.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

31 Ağustos 2024 Cumartesi

Gaziantep'te 30 Ağustos törenlerinde yaşanan rezalet.

 Televizyon kanallarına kısaca göz attım. 

Biraz da sosyal medyada dolaştım.

Gaziantep'te yaşananları görünce çok üzüldüm.

30 Ağustos Zafer Bayramı ve Silahlı Kuvvetler günüdür.

Hangi aklı evvel akıl ettiyse, bu bayramın kutlandığı gün Gaziantep'te her yere, Filistinlilerin Gazze'de yaşayan kısmının seçtiği parti olan HAMAS liderinin resimlerini asmış.

Tamam kardeşim, anladık.

Gazze'de yaşananlara üzülüyorsunuz.

Biz de üzülüyoruz.

İsrail'in çoluk çocuk öldürmekle yetinmeyim HAMAS liderini bir başka ülkede, İran'da hiçbir hukuk ve ahlak kuralına uyma gereği duymadan öldürmesine kızıyorsunuz.

Biz de kızıyoruz.

Ama 30 Ağustos bizim bayramımız.

Zaferi kazandıran orduyu bizzat yöneten başkomutan olduğundan, muharebeye Başkomutan muharebesi denmiş.

Böyle bir günde her yerin o başkomutan ve savaşa katılan diğer kişilerin resimleri ile süslemek gerekir.

Konuyla hiçbir alakası olmadığı gibi bizim vatandaşımız da olmayan birinin resimleri ile değil.

Bu tam bir aymazlıktır.

Kepazeliktir.

Hazımsızlıktır.

Hainliktir.

Çok ileri gittin diyorsanız son olarak şunu söyleyeyim. 

Bu olay hiçbir şey değilse bile terbiyesizliktir.

Saygısızlıktır.

Bize bu ülkeyi kazandıran Atatürk ve silah arkadaşlarına, Büyük Taarruz'a katılan askerlere, gazilere ve şehitlere karşı saygısızlıktır.

Aklınızı başınıza alın.

Saçmalamayın.

Yoksa millet, aklınızı başınıza getirir.

Hayat zor ve bu günlerde gittikçe daha da zorlaşıyor.

 Eskiden düğünlere davet edildiğimizde en az yarım altın takardık.

Olur da o sırada elimiz darda ise ve çeyrek altın takıyorsak utana utana takardık.

Şimdi çeyrek altın takmak prestijli bir hal aldı.

Geçenlerde bir arkadaş çocuğunun düğününe davet etti.

Yakın bir arkadaş, gitmesem olmaz.

Gitmişken bir şey takmamak da olmaz.

Kızılay'a gidip sarraflara çeyrek ve gram altın fiyatlarını sordum.

Şaşırtıcı şekilde sarraflarda standart bir fiyat uygulanmadığını gördüm.

Çeyrek altında da gram altında da sarraflar arasında 100 lira fiyat farkı vardı.

Mahalleden bir arkadaş bunu söylemese ilk girdiğim sarraftan alıp giderdim.

Üç dört sarrafa sorunca en düşük fiyat verenden altını aldım.

Düğünde bizim zamanımıza göre değişen bir uygulama gördüm.

Bir süredir gittiğim düğünlerde hep böyle yaptıklarını görüyorum ve eskiye göre daha iyi olduğunu düşünüyorum.

Eskiden gelin ve damat yan yana durur, takı takacaklar sıraya girerdi.

Gelin ve damada takı takanları çeken bir veya iki kamera da yerini alırdı.

Yani, kim ne takmış kaydı alınırdı.

Durumu iyi olmayıp da para veya gram altın takanlar da utana sıkıla sırasını savmaya çalışırdı.

Şimdi gelin ve damat masaları geziyor.

Arkalarından da bir torba taşıyan biri geliyor.

Damat ve gelin masadakilerle tokalaştıktan sonra altın takanlar torbası içinde, para takacaklar zarfın içinde arkadan gelen kişinin taşıdığı torbaya takısını atıyor.

Ne kuyrukta bekleme var ne de gereksiz mahcubiyet.

Altının servet değerinde olduğu ve orta sınıfın yoksulluk sınırı altında bir gelir seviyesine düştüğü bu günlerde, bu uygulama bence iyi.

Herkese tavsiye ederim.




30 Ağustos 2024 Cuma

30 Ağustos Zafer Bayramı

 30 Ağustos Zafer Bayramı, her yıl tüm Türkiye'de kutlanır.

Bu gün, Büyük Taarruz'da Yunan ordusunun büyük kısmının imha edildiği gündür.

Ama en coşkulu olarak da Silahlı Kuvvetlerde kutlanır.

Çünkü bu bayram, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri günüdür.

TSK'da bu gün bir başka açıdan da önemlidir.

30 Ağustos TSK'da terfi günüdür.

Bir üst rütbeye yükselmeye hak kazanan uzman erbaştan generale kadar tüm askerlerin yeni rütbeleri bu gün törenle elbiselerine takılır.

Bu sebeple 30 Ağustos günleri, herhangi bir sebeple görev yerinde bulunması gerekenler dışında herkes 1 Numaralı elbisesini (Harici elbise de denir.) giyer.

Rütbeler, bu elbiseye takılır.

Bu gün birçok yerde askerlere yeni rütbeleri törenle takılıyor.

Terfi eden herkesin yeni rütbeleri hayırlı olsun.

30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetler günü kutlu olsun.

Mehmet Cengiz Neden Vergi Vermiyor?

 Malum, Mehmet Cengiz daha önce "Milletin a...na koyacağız." demişti.

Bir iki gün önce de "Millete k...nı kaldırsınlar..." demiş.

Bu gün bir televizyon kanalını seyrediyordum.

Meğer adam dediğini yapmış.

Üç yıldır vergi ödemiyormuş muhterem.

Zaten Türkiye'de vergiyi fakirler verir, geliri zenginler paylaşır.

Devletin topladığı verginin yüzde 53'ü, yani çoğu KDV'den toplanıyormuş.

KDV, insanların tükettiği her üründe ödediği vergidir.

Bir paket sigara alıyorsunuz.

Onun neredeyse üçte biri üretici firmanın, dağıtımcının ve bakkalın kazandığı paradır.

Üçte ikisi vergidir.

Bu verginin önemli bir kısmı da KDV'dir.

Peki firmalar, yani küçük ve büyük burjuva ne vergi ödüyor.

Kurumlar vergisi ve gelir vergisi.

Türkiye'de toplam verginin en küçük bölümü kurumlar vergisinden toplanan paradır.

Çünkü kanunlar, kurumlar vergisi vermekten kaçınmaya imkan veren esaslarla doludur.

Mesela bazı firmalar bütük hayırseverlik gösterip depremzedelere tonlarca malzeme ve para yardımı yaptılar ya, onları vergiden düşüyorlarmış.

Yani, yardım diye gösterilen miktarı aslında dolaylı yoldan yine devlet/millet ödüyor.

Zaten açıklanan vergi rekortmenleri listesine bakın, gerçeği göreceksiniz.

Yayınlanan listede gelir vergileri var ama kurumlar vergisi yok.

Yayınlamamışlar.

Şirketler mi istememiş açıklayanlar mı öyle karar vermiş bilmiyorum.

Ama açıklanırsa bu işlerin içinde bir çapanoğlu olduğunun görülmesini istemedikleri kesin.

İşin acı tarafı, hiç kimse buna tepki göstermiyor.

Sonra da Mehmet Cengiz nasıl böyle fütursuzca konuşuyor diye merak ediyoruz.


Kadına Şiddet Uygulandığını Görseniz, Müdahale Eder misiniz?

 Geçenlerde Akhisar'da bir adam karısını çarşı ortasında dövdü.

Hiç kimse müdahale etmedi.

Sosyal medya ile televizyon ve gazetelerde bir linç söylemi ortaya çıktı.

Linç edilen biri, ağır bir hastalığı olduğunu, hareket etmekte bile sorun yaşadığını filan anlatmak zorunda kaldı.

Ama diğer insanlar da müdahale etmemişlerdi.

Bu gün de benzer bir olay Bornova'da yaşandı.

Yine neden kimse müdahale etmedi muhabbeti var basında.

Niye etsinler ki?

Bir genç müdahale etti bir süre önce.

Kavga çıktı ve şiddet uygulayan genç öldü.

Mahkeme, müdahale eden gence ağır bir hapis cezası verdi.

Hiç kimse, aferin, zavallı kadını kurtarmışsın filan demedi.

Hem devletin polisi, jandarması yok mu?

Her olaya halk mı müdahale edecek?

Devletin mahkemesi, kanunu, nizamı yok mu?

Bunların, şiddet olaylarında mağdur olanı koruması, suçluyu da caydırıcı olacak şekilde cezalandırması gerekmiyor mu?

Yani, hatayı yanlış yerde aramamak lazım.

İzmir Körfezi'nde Balık Tutmak Yasak.

 İzmir'e gidenler veya orada yaşayanlar, körfezde denizin renginin normal deniz rengi gibi olmadığını bilir.

Mavi değil de iç karartan bir gri rek hakimdir körfeze.

Körfez çoğu zaman deniz gibi de kokmaz.

Yani bir kirlilik sorunu var İzmir'de.

Benim küçüklüğümde de körfez çok temiz değildi.

Ama bu kadar da kötü değildi.

Ülkenin her yerinden İzmir'e akın akın insanlar göç ediyor yıllardır.

Artık körfez, bu kalabalık nüfusu taşıyamıyor.

Açığa bırakılan atık sular o kadar çok ki, yayılıp tekrar körfeze dönüyor herhalde.

Nitekim bu kirlilik balıkları da etkilemiş gibi görünüyor.

Bu gün körfezzde ölü balıklar görülmüş.

Konu araştırılıyormuş.

Halka balık tutulmaması yönünde uyarılar yapılıyor, birçok yere balık tutmanın yasak olduğu yazılı levhalar asılıyormuş.

Ama buna rağmen, hala körfezde balık tutanlar varmış.

İnşallah yediklerinde sağlıkları bozulmaz.

İlginçtir, İzmir'de bunlar olurken denizin karşı yakasında, yani Yunanistan'da da bir yerde çok yoğun balık ölümleri görülmüş.

O kadar çok balık ölmüş ki denize dökülen bir derenin ağzı ölü balıklarla kaplanmış.

Balıklar çürümeye başladığından koku rahatsız edici bir hale gelmiş.

Bunun üzerine yetkililerce balıklar toplanmaya başlanmış.

Bunun da kirlilikten olduğunu zannedip üzülmüştüm.

Ama bazı Yunan yetkililerin anlattığına göre sorun çok başkaymış.

Ölen balıklar, dereden gelen tatlı su balıklarıymış.

İklim değişikliğinin sebep olduğu ani yağışlar herhalde Yunanis'tanda da görülüyor.

Çok şiddetli yağmur yağdığından dere sel olup akmış.

Hızlı akış sebebiyle sürüklenen dere balıkları denize dolmuş.

Tuzlu suya alışık olmadıklarından da ölmüşler.

Bu tür olaylar artık daha sık görülecek.

Sanayileşme her geçen gün daha da artıyor.

İnsan nüfusu, buna bağlı olarak gıda temini için hayvan nüfusu hızla artıyor.

Karbon salınımı zaten dünya sıcaklığını artırdı.

Nüfus artışı ve sanayileşme bunu daha da hızlandırıyor.

Bir de dünyada hızlı bir şehirleşme yaşanması, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Allah yardımcımız olsun.

İklim Değişikliği Sadece Kuraklık Anlamına mı Geliyor?

 Karbon salınımının artması yüzünden dünyanın giderek ısındığı iddialarını duymuşsunuzdur.

Bunun iklim değişikliğine sebep olduğunu, havalar ısındıkça dünyada yağışların azalacağını ve kuraklık yaşanacağını da duymuşsunuzdur.

Ama o iş öyle değilmiş.

Havanın her geçen yıl daha da ısınması, aynı zamanda denizlerdeki buharlaşma oranını da artırıyor.

Yani havada yağmur yüklü daha çok bulut olabiliyor.

Yalnız bu bulutlar, eskiden olduğu mevsimde değil beklemediğimiz aylarda olabiliyor.

Aşırı yüklü bu bulutlar yağışa dönüşünce, eskisi gibi toprağı sulamıyor.

Kısa sürede aşırı derecede yağış olduğundan sellere sebep oluyor.

Hızlı ve yoğun yağış sebebiyle su akıp gittiğinden toprak gerektiği kadar çok su ememiyor.

Yani iklim değişikliği, beklendiği gibi yağışların azaldığı ve kuraklığın arttığı anlamına gelmiyor.

Mevsimler kayabiliyor.

Yağışlar aslında bitliler ve insanlar için çok gerekli olmadığı dönemlerde yağabiliyor.

Üstelik bu yağışlar zararlı da olabiliyor.

Yerleşim yerlerini sel basıyor.

Tarım arazileri aşınıyor.

Tarım ürünleri aşırı yağışa kurban gidebiliyor.

Olayın en kötü tarafı, artık hava tahminleri o kadar doğru sonuç vermeyebiliyor.

Yani iklim ve hava durumu oldukça istikrarsız olacak.

Nitekim bunun işaretleri şimdiden görülmeye başlandı.

Örneğin bu gün haberlerde anlatıldığına göre Antalya'da yağan aşırı yağmur, sele sebep olmuş.

Kırklareli ve Birecik'te ise aşırı yağmur dolu ile karışık yağdığından maddi hasara da sebep olmuş.

Durum tüm dünyada aynı.

Örneğin Japonya'da tayfun yüzünden ülkenin güneyinde felaketler yaşanmış.

Gelecek işaretlerini veriyor.

Şimdiden tedbir alınmasında fayda var.

Yoksa sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalacağız.


29 Ağustos 2024 Perşembe

İklim Krizi Felakete Dönüşüyor.

 Sanırım geçen yıl Avustralya'da doğada serbest gezen ve sayıları iyice artan develeri Avustralya hükümeti katletmişti.

Helikopterlerin ve ağır silahların kullanıldığı bu katliam bazı hayvan hakları dernekleri tarafından protesto edildi ama kimsenin umurunda olmadı.

Develerin öldürülme sebebi, su kaynaklarının azalması ve develerin bunu daha da azaltması gibi bir şeydi.

Bu gün haberlerde izledim.

Nabibya hükümeti de içlerinde filler, su aygırları ve zebraların da bulunduğu 700 hayvanın öldürülmesine karar vermiş.

Bunun sebebi de su kıtlığı.

İklim değişikliği yüzünden ülkede yağışlar iyice azalmış.

Hayvanlar kontrolsüz ürediğinden sayıları artmış.

Özellikle büyük hayvanlar çok su tüketiyormuş.

Diğer hayvanların su kıtlığı yaşamasına sebep oluyorlarmış.

Bu yüzden 700 hayvan öldürülecekmiş.

Bunun için avcılar görevlendirilecekmiş.

Neyse ki Namibya, öldürülen hayvanları hayırlı bir iş için kullanacakmış.

Avustralya gibi öldürüp doğada çürümeye bırakmayacakmış.

Bu hayvanlar kesilip etleri açlık sınırında yaşayan fakir insanlara dağıtılacakmış.

Dünya ısındıkça, benzer sorunlar başka yerlerde ve bu arada ülkemizde de yaşanabilir.

Hükümet sokaktaki köpek nüfusunu kontrol altına almayı ve hatta tamamen yok etmeyi filan düşündü.

Elbette başka sebeplerle bunu yapmak istiyor.

Birçok insan da buna karşı çıkıyor.

Ama yakında, başka hayvanların da nüfus olarak azaltılması ihtiyacı ortaya çıkabilir.

Şimdiden devletin bu konuda çalışma yapması lazım.

Su kaynaklarının hayvanların da ihtiyaçları gözetilerek tasarruflu kullanılması için planlama yapması lazım.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, yağışların azalması ile daha şimdiden yaşanmaya başlanan kuraklığa tedbir getirmek için bilimsel yöntemlerin kullanılması için hazırlık yapılmalı.

Yağmur yağmazsa, ihtiyaç olan yere ihtiyac duyulduğu kadar nasıl yapmur yağdırılır, bunu şimdiden planlamalı.

İş başa düştükten sonra artık çok geç olabilir.

Savanadaki Hayvanları Neden Öldürmezler?

 Televizyonda belgesel seyrederken hep aynı soru aklıma gelir.

Savana diye ifade edilen bölgedeki vahşi hayvanları neden öldürmezler?

Ya da neden hayvanat bahçelerine toplamazlar?

Çünkü, gördüğüm kadarıyla savana tarıma uygun bir bölge.

Hayvanlardan arındırılıp tarım yapılabilir.

Acaba buna topraklarının bir kısmı savananın bir bölümünü oluşturan ülkelerin ihtiyacı mı yok?

Hayır.

Bu ülkelerde halkın büyük bir kısmı açlıkla pençeleşiyor.

Savana, yeterli turist sayesinde bu ülkelere büyük bir gelir de sağlamıyor.

Bu ülkeler diğer ülkelerin baskısından mı korkuyor?

Hayvan hakları gruplarının baskısından mı çekiniyor?

Bu bölgedeki hayvanların yok olmaması gerektiğini çünkü dünya mirası olduklarını mı düşünüyorlar?

Bilmiyorum.

Ama madem bu hayvanlar dünya mirası, o zaman bütün dünyanın sorumluluk alması gerekir.

Savana'da toprağı olan ülkelere, zengin batı ülkeleri tarım yapsalardı kazanabilecekleri kadar para vermeli.

Yani yardım yapmalı.

Dünyanın diğer bölgelerinde de benzer vahşi hayvanlar vardı.

O bölgelerde yaşayanlar erken dönemlerden itibaren bu hayvanları yok etti.

Mesela Anadolu aslanı, Anadolu parsı, Anadolu sırtlanı filan artık yok.

Afrikalılar erkenden kendi bölgelerinde yaşayan yabani hayvanları yok etmedi diye suç mu işlediler.

Dünya mirasını koruma görevini dünyanın en fakir insanlarının sırtına yüklemek insafsızlık bence.

İnsan Beyninde Mikro Plastik Bulunmuş.

 Hadi hayırlısı.

Önce balıklar başta olmak üzere bazı deniz ve kara hayvanlarının vücudunda mikro plastik bulunduğu haberlerini okuduk.

Sonra alarm çanları çalmaya başladı.

Çünkü bazı insanların vücudunda da hücrelerine kadar girmiş mikro plastik tespit edildi.

Şimdi de bazı insanların beyinlerinde mikro plastiğe rastlanmış.

Üstelik, karaciğer vb. organlarından çok daha fazla oranda mikro plastik bulunmuş söz konusu insanların beyinlerinde.

Plastik, yüz yıldan fazla yok olmadan kalan bir madde.

İnsan vücuduna ve beynine girince artık ölene kadar orada kalacağını tahmin etmek herhalde yanlış olmaz.

Peki, bunun insan beynine ve vücuduna etkisi ne olacak?

Kimse bilmiyor.

Ama insan türü yeni bir evrim süreci yaşarsa şaşmam.

Bundan sonra doğacak çocuklar, plastik yapılı olabilir.

Plastik vücudun bir parçası haline gelince de büyüdükçe daha fazla plastiğe ihtiyaç duyabilir.

Doğadaki mikro plastik bu ihtiyacı karşılayabilir.

Karşılamazsa plastikli yakviye gıdalar yapılır.

Saçmalıyor muyum?

Belki...

Ama sonucu kestirilemeyen tuhaf bir durum var ortada.

Şimdiden buna yönelik tedbirler geliştirilmeye başlansa iyi olur.