.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

25 Eylül 2023 Pazartesi

Britanya'daki Türk geni.

İngtere'de 2008, 2009 veya 2010 yılında bir gazetede ilginç bir yazı okumuştum. 

"İddiaya göre İskoçlar (veya İrlandalılar olabilir, simdi tam olarak hatırlamıyorum) baba tarafından ağırlıklı olarak Türk geni taşıyormuş. 

Bir zamanlar (muhtemelen antik dönemde), küçük bir Türk grubu adaya gitmiş. 

Bunlar tarım ve hayvancılık yapıyormuş. 

Bu yüzden daha çok gıdaya sahip olduklarından açlık tehlikesi yaşamıyorlarmış. 

Yerel halk ise avcılıkla geçindiklerinden açlık sınırında yaşıyormuş. 

Gıda bol diye yerli kadınların çoğu, göçmenlerle birlikte olmayı tercih etmiş.

Bu yüzden Türk erkeklerin çocukları yerli erkeklere göre daha fazla olmuş.

Böylece, erkek tarafından Türk geni adada yaygınlaşmış."

Ne kadar bilimsel bir tez bilmiyorum ama okuduğumda çok gülmüştüm. 

Hatta bir arkadaşa yazıyı göstermiştim.

"Kadın milleti hep ayni, malı mülkü çok olana yanaşıyor hemen." diye şakalaşmıştık.

"Bizimkiler de hala yaptıkları gibi uçkur davasına mali mülkü yerli kadınlara yedirmiş herhalde." demişti arkadaşım.

Bizde dünyada yaşayan neredeyse herkesin Türk olduğunu iddia eden bir grup var.

Aman bunu duymasınlar.

Çünkü bilimsel bir dergide değil, bir günlük gazetede okumuştum.

Bu gazete az okunan yerel bir gazete bile olabilir.

Çünkü işim gereği her gün ulusal ve yerel İngiltere'de yayınlanan tüm gazeteleri tarıyor ve Türkiye ile ilgili haberlerin özetini çıkarıyordum.

Yani olay bir gazetecinin uydurduğu bir efsane de olabilir.

Bilimsel bir araştırmaya dayanan ciddi bir haber de olabilir.

Şu anda, hangisi olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.

Türkler neden hep ağırlıklı olarak süvarilerden oluşan ordular kurmuşlardır?

 

Savaş, yaşayan ve bu sebeple sürekli olarak gelişen bir kavramdır. 

Çünkü savaş ordular tarafından yapılır ve ordular canlı organizmalar gibidir. 

Dolayısıyla ordular değiştikçe savaşlar da değişip gelişirler.

Orduların canlı organizmalar gibi olmasının sebebi, orduyu oluşturan ana unsurun insanlar, yani askerler olmasından kaynaklanmaktadır. 

İnsanlar ise kendine has toplum yapısı, kültür ve sosyolojiye sahip topluluklar halinde yaşarlar. 

Bu durum, orduların sadece nasıl savaştıklarını değil savaş kavramına nasıl baktıkları üzerinde de etkili olur.

İnsan kültürü üzerine en fazla etki eden unsurların başında din gösterilir. 

Ancak din ve inanç sistemleri bile temel bir unsura göre şekillenir. 

Bu unsur, coğrafyadır. 

Dolayısıyla coğrafya dini, kültürü, orduları ve bu orduların savaş şeklini de belirler.

Bu sebeple, tarımla geçinen toplumlarda daha çok zırh koruması ve intikamcılık faaliyetlerine dayanan bir savaş anlayışı hâkim olur. 

Bu anlayış gereğince orduları ağırlıklı olarak piyadelerden oluşur. 

Türkler ve diğer Turan toplulukları gibi göçebe/yarı göçebe bir hayat tarzı benimseyen ve adeta sınırsız düzlüklerde yaşayan toplumlarda ise manevra üstünlüğü ve hareket kabiliyetine dayanan bir savaş anlayışı hakim olur.

Bu anlayış gereğince, istihkam ve zırh teknolojilerinden ziyade coğrafyanın genişliğini kullanan süvari orduları ortaya çıkar.

Türklerin daima süvari ağırlıklı ordular kurmalarının temel sebebi budur.

24 Eylül 2023 Pazar

Geçmişi unutmak ve kurumsallaşamamak.

Kime sorsanız, bizim geçmişi çok çabuk unuttuğumuzu söyler.

Haklılar da.

Avrupa'nın ve özellikle de İngiltere'nin durumu bunun tam tersi.

Bazen bizim tarihimizle ilgili konulardan bahseden bir İngiliz görüp de konuya ne kadar vakıf olduğunu görürseniz şaşırırsınız.

Elbette sıradan bir İngiliz'in sıradan bir Türk'e göre çok daha fazla kitap okumasının, yani İngiltere'de kitap okuma alışkanlığının yaygın olmasının bunda büyük bir etkisi vardır.

Ama asıl sebep, bizim tarihi olaylarla ilgili kurumlar teşkil edemememiz, etsek bile bunları sürdüremememizdir.

Örneğin, bizde Kırım Harbi nedir diye sorsak çok az insan ne olduğunu bilir.

Kırım harbi araştırmaları, Kırım anıtı derneği, Kırım harbine katılanların torunlarının kurduğu birlik gibi hiçbir şey yok bizde.

Ama, bize yardıma gelen İngilizlerin var.

Yıl 2009 veya 2010.

Bir gün Londra'da yürüyorum.

Büyük bir kalabalık bir anıtın önünde toplanmış coşkulu bir şekilde tören yapıyor.

Yapılan konuşmalardan "Türk, Osmanlı, Kırım, kelimelerini duyunca merak ettim.

Hemen topluluğa yanaştım.

Birine, neyi andıklarını sordum.

1853-56 yılları arasında yaşanan Kırım Harbi'nin anma etkinliği olduğunu söyledi.

İleri doğru baktım.

Önünde toplandıkları anıtın üzerinde Kırım Harbi anıtı olduğu yazıyor.

Türk olduğumu söylemeye utandım. Çünkü Kırım Harbi, bizimle Rusya arasındaki bir savaştı.

İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar (Pyomente) bize yardıma gelmişlerdi.

Biz unutmuş olmamıza rağmen İngilizler unutmamıştı.

İşte bu yüzden İngiltere neredeyse tüm dünyaya yayılmış bir imparatorluk kurmayı başardı.

Bu imparatorluk uzun bir süre yaşadı ve aslında dağılmış gibi görünse de hala yaşıyor.

Bu gün Kanada ve Avusturalya gibi devletlerin başına İngiltere kralı hala vali atıyor.

Peki biz ne yapıyoruz.

Ülke sanki ikiye bölünmüş durumda.

Kimisi Osmanlı'ya kimisi de Cumhuriyete ve onu kuranlara kara çalma derdinde.

Bu ülkenin kurucusuna ağza alınmayacak lafları alan şerefsizler var ve itibar görüyorlar.

Bir millet kendisi için hayatını ortaya koymuş, feda etmiş atalarına hakaret edenleri baş tacı yaparsa o milletin yok olması kaçınılmazdır.

Atalarını hatırlamazsa, çocukları da babalarına saygı duymaz. 

Bu gün bizde Kırım Harbi için tören düzenlendiğini duyan veya gören var mı?

Bırakın Kırım harbi gibi üzerinden çok zaman geçmiş bir harbi, Ege'de Yunan'a ilk kurşunu atanları, hatta yakın tarihteki Kıbrıs Savaşı gazi ve şehitlerini anan, ilgilenen var mı?

İç güvenlik harekatlarında bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için hayatını ortaya koyan şehit yakınları ve gazilerimiz ne kadar hatırlanıp ilgi görüyor?

Türkiye AB'nin göçmen deposu oluyor.

 Dünyada gelir dengesizliği had safhada.

Bazı ülkelerin kişi başına milli geliri başka bazı ülkelerin 8-10 katı kadar.

Üstelik büu gelir dengesizliği artarak devam ediyor.

Öte yandan bazı bölgeler yıllar süren çatışmalar sonucu tükenmiş durumda.

Bunlardan Afganistan gibi ülkelerdeki baskıcı rejimler durumu daha da kötüleştiriyor.

Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliği ise durumu içinden çıkılamaz bir hale getiriyor.

Bunların sonucunda milyonlarca insan sırtına çantasını alıp yollara çıkıyor.

Sığınmacı veya yasa dışı göçmen olarak bazı ülkelere girmeye çalışıyor.

Refah seviyesi en yüksek ülkeler AB ülkeleri olduğundan doğal olarak bu insanların çoğunun nihai Avrupa.

Afrika ve Ortadoğu'dan gelenler ilk etapta Akdeniz sahillerinde kıyısı olan Avrupa ülkelerine girmeye çalışıyor.

Ama bu ülkeler göçmenleri engellemek için sıkı tedbirler almış durumdalar.

Bir ara Belarus rejimi göçmenlerin Avrupa'ya girmesine engel olmayacağız diye açıklama yapınca ipini koparan misali bir sürü insan bu ülkeye akın etmişti.

Bunun üzerine AB, Belarus ile sınırı olan Avrupa ülkelerinde dikenli tellerden ve diğer engellerden surlar ördü.

Ukrayna savaşı çıkınca Belarus göçmenler için tehlikeli bir hale gelince Belarus'a göçmen akını durdu.

Ama diğer bölgelerden bu akın devam ediyor.

Açıklamalar da tehlikenin boyutunu ortaya koyuyor.

Mesela İtalya başbakanı, ülkesini Avrupa'nın göçmen deposu yapmayacağını söyledi.

Yani, "Ben göçmenlerin ülkeye girmesine engel olacağım.

Ama giren olursa, bunları da Avrupa'yı koruyacağım diye ülkemde toplayıp beslemeyeceğim.

Ya Avrupa'nın yardımıyla ülkelerine gönderirim.

Yardım edilmez ise de bırakırım nereye isterlerse gitsinler." demek istiyor.

Fransa zaten İtalya'dan da fazla tedbir alıyor Akdeniz'de.

Böylece Akdeniz'den Avrupa'ya girmek göçmenler için çok zor hale geldi.

Üstelik yakalanınca geri gönderiliyorlar. Aylarca uğraşıp başladıkları yere döndüklerinden çoğu göçmen bu yolu denemek istemiyor.

Ama bir başka yol daha var.

O da Türkiye üzerinden Avrupa'ya gitmek.

Gidemezlerse bile en azından Türkiye'de kalmak avantajlı görünüyor.

Dünyada haberleşme imkanları çok arttı.

Herkes televizyon ve internetten dünyayı takip ediyor.

Böylece, Türkiye'ye kaçak yollarla girmenin avantajlı olduğunu görüyor.

Çünkü Türk hükümeti, gelen göçmenleri geri göndermeyeceğini ekranlar karşısında tekrarlayıp duruyor.

Gerçi Türkiye'de de göçmen istemeyen insanlar var. 

Ama hükümet bu insanları baskı altına alıyor.

Mesela, göçmen karşıtı yazılar yazdı diye bazı kişiler tutuklandı son günlerde.

Hükümetin de hakkını yememek lazım.

Ülkeye girenleri engellemiyor ama çıkmaya çalışanları başarıyla yakalıyor.

Ülkenin batısında her gün göçmenleri Avrupa'ya geçiren insan kaçakçıları yakalanıyor.

Sınırı geçmeye çalışan göçmenler yakalanıp geri getiriliyor.

Ama doğuda, yani göçmenlerin ülkeye girdiği bölgede nedense yakalanan insan kaçakçısı olduğuna dair pek bir haber duyulmuyor.

Ülkeye girmek serbest ama çıkmak yasak.

Üstelik yasadışı göçmenler bir defa sınırı geçince başlarına bir şey de gelmiyor.

Ceza filan almadıkları gibi toplama merkezlerinde de alıkonulmuyorlar.

Babalarının malı gibi istedikleri şehre gidip yerleşiyorlar.

Yasadışı göçmenler ve sığınmacılar bundan memnu.

Ha bir de Avrupa ülkeleri bu durumdan çok memnu.

Her gün Avrupa ülkeleri ile göçmenlerle ilgili bir anlaşma yapıldığı haberleri yayınlanıyor.

Avrupa bize, göçmenleri tutun, bize bırakmayın diyor.

Bizimkiler de bunu kabul ediyor.

Geçen yıl 6 milyar Euro verme sözü vermiş AB, göçmenleri AB'ye salmama karşılığında.

17 milyon olduğu söylenen göçmenlerin masrafları karşılığı herhalde.

Ama bu kadar para zararın 100'de birini bile karşılamaz.

Demografik, kültürel, güvenlik ve siyasi sorunları ise 100 milyar Euro verseler de telafi etmek mümkün değil.

Ama yetkililer ısrarla göçmen ve sığınmacıları göndermemeye çalışıyor.

6 milyar Euro bu kadar göçmenin masrafını karşılamadığına göre bu ısrar niye.

Bu parayı göçmenler için değil de başka bir şey için mi alıyorlar acaba?

23 Eylül 2023 Cumartesi

İki defa ödenecek motorlu araç vergisini ödemeyenlere ne olacak?

 Bizim ülkemizde insanlar neden devlete pek güvenmez acaba?

Neden çok az kimse vatandaşlık görevlerini hakkıyla yerine getirir?

Bunu bir örnekle açıklayayım.

Hükümet, seçimde tüm parayı harcayınca kasada para kalmadı.

Her zaman yaptığı gibi para toplamak için milletin cebine el atmaya karar verdi.

Bunun için motorlu taşıtlar vergisinin iki kez ödenmesine karar verdi.

Haberlerde söylediklerine göre bu vergiyi ödeyenlerin sayısı çok azmış.

Çoğu insan ödememiş.

Hatta birileri bu vergilerin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açmış.

Eğer mahkeme uygulamayı anayasaya aykırı bulur da iptal ederse vergiyi ödemeyenlerden vergi almayacakmış.

Peki ödeyenlere ne olacak?

Onlara paraları geri verilmeyecek ve üzerine bir bardak soğuk su için denecekmiş.

Kendi alacağı bir kuruşu aylar, hatta yıllarca araştırıp alan devlet, vatandaşın alacağının üzerine yatacakmış.

Yani vatandaşlık görevini yapmayana ceza verilmezken yapanlar cezalandırılacakmış. 

Devlet suç işlemeyi, vergi ödememeyi, vatandaşın görevlerini yapmaktan kaçmasını özendiriyor resmen.

Üstelik bu tek örnek de değil.

Çoğu insan ve şirket vergilerini vakti geçse de yıl sonuna kadar ödemiyor.

Neden?

Çünkü hemen hemen her yıl sonunda vergi affı gelir bu ülkede.

Vergisini ödemeyenin vergi faiz ve cezaları iptal edilir.

O da yetmez vergi indirimi yapılır.

Üstelik kuşa dönen borç, vadelendirilir.

Her yıl, vergisini düzenli ve zamanında ödeyen vatandaş cezalandırılır.

Enayi yerine konulur.

Ödemeyen de ödüllendirilir.

Bu durum ülkedeki durumu tarif eden https://foundationoffunystories.blogspot.com/2023/09/bizde-calsan-sler.html bağlantısındaki fıkra gibi.

Bizde çalışanı, görevini aksatmadan yapanı mutlaka cezalandırırlar.

19 Eylül 2023 Salı

Din elden gidiyor? Peki ama neden?

MAK Danışmanlık Şirketi tarafından 23 il ve 154 ilçede (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Sinop, Gümüşhane, Kars, Karaman, Karabük, Bilecik, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Yozgat ve Uşak )

5400 kişi ile yüz yüze yapılan "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Konulu" yapılan anket sonucudur...

%99'u Müslüman denilen ülkemiz insanın:

- %14'ü Allah’a inanmıyor.

- %25'i Meleklere inanmıyor.

- %24'ü Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine yani Kur’an’a inanmıyor.

- %74'ü Evindeki Kur’an-ı Kerim’i okumuyor.

- %37'si Peygambere, Hz. Muhammed(sav)’e inanmıyor.

- %45'i Kadere (Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiğine) inanmıyor.

- %27'si Öldükten sonra dirileceğine, hesaba çekileceğine inanmıyor.

-%83'ü Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini hiç okumamış.

-%85'i Cennet'e gideceği kesin olsa bile; Cennet'e gitmek için ölmeyi düşünmüyor.

-%77'si Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatını okumamış.

-%43'ü Hiç camiye gitmemiş.

-%55'i Ramazan ayında dahi oruç tutmuyor.

-%70'i Dini (İslâm) ile ilgili bilgileri öğrenmek için okumuyor.

-%78'i Namaz kılmıyor.

-%20'si Dua etmiyor.

-%10'u Günah işlediğini biliyor ve pişman bile olmuyor.

-%35'i Gusül abdesti almıyor veya bilmiyor.

Anketin yapıldığı iller, nispeten muhafazakar iller. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerle Ege ve Akdeniz sahillerindeki birçok ilde anket yapılmamış.

Yani gerçek durum bundan çok daha vahim muhtemelen.

Demek ki, her yere cami yapmakla, dindar nesil yetiştireceğiz diye nutuk atmakla dindar olunmuyor.

Diyanet, ne is yapıyor?

Devletten maaş alan binlerce din adamı neye yarıyor?

Sorgulamak şart.

Bu anketten sonra, hiç kimse %99'u Müslüman olan ülke veya %99'u Müslüman olan Türk milleti masalı anlatmasın.

Çünkü anket öyle olmadığını gösteriyor.

O eskidendi.

Nüfusun %14'ü ateist olduğunu söylemiş.

Geri kalanların da Müslüman olduğunu söylemek mümkün değil.

Muhtemelen ateist olduğunu söyleyenlerin dışında önemli oranda deist, agnostik vb. var.

Çünkü Müslüman sayılabilmeleri için inanmaları gereken şeylere inanmayan kişiler oldukça büyük oranda.

Mesela Kur'an'ı Kerim'in vahiyle indiğine ankete katılanların %24'ü inanmıyormuş.

İmanın 6 şartından en az birine (örneğin Amentünün son maddesine, kadere) inanmayanların oranı en az %45.

İslam'ın şartlarından tamamını yapmayanların (örneğin namaz kılmayanların) oranı %78.

Yani, eğer İslam'ın şartlarına uyanları esas alırsanız ankete katılanların %22'si veya imanın şartlarını esas alırsanız %55'i Müslüman olan bir ülke haline geldik.

Durum bu kadar vahim.

Bütün eğitimi Hristiyanlık üzerine olan birini Diyanet İsleri Başkanı yaparsanız ve imamlar dini anlatacağına politika yaparlarsa olacağı bu.

Her yere cami yapmakla insanlar dindar olmuyor.

Sadece İmamhatip mezunlarına işyeri açılıyor.

Öte yandan, müteahhitler de biraz para kazanıyor.

Olan biten bundan ibaret.


MAKDANİSMANLİK.ORG
www.makdanismanlik.org

17 Eylül 2023 Pazar

Kimsenin söylemediği bir gerçek. Bir zamanlar, Eskişehir'de 1.5 yıl ezan okutmadılar.

 TRT tarafından Büyük Taarruz hakkında çekilen bir belgesel var.

Youtube'ta da yayınlanmış.

Biraz önce seyrettim, gözlerim yaşardı.

Sadece savaşın ve zaferin getirdiği bir duygu değildi gözlerimi yaşartan.

En çok, o günleri küçük bir çocukken yaşamış ve olaylara şahit olmuş Eskişehirli bir hanım efendinin söyledikleri duygulandırdı beni.

Hanımefendinin söylediğine göre, Yunan işgali süresince 1.5 yıl Eskişehir'de hiç ezan okunmamış.

Yunanlılar izin vermemiş.

Bir gün tüm camilerden ezan okunmaya başlandığında Türk ordusunun şehre girmek üzere olduğunu anlamışlar.

Herkes sokaklara çıkıp orduyu karşılamak için hazırlığa başlamış.

Yerlere evlerindeki halıları sermişler.

Günümüzde bazı hainler "Keşke Yunan galip gelseydi." diye hönkürüyorlar.

Bazı cahiller de bunları var güçleriyle alkışlıyorlar.

Neymiş?

Yunan galip gelseydi halife yerinde duracakmış.

Şıhlar, dervişler işlerine devam edecekmiş.

Tekke ve zaviyeler kapatılmayacakmış.

Adam, milletin ezan sesi duyamamasını umursamıyor. 

Camiye gidememesini umursamıyor.

Ezan okunmasın, millet camiye gidemesin ama halife yerinde dursun, şıhı, dervişi, meczubu saltanatına devam etsin.

Tek dertleri bu.

Din umurlarında değil.

Makam ve mevkilerini, bedavadan kral gibi yaşama imkanlarını kaybettiler, asıl üzüldükleri bu.

Bunu söyleyemediklerinden din, iman vb. sözlerle milleti kandırıyorlar.

Gerçek apaçık ortada.

Kurtuluş Savaşı'nı ve bu savaşı yapan maraşalden ere kadar tüm insanları küçümseyen, kötüleyen, onlara çamur atmaya çalışan herkes haindir.

Vatana ihanet etmektedir.

Millete ihanet etmektedir.

Dine ihanet etmektedir.

Gerisi hikaye.


Kendi hastalığınıza kendiniz teşhis koymayın: Bir doktora gidin.

 Gençlik yıllarım...

Akdeniz bölgesindeki bir ilçemizde batarya/bölük komutanıyım.

Eğitim alanındaki binada bulunan odamda evrak işleri ile ilgileniyorum.

Haberci, tabur komutanı bataryaya geliyor deyince dışarı çıktım. 

Tekmil vermek için komutana doğru koşmaya başladım. 

Komutan bana doğru yürürken birden durdu ve iki büklüm yere yığıldı. 

Yanına yaklaşınca kustuğunu ve karnını tutarak acı içinde inlediğini gördüm.

"Komutanım, neyiniz var?" diye sorunca: "Bende prostat var herhalde. Bir süredir böyle oluyor. Beni hemen hastaneye götür." dedi.

Park yerinden arabamı aldım.

Komutanı arabaya bindirip ön koltuğa oturttum.

Ben de şoför mahalline geçtim.

İlçede bir devlet hastanesi vardı ama askeri hastaneye gitmek istedi.

Bunun üzerine ilçeden ayrılarak komşu ilde bulunan askeri hastaneye doğru yola çıktım.

Hastaneye varmamız bir saatten fazla sürecekti.

Fakat daha yolun yarısına gelmeden komutanın ağrıları iyice arttı.

Bu arada öğürmeye başladı.

Pencereyi açarak dışarıya kustu.

Daha rahat kussun diye yolun sağında durdum.

Bir kasabanın girişine yakındık.

Etrafa bakınırken kasabada bir sağlık ocağı olduğunu gördüm.

Bunun üzerine arabaya binip sağlık ocağına gittik.

Sanırım öğlen arasıydı.

İçerde doktordan başka kimse yoktu.

Onun yardımıyla komutanı omuzlayıp içeri götürdük.

Muayene masasına sırt üstü yatırdık.

Ben doktora durumu anlattım.

Doktor komutana; "Prostatın böyle bir göstergesi yok. Size hangi hastanede bu teşhisi koydular?" dedi.

Komutan doktora gitmediğini, kendisinin prostatı olduğunu tahmin ettiğini söyledi.

Bunun üzerine doktor bir kağıda bir şeyler yazıp bana verdi.

"Bir sonraki kasabada bir eczane var. Bu kağıda yazdıklarımı alıp hemen gel." dedi.

Dediğini yaptım.

Eczaneye gidip kağıdı eczacıya uzattım.

O da kağıtta yazanları bir poşete koyup bana verdi.

Hızla geri döndüm.

Komutan masada kıvranıyordu.

Acıları daha da artmıştı.

Doktor; "Şu anda burada kimse yok. Bana yardım et, sonda takacağız. İdrar çıkaramıyor. İdrar biriktiğinden kıvranıp duruyor." dedi.

Sonra da "Komutanın ellerini sıkıca tut ve sakın bırakma." diye devam etti.

Dediğini yaptım.

Ellerini zor zapt ettim çünkü sonda takma olayı çok acı veriyordu.

Bir süre sonra hortumun ucundan idrar akmaya başladı.

Çok fazla birikmiş olmalı ki uzun süre aktı.

Aktıkça da komutan rahatladı.

İdrar bitince doktor sondayı çıkardı.

Komutana; "Bunun prostatla alakası yok. Muhtemelen taş döküyorsun. Taş, idrar yolunu tıkamış olmalı." dedi.

Doktora teşekkür edip yola devam ettik.

Komutan hala aynı fikirdeydi.

"Bu pratisyen hekim, nereden bilecek? Bende bu ağrılar bir süredir ara ara oluyor. Bir haftadır iyice arttı. Muhtemelen prostattır." diyordu.

Ben "Adam doktor, elbette o bizden daha iyi biliyordur. Keşke kendinize teşhis koymasaydınız. Bir üroloğa gitseydiniz." dedim ama dinletemedim.

Bir süre sonra hastaneye vardık.

Üroloji bölümüne gittik.

Muayene, tahlil, film vb. faaliyetlerden sonra doktor, böbreklerinde taş/kum olduğunu bunu döktüğünü, iri parçalar dökülürken hem idrar yolunu çizerek zedelediğini hem de idrar çıkışı zorlandığından idrar biriktiğini, bunun da ağrı ve kusmaya sebep olduğunu, sorun tedavi edilene kadar hastanede yatacağını söyledi."

Bunun üzerine komutanın yatış işlemlerini yaptık ve ben geri döndüm.

Yanlış hatırlamıyorsam bir hafta sonra komutan mesaiye geldi.

Bütün dertleri sona ermişti.

Öğleye doğru benim odama geldi.

Onu hastaneye götürdüğüm için teşekkür etti.

Sonra da; "Bu tecrübeden ne öğrendik?" diye sordu.

"Sağlık her şeyden önemlidir." diye cevap verdim.

"Hayır!" dedi. "Her işi uzmanına sormak gerek. Kendi kendine gelin güvey olmak kimseye bir hayır getirmez."

Güldüm.

O da güldü.

Tekrar teşekkür edip gitti.



14 Eylül 2023 Perşembe

Kadın Voleybol Takımımızın Şampiyon Olmasını Hazmedemediler.

 Kadın voleybol takımımızın başarılarını hazmedemeyen bir güruh var.

Temel argümanları ise bir voleybolcunun eşcinsel (lezbiyen) olduğu iddiası.

Bu dine imana aykırı bir şeymiş.

Müslüman Türk milletine uygun değilmiş.

Aynı güruh, bir travestinin (Bülent Ersoy teknik olarak böyledir) sarayda ağırlanmasında nedense hiç rahatsız olmadı.

Sarayda ağırlanmayı da bir kenara bırakın.

Kendisi tesettüre girip ilahi okurken huşu içinde dinlediler.

Bu arada ezan okumasından da çok etkilendiler.

Rahatsız filan olmadılar.

Bazı muhafazakar görünümlü siyasetçinin eşcinsel olduğu haberlerinden de kimse rahatsız olmadı.

Bazı tarikat yurtlarında küçük erkek çocuklara erkek hocalar tarafından uygulanan tacizi "Küçüğün rızası varmış." diye normalleştirmeye çalışan politikacılardan da rahatsız olmadı.

Peki neden, voleybol takımındaki bir oyuncunun eşcinsel olduğu iddialarına bu kadar tepki gösteriyorlar?

Verdiğim örneklerden, sorun ettikleri şeyin eşcinsellik olmadığı görülüyor.

Asıl sorunun modern Türk kadınının bu kadar büyük bir başarıya imza atmasını hazmedememekten kaynakladığı açık.

Ama başarı asla üstü örtülemeyen bir şeydir.

Hazımsızlara verilecek en güzel cevap ise daha büyük başarılar kazanmak olacaktır.

İktidara gelen politikacılar neden saçmalar?

 Profesör bir öğrenciyi kürsüye çağırıp;

"Dersi anlat." demiş.

Öğrenci başlamış anlatmaya...

Öğretmen sözünü kesmiş ve:

"Şimdi kürsünün üstüne çık, anlatmaya devam et." demiş.

Öğrenci kürsüye çıkıp devam etmiş.

Fakat düşeceğim endişesiyle biraz tedirgin şekilde konuşuyormuş.

Bir süre sonra Profesör tekrar sözünü kesmiş.

"Şimdi de kürsünün üstüne bir sandalye koy, üstüne çık ve öyle devam et.

Öğrenci denileni yapmış ve daha da tedirgin olduğundan artık dersi akıcı bir şekilde anlatamamaya başlamış."

Profesör yeniden müdahale etmiş:

"Şimdi sandalye üstüne tabureyi koy, devam et.."

Öğrenci artık düşmemek için dengesini kontrol ederek konuştuğundan dediklerinde tutarsızlıklar başlamış.

Bunu gören Profesör öğrenciyi aşağıya indirmiş ve öğrencilerine şunları söylemiş:

“İnsan yükseldikçe dediklerinde tutarsızlıklar olur.

Çünkü artık beyin söyleneni değil, bulunan yerden düşmemeyi önceler."

Muhalefette gayet mantıklı şeyler söylerken iktidara gelince saçmalayanların durumu bundan kaynaklanıyor.