Londra’dayken hangi ülkenin ataşesi ile konuşsam ağız birliği etmiş gibi aynı şeyleri söylüyordu. Sadece ateşeler değil, RUSSİ ve IISS gibi düşünce kuruluşlarında katıldığım konferanslarda da aynı şeyleri duyuyordum. Dünyanın güç merkezi Atlantik’ten Pasifik’e yani Batı’dan Doğuya kayıyor diyorlardı.
Burada doğu diye kast ettikleri ise genelde Uzak Doğu (Doğu
Asya), özelde ise Çin idi. Çin, 20’nci Yüzyılda Japonya ve Asya Kaplanlarının
yaptığına benzer şekilde ekonomik olarak inanılmaz bir hızla büyüyor. Çin’in
sahip olduğu kitlesel üretim gücü finansal kontrol kabiliyeti ve yabancı para
stokunu artıran ticaret fazları ile birleşince tüm yorumcuların ‘’Çin’in
yükselişi’’ diye tanımladığı durumun ortaya çıkmasına sebep oluyor. Şimdi merak
edilen konu şu: Bu yükseliş barışçıl bir şekilde devam edebilecek mi? Veya çoğu
kişinin daha açık bir şekilde endişelerini belirttiği gibi bu durum Çin ile ABD
arasında bir çatışmaya neden olabilir mi?
20’nci Yüzyıl; ABD (veya genişletirsek Batı) yüzyılı oldu.
ABD’nin ekonomik, teknolojik ve askeri üstünlüğü kesinlikle meydan okunamaz bir
duruma gelmişti. Onun İkinci Dünya Savaşı’ndaki belirleyici rolü ABD’ye, BM
Güvenlik Konseyinde daimi üyelik, dünyanın yeni kurallarını yazmak ve Bretton Woods anlaşması ile dünya ekonomik sistemini kendini merkeze koyarak yeniden
şekillendirme imkanı verdi.
Onun savaştan sonra ekonomiyi canlandırma faaliyetleri; kısa
sürede dünya çapında ekonomik üstünlük sağlamasına ve bunun sonucu olarak ta
dikkate değer şekilde teknolojik ilerlemesine sebep oldu. Diğer devletler
onunla yarışmak bir yana en fazla onun seviyesini yakalamak için mücadele
ediyorlardı. Bu gelişmeler güvenlik öncelikleri ile birleşince beraberinde; iyi
bir şekilde eğitilmiş, yeni bir yapılanma ve doktrine sahip güçlü profesyonel
bir askeri bir kuvvetin de ortaya çıkmasını sağladı.
Soğuk Savaş süresince ABD ile yarışa giren Sovyetler
Birliği, askeri alandaki gelişmesini ekonomik olarak finanse edememiş ve ABD
ile olan yarışı kaybetmiştir. Vietnam bozgununa rağmen ABD dünyanın en büyük
ekonomik, askeri ve teknolojik devi olma unvanını korudu ve bunu bütün dünya
çapında etkisini artırmak için kullandı.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra ABD kesin üstünlüğünü ilan
etti ve belirli bir süre için (kısmen Avrupa ile birlikte) dünya haritasında
Batı merkezli yapı oluşturmaya çalıştı.
Fakat tam da bu sırada, 2003 yılında; ‘’Amerikan Gücünün
Düşüşü (The Decline of American Power-)’’ isimli bir kitap yazan ve sıra dışı bir yorumcu olan Immanuel
Wallerstein, genel düşüncenin aksine ABD’nin dünya üzerindeki etkisinin
azalmaya başladığını iddia etti. Yazara göre; o zamana kadar alternatif ekonomik gelişme modeli
olarak kabul edilmesine ABD tarafından şiddetle karşı çıkılmasına rağmen, başta Japonya
ve Asya Kaplanları olmak üzere gelişen bazı ülkeler, ABD’nin karşı çıktığı
ekonomik politikaları uygulayarak ta gelişilebileceğini göstererek ABD’nin
ekonomik alanda dünya hakimiyetini tehdit etmeye başlamışlardı.
Aslında, 1980’lerin sonlarında bile,
Japonya’nın hızlı ekonomik gelişmesi bu yönde bazı tartışmaları gündeme
getirmişti.
Fakat şimdi, Deng yönetiminin gerçekleştirdiği ekonomik mucize, ABD
egemenliğini daha fazla tehdit ediyor. Çin ekonomisinin 2015 yılı sonuna kadar
ABD’yi geçeceği tahmin ediliyor. Bu durumun Çin’i, Asya-Pasifik bölgesinin
dominant gücü haline getireceği şimdiden açıkça görülüyor. Çin, güneş sisteminin
yeni güneşi olmak üzere ve tüm uydular şimdiden yörüngelerini yeni güneşe göre
ayarlamaya başladılar bile. Çin şimdiden, ABD’nin en yakın müttefiki Japonya ile
mücadeleye başlamış ve ABD etkisi ile oluşturulan Trans Pasifik ekonomik ve
siyasi yapılanmalara karşı mücadele etmek için ASEAN faaliyetlerinde etkinlik
kurmaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin ABD’nin Ratheon şirketi (Patriotları üreten
şirket) yerine Çin’in CPMEIC şirketi ile
füze savunma sistemi alım anlaşması
imzalanması ise tüm dünyada, artık Çin’in, ABD’ye sadece ekonomik açıdan değil, askeri ve
teknolojik açıdan da meydan okumaya başladığı şeklinde yorumlanmaktadır. Çin, Asya-Pasifik
bölgesinde ve hatta dünya çapında, açık bir şekilde ABD ile rekabete girmiş durumdadır. Şimdi
merak edilen konu bu rekabetin, birinin diğerine çelme çakmak için fırsat
kolladığı bir düşmanlığa dönüşüp dönüşmeyeceğidir.
Daha önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi Çin’in
yükselişi sadece ABD’yi endişelendiren bir durum değildir. Çin büyüdükçe etkisi
de genişlemektedir. Bu genişleme doğal olarak sınırlarından başlayarak çevresine
doğru olmaktadır. Bu durum Çin'in tüm komşularını endişelendirmekle birlikte en çok; Çin’in komşusu olan bölgesel güçleri tehdit etmektedir.
Bu bölgesel güçlerin başında ise; Rusya, Hindistan ve Japonya gelmektedir.
Bu sebeple Türkiye-Çin silah antlaşmasına, Şangay 5’lisi
içinde Çin ile müttefik olmasına rağmen Rusya’da endişe ile yaklaşmıştır.
Japonya Çin ile şimdiden bazı Pasifik adalarının hakimiyeti
konusunda yoğun bir mücadele içine girmiştir.
Hindistan ise 1960’lı yıllarda Çin ile yaşadığı çatışmalarda
kaybettiği topraklar yüzünden zaten uzun süredir devam eden mücadelesine daha
da ağırlık vermiş durumdadır. Bu maksatla hem Rusya hem de ABD ile yakın
ilişkiler içinde bulunmaya gayret etmektedir.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığımız gibi Çin, ABD ile ilk bakışta sonucu şimdiden belliymiş gibi duran rekabetine
devam etmektedir. Fakat yine de bu söylediklerimiz kaçınılmaz bir kader değildir. Bugün durum böyle iken yarın tam aksi gelişmeler de meydana gelebilir. Geleceğe ait hesaplar tek yönlü olarak yapılırsa
yanılgı kaçınılmazdır.
Hem Çin ile ilgili bazı olumsuz şartlar şimdiden ortaya çıkmak üzeredir. Mesela; komşularından kaynaklanan dış faktörler ile aşırı
nüfus ve etnik problemlerden kaynaklanan iç faktörler Çin için birer handikap
oluşturmaktadır. Çin hakkında geleceğe ait projeksiyonlar yapılırken bu
faktörler de dikkate alınmalıdır.
Yarın ne olacağını elbette ki bilemeyiz. Bu konuda sadece tahminlerde
bulunabiliriz. Ama, Çin'in etrafında gelecekte hiç tahmin edemeyeceğimiz (ABD-Rusya-Japonya-Avustralya-Hindistan gibi) ittifaklar da kurulabilir. Aksine
bu güçlerden bazıları tamamen Çin etkisine de girebilir. Çin; Doğu Türkistan,
İç Moğulustan ve Tibet’te yoğun bir iç savaş ta yaşayabilir. Tek çocuk
politikası Çin’de yaşlı nüfusu aşırı artırıp ekonomik büyümeyi de yavaşlatabilir. Tabii ki bu ve buna benzer yeni faktörler gelecekte olayların yönünü değiştirebilir.
Ancak yine de elimizdeki verilerden hareket etmekte fayda vardır. Bu gün elimizde olan veriler Çin’in yükselişini işaret etmektedir. Şimdiden
dünyada ikinci büyük ekonomi haline gelmiştir. Bu şekilde devam ederse ABD’yi
de geçecek gibi görünmektedir. Bu sebeple her ülke gözlerini Çin’e dikmiş
dikkatle izlemektedir.
Sanırım Türkiye hükumet yetkilileri de bunun
farkındadır. Yoksa, Ortadoğu’da her türlü diktatörlüğe ve devletin halkını öldürmesine
karşı hararetli bir söylem geliştirip, din kardeşlerini ne kadar çok sevdiğini
gösterme telaşındayken, yıllardır Müslüman Türk Uygurlara en ağır baskı, asimilasyon ve kitlesel katliamlar uygulayan Çin’e ise sessiz kalmazlar, bununla da yetinmeyip çok önemli bir silah ihalesini de Çinli bir şirkete vermezdi.
Hükumetin Çin’in bu yükselişini idrak etmiş olmasını
takdir ediyorum.
Ama yine de Müslüman Türk kardeşlerimizin katledilmesine sessiz kalmalarını henüz anlamış ve kabul edebilmiş değilim.
İnşallah bildikleri ve amaçladıkları bir şey vardır.
Yoksa vebali boyunlarınadır.
Saygılar sunarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder