.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

5 Ekim 2024 Cumartesi

 Bloomberg televizyon kanalında "Amerikan kültürünün kökleri" diye bir program vardı.

Programın adını görünce güldüm.

içimden; "Ne kökü kardeşim? Amerika'nın kökü filan yok. Her yerden gelen göçmenler, yerli halkı ve kültürünü yok edip topraklarının üzerine çökmüş. Hırsızlıktan başka kültürleri mi var ki..." düşündüm.

Yine de programı izlemeye devam ettim.

Doçent bir bayan konuk olarak konuşuyordu. Anladığım kadarıyla ABD tarihini çalışmış.

Oldukça bilgili biri bir sürü ilginç bilgi verdi program boyunca.

Bunlardan aklımda kalanları aşağıda sunuyorum.

Amerika, dünyada asimilasyonu kutsayan ve asimilasyoncu olmakla övünen tek devletmiş.

Tüm Avrupa'dan gelen çok farklı etnik kökene sahip ve farklı diller konuşan insanları "Melting Pot" dedikleri bir süreçte İngilizce konuşan, Hristiyan beyaz Amerikalılara dönüştürüyorlarmış.

Fakat bunun da bir sınırı varmış.

Hatta bu işlemin ırkçı bir tarafı da varmış.

Örneğin Amerika'nın gerçek sahibi olan yerliler için melting pot değil ayrımcı rezervasyon alanı uygulaması bulunuyormuş.

Ayrıca, Çinliler, Japonlar ve sarı ırk dedikleri diğer Asyalıları asimile etmek istememişler.

Hatta bunun için çaba bile sarf etmişler.

Aynı şeyi uzun yıllar boyunca Afrikalı (siyahi) Amerikalılar için de uygulamışlar.

Afrikalılar köle olarak ülkeye getirilmiş ve dünyada köleliğe en geç son veren devletlerden biri de ABD imiş.

Gerçi Çinliler ve Japonlar kendileri de asimile olmuyormuş.

Zengin bir kültürleri olduğundan her yerde gettolar halinde birlikte yaşıyorlarmış.

Amerika bundan rahatsız olmuş olmalı ki 1880'de 10 yıl Çinli göçmen alımını yasaklamış.

Aynı şeyi 1900'lerde de Japonlara yapmış ama Japonlar, resim üzerinden Amerikalı kızlarla geçici evlilikler yaparak bu yasağı delmişler.

Bu arada Amerika, dünyaya insan hakları ve demokrasi masalları anlatırken birçok insan haklarına uymayan davranışlarda bulunmuş.

Milyonlarca Afrikalı köle olarak kullanılmış.

Bu kölelerin özgür olması Amerikan İç Savaşı sonrasında, biraz da zorunluluktan gerçekleşmiş.

Ama ırkçılık devam etmiş.

Afrika kökenliler 1960'lara kadar beyazların bindiği otobüslere bile binemiyormuş.

Amerika'da Klu Klux Klan gibi birçok ırkçı örgüt varmış.

Bunlar yakın zamanlara kadar siyahileri öldürüyormuş.

Kıtanın gerçek sahibi olan yerlilere nasıl bir soykırım uyguladıklarından pek bahsedilmedi programda.

Ama bu günkü Amerika'da ilk keşfedildiğinde 30 milyon yerli yaşıyordu.

Şimdi 3 milyondan biraz fazla yerli yaşıyor.

Aradan geçen bunca zaman da dikkate alınırsa, eğer soykırım yapılmasaydı, bu gün yerliler çoğunlukta olurdu.

Amerikalılar, bizim 1. Dünya Savaşı sırasında Ruslarla işbirliği yaparak Türk ve Müslümanlara soykırım yapmaya kalkışan Ermenileri sürmemizi soykırım olarak kabul etmekle tehdit ederler bizi.

Üstelik, Osmanlı Ermenileri, kendi toprakları içinde yer değiştirtirken o bölgeler bu gün bizim değil diye sanki yurt dışına atmışız gibi anlatırlar.

Halbuki kendileri daha beterini yaptılar.

1942-45 yılları arasında ülkede yaşayan bütün Japonları topluca ev ve işyerlerinden toplayarak Nevada'daki çöl ortasında bir toplama kampına sürdüler.

Yakalarına etiketler yapıştırıp damgaladılar.

Aşağıladılar.

İşyerlerine, evlerine ve eşyalarına el koydular.

Çünkü Amerika, Japonya ile savaş halindeydi.

Ülkedeki Japonlar ne tek bir silahlı örgüt kurmuşlar ne de tek bir düşmanca davranışta bulunmuşlardı.

Buna rağmen böyle bir şey olma ihtimali var diye toplama kampına gönderildiler.

Ama bundan hiç bahsetmezler.

Asyalılara ve Afrikalılara karşı ırkçılık ve ayrımcılık sadece yönetim ve bürokrasi tarafından da yapılmamış.

Örneğin Çinliler hep ağır işlerde ve düşük ücretlerle çalıştırılmış.

Amerikan demiryollarının tüm rayları, Çinli işçilerce döşenmiş.

Yani burjuva da sömürmüş.

Proleterya, yani işçi sınıfı ise bunun için Burjuvayı suçlamak yerine Çinli işçileri suçlamış ve düşmanlık yapmış.

Çinli işçileri düşük ücretle çalışan ve kendi işlerini çalan kişiler olarak görmüşler.

Birçok saldırı yapılmış Çinli işçilere.

Amerika'da kadın hakları da pek parlak bir geçmişe sahip değil.

Kadınlara seçme hakkı 1920'lerde verildi mesela.

Şimdiye kadar hiç kadın başkan olmadı.

Demokrasisini beğenmedikleri Türkiye'de bile kadın başbakan oldu halbuki.

1934'te biz kadınlara sadece seçme değil seçilme hakkı da tanıdık.

Uzun lafın kısası, Amerika'nın demokrasi filan umurunda değil.

Öyle olsa Ortadoğu'da krallarla kanka olmazlardı.

İnsan hakları ve demokrasi, Amerika'nın elinde bir silah sadece.

Dünyaya müdahale etmek ve emperyal amaçları gerçekleştirmek için bir vasıta.

1840'larda bir gazeteci, demokrasiyi dünyaya yaymanın Amerika'nın görevi olması gerektiği ile başlamış bu süreç.

Zaten Amerika'nın emperyal, genişlemeci, saldırgan politikaları da bu makaleden sonra başlıyor.

İspanya ve Meksika ile savaşıp topraklarını genişletiyor.

Yani insan hakları ve demokratikleştirme sadece bir propaganda.

ABD'nin gerçek emellerini gizleyen, dahası bu emellere hizmet eden şeyler bunlar.

Amerika'da kadın başkan gibi Afrika ve Asya kökenli başkan da olmadı hiç.

Bu durum, Obama ile değişmeye başladı.

Gerçi Obama tam Afrikalı değil.

Yarı Afrikalı yarı beyaz.

Şimdi de Kamala Harris ile yeni bir eşik aşılabilir.

Harris'in köklerinde Jamaikalılar var.

Amerika'da en aşağı sınıfı teşkil eden bir grup Jamaikalılar.

Harris'in annesi ise Hindistanlı.

Ama Harris'in babası ve annesi toprak, mal, mülk sahibi insanlar.

Ayrıca, ikisi de üniversite eğitimi almış kişiler.

Biraz da ABD-Türkiye ilişkilerinden bahsedelim.

Türkiye'yi ilk ziyaret eden ABD başkanı Dewight D.Eisenhover olmuş.

Daha önce cumhurbaşkanı Celal Bayar Amerika'ya gitmiş.

ABD başkanı da güneydoğu Asya ziyaretine giderken Ankara'da durarak Türkiye ziyaretini gerçekleştirmiş.

Yani, iadei ziyaret yapmış.

Yıl 1959.

Anıtkabir'i de ziyaret edip çelenk bırakmış.

Ama Amerikalılar ülkeye daha önce girmişler.

İkinci Dünya Savaşı öncesi başlamış ilk sızma girişimler.

Savaştan sonra ise büyük bir askeri ve sivil heyetle Türkiye'de kalıcı hale gelmişler.

ABD, Avrupalılara göre daha kolay sızıyormuş bütün dünyaya.

Çünkü Avrupalılar seçkinci bir kültür anlayışıyla yaklaşırken ABD pop kültürle giriyormuş her ülkeye.

Böylece daha kolay kabul görüyormuş.

Son yıllarda ABD, Türkiye dahil birçok ülkede artık hemen hemen hiç sevilmiyor.

En azından, artık eskiye göre daha az sevildiğini söylemek mümkün.

Belki ABD'nin Soğuk Savaş sonrasındaki kabadayıvari davranışlarından, belki de artık eskisi kadar çok ve etkili pop kültürü üretemediğinden.

Belki de her ikisinden.

Şimdilik özet olarak anlatacaklarım bu kadar.

Görüşmek üzere.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder