.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

14 Eylül 2022 Çarşamba

12 Eylül Darbesi'nden kalan hatıralar.

 80'lerin ilk yıllarıydı.

Benimle yaşıt bir çocukla tanıştım.

Abi dediği bir akrabasının uzun sure tutuklu kaldığını, bu süreçte cok işkence gördüğünü, polislerin vücudunda sigara söndürdüğünü soyluyordu.

Serbest bırakmışlar ama hala yeniden tutuklanır diye cok korkuyormuş.

Ben doğal olarak üzüldüm tabi ama yaşı benden hayli büyük olan dinleyenlerde hiçbir üzüntü emaresi görünmüyordu.

Hatta umursamaz halleri vardı.

Çocuk muhtemelen yarım saatten fazla akrabasının başına gelenleri anlattı.

Kimseden bir tepki görmediğinden olsa gerek bir sure sonra sustu.

Dinleyenler onun susmasını bekliyormuş herhalde.

Biri hemen "Beni neden tutuklamıyorlar? Demek ki senin akraban anarşistmiş." dedi.

Diğerleri de onu desteklediler.

Cocuk sasirmisti ama kendini cabuk toparladi.

"Abi, anarşit bile olsa insana iskence yapilir mi? Gunah degil mi? Adam korku icinde yasiyor. Evden disari cikmaya korkuyor. Buna da mi uzulmuyor sunuz?" dedi.

Biraz once konusan adam umursamaz bir şekilde cevap verdi.

"Niye üzülecekmişiz? Daha düne kadar biz de bu anarşistlerden korkumuzdan evden dışarı çıkamıyorduk. Çıkınca dayak yiyor, tehdit ediliyorduk. Herkes yaptığını çeker. Beter olsunlar."

Çocuk cok bozuldu ama bir şey diyemedi.

Ayağa kalkınca ben de kalktım.

Oradan uzaklaştık.

Çocuk ateist olduğunu soyluyordu o zamanlar.

Akrabası da bir sol örgüte mensupmuş.

Dinleyenler arasında solcu da sağcı da vardı.

Ben o zamanlar çocuktum.

Liseye gidiyordum.

Ne olup bittiğinden de tam haberim yoktu.

Bu yılın ortalarında aklıma bu olay geldi ve bu insanlara ne oldu diye sorup soruşturdum.

O çocuk namazını kaçırmayan dindar biri olmuş.

Diğerleri ise bu günlerde Kenan Evren'e ve darbeye sövmekle meşgullermiş.

50 yıldır bir türlü durmayan ölümler.

 " 12 Eylül 1979 ile darbenin gerçekleştirildiği 12 Eylül 1980 tarihleri arasındaki bir yılda Türkiye'de 7 bin 10 silahlı saldırı ve çatışma meydana gelmiş. Bu olaylarda 2 bin 812 kişi ölmüş.

       1970-1980 yılları arasında siyasi çatışmalarda ölenlerin sayısı ise çok daha fazla.
12 Eylül darbesi sonrası; resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alınmış, 230.000 kişi yargılanmış, 171'i cezaevinde olmak üzere yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetmiş. 48 kişi (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) de idam edilmiş.
1983 yılında seçim yapılıp yönetim siyasetçilere devredilmiş. Daha bir sene geçmeden bu sefer de PKK saldırıları başlamış. PKK 1984 ile 2020 yılları arasında polis, asker, korucu gibi güvenlik görevlisi olan 8 bin 128 insanımızı şehit etmiş.
Bu 36 yıl içinde toplam 24 bin 837 kamu güvenlik görevlisi de yaralanmış. Ayrıca, 5 bin 700 sivil ölmüş ve 11 bin 347 sivil yaralanmış. PKK terör örgütünden ise toplam 43 bin 19 terörist çatışmalarda öldürülmüş.
Örgütün çeşitli bahanelerle infaz ettiği ve kamuoyuna yansımadığı için kaç kişi olduklarını kesin olarak tespit etmek mümkün olmayan militanları da hesaba katacak olursak neredeyse 50 bin terörist ölmüş.
1970 yılından beri ülkemizde çatışma, anarşi ve terör ortamı yaşanmış. Aktörler zamana göre değişse de değişmeyen tek şey sürekli olarak insanların ölmesi olmuş. Ölenlerin alt sınıflardan gariban insanlar olduğunu söylememe sanırım gerek yok.
Zaten bu eski bir geleneğimizdir. Zenginlere ve siyasetçilere hiçbir zaman bir şey olmaz. Şarkısı bile var: "Zenginimiz bedel verir, Askerimiz fakirdendir." Terör örgütlerinden ölen insanların durumu da farklı değil.
Biz birbirimizi öldürürken, sorunlarını çözen Avrupa, Rusya, Çin vb. ülkeler zenginleşmiş. Biz ise birbirimizi öldürmekle enerjimizi boşa harcamışız.
Artık aklımızı başımıza almanın zamanı gelmedi mi?
Geçmişe ve geçmişin hastalıklarının yarattığı travmalara takılıp kalmak yerine ileriye bakmakta ve ona göre davranmakta fayda var diye düşünüyorum."

Vahdettin'in en büyük başarısı nedir?

 Başarısızlığı açıklamak ve makul göstermeye çalışmak en zor şeydir.

Başarısızlığı kabul etmemek ise düpedüz saçmalıktır.

En saçma olanı ise basarisiz olanı başarılı gibi göstermeye çalışmaktır.

Örneğin, Vahdettin'in neden basarisiz olduğunu onu makul gösterecek şekilde açıklamak cok zordur.

Hiçbir makul sebep olmadığı Türk, İngiliz, Fransız ve İtalyan arşiv belgeleriyle ortadadır.

İngiliz gizli belgeleri açılınca gerçekler ortaya çıkacak masalını anlatmak da mümkün değildir.

1919'dan 1945'e kadar gecen donem içindeki İngiliz gizli belgeleri İngiltere'de bir profesör tarafindan kitap olarak yayınlanmıştır.

Kurtuluş savaşı döneminde Osmanlı ile ilgili İngiliz gizli belgeleri Bilal N. Şimşir tarafindan Türkçe olarak üç cilt halinde yayınlanmıştır.

Ali Satan ise İstanbul'daki İngiliz yüksek komiserlerinin Londra'ya dört yıl boyunca gönderdiği yıllık gizli raporları Türkçe ve her yıl bir kitap olarak yayınlamıştır.

Bu raporlarda Vahdettin ve sadrazamı (ayni zamanda eniştesi) damat Ferit'in bütün kepazelikleri yazmaktadır.

Okudum. Vahdettin'in basarisiz bir padişah olduğunu kabul etmemek, saçmalıktır.

Kendisi, Sevr Antlasmasi'na razi olmus ve bu anlasmayi kabul etmeyen Anadoludaki hareketi durdurmak icin elinden geleni yapmis ama durduramamistir.

Bunun sonucunda da tahtini ve tacini kaybetmistir.

Yani bırakın ülkeyi, koltuğunu bile koruyamamıştır.

Böylece, 600 kusur yıllık hanedanın sonunu getirmek ona nasip olmuştur.

Onu basarili, iyi ve buyuk bir padisah olarak gostermeye calismak ise dupeduz sacmaliktir.

Adam ulkenin bas dusmani olan Emperyalist Ingiltere'nin generaline oldurulmekten kortugunu anlatan bir mektup yazmis, onun himmetiyle bir Ingiliz savas gemisine binerek gizlice ulkeden kacmistir.

Evet, dupeduz kacmistir.

Osmanlı tarihinde düşman bir ülkeye sığınan Sultan çocukları olmuştur.

Mesela Cem Sultan.

Kanuni'nin bir oğlu da Safevilere sığınmıştır.

Ama tacı giyip tahta oturan hiçbir padişah düşman bir ülkeye yalvararak yardım dilenip onların gemisiyle ulkeden kacmamistir.

Savasta yenilip esir düşse bile bir sultan olduklarini unutmamislar, bir korkak gibi hayatlarini kurtarmak icin yalvarmamislardir.

Mesela kahraman ve saltanata yakisir bir kisiligi olan Yildirim Beyazit savasta yenilmis ve Timur'a esir olmustur.

Ama bir korkak gibi hayati için yalvarmamış, bir sultan gibi yüzüğündeki zehri içip hayatına son vermiştir.

Sonuç olarak Vahdettin, Osmanlı tarihinin en basarisiz padişahıdır.

Çünkü, kahraman atalarının kurduğu hanedanın ve devletin sonunu getirmiştir.

Vahdettin'in bir basarisi varsa, o da gayet başarılı bir şekilde ülkeden kaçmasıdır.

Mondros Mütarekesi'nden bir gün öncesinde gibiyiz.

 Ordumuz ve güvenlik güçlerimiz Irak'ta, Suriye'de, doğuda çarpışıyor.

Azerbaycan ve Ermenistan fiilen savaş halinde.

Kafkasya'da istikrarsızlık artıyor.

Yunanistan'la durum gergin.

Üçüncü bir devletin ordusu Yunanistan'da bir sürü üs kurmuş ve Trakya sınırımıza dayanmış.

Rusya, Kırım ve kuzeyinde Ukrayna ile savaşıyor.

Baltık ülkeleri ve AB ülkeleri ile de soğuk bir savaş yürütüyor.

Bunları haritaya çizin.

29 Ekim 1918'deki askeri durumu gösteren bir harita alın ve dikkatle bakın.

Askeri durum neredeyse aynı.

Allah yardımcımız olsun.

Başımıza bir is gelirse Ataturk de 84 sene önce öldü.

3 Eylül 2022 Cumartesi

Atatürk ile ilgili uydurma bilgiler.

 Sosyal medyada bu günlerde böyle bir yazı dolaşıyor.

Nereden alınmış, kim yazmış bilmiyorum ama saçma sapan bir yazı.

Atatürk'ü yüceltmek için böyle şeylere ihtiyaç yok.

O zaten zaten çok büyük bir insan.

Yıkılan devlet yerine yeni bir devlet kurmuş biri.

Paylaşılan metne saçma sapan dememin sebebi bir sürü yanlışı barındırması.

Bunlardan ilkini söylediğimde zaten metnin tamamının anlamı kalmayacak.

Sözüm ona bu yazı, Büyük Taarruz'da Süvari Kolordusu Komutanı olan Fahrettin Altay Paşa'nın bir konuşmasıymış.

Kocatepe'de 26 Ağustos 1922'de geçmiş.

Ama Fahrettin Altay Paşa 26 Ağustos 1922'de Kocatepe'de değildi.

Olması da mümkün değildi.

Çünkü Atatürk ve komuta heyeti 25 Ağustos akşamı Kocatepe'ye giderken Fahrettin Paşa kolordusu ile birlikte Ahır Dağlarını aşarak Afyon batısına, Yunan ordusunun geri bölgesine sızmaya çalışıyordu.

26 Ağustos günü sabahleyin taarruz saatinde hedefine vardı.

Yani Kocatepe'den kilometrelerce uzaktaydı ve kolordusunun Yunan gerisine yaptığı taarruzları yönetiyordu.

Öte yandan Atatürk'ün kendisinden yaş ve rütbece büyük olanlara abi dediği vaki değildir.

Özellikle de Fevzi Çakmak ile böyle bir ilişkisi yoktur.

Kendisine Fevzi Paşa bile dememektedir.

Fevzi Paşa hazretleri diye hitap ettiğine dair birçok hatırat ve kayıt vardır.

Saatli bomba hikayesi de tam bir komedidir.

Yunanlılar taarruzu beklemiyordu ki.

Bu yüzden baskına uğradılar.

Hem bekliyor olsaydılar bile mayın vb. patlayıcılar kullanırlardı.

Sanırım metnin yazarı filmlerden çok etkilenmiş.

Yunanlılar bir sürü saat almış ve saatli bomba yapmış.

Bunun için pil de lazım tabi.

Pilleri de Atina'dan getirmişlerdir herhalde.

Tam bir komedi.

Anlatılan olay olmadı.

Tarruz günü ne olduğunun ve nasıl olduğunun belgeleri ve kayıtları var.

Ben tez yazarken tamamına yakınını inceledim.

26 Ağustos sabahı hazırlık ateşi sis sebebiyle yarım saat gecikmeli başladı.

Yarım saat kadar süren hazırlık ateşinin ardından birlikler tel engelleri aşarak düşman mevzilerine hücum ettiler ve ilk mevziler bir saat içinde ele geçirildi.

Bekleme filan yok. İkinci hat mevzilerine taarruz edilirken bir duraklama oldu.

Çünkü Trikopis tüm ihtiyatları ile karşı taarruz yaptırarak taarruzumuzu durdurdu.

İkinci hat mevzilerinin ele geçirilmesi ve cephenin yarılması bu yüzden 27 Ağustos sabahı gerçekleşti.

Uzun lafın kısası, bu metin üfürme. ATASE'de 26 Ağustos 1922 günü meydana gelen gelişmeler, bu gelişmelerle ilgili mesaj ve emirler mevcut.

Eski yazı okuyamayanlar için de ATASE yayını olan ATBD (Askeri Tarih Belgeleri Dergisi)'nin Büyük Taarruzla ilgili belgelerin yayınlandığı sayısını alıp okumalarını tavsiye ederim. ATASE'de satılıyor.

Orijinal belge ve transkripsiyonları buradan okumak mümkün.

Herkes satın alabilir.

Gizli filan değil.

Fotoğraf açıklaması yok.
Hasan Akbaş, Angrali Çeto ve 25 diğer kişi
1 Paylaşım
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

Aaaaa! Luviler...

Almanya merkezli bir grup var. PKK'lilarin kurdugu bir grup. Alman istihbarati destekliyor muhtemelen. Aleviler, Antik donemde yasamis ve Hititlerin bir kolu olan Luvilerden geliyor diyor. Yani Aleviler Turk degil propagandasi yapiyor. Hicbir tutarli dayanaklari yok. Amac ulkemizde yeni bir ayrimciligin tohumlarini atmak. Çunku PKK ve ideolojisi ile ulkeyi bolemeyeceklerini anladilar. Luwi studies diye bir internet siteleri var. Bunlara inanip bir suru uydurma bilgiyi yayanlar var. Internette her gordugunuz seye inanmayin. Arkalarinda Almanya var. Amac Anadolu'da Turkleri bolerek azinliga dusurmek. Luviler hakkinda bilgiler cok sınırlı. Bunu gizeme donusturuyorlar. Sozde insanlar bunlati gorunce sasirip "Aaaaaaa!Luvi." diyormus. Sonunda isimleri Alevi olmus. Buna kargalar bile inanmaz ama inanan insanlar var. Alevileri Turk ve Islam toplumundan koparmaya yonelik ilk girisim degil bu. 1800'lerde Amerikali misyonerler baslatmis bu calismalari. Once Allah-Muhammed-Ali uclemesini hristiyanligin uclu teslis inancina benzeterek bunlar eski hristiyanlar demisler. Bu tutmayinca Ali'siz alevilik ve Luvi hikayesini uydurmaya basladilar. Sosyal medyada surekli reklan veriyorlar. Finansman kaynaklari bol herhalde.

 Almanya merkezli bir grup var.

PKK'lıların kurduğu bir grup.

Alman istihbaratı destekliyor muhtemelen.

Aleviler, Antik donemde yasamış ve Hititlerin bir kolu olan Luvilerden geliyor diyor.

Yani Aleviler Türk ve Müslüman değil propagandası yapıyor.

Hiçbir tutarlı dayanakları yok.

Amaç, ülkemizde yeni bir ayrımcılığın tohumlarını atmak.

Çünkü, PKK ve ideolojisi ile ülkeyi bölemeyeceklerini anladılar.

Luwi studies diye bir internet siteleri var.

Bunlara inanıp bir suru uydurma bilgiyi yayanlar var.

İnternette her gördüğünüz şeye inanmayın.

Arkalarında Almanya var.

Amaçları, Anadolu'da Türkleri ve Müslümanları bölerek azınlığa düşürmek.

Luviler hakkında bilgiler cok sınırlı.

Bunu gizeme dönüştürüyorlar.

Sözde, insanlar bunları görünce şaşırıp; "Aaaaaaa! Luvi." diyormuş.

Sonunda isimleri Alevi olmuş.

Buna kargalar bile inanmaz ama inanan insanlar var.

Alevileri Türk ve İslam toplumundan koparmaya yönelik ilk girişim değil bu.

1800'lerde Amerikalı misyonerler başlatmış bu çalışmaları.

Önce, Allah-Muhammed-Ali üçlemesini Hristiyanlığın üçlü teslis inancına benzeterek bunlar eski Hristiyanlar demişler.

Bu tutmayınca, Ali'siz Alevilik ve Luvi hikayesini uydurmaya başladılar.

Sosyal medyada sürekli reklam veriyorlar.

Finansman kaynakları bol herhalde.

4 Haziran 2022 Cumartesi

Alfabe değiştirmemizin kötü sonuçları.

 Harf devrimini, yani Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kullanmaya başlamamızı eleştirenler:

"Çin kendi alfabesini değiştirmedi, biz niye değiştirdik? Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz." diyorlar.

Sorunun cevabi kendi içinde saklı.

Arap alfabesi bizim değil Arapların alfabesi.

Keşke biz de kendi alfabemizi (Göktürk alfabesi) değiştirip başka dillere göre oluşmuş alfabeleri (Arap, Kiril, Latin alfabeleri) kullanmasaydık.

Kendi alfabesi olan, hep kendi alfabesini kullanmış ve hala kullanıyor.

Biz ise sürekli alfabe değiştirmişiz.

Bu yüzden dedelerimizin mezar taşlarını (Bilge Kağan, Kültigin ve Bilge Tonyukuk gibi dedelerimizin) okuyamamışız.

Başkaları okuyup çözmüş.

Ukrayna savaşı, Putin ve Pirus zaferi.

 Putin, Donbas'ın bağımsızlığını tanımakla yetinseydi kendisi için daha iyi olacaktı.

Büyük bir saldırıya geçince, Rusya bir bataklığa sürüklendi.

Üstelik artık işlevi kalmadı denilen ve yıkılıp yıkılmayacağı tartışılan NATO'yu da güçlendirdi.

Ukrayna NATO'ya girmesin derken İsveç ve Finlandiya da NATO'ya girmek istiyor.

Nereden bakarsanız bakin Rusya son 30 yılın en büyük stratejik hatasını yaptı.

Savaşta basarinin en önemli kriteri zafer kazanıp kazanmamanız değildir.

Düşmanınız güçlenmişse kazandığınız zafer Pirus zaferinden başka bir şey olmaz.

Rusya henüz bir zafer kazanmadı ama kazansa bile bu zafer şimdiden bir Pirus zaferi haline geldi.

Neye ne kadar mesafede durduğunuz önemlidir.

Güneş binlerce derece sıcaklıkta.

Üzerinde ve yakınında herhangi bir canlının yasaması mümkün değil.

Ama ayni güneş, Dünya'da hayat olmasının tek nedeni.

Demek ki kötülük, bir şeye ne kadar mesafede olduğunuza göre değişiyor.

Yakınında durduğunuzda sizi öldüren bir şey yeterince uzak durursanız yasam kaynağınız olabilir.


Bir kişinin akıl hastanesine yatıp yatmayacağına nasıl karar verilir?

 Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri doktora sorar:

"Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?"
Doktor, "Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra da hastaya üç farklı şey veriyoruz:
Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz."
Der ve sorar:
"Siz mesela, ne yapardınız? "
Adam:
"Hımm, şimdi anladım. Normal bir insan kovayı seçer. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyüktür. "
"Hayır." der doktor, "Normal bir insan küvetin tıpasını çeker. Çünkü aklını iyi kullanabilen bir insan, BAŞKASI tarafından verilen standart ölçülerin dışında KENDİ KARARINI verebilen insandır..."
"Akıl sana ait değilse ruhun özgür kalamaz."