. 
     Ölen prenslerin parçalanan uzuvları iğne-iplikle  dikilerek bütün hale getirilir ve Thames Nehri üzerinde, saraya yakın bir yerdeki köprüye aynen idam edilmiş gibi asılırmış. Bunları bütün halk görüp te herkes yeni krala tabi olana kadar cesetler orada kalırlarmış. Tabi olacaklar tamamlanınca kral kalenin surlarına çıkar ve hazırlanırmış. Burada saray erkanı da toplanırmış. Asılan kardeşleri nehre atılır, su yüzeyinde yüzen şişmiş cesetler kralın önünden geçip gözden kaybolunca tören biter, sonra da taç giyme töreni yapılırmış. 
     Kötü olanı düşman sadece kardeşler de değilmiş. Bir kral küçük oğlunu veliaht bırakmış ama adam ölür ölmez büyük oğlan sarayı basmış. Veliaht prens bir adamını üvey amcasına gönderip yardım istemiş. Kendisi de sarayda, çok kalın bir kapısı olan bir odaya girip kız kardeşiyle  kendini kilitlemiş. Amcası hemen yardıma koşmuş ve abisini öldürmüş. Ama küçük kardeşleri odadan çıkarmayı unutmuş. Çünkü o sırada kendisini kral ilan ettiriyormuş. Kapı dışarıdan sürgülendiği için dışları çıkamayan iki kardeş odada açlıktan ve susuzluktan bağıra bağıra ölmüşler. Kapı 12 sene sonra açılıp kemikleri bir kiliseye gömülmüş. 
     Bunları niye anlatıyorum. Öyle hesapsız kitapsız sallandığı gibi değil olaylar. O zamanlar, dünyanın daha vahşi olduğu dönemlermiş. Öyle gelenek veya yasalar varmış ki ya sen öldüreceksin veya seni öldürecekler. Bu hemen her yerde böyleymiş. Onun için insanları bu güne göre yargılamak doğru değil bence. Eleştirilebilir ama yargılamak bence saçma.
     Saygılar sunarım.
 M.Ç. 14.3.2016.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder